Orhan Kemal'de, kökleri çok derinlere inen yazınsal bağlarla 
		toplumsal kavrayıcılığın, insanın ruhsal dolambaçlarıyla kurulan 
		eşduyumsal etkileşimin benzeri, söz konusu uzun öykü ya da kısa 
		romanlarda da kendini gösterirken yazarla Panait istrati, Ernest 
		Hemingway, John Steinbeck arasında bu bağlamda kurulabilecek ilişkileniş 
		de dikkati çekiyor.  
   
		Orhan Kemal (1914-1970), artık yüz yaşında, 2014'le sonrasında, yazın 
		yaşamının ikinci yüzyılında gezinecek o hep... 
		 
		Kısacık bir yaşama sığdırılmış, ama yüzyıllara yayılan bir ömrün kahrını 
		taşıyabilmek, ötesinde bu halkayı genişletip alabildiğine yaygın etki 
		alanı yaratarak buna uygun yayılım gösterebilmek hiç de kolay değil...
		 
		Gerek yazınımızda gerekse başka dillerin yazınlarında farklı türlerde 
		ürettikleri yapıtlarla değerini koruyup sürdüren pek çok yazıncı var 
		elbette. Ama bir yandan sıkı sıkıya sanatın ölçütlerine bağlı kalarak 
		yol almış, öte yandan geniş halk kitleleriyle bağını koparmadan onların 
		da yoğun ilgisini çekmiş sanat yapıcı konumuyla yüzyıllara yayılan bir 
		yaşam sürdürebilmek bambaşka bir iş... Bunun, kişisel beceriyi de aşan, 
		zamana karşı yarışan bir sevgiyi sürekli ayakta tutabilme ustalığının 
		gizine ermiş olmayı gerektiren nitelik taşıdığı kesin...  
		Nedir bu giz? Orhan Kemal özelinde bunun için, neler söylenebilir?  
		Hikmet Altınkaynak, Türk Edebiyatında Yazarlar ve Şairler Sözlüğü'nde 
		Orhan Kemal için, "onun eserlerinin bir ucunda aşk, bir ucunda ekmek 
		kavgası var" diyor. Bunun üzerinde uzun uzadıya durmak gerek.  
		Gerçekten de başlangıcından günümüze, eksilmeyen bir ilgiyle okunan 
		Orhan Kemal, kaç milyon okura ulaşmıştır dersiniz, kim kestirebilir 
		bunu? Bu hesapla öyküleri, romanları sürekli baskı yapan değerli pek çok 
		günümüz yazarını aşan geniş bir okur yelpazesine sahip olduğu 
		savlanabilir onun.  
		Bu arada oyunlarıyla filmlerinin, öykü, roman, anlatılarından çekilen 
		dizilerin topladığı seyirci de bu çerçevede değerlendirilebilir 
		herhalde.  
		Altınkaynak'ın altını çizdiği olgunun paydasında, Orhan Kemal'in, 
		insanlığın temel iki güdüsüne dönük keşfinin, bu doğrultuda çıktığı 
		sonsuz yolculukta gözler önüne serdiği serüvenlerin üzerinde uzun 
		uzadıya durmakta yarar var. Bu bakımdan Orhan Kemal'in yapıtları, bu 
		keşifle serüvenlerin birer tanığı da aynı zamanda. Çünkü imzasını 
		taşıyan her ürün, diyelim eş nitelikte değer taşımayabilir, ne ki, 
		çıtayı aşan bütün yapıtlarında evrensel değerlerin yansıtımında bu tür 
		örtüşmelerle karşılaşıyoruz...  
		Bu açıdan yaklaşıldığında, aradan yüzyıl geçtikten sonra bile ilgi 
		çekiyorsa bir yazar, hatta gelecek yüzyıllarda da ilgi uyandıracağı 
		öngörülüyorsa eğer, sergilenen başarıda içkinleşmiş bir evrensel değer 
		örtüşmesi payının bulunmayacağı savlanabilir mi? O halde Orhan Kemal, 
		bizde bunu başaran az sayıdaki örneklerden biri olarak alınabilir 
		kanımca... 
		 
