| 
			 Bir coğrafi bölgeyi unutulmazlığa ulaştıranlar 
			yetiştirdiği ürünler, dağlar, ovalar, akarsular, göller ve denizler 
			midir?  
			 
			Bir coğrafi bölgeyi unutulmazlığa ulaştıranlar yetiştirdiği ürünler, 
			dağlar, ovalar, akarsular, göller ve denizler midir? Yoksa bölgenin 
			insanlarını ülkeye ve dünyaya tanıtan yazarlar, ozanlar ve ressamlar 
			mıdır? Ben yazarlardan yana olanlardanım. Elim kitap tuttuktan sonra 
			coğrafya atlaslarından ve kitaplardan öğrendiğim Çukurova’yı tanıyor 
			muydum? Yoksa ‘Sarhoşlar-Öyküler/Orhan Kemal’ Varlık Cep Kitapları 1 
			TL’ ile mi tanımaya başladım? Ardından Yaşar Kemal tamamladı 
			eksiklerimi. Çukurova denilince iki Kemal düşer usumuza. Biri yaşar, 
			ara sıra sesi duyulur yazılı ve görsel basında, konuşur doğru mu 
			yanlış mı bilmem, sürem versin yetkinliğini. Yazdıkları devlet 
			katında hoş görülmüş ki özel ödüllerle ödüllendirildi. Oturuyor ak 
			saçlı köşesinde. Benim derdim elli altı yaşında derin acılarla yazın 
			yaşamımızdan göçen Orhan Kemal’le. Çileli bir yaşamın tuzundan, 
			yazının balını üreten M. Raşit Öğütçü,- andıkça yüreğimde ıslak 
			çamaşırın burulmasının sıkıntısını ve acılarını duyduğum – fötr 
			şapkasının altında acı gülümsemeyle yaşamı önemsemeden gülümser 
			halimize. Adalet Bakanı Abdülkadir Kemali Beyin oğlu olduğunu çok 
			insan bilmez, bilirse de yoksul ve yoksun yaşamına yakıştıramaz 
			günümüz siyasetçilerinin çocuklarının varsıllığını bilen 
			okuyucuları. Adalet bakanının oğludur da adaletsizliklerden nasibini 
			almamış mıdır? Aldığı deneyimlerden belli değimli yazdıklarında ve 
			yaşadıklarında kimlerin yanında olası gerektiğinin bilincinde 
			olması.Bilgili, görgülü, varlıklı aileden gelmeniz yetmiyor yaşam 
			kavgasında, yaşama tutunmak başka bir emek ister dercesine .Başımıza 
			gelecekleri önceden biliyor olmanın alaysamasıyla durumumuza mı 
			acır, yoksa ‘…kurtuluşunun kendi elinizde…’mi demek ister? 
			Söyleyecekleri bitmeden, yazacaklarını yazamadan, oğlunun gününü 
			göremeden yaşamdan çekilip alınan yazarın geçmişini söyledikleriyle 
			ve yazdıklarıyla anlamlandıralım.  
			Ölümünün üzerinden kırk yıl geçti, Türkiye 12 Martı, 12 Eylülü 
			yaşadı, Yeni Dünya Düzeni, Yeşil kuşak, ABD, AB, BOP masallarıyla, 
			yedi yıldır da dincilik poyrazında kavruluyor. İnançlar sömürülüp 
			dolara çevriliyor, kara imamlar şeyh oldu, dolar renginden esinlenip 
			ülkeyi satmaya çalışıyor. Yazına, yazara, sanata, sanatçıya İslam 
			gözlüğünden bakıyor, imanlı imansız ayrımını çekinmeden yapıyor. 
			Edebiyatımız para, reklam, sömürgeci devletlerin işbirlikçilerince 
			yönlendiriliyor. İslamcı yazarların ve yayınların okunmasından yana 
			girişimler destekleniyor. Gerçek anlamda Türk yazınına emek vermiş, 
			önemli yapıtların yazarları unutturulmaya çalışılıyor. Unutturmaya 
			gücünün yetmedikleri de yandaş yayınevlerince kendilerine göre 
			yorumlanarak yayınlanıyor.  
