| 
			  | 
          
			 
			  
			Yeni başlayan 'Kötü Yol' dizisi, ataerkilliğin kadını ve hatta 
			erkeği de, nasıl tanımladığı ve iktidarını da asıl bu 
			tanımlamalanyla sürdürdüğünü gösteren farklı kadın tiplemeleri 
			sunacak gibi duruyor AYŞEGÜL GÜNDOGDU* Tutkusunu öne çıkaran ve 
			toplumun en önemli yapıtaşı aileyi bile geriye atabildiği için 
			sonunda cezasını çeken enteresan bir kadın karakteri, en son, Aşk-ı 
			Memnu'nun nefret edildiği kadar cazibe merkezi haline de gelen 
			Bihter'inde bırakmıştık. Her ne kadar Aşk-ı Memnu'nun hikâyesi çok 
			sıkıntılı olsa da, bu ayrıksılığıyla Bihter, televizyon ekranının 
			genelde güzel, iyi ama duyguları böylesine baskın olarak verilmesi 
			tercih edilmeyen kadın karakterleri arasında kendine özel bir yer 
			edinmeyi de başarmıştı. Ancak duygularının ve aşkının peşine düşerek 
			ataerkilliğe karşı böylesine özgürce davranmaya cüret eden bir 
			kadın, elbette sonunda ölerek "yaptıklarının" bedelini de ödemişti! 
			Henüz üç bölüm yayınlanmış olsa da hem sosyal medyada gördüğü ilgi 
			hem de izlenme oranlarında aldığı birincilikle öne çıkan Kötü Yol 
			dizisinin de benzer bir tartışmayı açacağını söyleyebiliriz.  
			Çünkü dizi, ataerkilliğin kadını ve hatta erkeği de, nasıl 
			tanımladığı ve iktidarını da asıl bu tanımlamalanyla sürdürdüğünü 
			gösteren farklı kadın tiplemeleri sunacak gibi duruyor. Fakat güçlü 
			oyunculukların, sinema referanslarının ve özellikle de sinematografi 
			ve yönetmen Nisan Akman'ın sinema donanımının dizideki hemen tüm 
			plan ve sahnelere yansıyan başarısının hakkını vermek gerek.  
			Tatmin edemeyen ölmeli Tayfun Atay dizi üzerine yazdığı "Ataerkil 
			Trafikte Ek Çıkış: Kötü Yol" başlıklı yazıda durumu güzel 
			özetlemişti: '"Kötü Yol' bütün diğer yolların ataerkilliğe açıldığı 
			yerde kadına kalan tek çıkıştır." İşte bu tek çıkışta, rotası ilk üç 
			bölümde henüz şekillenmemiş Nuran'ı (Şükran Ovalı) bir kenara 
			alırsak, eril iktidarın kendine tehdit oluşturabilecek kadını, 
			"kötü/şeytani" olarak tanımladığını görebiliyoruz.  
			Örneğin, dizide ilk anda kötü kadın olarak beliren Bedia (Nursel 
			Köse), Adana'nın önde gelen eşrafından kocası Nuri'yi (Ahmet Mümtaz 
			Taylan) şoförleri Reşat'la (İlker Aksum) sürekli aldatıyor ve ondan 
			kurtulmaları için Reşat'a sürekli baskı yapıyor. Ancak Bedia'nın 
			asıl "kötülüğü", Nuri'nin kendisine doğrulttuğu silahın karşısında 
			verdiği cevapta gizli: "Sen bir erkek olarak beni tatmin etmemiş, 
			gençliğimi, güzelliğimi öldürmüşken, tatmin olmayanın değil, tatmin 
			edemeyenin ölmesi gerekli." Kadının ataerkillik açısından asıl 
			korkutuculuğu, burada kocasının yeteri kadar erkek olmamasına meydan 
			okuyuşunda gizlenmiş ama esasen ataerkilliğin kadını içine 
			hapsettiği "iktidarsızlığım"^" dile getirmesidir elbette. Ataerki 
			için bu meydan okuma kötüdür ve bu kötülüğü yapan kadını da kötü 
			olarak tanımlayacaktır. Bir başka karakter, Ayten (Nilüfer Açıkalın) 
			ise, kendisini seven bir kocası ve bir de çocuğu varken, "doğru" 
			yolundan sapmak için hiç sebebi yokken, kendi deyimiyle sırf 
			"nefsine hakim olamayıp, duygularına esir düşerek" başka bir erkekle 
			olmuştur. Bu nedenle de yüzünü kırık ayna parçasıyla yaralamıştır. 
