Zaman 
								geçse de değişmeyen, eskimeyen insalık 
								hallerinin etkileyici tasviri; bir Orhan Kemal 
								romanını dizilere, filmlere uyarlanacak kadar 
								çekici kılar... Yazar, hayatını anlatan yeni 
								kitaplar ve eserlerinin tekrar basımlarıyla 
								gündemimizde.  
								
								Sennur Sezer / 
								[email protected]
								
								 
								
								
								
								Orhan Kemal hayata bakışı ve eserleri 
								hakkında şöyle diyor; "Ben gerçekçi yazarım. En 
								iyi bildiğim konuları alırım. Varlıklı 
								yurttaşların yaşayışlarını bilmiyorum. Nasıl 
								yaşadıklarından haberim yok." 
 
								"Dar 
								bir sokakta, karşılıklı iki konak hatırlıyorum. 
								Becerikli ilkokul öğrencilerinin yaptıkları 
								mukavva konakları hatırlatan bu cumbalı, 
								kafesli, çıkıntılı, tahta saçakları dantelâ gibi 
								işlemeli konaklardan birisi bizim. Burası aynı 
								zamanda babamın 'Fırka' (parti) binasıydı. Alt 
								kat ağır, beyaz taşlarla döşeliydi. Ben bu alt 
								kattan çok korkardım." Aydınlık gerçekçi 
								bakışıyla insan-toplum ilişkilerini ustalıkla 
								yansıtan Orhan Kemal Adana'daki evlerini böyle 
								anlatır. Asıl adı Mehmet Raşit Öğütçü olan Orhan 
								Kemal, 15 Eylül 1914'te Adana'nın Ceyhan 
								İlçesi'nde doğmuştu. Babası Abdülkadir Kemali 
								Bey, 1920-1923 döneminde birinci Büyük Millet 
								Meclisi'nde milletvekilliği, 3 Mayıs 1920'de 
								Vekiller Heyeti'nde Adliye Bakanlığı yapmış, 26 
								Eylül 1930'da Adana'da Ahali Cumhuriyet 
								Fırkası'nı kurmuştur. Hayatının ilk gençlik 
								dönemini de anlattığı 'Baba Evi' romanında 
								babasıyla ilgili şu satırlar da yer alır: "(...) 
								Ama ben babamı asıl 'fırka' mücadelelerinde 
								tanıdım. Yine böyle günlerdi... Nutuk 
								söyleyenleri niçin alkışladıklarını çok defa 
								bilmeyen sokaklar dolusu insanın kinle, küfür 
								şimşekleriyle yüklü kalabalığı. Kalabalık, 
								kalabalık, hep kalabalık. Aynı parkelere basan 
								iskarpinli, çarıklı veya yalınayakların mahşeri 
								hatırlatan, insanı coşturan müthiş kalabalığı."
								
								HER 
								YOL EKMEK KAVGASINA ÇIKAR  
								1931 
								yılında Ahali Cumhuriyet Fırkası kapatılınca 
								babası bütün aileyi yanına alarak Suriye'ye 
								gitti. Orhan Kemal de orta son sınıftaki 
								öğrenimini yarım bıraktı: "(...) Lübnan teb'ası 
								olmadığımız için, babama avukatlık 
								yaptırmıyorlardı. Babam da annemin bileziklerini 
								bozdurdu, on altın lira sermayeyle, Burç 
								Meydanı'na çıkan aralıklardan birisinde, yüksek 
								bir apartmanın altında, küçük bir lokanta açtı. 
								Yemekleri Süreyya adında bir Türk mültecisi 
								pişirir, (kardeşim) Niyazi'yle ben de lokantanın 
								garsonluğuyla bulaşıkçılığını yapardık. On yedi 
								yaşındaydım ve hayatımın bu tarzından çok 
								memnundum. (...) Ortalık yeni yeni ağarmaya 
								başlarken, Niyazi'yle birlikte evden çıkardık. O 
								saatte Beyrut'un yeşil tramvayları bile seyrek 
								işlerdi. Yalnız işçiler, o dünyanın her 
								tarafında, herkesten az uyuyan, kadınlı erkekli 
								çoluklu çocuklu kalabalık, onlar kümeler halinde 
								ve yollarda olurlardı. Aralarına katılırdık... 
								Tıpkı onlar gibi, ceketlerimiz omuzlarımızda, 
								onların bastıkları parkelere basmak gururu 
								içinde, iş-güç sahibi insanlardık." Lübnan'da 
								babasının lokantasındaki işi basımevi işçiliği 
								izledi. 
								Bir 
								yıl sonra Türkiye'ye dönünce, Adana'da çırçır 
								fabrikalarında işçilik, dokumacılık, kâtiplik, 
								ambar memurluğu yaptı. Onun roman ve öykülerinde 
								yer alan bu mekanların canlılığı ve renkliliği 
								yaşanmışlıktan kaynaklanır. 
								KISA 
								ÖMRÜN BÜYÜK ESERLERİ  
								Orhan 
								Kemal'in bütün hayatı çalışmakla geçmiştir. 
								Ölümüyle sonlanan Sofya gezisinde bile ailesinin 
								Bulgaristan'dan gelen koluyla ilgili 
								araştırmalar yapmayı tasarlamıştı. "Onun 
								öyküleriyle romanlarında sonunda her şey gelip 
								ekmek kavgasına, geçim derdine, yoksullukla baş 
								etmeye dayanır. Bunun nedenini bir konuşmasında 
								şöyle açıklar: "Ben gerçekçi yazarım. En iyi 
								bildiğim konuları alırım. Varlıklı yurttaşların 
								yaşayışlarını bilmiyorum. Nasıl yaşadıklarından 
								haberim yok." (A.Özyalçıner) 
								Orhan 
								Kemal, 30 yıl süren kısa sayılabilecek yazarlık 
								yaşamının ardından 19 öykü, 27 roman, 2 oyun ve 
								anı, inceleme, röportaj dallarında birer kitap 
								olmak üzere tam 51 kitap bırakmıştır. (Roman ve 
								öyküleri Almanya'dan Çin'e pek çok ülkede 
								çevrilmiştir. Ayrıca 'Baba Evi-Avare Yıllar', 
								'Cemile', 'Nâzım Hikmet'le 3,5 Yıl' Türkiye'de 
								İngilizce olarak basılmıştır) Çoğu kitaplaşmadan 
								önce gazetelerde tefrika edilen romanlarında 
								insanın iktidar çelişkileri, tutkuları, acıları, 
								sevdaları anlatılır. Bu zamanın değişmesiyle 
								değişmeyen duygular anlatıların bugün de dizi 
								olarak uygulanabilmesini sağlar. Orhan Kemal'in 
								yalın, aydınlık anlatışı, insanın özde iyi 
								olduğuna inanışı onun anlattıklarını eskimekten 
								korur. 
								EŞİNE 
								YAZDIĞI ROMAN  
								5 
								Mayıs 1937'de katip olarak çalıştığı Milli 
								Mensucat Fabrikasında, dokumalarda çalışan 
								Nuriye'ye âşık oldu. Evlendiler. Orhan Kemal'in 
								eşi, 'Cemile' romanının kahramanıdır. 
								
