Ana Sayfa

 
 

Cumhuriyet Kitap - Çimen Günay ERKOL - 31 Mayıs 2012

 

 

Büyük yazarın ardından
Orhan Kemal'in mücadelesi

 

          
 



Orhan Kemal, sınıfsal ayrılıkların serbest piyasa ekonomisinin liberal atmosferinde yeniden tanımlandığı günümüzde, uluslararası literatürde geliştirilen modern yaklaşımlara dayanarak çalışan fakirlerin yazarı olarak nitelendirilebilecek bir yazar.


Çimen Günay ERKOL

Orhan Kemal'in yapıtlarının kurgusunun temelinde, iş dünyasının acımasız şartlarında sınırlı sosyal güvenceyle ayakta kalmaya çalışan düşük gelirli insanlar yatar: Memurlar, tarım ve fabrika işçileri, büyük şehirlere göç edenler, seks işçisi olarak ayakta kalmaya çalışanlar ve sokağın amansız koşullarına hapsolmuş çocuklar. Mağdur edilmiş kesimin hayatlarıyla özdeşleşerek Türkiye'de gelişen kapitalizmin canlı bir portresini çizen Kemal'in kısa öykülerinin çoğu, zenginliğin eşitsiz dağılımının ve büyük şehirlere yapılan göçün sonuçlarını ortaya koyar. Bugüne dek Orhan Kemal hakkında yapılmış pek çok çalışma onun sosyalist gerçekçi bakışını ve Türkiye tarihini alışılmışın dışında ele alışını vurguladı. Ancak yazarın emeğe ve politik güce bakışının görmezden gelinemeyecek bir parçası olan "erkeklik" konusundaki tavrı üzerinde çok az duruldu.
BİR ÇOCUĞUN GELİŞİMİ
Yirminci yüzyılın erkeklik krizleri Orhan Kemal edebiyatında farklı şekillerde görünür kılınmıştır. Kemal, erkek kimliğinin iyi bir eleştirmenidir: yazarın politik eleştirisi, çoğu zaman egemenlik, güç ve iktidar gibi kavramlarla harmanlanırken erkekliğin bir eleştirisini de yürütür. Yazar, kimi noktalarda ataerkilliğin aileyi kontrol altında tutma arzusuyla sermayenin işçileri kontrol altında tutma arzusu arasında bir bağ kurmakta ve bir kurum olarak ataerkilliğin ayakta kalabilmek için kapitalizm tarafında beslenmeye muhtaç olduğunun altını çizer. Erkeklik imtiyazlarına ilişkin varsayımları sorgulayan, köklerini eleştiren, paternalizm, savaş, iktidar ve otorite gibi meseleler ile hesaplaşan karakterler, böylece daha geniş bir tarihsel ve ekonomik eleştirinin de çerçevesini oluşturur. Bu yazıda, yazarın tüm yapıtlarından örnek vermek olanaklı değil, bu nedenle kısaca babasıyla sevgi-nefret çizgisinde gidip gelen bir ilişkiye saplanan ve gerilim dolu anılarla erkekliğe adım atan bir oğlan çocuğunun ağzından yazılan ve yazarın yaşamına ilişkin özyaşamöyküsel detaylar barındıran Baba-Evi ve Avare Yıllar'dan hareketle iddialarımı somutlaştırmak istiyorum.
Kemal'in "Küçük Adamın Romanı" üçlemesinin ilk kitapları olan bu iki roman, üçlemenin son kitabı Cemile ile tamamlanmaktadır. Gerek Baba Evi ve Avare Yıllar, gerekse Cemile, kapitalizmin yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti'nde yerleşmesi sürecinde işçi sınıfının verdiği mücadele çerçevesinde gelişen anlatılar olarak geçiş dönemi atmosferini yankılar. Kemal, bu çerçeveye bir erkek çocuğun yetişkinliğe geçişini de ekler.
Baba Evi ve Avare Yıllar'da bir zamanlar imparatorluk toprakları olan bu geniş coğrafyada ayakta kalmak için mücadele veren Rum, Kürt, Ermeni ve Laz gibi pek çok etnik kökenden insan karşımıza çıkar. Bu insanların tümü, kıt kanaat geçinmekten fazlasını elde edemeyen işçiler olarak ortak bir yoksunluğu paylaşır. Adana, Konya, Beyrut ve İstanbul'da geçen anlatı, anlatıcının babasıyla arasındaki kuşak çatışmasını da dillendirir. Anlatıcının politik bir muhalif olan babası ülkeyi terk etmek zorunda kalır, ailesini peşinden Beyrut'a sürükler ve daha sonra hastalanarak yatağa düşer. Küçük çocuğun babanın yerini alışı ve babanın bir iktidar modelinden otorite karşısında yenilgiye uğramış ve itibarı sarsılmış birine dönüşmesi, anlatıcının babasına karşı yürüttüğü başkaldırıyı önemli bir dönüşüme uğratır. Daha önceleri babanın iktidar sahibi, anne ve çocukların ise iktidarın nesneleri olarak şekillendiği minyatür bir devlet modeli olan aile gitmiş, yerini iktidardan yoksun bir karmaşaya bırakmıştır.
Kemal, her iki romanda da babasının despotik tavırlarına maruz kalmış ve şiddet görmüş küçük bir çocuğun tüm bunlara rağmen babasına benzeme çabasındaki ironiyi çok canlı bir şekilde hissettirmektedir. Ana karakteri Beyrut'ta, fakir bir Ermeni kıza karşı içten bir korumacılıkla yaklaşırken buluruz. Babasının detayları romanda açıkça ortaya konmayan politik muhalefetinin benzeri şövalyevari bir çıkıştır bu. Ana karakter romanın ilerleyen bölümlerinde bir matbaada iş bulup İstanbul'dan gelen muhacir Eleni'ye sessiz sedasız âşık olduğunda, şövalyevari erkekliği iyice görünürleşir. Zamanla, erkek olmanın yalnızca ev halkına sahip çıkmaktan ibaret olmadığını ve erkek kimliğinin kadınlarla kurulan ilişkiyle inşa edildiğini fark eden ana karakterin bu uyanışı, üçlemenin ikinci romanı olan Avare Yıllar'a geçişi sağlar.
