| 
        | 
    
              
	 | 
    
      
      
        
        
          | 
			   
			
			BEREKETLİ TOPRAKLAR ÜZERİNDE... 
			   |  
        
          | 
			 
  
			
				
				Sabırla derlenmiş gözlemler, toplumsal 
				gerçekliğin insan gerçekliğiyle birlikte uyumlu bir biçimde 
				verilişi, insanların -idealize edilmeden- içinde yaşadıkları 
				şartlarla bağlantılı olarak ele alınışı, ayrıntıların ustalıkla 
				değerlendirilişi, sanırım, Bereketli Topraklar Üzerinde'yi güçlü 
				kılan başlıca öğeler. 
				 
				Kış aylarında tarım alanında yapacak hiçbir iş bulamadıkları 
				için "Orta Anadolu'nun seksen evlik köylerinden" birinden iş ve 
				ekmek aramak üzere Çukurova'ya inen üç köylü arkadaş: İflâhsızın 
				Yusuf, Pehlivan Ali, Köse Hasan. Orhan Kemal, bu üç köylü 
				aracılığıyla fabrikalardaki, inşaat işlerindeki çalışma 
				şartlarını, sonra büyük toprak sahiplerinin tarım işletmelerinde 
				çapa çapalama ve harman yerinde buğdayı sapından ayırma işini 
				gözler önüne serer. Orhan Kemal'in anlattıkları henüz gerçek 
				sanayi işçisi değildir; Bereketli Topraklar Üzerinde'nin 
				işçileri bir ayağı köyde, bir ayağı kentte köylü-işçiler. Orhan 
				Kemal, onları anlatabilmek için, onların çalışabilecekleri 
				işleri seçmiş. Bu işler, bir eğitim, bir çıraklık gerektirmeyen 
				işlerdir çoğunlukla. 
				 
				Romandaki olayların hangi yılda geçtiği kesin olarak belli 
				değil; belli olan, günde 12 -18 saat çalışıldığı ve karşılığında 
				sadece üç lira bilmem Kaç kuruş alındığı yıllarda geçtiğidir. 
				Çalışma şartları ise bugün artık inanılmayacak kadar berbattır: 
				Fabrika penceresinde cam yerine çuval kullanılır. Sonuç: 
				Zatürree. İşte köylü-İşçilerin kaldıkları "ev": "oturdukları 
				'ev', iki mahalle aşağıda, mahalle muhtarının bir zamanlar 
				hayvanlarını bağladığı, tabanı hâlâ gübre örtülü, genişçe bir 
				ahırdı. Atsinekleri vınıltılı daireler çizerek uçuşuyorlardı. 
				Harap kerpiç duvarlar yarı bellerine kadar ıslaktı. Oda ekşi 
				ekşi fışkı kokuyordu." (s. 75) Köyün besleyemediği, toprağın 
				kente, yani işe ve ekmeğe ittiği köylüler, en ağır iş 
				şartlarında çalışmaya, verilecek herhangi ücreti kabul etmeye, 
				ahırlarda yatmaya razıdırlar: Yeter ki iş bulsunlar! İş 
				bulabilmek için, patronun sömürüsü yanında ırgatbaşının 
				sömürüsüne de (haraç almasına) razıdırlar. 
				 
