| 
			  | 
          
			  
			 
			Orhan Kemal, sınıfsal ayrılıkların serbest piyasa ekonomisinin 
			liberal atmosferinde yeniden tanımlandığı günümüzde, uluslararası 
			literatürde geliştirilen modern yaklaşımlara dayanarak çalışan 
			fakirlerin yazarı olarak nitelendirilebilecek bir yazar. 
			 
			Çimen Günay ERKOL 
			 
			Orhan Kemal'in yapıtlarının kurgusunun temelinde, iş dünyasının 
			acımasız şartlarında sınırlı sosyal güvenceyle ayakta kalmaya 
			çalışan düşük gelirli insanlar yatar: Memurlar, tarım ve fabrika 
			işçileri, büyük şehirlere göç edenler, seks işçisi olarak ayakta 
			kalmaya çalışanlar ve sokağın amansız koşullarına hapsolmuş 
			çocuklar. Mağdur edilmiş kesimin hayatlarıyla özdeşleşerek 
			Türkiye'de gelişen kapitalizmin canlı bir portresini çizen Kemal'in 
			kısa öykülerinin çoğu, zenginliğin eşitsiz dağılımının ve büyük 
			şehirlere yapılan göçün sonuçlarını ortaya koyar. Bugüne dek Orhan 
			Kemal hakkında yapılmış pek çok çalışma onun sosyalist gerçekçi 
			bakışını ve Türkiye tarihini alışılmışın dışında ele alışını 
			vurguladı. Ancak yazarın emeğe ve politik güce bakışının görmezden 
			gelinemeyecek bir parçası olan "erkeklik" konusundaki tavrı üzerinde 
			çok az duruldu. 
			BİR ÇOCUĞUN GELİŞİMİ 
			Yirminci yüzyılın erkeklik krizleri Orhan Kemal edebiyatında farklı 
			şekillerde görünür kılınmıştır. Kemal, erkek kimliğinin iyi bir 
			eleştirmenidir: yazarın politik eleştirisi, çoğu zaman egemenlik, 
			güç ve iktidar gibi kavramlarla harmanlanırken erkekliğin bir 
			eleştirisini de yürütür. Yazar, kimi noktalarda ataerkilliğin aileyi 
			kontrol altında tutma arzusuyla sermayenin işçileri kontrol altında 
			tutma arzusu arasında bir bağ kurmakta ve bir kurum olarak 
			ataerkilliğin ayakta kalabilmek için kapitalizm tarafında beslenmeye 
			muhtaç olduğunun altını çizer. Erkeklik imtiyazlarına ilişkin 
			varsayımları sorgulayan, köklerini eleştiren, paternalizm, savaş, 
			iktidar ve otorite gibi meseleler ile hesaplaşan karakterler, 
			böylece daha geniş bir tarihsel ve ekonomik eleştirinin de 
			çerçevesini oluşturur. Bu yazıda, yazarın tüm yapıtlarından örnek 
			vermek olanaklı değil, bu nedenle kısaca babasıyla sevgi-nefret 
			çizgisinde gidip gelen bir ilişkiye saplanan ve gerilim dolu 
			anılarla erkekliğe adım atan bir oğlan çocuğunun ağzından yazılan ve 
			yazarın yaşamına ilişkin özyaşamöyküsel detaylar barındıran Baba-Evi 
			ve Avare Yıllar'dan hareketle iddialarımı somutlaştırmak istiyorum. 
			Kemal'in "Küçük Adamın Romanı" üçlemesinin ilk kitapları olan bu iki 
			roman, üçlemenin son kitabı Cemile ile tamamlanmaktadır. Gerek Baba 
			Evi ve Avare Yıllar, gerekse Cemile, kapitalizmin yeni kurulan 
			Türkiye Cumhuriyeti'nde yerleşmesi sürecinde işçi sınıfının verdiği 
			mücadele çerçevesinde gelişen anlatılar olarak geçiş dönemi 
			atmosferini yankılar. Kemal, bu çerçeveye bir erkek çocuğun 
			yetişkinliğe geçişini de ekler. 
			Baba Evi ve Avare Yıllar'da bir zamanlar imparatorluk toprakları 
