| 
        
		
		TARİHİN SESİ ~ 
		AHMET DEMİREL  
		  
		
		
		
		  
		
		
		Tarihin Sesi'nde 
		zaman zaman bazı portreleri yazıyorum. Buna epeyce ara vermiştim. Bu 
		hafta Türkiye'nin en ilginç siyasetçilerinden birini, Orhan Kemal'in 
		babası Abdülkadir Kemali Öğütçü'yü ele alacağım. O bir İstiklal 
		Mahkemesi'nin başkanı, bir başka İstiklal Mahkemesi'nin sanığı olmuştu. 
		Bulduğu her fırsatta kendi partisini kurmayı denemiş, bazen kurmayı 
		başarmış, bazen de İçişleri Bakanlığı'ndan gereken parti kurma iznini 
		alamadığı için girişimi yarı yolda kalmıştı. Görüşlerini yaymak için 
		gazeteler çıkarttı, ama bir türlü olmadı, olamadı... Hep kenarda köşede 
		kalmış küçük bir üçüncü akımın lideri olarak kaldı, sadece çevresindeki 
		az sayıdaki insana liderlik yapabildi. Zorlu ve çileli bir hayatın 
		sonunda kendi köşesinde sessiz sedasız dünyaya gözlerini yumdu.  
		
		EĞİTİMİ VE MESLEKİ HAYATI 
		 
		
		
		Abdülkadir Kemali 
		Bey 10 Ağustos 1889'da Cebelibereket'in Yarpuz bucağında doğdu. İlk ve 
		ortaöğrenimini Ceyhan'da tamamladıktan sonra liseyi Adana'da bitirdi. 
		İstanbul'a giderek iki yıl kadar Hamidiye Yüksek Ticaret Mektebi'nde 
		öğrenim gördü, ardından Hukuk Mektebi'ne geçti. Daha öğrencilik 
		yıllarında İttihat Terakki Cemiyeti'ne katılarak siyasetle uğraşmaya 
		başladı.  
		
		Yine öğrenciliği 
		sırasında basın hayatına da atıldı ve Musavver Erganun ve Şebtâb adında 
		iki ayrı dergi çıkararak, bu dergilerde makaleler yazdı. Hukuk 
		Mektebi'nden 1912'de mezun olunca adli birimlerde görev aldı. Önce 
		1913'te Siirt'e savcı yardımcısı olarak atandı. Aynı yılın sonunda 
		tayini Basra'ya çıktı. İzin istedi; verilmeyince de Nisan 1914'te 
		memuriyetten istifa etti.  
		
		Birinci Dünya 
		Savaşı patlak verince ilan edilen seferberlikle birlikte 1914 yazında 
		orduya girdi. Dört yıl askerlik yaptı ve dönem içinde Çanakkale 
		savaşlarına da katıldı. Savaş sona erince mesleğine döndü kısa bir süre 
		Adana Hukuk İşleri Müdürlüğü yaptıktan sonra Kirmastı'ya 
		(Mustafakemalpaşa) kaymakam olarak atandı. 1919 ilkbaharında İstanbul 
		hükümetince görevden alındı ve İstanbul'a getirilerek Bekirağa Bölüğü'ne 
		kapatıldı.  
		
		Yargılanması 
		sonucunda suçsuz olduğuna karar verildi. Beraatından hemen sonra 
		Kastamonu Bidayet Mahkemesi'ne savcı olarak tayin edildi. Bu görevini 
		sürdürürken 1920'de Kastamonu'dan Birinci Meclis'e milletvekili 
		seçildi.  
		
		İLK MECLİSTEKİ ÜÇ YIL 
		 
		
		
		Abdülkadir Kemali 
		Birinci Meclis'in en faal milletvekillerinden biri oldu. Her fırsatta 
		kürsüye çıkıp uzun konuşmalar yapan biri olarak sivrildi. Önce Adliye 
		Vekâleti Müsteşarı oldu. Mecliste kurulan Tesanüt Grubu'nun yönetim 
		kurulunda yer aldı.  
		