				"Irgatbaşıya haraç vermek"ten, Bereketli Topraklar Üzerinde'nin 
				önemli bir özelliğine geçebiliriz. Romanda anlatılan 
				köylü-işçiler henüz sömürü bilincinden çok uzaktırlar. Bütün 
				özlemleri "Bir tahta araba, pazardan sebze, meyve..." (s.174), 
				ya da "Hafız Ali'nin dükkanı gibi bir dükkân..."dır (s. 273 ). 
				Gözleri bireysel çıkar-perdesi ile örtülüdür; el yordamıyla 
				bireysel kurtuluş yolları ararlar. Bu bilinç düzeyi, belirli 
				şartların belirlediği bir bilinç düzeyidir. Bunu çok iyi bilen 
				Orhan Kemal, toplumsal gerçekliğe, biraz da onların görebildiği, 
				anlayabildiği ölçüde yaklaşmaktadır. Sömürü bilincinden uzak 
				emekçiler, sömürünün en belirgin, en yüzeydeki, en somut 
				biçimlerini görebilirler genellikle... Sözgelimi fabrikadaki 
				emek-sermaye ilişkisini değil de ırgatbaşının aldığı haracı 
				görürler sömürü adına. Orhan Kemal de o kadarını gösterir. Ya da 
				tarım işletmelerinde, ırgatbaşının kumar oynatıp "mano" 
				almasını, kumar oynatmak için faizle para vermesini, işçiyi 
				esrara alıştırmasını, batözde 45 işçi yerine 32 işçi 
				çalıştırmasını ön plana alır sömürü adına. Derinine pek inmez. 
				Bile bile. 
				 
				Burada Orhan Kemal'in bir çabasına değinmek gerek. Romanın 
				birinci baskısı 1954'te, ikinci baskısı 1964'te. Başka türlü 
				söylersek, biri, Demokrat Parti döneminde, öbürü 27 Mayıs 
				ertesinde. Birinci baskı 288 sayfa, ikinci baskı 427 sayfa. 
				İkinci baskının kapağında, yayınevi şöyle demiş: "Yayımlandığı 
				sıralar 'yılın en başarılı romanı' sayılan bu kitabı Orhan 
				Kemal, ikinci baskısı için üzerinde tam bir yıl çalışarak, adeta 
				yeniden yazdı." Orhan Kemal gerçekten çalışmış roman üzerinde. 
				Önce, birinci baskıdaki şive taklitlerini kaldırarak çok 
				akıllıca bir iş yapmış. Sonra, romana yer yer bazı ekler yapmış. 
				Bunların bazıları gerçekten yararlı, bazı hareketleri ya da 
				psikolojik durumları daha bir aydınlatan ekler; bazıları romanın 
				örgüsündeki yoğunluğu bozan gereksiz uzatmalar (Genellikle 
				Pehlivan Ali ile ilgili olan ekler); bazıları da 27 Mayıs 
				sonrasının getirdiği nispi özgürlük ortamında, Orhan Kemal'in 
				romanla daha fazla toplumsal görevler yerine getirmek kaygısıyla 
				yaptığı ekler. Romandaki kişilerin sömürü bilincinden uzak 
				olduklarını belirtmiştim. Birinci baskıda Orhan Kemal, belirli 
				şartların sonucu olan bu gerçek duruma sonuna kadar bağlı. Oysa 
				ikinci baskıda, "romanıyla bilinçlendirme çabası" zaman zaman 
				var olmayan, var olması mümkün de olmayan bir bilinci varmış 
				gibi göstermesine yol açmış. Örnekse birinci baskıda "Pehlivan 
				Ali kocaman yumruklarını sıkmış öfkeyle bakıyordu. Hasan'a 
				değil, onu bu hallere sokan kahpe feleğe." (s.117) Oysa, Orhan 
				Kemal'in bütün roman boyunca ayrıntılarıyla gösterdiği gibi, 
				Pehlivan Ali "devirin, devranın, kahpe feleğin" farkına 
				varamadan öbür dünyayı boylayacaktır. Bir de Allahla, dinle, 
				ağalarla ilgili ekler var. Örnekse "Bu Allah da hep onların 
				Allahı mıdır nedir? Fakir fıkaraya garaz tekmil..." (s. 250) 
				Birinci baskıda Topal, "Allahın acımadığına" deyince Hidayet'in 
				oğlu "Ne biliyorsun acımadığını" (s. 86) derken ikinci baskıda 
				"İnsan ol da sen acı." (s.125) der. İkinci baskıya eklenen bir 
				cümle de şu: "Sen, ben hatta ağa olmasa da işler yürür ama, 
				onlar (işçiler) olmasa yürümez !" (s. 261) Batöz ustası söyler 
				bunu. Zaten bütün romanda olan bitenin farkında olan iki emekçi 
				vardır. İkisi de işçi sınıfından gelme batöz ustası. Orhan 
				Kemal'in sömürülenleri uyandırmak için romanıyla bir şeyler 
				söyleme çabasını anlıyorum; ama bu eklerin, belirli bir 
				gerçeklik içinde, yama gibi kaldığını da söylemeden 
				edemeyeceğim. Çünkü Bereketli Topraklar Üzerinde, bir 
				bilinçsizliğin romanıdır; bu türlü ekler, ister istemez, romanın 
				bütünlüğüne zarar verecektir.  
				 
