| 
			  | 
          
			  
			 
			Yeni dünya düzeninin insanlığa dayattığı birbiriyle ilintili iki 
			önemli silahı var diye düşünüyorum: Reklam ve pazarlama. Çağın 
			hastalığı tüketim çılgınlığı bu silahlarla enjekte ediliyor 
			toplumlara. Aklınıza getirebileceğiniz her ama her şeyin 
			pazarlanarak satılabileceğini, alış verişe konu olabileceğini, 
			paraya dönüştürebileceğini gösteriyor içinde yaşadığımız yüzyıl. 
			Bari sanatı rahat bıraksalardı demeye kalmıyor tüm dalları ile o da 
			pazarlanıyor artık. Edebiyat dünyasında bile yeteneğin, donanımın ve 
			emeğin değil pazarlamanın öne geçtiği bir dönemi yaşamaya başlamadık 
			mı? Nice değerli şair, öykücü, romancı ve tiyatro yazarımız 
			şimdilerde unutulmuşlar galerisine terk ediliyor. Toplumcu 
			kimlikleri ile öne çıkan yazarlar genç kuşaklara unutturulmaya 
			çalışılıyor. Bırakınız çok eskilere gitmeyi ‘Sait Faik’ ten, ‘Haldun 
			Taner’den söz açtığınızda “kimdi acaba?” diye şaşkın biçimde 
			yüzünüze bakan lise, üniversite öğrencileri ile karşılaşmak ne denli 
			üzücü. Eğitim eksikliği deyip işin içinden sıyrılabilir miyiz? 
			Sanmıyorum. 
			Toplumcu yazının öykü ustalarından biriydi Orhan Kemal. Oğlu Işık 
			Öğütçü’nün çabaları olmasaydı, kendilerini çok satar listelerine 
			bağlamış yayınevlerinden ilgi görür müydü Orhan Kemal’in yapıtları? 
			Adına düzenlenmiş bir müzeye sahip olabilir miydik? Yine adını 
			taşıyan roman ve öykü ödülleri, özverili yazarlar ve edebiyat 
			severlerin çabası olmasa varlığını koruyabilir miydi? Bu ve benzeri 
			soruları yanıtlayabilmek zor. Orhan Kemal yaşam koşullarının 
			çetinliğine karşın yazmak tutkusunu, inadını hiç elden bırakmayan 
			bir yazın insanımızdı. Şiirle başladığı yazı serüvenini, emek 
			insanlarının yaşantılarını konu aldığı hikaye ve romanları ile 
			sürdürdü. İşçilerin, yoksulların yanında yer alışı yüzünden dönemin 
			siyasi polisini yanı başında duyumsadı hep. Her taşın altında solcu 
			arayan devletin soluğunu da… Kimi zaman komünistlik suçlamaları ile 
			karakollarda buldu kendini. Kimi zaman cezaevinde. Yılmadı. Hikaye 
			ve romanları ile ezilenlerin, işçilerin, ırgatların, yoksulların 
			yanında oldu. Orhan Kemal’i tanımlarken “...O, her zaman ekmeğin ve 
			işin, insanın ve umudun da yazarıdır” der Tarık Dursun K. 
			Eleştirmen Tahir Alangu ise Orhan Kemal’in yapıtlarını kadına bakışı 
			açısından ele alarak yorumlar: “...Onun hikayelerine aydınlık bir 
			hava veren bir başka yön de, kadınların erkek yanında olumlu bir 
			kişilikle tasvir edilmeleridir. 1909-1919 arası hikayecilerinde, 
			hatta öncülerin bazılarında (Sait Faik gibi) kadın, erkeğin 
			yaşamasını güçleştiren, başına olmadık belalar getiren bir toplum 
			hastalığıdır. Orhan Kemal’in hikayelerinde ise güçlü, çalışkan, 
			evine, erkeğine bağlı, ailenin temelidirler. Erkeklerini felaket 
			günlerinde yalnız bırakmaz, ekmeklerini kazanmakta ona yardımcı 
			olurlar. Bunların en güzel örneği ‘Cemile (1952)’deki kadın 
			tipidir.” 
			Orhan Kemal günümüzde giderek yozlaştırılmak istenen yazınımıza ve 
			yayıncılığımıza karşın, okur bulabilen şanslı yazarlardan. Emek 
			insanlarını, onların sorunlarını, sıkıntılarını, umutlarını ve 
			sevdalarını ustalıkla betimlediği öykü ve romanlarının geniş 
			kitlelerce benimsenmesi yaratıyor bu şansını. Ölümünden onca yıl 
			sonra kitapları yeni baskılar yapıyor, yabancı dillere çevriliyor. 
			Adına konulan ödül de değerini her yıl biraz daha artırıyor. Orhan 
			Kemal’in babası Abdülkadir Kemali Öğütçü’nün yaşamını konu alan 
			Bilgi Üniversitesi Yayınlarından çıkmış bir çalışmanın gördüğü büyük 
			ilgiyi de Orhan Kemal’in emek dünyası içindeki popülaritesine 
			bağlayabiliriz. Hemen hatırlatalım; hukukçu ve Kastamonu 
			Milletvekili olan Abdülkadir Kemali Öğütçü 1930’lu yılların önemli 
			siyaset adamıydı. Adana’da Toksöz, Mücâhede, Ahâlî gazetelerini 
			çıkarmış, siyasi çekişmeler sonucu 1949’da yoksulluk içinde ölmüştü. 
			Orhan Kemal’e kalansa geçim zorlukları içinde, pamuk işçiliği, 
			dokumacılık yaparak bir yandan hayatını kazanabilmek, bir yandan 
			sağlam gözlemciliği ile ve akıcı üslubu ile yapıtlarını 
			oluşturmaktı. O her ikisinden de yüz akıyla çıktı. 
			İyi edebiyatçılar uzun yaşam süresinde ayakta kalabilenlerdir. 
			Reklam ve pazarlamanın cilaladığı nice yapay şöhret zamanını 
			doldurur geçer gider yazın dünyasından. Orhan Kemal, Nâzım Hikmet, 
			Sait Faik, Yaşar Kemal, Gülten Akın, Can Yücel, Kemal Bilbaşar, Suat 
			Derviş gibi toplumcu yazar ve şairler ise, edebiyatımızın yapı 
			taşları olarak her geçen yıl biraz daha büyür, biraz daha değer 
			kazanırlar. 
 
  |