		1920 sonbaharında 
		Meclis'te yeterli oyu sağlayarak Adliye Vekâleti Vekili seçildiyse de 
		Mustafa Kemal birlikte çalışmak istemediğini kendisine bildirince göreve 
		başlayamadan sağlık durumunu gerekçe göstererek bakanlıktan istifa etmek 
		zorunda kaldı. Üstelik bu seçim yüzünden bakanların seçilme şekline 
		ilişkin kanun da değiştirildi. Önceden her isteyen milletvekili bakan 
		seçimlerinde aday olabilirken bu değişiklikle birlikte aday gösterme 
		yetkisi Meclis Başkanı Mustafa Kemal'e verildi.  
		
		1920 sonbaharında 
		üstlendiği bir başka önemli görev de Pozantı İstiklal Mahkemesi'nin 
		başkanlığıydı. Mahkeme üyeliği için aday oldu; seçildi ve mahkemenin 
		başkanı oldu. Bu mahkeme ilk dönem İstiklal Mahkemeleri içinde en hafif 
		cezaları veren mahkemedir.  
		
		Bu arada Koçgiri 
		Ayaklanması'nın bastırılması sırasında Nurettin Paşa'nın emriyle 
		uygulanan şiddetin dozunu araştırmak üzere Meclis tarafından seçilip 
		isyan bölgesine gönderilen araştırma kuruluna da üye seçildi.  
		
		Mustafa Kemal'in 
		önderliğinde kurulan iktidardaki Birinci Grup'un da, muhalefetteki 
		İkinci Grup'un da dışında kaldı. Kendisi gibi gruplar dışında kalan 
		milletvekillerini biraraya toplayarak üçüncü bir siyasi oluşumun, 
		Bağımsızlar Grubu'nun liderliğini üstlendi. Zaman zaman iktidara zaman 
		zaman da muhalefete yaklaştı, ama esas olarak kendi doğru bildiği yolda 
		ilerlemeyi tercih etti. İlk Meclis'teki üç yıllık mesaisi onu iktidara 
		da muhalefete de muhalif bir milletvekili olarak ön plana çıkarttı.  
		
		MÜDAFAA-İ UMUMİYE FIRKASI 
		 
		
		
		1923 seçiminden 
		sonra diğer bütün muhaliflerle birlikte Meclis dışında kaldı. Memleketi 
		Adana'ya giderek avukatlığa başladıysa da siyasete dönebilmek için hep 
		fırsat arayışında oldu. 1923'ün sonlarında Mücâhede adında bir gazete 
		çıkarmaya başladı. Gazetede yer alan hilafet ve cumhuriyet konulu bir 
		makalesinden dolayı Adana Bidayet Mahkemesi'nde yargılandıysa da beraat 
		etti. Bu Bekirağa Bölüğü günlerindeki Divan-ı Harp yargılamasından sonra 
		ikinci kez hâkim karşısına çıkışı, ikinci kez beraat edişiydi. Oysa 
		aradaki dönemde kendisi hem de İstiklal Mahkemesi gibi olağanüstü bir 
		mahkemenin başkanlığını yapmış, birçok kişi karşısına sanık olarak 
		çıkmıştı! 30 Ağustos 1924'te Adana'da bu kez Toksöz adıyla bir gazete 
		çıkarmaya başladı. O günler İkinci Meclis içinde muhalif bir partinin, 
		Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası'nın kurulduğu günlerdi. Siyasete dönüş 
		için uygun bir fırsat bulduğunu düşünerek hemen kendi partisini kurma 
		teşebbüsünde bulundu.  
		
		Ona göre hem CHP 
		hem de TpCF aynı madalyonun iki yüzüydüler ve asıl muhalefeti kendisi 
		temsil ediyordu. Tıpkı ilk Meclis'te iki grubun da dışında kalması gibi, 
		burada da iki partinin dışında kalarak üçüncü bir yol tutturmaya 
		çalıştı.  
		
		Tasarladığı 
		partinin adı Müdafaa-i Umumiye Fırkası idi. Partinin programını Toksöz 
		gazetesinde art arda yazdığı "Bir Fırkam Olsa" başlıklı yazılarda 
		ayrıntılı olarak açıkladı. Gazetesi Adana'da pek az kişiye 
		ulaşabildiğinden Toksöz'ü 15 Aralık 1924'ten itibaren İstanbul'a taşıdı 
		ve yayına orada devam etti. Gazetesinde CHP hükümetine çok sert 
		eleştiriler yöneltti.  
		