ERKEKLİĞE ELEŞTİREL BAKIŞ
Avare Yıllar, fethetme ve kontrol altına alma gibi erkek başarısını temsil eden mecazların geniş yer bulduğu bir roman. Ana karakter Beyrut'tan ayrılarak Adana'ya dönmüş ve anneannesinin evine yerleşmiştir. Günlerini Yorgi, Saim, Hasan Hüseyin, Gazi, Kurnaz Ali, Recep ve Cemal adlı avare gençlerle geçirir. Roman, fakir ailelerden gelen bu gençlerin kızları elde etme yarışlarının anlatıldığı sahnelerle açılır. Bu genç erkekler erkekliğin bir performans olduğunun farkındadırlar ve erkekliklerini kanıtlayabilmek için bir rekabet içindedir. Ana karakter, kendisini yetişkin bir
erkek olabilmenin tek yolunun kadınları elde etmekten geçtiği fikriyle kuşatılmış bulur. Öte yandan bir kadını elde etmek için gösterilecek itaatkârlığın birazı bile erkekliği tehdit altına alabilir diye düşündüğünden kadınlara karşı fazla itaatkâr olmaktan korkmaktadır. Bu ikilem, romanın sonunda ana karakter körkütük âşık olduğunda çözüme ulaşmış olur. Pamuk fabrikasında çalışan Bosnalı bir kıza âşık olan ana karakterin ödünç kıyafet ve aksesuvarlarla düzenlediği nikâh Avare Yıllar'a son verir.
Bir aile babası olma yolunda ilk adım olan nikâh, bir oğlan çocuğunun erkekliğe doğru evrilişini ve babasının erkekliğine meydan okuyuşunu simgesel olarak tamamlamaktadır. Romanın kalbindeki bu baba-oğul çekişmesi, oğulun geleceği temsil etme ve egemen erkekliği besleyip meşrulaştıran dini, politik ve geleneksel güçlere karşı çıkma olasılığına vurgu yaparak, erkeklerin (belki de babalarının aksine) erkeklik imtiyazlarına ilişkin varsayımları sorgulayan ve köklerini eleştiren kişiler olabileceklerini sezdirir. Roman, erkekliğin, bir nesilden diğerine körü körüne taklit etmek ya da koşullanmak yoluyla geçmek yerine, deneyim ve yargı yoluyla şekillenecek bir değişime tabu tutulabileceğini gösterir. Ancak, Avare Yıllar nikâhla sona erdiği için ana karakterin aile babası rolüyle nasıl başa çıktığını görmek mümkün olmaz. Üçlemenin son romanı olan Cemile de tarihte geriye dönerek çiftin aşklarının gelişimine odaklandığı için, anlatıcının nasıl bir babaya dönüştüğünün somut bir portresi sunulmamış olur.
Kemal'in anlatının sonunu açık bırakmasının ve okuru kendi içgörüleri doğrultusunda bir çıkarım yapmaya davet etmesinin neden olduğu tamamlanmamışlık hissine rağmen, Türkiye'de erkekliğe eleştirel bakışın 1970'lerde ikinci dalga feminizmle birlikte yaygınlaştığını düşünecek olursak bu eleştirel perspektifin bu tarihlerden çok önce -Baba Evi 1949'da ve Avare Yıllar 1950'de yayımlanmıştır- Kemal'in yapıtlarında etkinleştirilmiş olmasını dikkat çekici buluyorum. Baba Evi ve Avare Yıllar romanlarının gücü, Türkiye'nin ulus devlet olarak doğumunu ve bu süreçte yerleşen ve yerlileşen kapitalizmi değerlendirirken erkekliğin bir nesilden diğerine geçişte yaşadığı dönüşümü de konu etmelerinden, erkekliğin, ataerkillik ve kapitalizm ile ortaklaştığı noktaların altını çizmekten geliyor. Kemal'in diğer yapıtlarını da içerecek şekilde geliştirilecek daha detaylı bir çalışma, erkekliğin kültürel açılımlarını Türkiye çerçevesinde ele almak için etkileyici bir hareket noktası olabilir.
Erkekliğin kültürel inşasını araştırmak ve "erkek" olmak için ne ölçüde "insan" olmaktan vazgeçildiği sorusunu sormak, sadece içinde yaşadığımız cinsiyet rejimini anlamlandırmak için değil, Türkiye'nin içinde bulunduğu koşulları yaratan ayrıştırma ve ötekileştirme mekanizmalarının işleyişini çözmek için de gereklidir. Kemal'in yapıtlarında sorguladığı sınıfsal farklılıklar ve farklı etnik gruplardan gelen kişilerin kurban haline getirilmesi gibi sorunlar bugün hâlâ geçerliliğini korur. Modern Türkiye'nin yaşadığı sosyopolitik değişiminin canlı tanıklığını yapan Orhan Kemal'in ruhu, bugün yalnızca onlarca roman ve yüzlerce öyküyle değil, yazarın yapıtlarında defalarca irdelediği haksızlık ve ayrımcılık gibi sorunlara karşı yürütülen canlı mücadeleyle de aramızda dolaşır.

SAYFA 14 - 31 MAYIS 2012
CUMHURİYET KİTAP SAYI 1163

   
   
   
   

info@orhankemal.org