		GELECEĞİ YAZINSAL OLANDA KARŞILAMAK...  
		Bütün soy yazıncılar yalnız kendi çağlarında değil kendilerinden 
		sonraki zamana da sızarak yazdıklarıyla farklı zaman dilimlerinde 
		geleceği kurup yaşanabilirlik sergiliyor.  
		Bu çerçevede Orhan Kemal'in öykü, roman evrenleri, bu temel yansıtımın 
		birer göstereni olarak alınabilir.  
		Onun verimlediği öykü, roman, oyun anlatıların tümünde ortak bir 
		örtüşmeyle iç içe geçmiş iki halka, uyuşumla veya çatışmayla ilerlerken 
		biz de okur olarak bu evren tarafından soğuruluruz adeta. Orhan Kemal, 
		okuru gerçeklikle buluşturmanın ötesinde tutum sergilemez aslında. 
		Örneğin öykü ya da roman evreninde, yaşamı sanatsal düzlemde yeniden 
		kurarken, olgusal gerçekliği sanatsal gerçekliğe dönüştürmenin ötesinde 
		bir çaba görülmez onda pek. Sözgelimi kurgu oyunlarına rastlanmaz 
		genelde.  
		O zaman karakterler, bu evrenin kendilerine dayattığı bir toplumsal, 
		bireysel zorlamanın basıncıyla davranır, o kadar.  
		Ancak ekmeğe ulaşma çabası veya gelecek kaygısı, aşk duygusu veya 
		cinsellik tutkusu öykü, roman kişilerinin dumanlı başlarını terk etmez 
		hiçbir zaman. Bu, onları yalnız çizgisellikten kurtarmaz, bu yolla 
		yapıt, yaydığı yüksek gerçektenlik duygusuyla da göz çeler.  
		Öte yandan Orhan Kemal karakterlerinin, bu tür anlatı evrenlerinde 
		yansıttığı yönsemeye dayalı verilerin okurda çatışmalara veya 
		katılımlara yol açacağı, sonuçta okur düzleminde sanat yapıtını yeniden 
		kurma eğilimini ortaya çıkararak kişiyi kışkırtacağı, destekleyip 
		güçlendireceği öngörülebilir.  
		İşte bu tür yüklemeler, yüzyılın öteki yüzyıla devrettiği sanatsal 
		değere karşılık geliyor ki, böylelikle hem seçkinci okurun hem de geniş 
		kitlelerin, yapıtları üzerinde uyuştuğu yazar olarak öne çıkabiliyor 
		Orhan Kemal. Kimileri, dar hendeseleriyle onu fotoğraf gerçekçiliğinin 
		bir ardılı gibi nitelese de...  
		 
		"UZUN ÖYKÜ" İLE "KISA ROMAN" ARASINDA...  
		Orhan Kemal'in öyküleri, romanları, oyunları üzerinde aralıklarla 
		duruyorum yıllardır.  
		Ama bugüne dek üzerinde duramadığım bir başka yazınsal türün verimleri 
		olarak alabileceğimiz ürünleri de var: "uzun öykü" veya "kısa roman"...
		 
		Asım Bezirci'nin Orhan Kemal (Evrensel, 1994), Hikmet Altınkaynak'ın 
		Orhan Kemal'in Hikâyeciliği (Adam, 2000) adlı kitaplarında Orhan 
		Kemal'in öykü kitapları, yayımlanış tarihlerine göre şöyle sıralanıyor: 
		Ekmek Kavgası (1949), Sarhoşlar (1951), Çamaşırcının Kızı (1952), 72. 
		Koğuş (1954), Grev (1954), Arka Sokak (1956), Kardeş Payı (1957), Babil 
		Kulesi (1957), Dünyada Harp Vardı (1963), Mahalle Kavgası (1963), İşsiz 
		(1966), Önce Ekmek (1968), Küçükler ve Büyükler (1971), Yağmur Yüklü 
		Bulutlar (1974), Kırmızı Küpeler (1974), Oyuncu Kadın (1975), Arslan 
		Tomson (1976), Serseri Milyoner, İki Damla Gözyaşı (1976). Bezirci, bu 
		listeye son olarak İnci'nin Maceraları'nı (1979) ekliyor... Kimi 
		sıralamalarda öykülerle romanların yer yer karıştığı da görülebiliyor.
		 
		Yukarıdaki kitaplar arasına, içine alınmış ya da bağımsız olarak 
		yayımlanmış kimi yapıtları var ki Orhan Kemal'in, bunlara dönük 
		yaklaşımda farklı bir tutum gerekiyor...  
		Ne ki, Orhan Kemal'in kimi uzun öykülerinin "roman"la içlidışlılığı ya 
		da "novella" olarak ayrı tür havası yayan çalımı, bunun dışında bambaşka 
		tutumların da önünü açabilir elbette.  
		Nitekim sağlığında yayımladığı Küçücük'ü (Varlık, 1960) "roman", Mahalle 
		Kavgası'nı (Pınar, 1963) "büyük hikâye" olarak yayımladığı düşünülürse, 
		Orhan Kemal'in aşağıda anacağım söz konusu verimlerini farklı bir tür 
		olarak algıladığı bile öne sürülebilir.  
		Gelin, "uzun öykü" ya da "kısa roman" olarak nitelenebilecek bu tür 
		örnekleri sıralamaya girişelim ilkin: "72. Koğuş", "Küçücük", "Mahalle 
		Kavgası" ("Balon"), "Oyuncu Kadın", "Gâvurun Kızı", "Serseri Milyoner", 
		"İki Damla Gözyaşı"... Örnekleri bunlarla sınırlamak olanaksız. Çünkü 
		"Murtaza" gibi kimi romanlarını bile Orhan Kemal'in, ilk kez uzun öykü / 
		kısa roman örnekleriyle örtüşür yaklaşımla ürettiği, bununla uyuşan daha 
		başka örneklerin söz konusu olduğu unutulmamalı.  
		Orhan Kemal, öykü yazarken bu onda bir romana açılmayı mı gerektirmiştir 
		veya roman kaleme alırken bunu kestirmeden bir uzun öykü olarak 
		bırakıvermeyi mi yeğlemiştir türünden bir soru da yöneltilebilir 
		elbette. Ancak kaleminden geçinmek zorunda kalan yazar konumuyla 
		tezgâhında sürekli öykü, roman dokumak zorunluluğu duyması, onu, söz 
		konusu verimleri için bunları "kendine özgü tür" bağlamında kendisiyle 
		özdeşleştirmek gibi bir sonuca vardırmış olabileceği kestirilebilir bu 
		arada.  
		Şimdi bir denemeye girişerek, yazarın imzasını taşıyan, genelde "uzun 
		öykü" ya da "kısa roman" bağlamında alınabilecek ürünlerine 
		yönelebiliriz artık onun.  
		 