		
		Bu eleştiriler 
		beklenebileceği gibi hükümetin tepkisini çekti ve 30 Aralık 1924'te 
		gazetesi hükümet emriyle kapatıldı. Abdülkadir Kemali Bey 
		tutuklandı. Yeniden hâkim karşısındaydı. Bu kez sonuç onun için iyi 
		olmadı ve İstanbul Dördüncü Ceza Mahkemesi'nde yapılan yargılaması 
		sonucunda 12 Ocak 1925'te altı ay hapse mahkûm oldu. Zaten mart başında 
		Türkiye'nin bütün görünümünü değiştirecek Takrir-i Sükûn Kanunu 
		çıkartılacak, TpCF kapatılacak, Dâhiliye Vekâleti de onun kurmaya 
		çalıştığı Müdafaa-i Umumiye Fırkası'nın kurulmasına izin vermeyecekti. 
		Kendisi de hapishanede olunca bu parti kurma girişimi sonuçsuz kaldı.  
		
		
		AHALİ CUMHURİYET FIRKASI 
		 
		
		
		Hapishane çıkışı 
		bir sürprizle karşılaştı. 1925 yılının yaz aylarında, daha önce 
		Toksöz'de yazmış olduğu yazılarıyla Şeyh Sait Ayaklanması'nı kışkırtmış 
		olduğu gerekçesiyle, ülkenin önde gelen birçok başka gazetecisiyle 
		birlikte kendini Elazığ'da Şark İstiklal Mahkemesi'nin karşısında sanık 
		olarak buldu. Bu onun için moral bozucu bir durumdu. Kendi açısından 
		haksız sayılmazdı. Eski bir İstiklal Mahkemesi başkanı, yeni bir 
		İstiklal Mahkemesi karşısında sanıktı...  
		Gazeteciler davası olarak bilinen bu davayı daha önce bu sayfada 
		ayrıntılı olarak yazdığım için üzerinde fazla durmayacağım. Yargılama 
		sırasında diğer bütün gazeteciler yazılı olarak af dileyip beraat 
		ettilerse de Abdülkadir Kemali böyle bir yazı vermeyi reddetti. Sonuç 
		beklendiği gibi oldu. Ötekiler serbest bırakılırken o Ankara İstiklâl 
		Mahkemesi'ne sevk edildi. 1926'ın ocak ayında davası beraatla 
		sonuçlanınca Adana'ya çekilerek 1930'a kadar avukatlık ve çiftçilikle 
		uğraştı ve siyasetin dışında sessiz ve sakin bir hayat sürdü.  
		Giderek sertleşen tek parti yönetimi altında bile siyasete dönüş için 
		fırsat kollamayı da hiç ihmal etmedi. Beklediği ortam 1930'da Serbest 
		Cumhuriyet Fırkası'nın kurulmasıyla oluştu. Hemen harekete geçti ve 
		Adana'da Ahali adıyla bir gazete yayımlamaya başladı. Arkasından da 
		Ahali Cumhuriyet Fırkası adıyla bir parti kurmak için Dâhiliye 
		Vekâleti'ne bir dilekçe verdi. Bu aslında TpCF günlerinde yaptığının 
		aynısıydı; bir gazete çıkartmak ve üçüncü bir parti kurmak...  
		
		Bu kez sonuç da 
		aldı ve izni kopartınca SCF kurulduktan tam bir ay sonra Ahali ve 
		Cumhuriyet Fırkası adıyla partisini resmen kuruldu. Söyledikleri 
		aynıydı: CHP ve SCF aynı madalyonun iki yüzüydüler ve asıl muhalefeti 
		kendi partisi temsil ediyordu.  
		
		Sınırlı kalan ve 
		büyüyemeyen bu partinin sonu SCF'nin kendini feshetmesiyle geldi.  
		
		Bununla birlikte 
		partisi SCF'nin feshinden sonra bir ay kadar daha varlığını sürdürdü.  
		