			Yüzünde kötü kadınlığının sembolü ve nefsinin bu görünür işaretiyle 
			suçunu hep utançla hatırlayacak ve yüzünü gizleyecektir! Tıpkı 
			Nathaniel Hawthorne'nun The Scarlet Letter romanında, yaşadığı 
			Puritan toplum kendisini zinayla suçladığı için, elbiselerinin göğüs 
			kısmına "adultery"nin (zina) baş harfi A'yı işlemek zorunda 
			bırakılan Hester Prynne gibi. Ayten'le beraber nefsine hakim 
			olamayıp bu kötülüğün ortağı olan erkek de benzeri bir izi ömrünce 
			taşımak zorunda kaldı mı bilemiyoruz.  
			Erkek iktidara meydan okuma Ancak kadının arzularının ve/veya erkek 
			iktidarına meydan okuyuşunun ya nefsine hakim olamama zavallığı ya 
			da adam öldürebilecek gözü karalıkta bir kötülüğü çağrıştırması, 
			ataerkilliğin, iktidarını açıkça sorgulayan ya da sınırlarını 
			zorlayan kadınları tanımlamak konusundaki bitmeyen iktidarı olsa 
			gerek. Diğer iki kadın karakterden, Leman (Ezgi Mola) çektiği filmde 
			neredeyse tüm sahneleri atılacak kadar kötü bir oyuncu olduğu için 
			muhtemelen şöhretinin tek sebebi olan sarışın, seksi kadın 
			tiplemesiyle kendisinden beklenen bu imajı devam ettirerek ayakta 
			kalmaya çalışan ve kadınlığını da bu boş kimliğe çevirmiş bir 
			kadındır.  
			Ünlü yönetmen Kenan Yılmazer'in (Cansel Elçin) dominant annesi Güllü 
			ise (Ayşenil Şamlıoğlu) Kenan'ı küçük yaşta babasının kanı yerde 
			kalmasın diye cinayet işlemeye zorlamış, geleneksel aile ve 
			kadın/erkek rollerinin savunucusudur. Öyle ki, bir tartışmada oğlu 
			nişanlısına tokat atmadığında "erkekliğinin bu kadar mı olduğu" 
			konusunda onu sıkıştıran ve bu haliyle de aslında eril iktidarın 
			devamını sağlayan anne/kadın modeliyle epey ilgi çekecek gibi 
			duruyor.  
			Kadının hakkı Tüm bu iktidar kavgasının, her gün bir yenisine 
			uyandığımız kadın cinayeti ve şiddet haberlerinin ve son günlerin 
			"benim bedenim benim kararım" haykırışları ve "kadın sporcular 
			yeterince kadın gibi görünüyor mu?" tartışmalarının da ortasında, 
			esas merak konusu, bedenini ve kimliğini tanımlamakta Nuran'ın ne 
			kadar hakkı olacağı. Çünkü yaşlı ve zengin ağaya ağabeyi tarafından 
			parasızlık ve çaresizlikten satılan, Reşat tarafından sadece başka 
			kadınlarla değil İstanbul'a kaçma konusunda da aldatılan, açık saçık 
			giyinmemesi için uyarılan, hatta Reşat'ın kendisinden sakladığı 
			parayı bulduğunda okkalı bir tokadı hak eden ve Ayten tarafından 
			"kalan kızlığım da hepten kaybetmemesi" konusunda uyarılan Nuran'dır 
			hep. Bu çıkmazdan kurtulmak için kaçtığı Yeşilçam'da Kenan 
			tarafından bu sefer de yeterince tutkulu olmamakla eleştirilen 
			Nuran'ın yeni hayatında kendisini nasıl tanımlayacağı, annesi ve 
			nişanlısı arasında sıkışmış ve tutkulu oyuncusunu arayan Kenan'la 
			yaşayacakları sonucunda netleşecektir belki de.  
			Dileğimiz, Kötü Yol zaten kazandığı beğenimizi bir ilki 
			gerçekleştirerek katlasın. Bir kez daha, bir kadını para için satan, 
			tokatlayan, aldatan erkek karakterlerin hareketleri bir şekilde 
			aklanıp, normalleştirilmesin. Böylece de kadının kimliği, özellikle 
			de bedeni üzerinde kendi isteği ve seçimiyle nasıl bir tasarrufta 
			bulunmak istediğine dair kendini ifade etme hakkı, ne Nuran ne de 
			biz seyirciler fark etmeden sessizce elden kayıp gitmesin.  
			* Dokuz Eylül Üni., Amerikan Kültürü ve Edebiyatı Kadının 
			ataerkillik açısından asıl korkutuculuğu, esasen ataerkilliğin 
			kadını içine hapsettiği 'iktidarsızlığını' dile getirmesidir    |