		YAZINDA ESKİDİKÇE HEP YENİ KALABİLMEK...  
		Orhan Kemal'de, kökleri çok derinlere inen yazınsal bağlarla 
		toplumsal kavramcılığın, insanın ruhsal dolambaçlarıyla kurulan 
		eşduyumsal etkileşimin benzeri, söz konusu uzun öykü ya da kısa 
		romanlarda da kendini gösterirken yazarla Panait Istrati (18841935), 
		Ernest Hemingway (1899-1961), John Steinbeck (1902-1968) arasında bu 
		bağlamda kurulabilecek ilişkileniş de dikkati çekiyor.  
		Orhan Kemal'in türle kurduğu iç içeliğin Istrati, Hemingway, Steinbeck 
		gibi yazarlarda da belirgin biçimde öne çıktığı görülüyor çünkü...  
		Nitekim bu dört yazarın, benzer duygularla etkilerden yola çıkarak hem 
		anlattıkları hem de anlatım biçimleriyle kol kola girdikleri 
		düşünülebilir pekâlâ. Farklı konulara uzansalar da birbiriyle çakışan 
		yaşamsal bağlar içinde izleksel anlamda sergiledikleri örtüşme, böylesi 
		öne sürüşü destekler özellik gösteriyor bana göre.  
		Bir yaşamı bütün bütüne sarmalayan gelecek kaygısı, kişiyi dip köşe 
		kuşatan aşk tutkusu, dört yazarın da kendi anlatı evrenlerinde kurduğu 
		izlek olarak, yayılıyor da yayılıyor yapıtlarına. Saltık bir sanatsal 
		uzanım, yayılımla okur önüne geliyor.  
		Böylece öykü/roman kolanında hem öyküde "tek etki"ye dayalı basınçla 
		karakterdeki kapsanırlığa yer açılıyor okuma ediminde hem de romanda 
		gözlenen "bütünleyici ağırlık" anlatı evrenini kapsayıcılıkla kuşatıyor 
		alabildiğine...  
		Yukarıda sıraladığım yedi uzun öykü / kısa roman, söz konusu özellikleri 
		tümden ele veriyor. Nitekim her biri, yüz kitap sayfası dolayında oyluma 
		sahip anlatılar, gerçekten bir çalım öykünün koridorlarında, bir çalım 
		romanın bölümcelerinde gezindiriyor sanki bizleri. 
		Orhan Kemal, bunları öyküleri, romanları, oyunlarının dışında farklı 
		çerçeveye oturtarak yapılandırmış görünüyor. Gerek biçemce gerekse 
		işleyip yapılandırma anlamında senaryo havasından izler taşıyor olmasına 
		bakılarak bunların, birer film öyküsü olduğunu öne sürmek de olası 
		elbette. Ne ki bu olgu, kendini somut olarak duyursa da söz konusu 
		yapıtların birer yazınsal anlatı olarak karşımıza geldiği asla akıldan 
		çıkarılmamalı! Örneğin "72. Koğuş", yine yazarın eliyle 
		oyunlaştırılırken yapıt, gerek uzun öykü veya kısa roman gerekse oyun 
		olarak saldığı bambaşka tatlarla yazınımızın başköşeye oturtulan 
		verimleri arasında anılmıyor mu?  
		Öyleyse bir yazar olarak Orhan Kemal'in öyküyle roman türleri arasında 
		gidip gelen bu sarmal dünyalar konusunda tam anlamıyla yetkinleştiği, 
		yeterlik kadar doygunluk da yansıttığı gözden uzak tutulmamalı. 
		Diyeceğim Orhan Kemal, öyküyle roman türlerinin bütün gizlerine egemen, 
		yazınsal yaş bakımından artık ikinci yüzyılında yol almaya koyulmuş bir 
		büyücü yazar olarak alınabilir.  
		Bu genel sunuşun ardından haftaya, Orhan Kemal'in andığım yedi uzun 
		öyküsünün ya da kısa romanının ayrıntıları arasında dolaşalım istiyorum 
		biraz da...  |