		Hükümetin partiye 
		karşı tutumu sertleşince ve kendisine el altından partisinin kapatılıp 
		tutuklanacağı haberi sızdırılınca ailesi ve siyasi arkadaşlarıyla 
		birlikte Suriye'ye kaçtı.  
		
		Abdülkadir Kemali 
		Bey'in Suriye günleri çok sıkıntılıdır. Ailesinin geçimini sağlamak için 
		türlü işler yaptıysa da maddi açıdan bir türlü düzlüğe çıkamadı.  
		
		Tam 8,5 yıl süren 
		sıkıntı ve yoksulluklarla dolu bir sürgün hayatı yaşadı. Bu arada 
		iktidar basını kendisini izlemeyi ve hakkında yalan yanlış haberler 
		yayınlamayı hep sürdürdü. Örneğin Menemen olayı çıktığı zaman, kendisi 
		oradan kilometrelerce uzakta olmasına rağmen bir gazete onun Menemen 
		Olayı'nda parmağı olabileceğini manşetten haber yaptı.  
		Atatürk'ün ölümünden sonra 1939'da Türkiye'ye döndü. İnönü'nün eski 
		muhaliflerle barışma politikası sayesinde biraz rahat edebildi. 
		Bergama'da Ağır Ceza Mahkemesi başkanlığına atandı. Böylece seneler 
		sonra mahkemelerin sanıkların oturduğu tarafından, karar vericilerin 
		oturduğu tarafına yeniden geçmiş oldu.  
		Bununla birlikte bu görevinde uzun kalmadı, istifa ederek avukatlığa 
		döndü.  
		Bu arada din ve bitkilerle ilgili çeşitli çalışmalar yaptı.  
		1946'da Demokrat Parti'ye girdi. Bu hayatı boyunca kendisi dışında 
		oluşmuş bir siyasi partiye ilk kez katılımı anlamına geliyordu. Öyle ya 
		birinci, ikinci ve üçüncü Meclis yıllarında mensubu oluşumların her 
		üçünü de kendisi kurmuştu.  
		Dolayısıyla başkalarının kurduğu DP'deki siyasi macerası kısa sürdü ve 
		çok geçmeden istifa etti.  
		21 Temmuz 1949'da Ankara'da tedavi görmekte olduğu Gülhane Hastanesi'nde 
		hayata veda etti. 
		
		
		 
		
		
		SİYASİ FİKİRLERİ 
		 
		
		
		Abdülkadir Kemali 
		Öğütçü hakkındaki ilk ve en önemli akademik çalışmayı Meral Demirel 
		yaptı. 2006'da Bilgi Üniversitesi Yayınları'ndan Tam Bir Muhalif 
		Abdülkadir Kemali Bey adıyla yayımlanan bu kitapta Abdülkadir Kemali'nin 
		hem yaşamöyküsü hem de siyasi fikirleri ve mücadelesi ayrıntılı olarak 
		işlenmiştir. Yazının son bölümünde o kitaptan yola çıkarak ve onun 
		kaleminden fikirlerini kısaca özetleyeyim.  
		
		Öğütçü'nün 
		öncelikli olarak bir inkılâpçılık yönü vardır. Daha öğrencilik 
		yıllarında, İttihat ve Terakki'ye katılıp, "İstibdada" karşı "hürriyet" 
		mücadelesine etkin bir biçimde katılan Öğütçü'nün, asıl inkılâpçı yönü 
		Milli Mücadele yıllarında ortaya çıkmıştır. Meclis'in açılmasının 
		üzerinden, daha henüz bir hafta geçmişken, 1 Mayıs 1920'de, Meclis'in 
		toplantılarını yasaklayacak hiçbir kuvvetin olmadığını vurgulamış olması 
		ve hatta "Padişah Efendimiz Hazretleri'ni kurtardıktan sonra (da) biz 
		karar vermedikçe Meclisimizi feshedecek hiçbir kuvvet yoktur. Bu böyle 
		bilinmeli " demesi bu yönünü açıkça ortaya koyar. 29 Nisan 1920'de, 
		Meclis'in meşruiyetinin ilânı anlamına gelen Hıyanet-i Vataniye 
		Kanunu'nu hararetle desteklemesi; 7 Haziran 1920'de kabul edilen ve 
		İstanbul'un işgal edildiği 16 Mart 1920'den itibaren İstanbul'un 
		Meclis'in onayı dışında yaptığı bütün antlaşma ve icraatı geçersiz sayan 
		kanunun kabul edilmesinde önemli bir pay sahibi olması, liderliğini 
		yaptığı ve daha çok muhafazakâr milletvekillerinden oluşan Müstakil Grup 
		üyelerinin 1 Kasım 1922'de saltanatın kaldırılmasına yönelik önergesinin 
		hazırlanmasına önayak olması ve saltanatın kaldırılmasını hararetle 
		desteklemesi de onun inkılâpçı yönünü gösterir.  
		