								1938'de ilk çocuğu doğdu. Aynı günlerde askere 
								gitti. Niğde'deydi. 
								
								Coşkuyla, sanat, edebiyat ve politika konularını 
								konuşması 'yabancı rejimler lehine propaganda ve 
								isyana muharrik (kışkırtma)' suçundan 
								yargılanmasına yol açtı. 27 Ocak 1939'da beş yıl 
								ceza aldı: "... babası politikacı olan bir genç 
								adamın, babası gibi politik bir meseleden dolayı 
								tutuklanması gururumu okşamış, kendimi 'devletin 
								uğraştığı önemli bir adam' gibi görmeye 
								başlamıştım. 
								Hazır 
								o sırada Nazım Hikmet de tutuklanmıştı. Demek ki 
								ben de onun kadar değilse bile, ona yakın bir 
								siyasiydim, cezaevine yollandım." 
								
								NAZIM'LA TANIŞMA  
								1940 
								kışında Bursa Cezaevi'nde Nazım Hikmet'le 
								tanıştı: "Müdürün oda kapısında çevik bir 
								gıcırtı, kapı açıldı. Nefesimi kesmiş, gözlerimi 
								kısmışım... Bir heykel sükunu içinde, azametli 
								bir mermer heykel bekliyorum... Bir an yüz yüze 
								geliyoruz, sonra göz göze... Mavi mavi 
								gülüyordu. Bu gülüş muhakkak ki bir çocuğu 
								hatırlatıyor... Temiz, taze, sıhhatli ve dost! 
								Bir lahza şaşkın, bekledi. (...) Necati ona 
								koştu ve beni tanıttı. El sıkıştık. 
								
								Ayaklarının topuklarını, hazır oldaki bir er 
								gibi birleştirerek, kendisini teşrifata 
								zorladığı aşikâr bir tarzda ciddileşmeye 
								çalışarak: -Ben Nazım Hikmet! Dedi .".(Nâzım 
								Hikmet'le 3,5 Yıl) 
								Bu 
								tanışma, onun yaşamında bir dönüm noktası oldu: 
								"Benimle inceden inceye uğraşıyordu" dediği 
								Nâzım onu eğitir. Fransızca'ya, felsefeye, şiiri 
								bırakıp düz yazı yazmaya yüreklendirir. 
								26 
								Eylül 1943'te salıverilince Adana'ya döndü. 
								Yeniden amelelik, geçici hamallık işlerinde 
								çalıştıysa da sık sık işsiz kaldı. 13 Temmuz 
								1944'te bir oğlu oldu, adını (Nâzım'in 
								isteğiyle) Nâzım koydu. Aralık 1949'da 3. çocuğu 
								Kemal'i doğdu. 
								17 
								Nisan 1951 'de İstanbul'a yerleşti. Buradan 
								sonrası Raşit Öğütçü'nün yerini Orhan Kemal'in 
								alışıdır. 2 Haziran 1970'de Sofya'da dünyayla ve 
								dostlanyla şöyle vedalaşır: "İnandığım 
								doğruların adamı oldum. Böyle yaşadım, karınca 
								kararınca bu doğruların savaşını daha çok 
								sanatımla yapmaya çalıştım, kursağıma hakkım 
								olmayan bir tek kuruş dahi girmemiştir." 
								
 
								
								“Zamana Karşı Orhan Kemal”, Işık Öğütçü, Everest 
								Yayınları 448 sayfa