| 
			  | 
          
			  
			 
			 İlk 
			bölümüyle ekrana gelen ‘Kötü Yol’, büyük oranlara ulaşamasa da, SBT 
			reyting ölçümlerine göre birinciliği kaptı. Dönem dizilerine düşkün 
			Kanal D yeni yapımına çok güveniyor olmalı ki, ilk bölümün yayın 
			gününü takip eden her gece tekrarlamakta bir sakınca görmedi. Boşluk 
			doldurmak ve diziyi izleyicinin aklına yer ettirmek için iyi taktik. 
			Ancak, bal yiyen baldan usanırmış sözünü de unutmamak lazım, diyerek 
			‘Kötü Yol’un yapım olarak sınavı verip veremediğini didikleyelim. 
			 
			Diziye gelen ilk eleştiriler genellikle, yeni bir ‘Hanımın Çiftliği’ 
			olduğu yönünde. Bu noktada, herhangi bir eleştiri yapmadan önce 
			durup eserin sahibine bakmak gerek. ‘Hanımın Çiftliği’ de, ‘Kötü 
			Yol’ da Maksim Gorki ve Nazım Hikmet kitapları okumaktan mahkûm 
			edilen Adanalı Orhan Kemal’in eserleri. Çırçır fabrikasında çalışan, 
			amelelik eden kısacası Adana’da zorlu bir yaşam sürüp hakça düzen 
			fikirleriyle ayakta kalan ve gözünü İstanbul’a diken bir yazar. 
			Bundan dolayı onun aynı çerçevede gelişen ürünleri belli kalıplara 
			sahiptir. 
			 
			Eserlerinde, pek çok soruna kaynak olarak ‘baba-abi’ kavramları 
			üstünde duran Orhan Kemal aynı zamanda kadının ekonomik özgürlüğüne 
			kavuşması gerektiğine inandığı için kadın kahramanlara özellikle 
			ağırlık vermiştir. ‘El Kızı’ndaki Nazan ya da ‘Hanımın 
			Çiftliği’ndeki Güllü nasıl olayların içinden sivrilip çıkmışlarsa 
			‘Kötü Yol’da da aynı görev Nuran karakterine verilmiştir. 
			Dolayısıyla Özgü Namal’ın canlandırdığı Güllü karakterinin her an 
			bir köşeden fırlayıvereceğini hissetmek gayet doğal. 
			 
			Dün-bugün arasında köprü kurmayı sağlama amaçlı ‘Kötü Yol’ 
			romanında, çamaşır makinesini ekmeğine kan doğrayacak düşman olarak 
			gören çamaşırcı Ayşe Kadın, tıpkı traktörleri işten çıkartılmalarına 
			sebep olacak canavarlar şeklinde algılayan ‘Hanımın Çiftliği’ndeki 
			çırçır işçilerine benzer. Bulunduğu kapalı ortamdan ve abisinin 
			baskısından kurtulmak için İstanbul’a gidip artist olma hayallerine 
			dalan Nuran ise hanımefendi olma heveslisi Güllü’ye… Mekân, 
			Adana’nın fakir kesimiyle zengin konaklarıdır. Genel hatları aynı 
			çizilen öykülere dönemin Adana’sında öne çıkan Büyük Kulüp ve moda 
			ithalatçısı Madamlar da eklenince, birebir aynısı olmasa bile 
			başlangıç itibariyle benzerlik kaçınılmazdır. ‘Başlangıç’ dedik 
			çünkü ‘Kötü Yol’, öyküsünü Adana’da başlatıp İstanbul-Yeşilçam’a 
			uzatan bir roman. Yani ilerleyen bölümlerde ‘Hanımın Çiftliği’ 
			atmosferi yaşanmayacak. Tabii, dizi uyarlaması kafasına göre bir 
			‘Kötü Yol’ çizmezse! 
			 