				Orhan Kemal, insanlara hep umutla, hep iyimserlikle bakar. Türk 
				romanında bir "Orhan Kemal bakışı" vardır. O, her insanda, her 
				şeye rağmen aydınlık bir yan, temiz, insani bir yan 
				bulunabileceğine inanır. Bunu eserlerinde gösterirken, anlattığı 
				toplumsal, ekonomik şartlara kimi zaman boş verdiği bile olur. 
				Oysa Bereketli Topraklar Üzerinde'de, severek, kahrolarak 
				baktığı belli olan insanları, hoşgörüyle ama olduğu gibi 
				gösterir. Onların birbirlerine güvensizliklerini, 
				yalancılıklarını, birbirlerini gammazlamalarını, 
				gösterişçiliklerini palavra atışlarını, ilkel egoizmlerini bütün 
				çıplaklığıyla gösterir. Kürt Zeynel'in söylediği "Onların 
				sekseninden bir mezelik yürek çıkmaz" (s.400) sözü, bu gerçekçi 
				bakışın bir özeti gibidir. Ama, o insanlar, içinde yaşadıkları 
				-şartlarda başka türlü de davranamazlardı. Orhan Kemal, bunu 
				büyük bir ustalıkla gösterir. Tiksinerek, öfkeyle bakmaz onlara, 
				anlayarak bakar. Sebep ortadadır: İflâhsızın Yusuf, "Hepimizin 
				de bir ekmek derdi meselâ. Öyle değil mi?" deyince arkadaşı Köse 
				Hasan, "Ne diyorsun Yusuf? Gözü çıksın. Yurdumuzu, yuvamızı ne 
				diye teptik?" der (s. 10). 
				 
				"Bir ekmek derdi": Bereketli Topraklar Üzerinde) bunun 
				romanıdır. Bunun içindir ki "anca beraber, kanca beraber" (s.6) 
				diyen üç arkadaş birbirinden ayrılır, hiçbiri ötekiyle 
				ilgilenmez, birlikte iş aramaya çıktıkları köylülerini ölüme 
				terkederler. Bunun içindir ki Kemal Cesur durmadan iki yüzlülük 
				eder. Ama Orhan Kemal, birden aşağılık bir insan diye 
				tanıdığımız Hidayet'in oğlunun bir davranışını yakalar ve biz o 
				umutlu, o iyimser Orhan Kemal bakışını ete kemiğe bürünmüş 
				olarak görüveririz: Para uğruna adam öldürecek olan Hidayet'in 
				oğlu, köylülerinin terkettiği Köse Hasan'ı sırtına alıp helaya 
				götürür. Dahası var: "Hela çukurunu çevrelemeye çalışan eski 
				çuval parçalarından birinin ucuyla Köse Hasan'ın kıçını 
				sildikten sonra adamı kıyıya aldı, donunu çekti, uçkurunu 
				bağladı, yeniden sırtlayıp odaya getirdi, yatağa yatırdı." 
				Bitmedi: Hidayet'in oğlu günlerce sıcak yemek yemediği halde, 
				sıcak yemeği çalmaya kalkıştığı halde, kendisine verilen yemeği 
				Köse Hasan'a ikram eder. Ve inanırsınız Orhan Kemal'e: 
				Verebilir. Ya da Kürt Zeynel gibi biri Selvi için, kerhaneye 
				düşen "fıkara Selvi" için ağlayabilir. İnanırsınız. 
				 