			Televizyonlarda izleyici toplayan diziler, oyunlar ve filmler 
			unutturulmaya çalışılan yazarlardan geliyor. Nedir bu yazarların 
			gücü? Kendileri de bu soruya yanıt arama gereği duymuyorlar, 
			kitleleri sulandırdıkları dizilerle oyalayabilmeyi kazanç 
			sayıyorlar.1938,1966 yıllarında cezaevlerinde süründürdükleri 
			yazarın yazdıklarına şimdi sıkı sıkı sarılıyorlar, yakında devletin 
			en yüce makamından ödül de verirler, sevenleriyle alay etmek için.
			 
			1966 yılında asılsız ihbarla 35 gün içerde tuttuklarında ilgiyle 
			izlemiştim gelişmeleri. AP yönetiminin yazar ve sanatçılara 
			uyguladığı CIA biçimi yıldırma uygulamasıydı ‘…sok içeri, altı ay 
			yatır… suçlu suçsuz arama.. Okuyucunun gözünden düşür…serbes 
			bırak…’bir çok yazar aynı dalgadan etkilenmişti. Orhan Kemal 1965 
			seçimlerinde siyasal bir öndelik te sergilememişti ama neden olmuştu 
			olanlar?  
			Ondan sonra daha özenli, ayrıntıları düşünerek okudum Orhan Kemal’i. 
			Doksanlı yıllardan başlayarak Afrika, Hint Yarımadası, Latin 
			Amerika, Meksika, uzak Asya yazınını okudukça belleğimin 
			derinlerinden Orhan Kemal’in gülümsediğini duyumsuyordum. Nedense 
			Orhan Kemal Çukurova’sı canlanıyordu sıklıkla. Arundhati Roy, 
			C.Fuentes, Marquez, Böll, Miller, Amado, vascocelos, Duras, Llosa, 
			Gordimer, Rushdie, okudukça Orhan Kemal anımsamamın arkasındaki 
			gerçeği yakaladığımda ve altmış yaş olgunluğunda yeniden inceleme ve 
			okuma gereği duydum.  
			Hindistan, Çin, Afganistan, Güney Amerika, Afrika ve Meksika 
			romanlarıyla ortak olanları düşündüğümde; Sömürge savaşı vererek 
			yeni bir devlet kurmuş, kulluktan kurtulup vatandaşlığa geçmek 
			isteyen halkların karşısında dolar albenisinde yine sömürge ve 
			sömürgenin yeni işbirlikçileri vardı. Kaldıkları yerden sürdürmek 
			istedikleri sömürü düzenlerinde yalnız oyuncular değişmiş, 
			senaryolar daha pamuk şekerli yazılmıştı. Birinci ve ikinci paylaşım 
			savaşları da insanlığa büyük kırılmalar yaşatmış, iki kutuplu 
			dünyanın varlığı yanında üçüncü dünya ülkelerinin varlığından söz 
			edilirse sömürmek içindi. Yazar ya sömürenin ve işbirlikçinin 
			yanında rahat yaşayacaktı ya da halkın yanında olup ezilen halklar 
			gibi yaşayacaktı. Orhan Kemal halkının içindeydi zaten, halkı 
			yazarken kendini, kendini yazarken de halkı yazdığının 
			bilincindeydi. 
			Bilincindeydi, sözlü Anadolu yazınının masal, mitolojisini, gizemli 
			gerçekçiliğin Nasrettin Hoca’sından, Nesimi’ sine dek biliyordu. 
			Yazdığı gibi yaşadı, yaşadığı gibi yazdı. Halkın yazınını evrensele 
			taşımasını bildi. Eğitim Bakanlığının okullarda öğrencilerin 
			okumalarını yönlendirmeye el attığı yüz temel eser yıllarında, 
			bakanlığın dayattığı yazarlardan en çok okunanıydı Orhan Kemal, 
			bakanlığın önermediği kitapları da verdiğim öğrenciler her yerde 
			Orhan Kemal arıyordu.(Avare Yıllar, Baba Evi dışındakileri.)  