			Bu ana çizgilerin benzerliğini bir kenara bırakıp ‘Kötü Yol’ 
			dizisinin ayrıntılarına bakarsak ilk gözümüze çarpan, karakterlerin 
			replik ve tavırlarındaki tutarsızlık olmakta. Örneğin, maytap 
			yapılacak karılardan olmadığını beyan eden Bedia karakteri iyi 
			işlenememiş. Öyküye yamanmış gibi durmakta. Kocasını yatakta 
			bırakıp, yeni dönemdekilere pek benzeyen kepenklere sahip garajda, 
			şoför Reşat’la mercimeği fırına veren Bedia, ‘Yamuk yapanın 
			pırlantasını çizdiririm’ tehditlerini savurup film çekiminde kendi 
			ihanetiyle benzer durumu görünce tırsan, çığlığı basarak dikkatleri 
			üstüne çeken zorlama bir tip. Herkesin dalga dümeninin başka olduğu 
			ortamda bir koltuğuna Bedia’yı, diğer koltuğuna da Nuran’ı alan neşe 
			çocuğu Reşat ise tutarsızlık konusunda Bedia’dan aşağı kalmıyor. 
			Nuran’la el ele tutuşmaktan çekinirken Nuri Bey’in kendilerini 
			basmasından korkmadan araba içinde Bedia’yla kırıştırıyor. 
			 
			Nuri Bey’in söylentileri doğrulayacağı gerekçesiyle boşanmaktan 
			kaçınması sonra hemen kabul etmesi… Sohbete vakit bulan avukatın, 
			sanki bir dilekçe hazırlamak çok zormuş gibi boşanma işlemlerini 
			başlatmak için bir hafta süre istemesi… Kız kısmının okumasına karşı 
			çıkan İhsan’ın Bedir Ağa’nın 50 bin TL başlığını duyunca Canan’ı 
			istediği okula yollama vaadi… At alır gibi karı alan Bedir Ağa’nın 
			Nuran’ı isteme ortamındaki etkisiz yapaylık… Film setinde, Reşat’ın 
			Leman’a ‘Sizi nereden tanıyorum’ saçmalığıyla yaklaşması… Ve daha 
			neler neler. 
			 
			Velhasıl, ‘Kötü Yol’da diyaloglar gerçekten de çok basit, çelişkili 
			ve yüzeysel. Kaliteyi asıl düşüren romandan gelen benzerlikler 
			değil, iddialı bir diziye yakışmayan ve diziden duygu almayı 
			engelleyen bu basitlikler! Oyuncular da repliklerine 
			inanmadıklarından olsa gerek, yeterince rolün hâkimiyetine 
			girememişler ve rol gibi rol yapmışlar. Yani oyuncularla karakterler 
			kaynaşamamış. Oysa İlker Aksum, Cansel Elçin ve Şükran Ovalı 
			karakterlere uygun oyuncular. Ne var ki, kadrajı hayli dar tutulan 
			sahnelerde hapis kalarak izleyiciye ferah bir ambiyans sunamayan, 
			kısa geçişlerle aktarılan sahnelerde etkileşim kuramayan dizide, 
			onlar da yetersiz repliklerle kısıtlı bir performans sergilemekten 
			öteye gidemiyorlar. Oyuncu rolüne inanmazsa, seyirci o karakteri 
			nasıl benimsesin? Sahnenin görselliği cezp edici, diyalogları 
			doyurucu olmazsa canlandırılan rol nasıl seyircide duygu yaratsın? 
			 
			İddiasını, sunduğuyla bağdaştıramayan ‘Kötü Yol’u hak ettiği iyi 
			çizgiye çekmek için belki de Leman’ın kafasındaki elmayı vuran 
			Kenan’ın, filmin başarısı için, uyguladığı taktiğe başvurmak gerek. 
			Dizide en kayda değer sahne de oydu zaten! Yeterli motivasyonu 
			sağlamanın yolu gerçekçiliğin dilini yakalamaktan geçer, 
			saptamasıyla koyalım noktamızı. 
			 
			 
			 
			Anibal GÜLEROĞLU
  |