				Çukurova'ya birlikte inen üç arkadaştan Köse Hasan zatürreeden 
				ölür. Pehlivan Ali, ayağını batöze kaptırır; toprak ağası, 
				arabası kirlenmesin diye arabasına almaz, kan kaybından ölür. 
				(Toprak ağasının daha yoğun çalışmaları için ırgatları 
				kışkırttığı parça [ss. 385-396] -ki Pehlivan Ali'nin ölümüyle 
				sonuçlanacaktır- romanın en unutulmaz bölümlerinden biridir.) Üç 
				arkadaştan sadece İflâhsızın Yusuf kurtarır kendini, duvarcı 
				ustası olur. Çukurova'ya inmeden tek bilgi kaynağı "emmisi"nin 
				sözleriydi; hep onun sözlerini tekrarladı; Şimdi artık ustasının 
				sözlerini tekrarlamaktadır. Çukurova'ya gelirken "Şehir adamı 
				köylüyü cin çarpar gibi çarpar." (s. 6) diyordu; şimdi -usta 
				olduktan sonra- artık, "Bu şehirli kısmı pek enayi oluyor," 
				(s.409) demektedir. Ve artık çoluk çocuğu toplayıp köyden kente 
				göçmeyi, kentte yerleşmeyi tasarlamaktadır (s. 413 ). Yusuf, 
				kendiliğinden bir gelişmenin tek olumlu simgesidir. Kavgasız, 
				uzlaşmacı; ama bireysel gücüyle "duvarcı ustası" olan, okumayı 
				söktüren bir köylü; bireysel gücüyle bireysel kurtuluş çabasını 
				sürdüren bir köylü. 
				 
				Bereketli Topraklar Üzerinde'de, her şey, nesnel şartlar gereği 
				olarak, bireysel plandadır. Zeynel, kötü yemeği, taşlı pilavı 
				protesto için bile ırgatları toplu harekete geçiremez. Zeynel'in 
				kavgası da bireyseldir: İşten atıldığına değil, aldatılmasına" 
				kızar. Ağa ile hesaplaşmaz, ırgatbaşıyı arar. Harmanı yakar; 
				ırgatbaşıyı bulamadığı için! 
				 
				"Çukurova'da bahar harikadır! Gök masmavi, kırmızı topraklar 
				yemyeşildir! Çukurova'nın bereketli toprağına dört kilo çiğit 
				at, seksen kilo kütlü, yani tohumlu pamuk versin! (s. 186) Ve bu 
				bereketli topraklar üzerindeki emekçiler, kendi küçük ve dar 
				dünyalarında, bir başlarına çırpınıp durmaktadırlar. Toprak 
				reformunu yapmamış, sanayileşmesini gerçekleştirmemiş bir az 
				gelişmiş ülkede, Türkiye'de, köylü işçilerin kahırlı yaşamlarını 
				mükemmel bir biçimde yansıtır. Orhan Kemal. Roman, belirli bir 
				tarihsel anı unutulmayacak bir ustalıkla tespit ettiği için, 
				tarihsel ve toplumsal gerçekliği, ele aldığı insanları gerçeğe 
				uygun olarak gösterdiği için güçlü ve kalıcı. Orhan Kemal'in en 
				güçlü romanı, bence.  
				 
				 
   
			
			   |  
        
          | 
			  | 
          
			  | 
          
			  |  
        
          | 
			  | 
          
			  | 
          
			  |    
	 | 
    
        | 
    
        | 
    
        |