			olan bu geniş coğrafyada ayakta kalmak için mücadele veren Rum, 
			Kürt, Ermeni ve Laz gibi pek çok etnik kökenden insan karşımıza 
			çıkar. Bu insanların tümü, kıt kanaat geçinmekten fazlasını elde 
			edemeyen işçiler olarak ortak bir yoksunluğu paylaşır. Adana, Konya, 
			Beyrut ve İstanbul'da geçen anlatı, anlatıcının babasıyla arasındaki 
			kuşak çatışmasını da dillendirir. Anlatıcının politik bir muhalif 
			olan babası ülkeyi terk etmek zorunda kalır, ailesini peşinden 
			Beyrut'a sürükler ve daha sonra hastalanarak yatağa düşer. Küçük 
			çocuğun babanın yerini alışı ve babanın bir iktidar modelinden 
			otorite karşısında yenilgiye uğramış ve itibarı sarsılmış birine 
			dönüşmesi, anlatıcının babasına karşı yürüttüğü başkaldırıyı önemli 
			bir dönüşüme uğratır. Daha önceleri babanın iktidar sahibi, anne ve 
			çocukların ise iktidarın nesneleri olarak şekillendiği minyatür bir 
			devlet modeli olan aile gitmiş, yerini iktidardan yoksun bir 
			karmaşaya bırakmıştır. 
			Kemal, her iki romanda da babasının despotik tavırlarına maruz 
			kalmış ve şiddet görmüş küçük bir çocuğun tüm bunlara rağmen 
			babasına benzeme çabasındaki ironiyi çok canlı bir şekilde 
			hissettirmektedir. Ana karakteri Beyrut'ta, fakir bir Ermeni kıza 
			karşı içten bir korumacılıkla yaklaşırken buluruz. Babasının 
			detayları romanda açıkça ortaya konmayan politik muhalefetinin 
			benzeri şövalyevari bir çıkıştır bu. Ana karakter romanın ilerleyen 
			bölümlerinde bir matbaada iş bulup İstanbul'dan gelen muhacir 
			Eleni'ye sessiz sedasız âşık olduğunda, şövalyevari erkekliği iyice 
			görünürleşir. Zamanla, erkek olmanın yalnızca ev halkına sahip 
			çıkmaktan ibaret olmadığını ve erkek kimliğinin kadınlarla kurulan 
			ilişkiyle inşa edildiğini fark eden ana karakterin bu uyanışı, 
			üçlemenin ikinci romanı olan Avare Yıllar'a geçişi sağlar. 
			ERKEKLİĞE ELEŞTİREL BAKIŞ 
			Avare Yıllar, fethetme ve kontrol altına alma gibi erkek başarısını 
			temsil eden mecazların geniş yer bulduğu bir roman. Ana karakter 
			Beyrut'tan ayrılarak Adana'ya dönmüş ve anneannesinin evine 
			yerleşmiştir. Günlerini Yorgi, Saim, Hasan Hüseyin, Gazi, Kurnaz 
			Ali, Recep ve Cemal adlı avare gençlerle geçirir. Roman, fakir 
			ailelerden gelen bu gençlerin kızları elde etme yarışlarının 
			anlatıldığı sahnelerle açılır. Bu genç erkekler erkekliğin bir 
			performans olduğunun farkındadırlar ve erkekliklerini 
			kanıtlayabilmek için bir rekabet içindedir. Ana karakter, kendisini 
			yetişkin bir 
			erkek olabilmenin tek yolunun kadınları elde etmekten geçtiği 
			fikriyle kuşatılmış bulur. Öte yandan bir kadını elde etmek için 
			gösterilecek itaatkârlığın birazı bile erkekliği tehdit altına 
			alabilir diye düşündüğünden kadınlara karşı fazla itaatkâr olmaktan 
			korkmaktadır. Bu ikilem, romanın sonunda ana karakter körkütük âşık 
			olduğunda çözüme ulaşmış olur. Pamuk fabrikasında çalışan Bosnalı 
			bir kıza âşık olan ana karakterin ödünç kıyafet ve aksesuvarlarla 
			düzenlediği nikâh Avare Yıllar'a son verir. 