		Meclis'in 
		üstünlüğü ilkesinin ateşli bir savunucusu olmakla birlikte, devletin 
		güvenliği konusunu da çok önemli bulduğundan, savaş koşullarında, Meclis 
		yetkilerinin geçici bir süre için Başkumandan'a devredilmesini olumlu 
		karşıladı. Ayrıca üzerinde hiçbir denetim olmayan İstiklal 
		Mahkemeleri'nin güvenliğin sağlanması açısından savunucusu oldu.  
		
		Hukukun 
		üstünlüğüne inandığından ona göre, Meclis'ten çıkan bütün kanunlara 
		uymak herkesin göreviydi.  
		
		Cumhurbaşkanı 
		dâhil, hiç kimse kanunların fevkinde hareket edemezdi.  
		
		Görüşleri içinde 
		temel hak ve özgürlükler de önemli bir yer tutar. Yaşamı boyunca, kişi 
		özgürlük ve dokunulmazlıklarının insanın insan olmasından kaynaklanan 
		hakları olduğunu ve hiç kimsenin bu haklara tecavüze yetkisi 
		bulunmadığını ısrarla vurguladı. Bizzat kaleme alarak 1921 İlkbaharı'nda 
		TBMM Başkanlığı'na sunduğu ve 1923 yılının ilk aylarında Meclis'te kabul 
		edilen Hürriyet-i Şahsiye Kanunu temel hak ve özgürlükler konusundaki 
		tutumu açısından çok önemlidir.  
		
		Fikrî hayatında 
		önemli bir yeri olan milliyetçiliğinin ise ulusal bağımsızlıkçı bir 
		milliyetçilik olduğunu belirtmek gerekir.  
		
		Öğütçü'nün 
		milliyetçiliği ırkçı boyutlar taşımaz. Hem Birinci Meclis'te yaptığı 
		konuşmalar, hem de Toksöz'deki yazıları incelendiğinde, Öğütçü'nün 
		geleneklere çok bağlı olduğu görülür. Bu da onun muhafazakâr yönüne 
		işaret eder.  
		
		Bitirirken, 
		Abdülkadir Kemali Bey'in hararetli bir cumhuriyet taraftarı olduğunu da 
		vurgulamak gerekir. Saltanatı fiilen yıkıp, yerine milli hâkimiyeti 
		koymak için canla başla çalışmış olan bir kesimden gelmektedir. Ona 
		göre, cumhuriyet milli bir ilkedir; bu ilkeye karşı çıkan hiçbir 
		kuruluşun ülkede yeri olamaz ve hatta bu vatana ihanet sayılır. Ama yine 
		ona göre, cumhuriyet kelime olarak tek başına bir anlam taşımamaktadır; 
		demokrasiyle tamamlanmalı, demokrasi esaslarına dayanmalıdır. Bu 
		ölçütlere uyan bir rejim Amerika'da hayata geçirilmiştir, Türkiye'de de 
		geçirilmelidir.  
		
		Toksöz'deki bir 
		yazısında otoriter Meksika Cumhuriyeti'ne atıfta bulunması ve Meksika 
		Cumhuriyeti'ne benzeyecek bir Türkiye'nin, bütün geçmişine, bugününe ve 
		geleceğine çok az zaman içinde veda etmeye mahkûm olacağını belirtmiş 
		olması, onun cumhuriyetin demokrasiyle taçlandırılması ilkesine ne kadar 
		önem verdiğinin dikkat çekici bir örneğidir.  
		   |