			Bir aile babası olma yolunda ilk adım olan nikâh, bir oğlan 
			çocuğunun erkekliğe doğru evrilişini ve babasının erkekliğine meydan 
			okuyuşunu simgesel olarak tamamlamaktadır. Romanın kalbindeki bu 
			baba-oğul çekişmesi, oğulun geleceği temsil etme ve egemen erkekliği 
			besleyip meşrulaştıran dini, politik ve geleneksel güçlere karşı 
			çıkma olasılığına vurgu yaparak, erkeklerin (belki de babalarının 
			aksine) erkeklik imtiyazlarına ilişkin varsayımları sorgulayan ve 
			köklerini eleştiren kişiler olabileceklerini sezdirir. Roman, 
			erkekliğin, bir nesilden diğerine körü körüne taklit etmek ya da 
			koşullanmak yoluyla geçmek yerine, deneyim ve yargı yoluyla 
			şekillenecek bir değişime tabu tutulabileceğini gösterir. Ancak, 
			Avare Yıllar nikâhla sona erdiği için ana karakterin aile babası 
			rolüyle nasıl başa çıktığını görmek mümkün olmaz. Üçlemenin son 
			romanı olan Cemile de tarihte geriye dönerek çiftin aşklarının 
			gelişimine odaklandığı için, anlatıcının nasıl bir babaya 
			dönüştüğünün somut bir portresi sunulmamış olur. 
			Kemal'in anlatının sonunu açık bırakmasının ve okuru kendi 
			içgörüleri doğrultusunda bir çıkarım yapmaya davet etmesinin neden 
			olduğu tamamlanmamışlık hissine rağmen, Türkiye'de erkekliğe 
			eleştirel bakışın 1970'lerde ikinci dalga feminizmle birlikte 
			yaygınlaştığını düşünecek olursak bu eleştirel perspektifin bu 
			tarihlerden çok önce -Baba Evi 1949'da ve Avare Yıllar 1950'de 
			yayımlanmıştır- Kemal'in yapıtlarında etkinleştirilmiş olmasını 
			dikkat çekici buluyorum. Baba Evi ve Avare Yıllar romanlarının gücü, 
			Türkiye'nin ulus devlet olarak doğumunu ve bu süreçte yerleşen ve 
			yerlileşen kapitalizmi değerlendirirken erkekliğin bir nesilden 
			diğerine geçişte yaşadığı dönüşümü de konu etmelerinden, erkekliğin, 
			ataerkillik ve kapitalizm ile ortaklaştığı noktaların altını 
			çizmekten geliyor. Kemal'in diğer yapıtlarını da içerecek şekilde 
			geliştirilecek daha detaylı bir çalışma, erkekliğin kültürel 
			açılımlarını Türkiye çerçevesinde ele almak için etkileyici bir 
			hareket noktası olabilir. 
			Erkekliğin kültürel inşasını araştırmak ve "erkek" olmak için ne 
			ölçüde "insan" olmaktan vazgeçildiği sorusunu sormak, sadece içinde 
			yaşadığımız cinsiyet rejimini anlamlandırmak için değil, Türkiye'nin 
			içinde bulunduğu koşulları yaratan ayrıştırma ve ötekileştirme 
			mekanizmalarının işleyişini çözmek için de gereklidir. Kemal'in 
			yapıtlarında sorguladığı sınıfsal farklılıklar ve farklı etnik 
			gruplardan gelen kişilerin kurban haline getirilmesi gibi sorunlar 
			bugün hâlâ geçerliliğini korur. Modern Türkiye'nin yaşadığı 
			sosyopolitik değişiminin canlı tanıklığını yapan Orhan Kemal'in 
			ruhu, bugün yalnızca onlarca roman ve yüzlerce öyküyle değil, 
			yazarın yapıtlarında defalarca irdelediği haksızlık ve ayrımcılık 
			gibi sorunlara karşı yürütülen canlı mücadeleyle de aramızda 
			dolaşır.  
			 
			SAYFA 14 - 31 MAYIS 2012 
			CUMHURİYET KİTAP SAYI 1163
  |