			Yazının yazıldığı günlerde Türk halkı ‘Hanımın Çiftliği’ dizisini 
			izliyordu televizyonda. Televizyon’un Siyah-beyaz yıllarındaki dört 
			bölümlük çekim beğeni kazanmıştı ya, günümüzün teknolojik 
			gelişmişliğinde yapılacak dizi izleyici ve reklam toplar yargısıyla 
			yeniden sunuldu izleyiciye. İzleyici dizinin albenisinden romanın 
			iletisini alamıyor, görsellik iletiyi siliyor izlenimi oluştu bende. 
			Romanı yeniden okumak, diziyi değerlendirmek, Bereketli Topraklar 
			Üzerinde, Vukuat Var, Hanımın Çiftliği, Eskici ve Oğullar(Eskici 
			Dükkânı) bağlamında Orhan Kemal’i derinden tanımak ve tanıtmak 
			istedim.  
			1940 yılları; Bir yandan ikinci paylaşım savaşı sürüyor, sosyalizm- 
			nasyonal sosyalizm savaşıyor, savaşın sonucuna göre de dünya 
			siyasetleri yeniden belirleniyor. İçeride tep parti yönetiminin 
			baskıları doruk noktalarda. Aydınlar cezaevlerinde; Nazım Hikmet, 
			Orhan Kemal, Kemal Tahir, Balaban mahpushane üniversitelerindeler. 
			Orhan Kemal, cezaevinden sora parasız, dayanaksız, işsiz, yazar olma 
			umuduyla İstanbul kapılarındadır. Tek partiden çok partili yaşama da 
			geçilmiş, DP umut olmuş, sömürgen devletlerin ülkemize giriş 
			yollarını araladığı, paranın, atık teknolojilerin, savaş 
			atıklarının, Marshal yardımı, Nato, CIA, Kore ile tanıştığımız 
			yıllardır. Yoksulluğun nasıl yenileceğinin soruşturulduğu, Allah’tan 
			beklenenin bile DP’den ve Amerika’dan beklendiği yıllardır. 
			BEREKETLİ TOPRAKLAR ÜZERİNDE–1954:Toros Dağlarının kır 
			yoksullarından üçünü indirir yazar Çukurova’nın sıcağına sineğine 
			işlerine. Hiçbir yeteneği olmayan üç insan kol emeğiyle ekmek 
			kazanma savaşında yapı işlerini, pamuk çapasını ve toplamasını, 
			harman işlerini, koza işleme fabrikalarının ağır işlerini tanırlar. 
			Bir kayıpla işleri öğrenirler ama para kazanamazlar. Okuyucu güçlü 
			bir gözlem, yaşanmış deneyimlerin yazına dökülmesi ve sürükleyici 
			anlatımla bereketli topraklar üzerinde kol emekçiliğinin hiç te 
			kolay olamadığını öğrenir. Orhan Kemal’in anlatmak istediği daha 
			derindir. Mısır’dan pamuk ve pirinç alamayan Avrupa devletlerinin 
			Osmanlıya Çukurova’da ucuz pamuk ve pirinç alanları açtırmasını ve 
			kendilerine vermesini örgütlemektedir. Dağlardan zorla indirilen 
			konargöçer Türkmen oymaklarının Çukurova’da zorunlu yaşama kavgası 
			ve kırılmaları, zorunlu yerleşime direnmelerinin son dalgalanmalını 
			da yansıtır. 
			Uzun, süslü ve kapalı anlatımdan uzak, herkesin anlayabileceği 
			Türkçeyle yazdığı roman büyük ilgi toplar. Okuyucu henüz Afrika’da, 
			Güney Amerika’da yeni sömürgeciliğin yayılmasından, uyguladığı tarım 
			politikalarından haberdar değildir. Toprağın, pamuğun, çeltiğin 
			önemli olduğunu, toprak ağalığının Cumhuriyetle de yıkılamayan 
			gücünü, topraksızlığın acılarını çok iyi bilir. Yazar Çukurova’daki 
			siyasal çekişmeleri, toprak sahiplenmelerini, iktidar yandaşlığını 
			ve göçmen değişimleriyle toprağın nasıl el değiştirdiğinin de 
			bilincindedir. Romanların aralarındaki kısa tümcelerle okuyucuyu 
			aydınlatmayı unutmaz. Toprak düzenlemesine karşıt olarak kurulan bir 
			partinin ülkeyi yönettiği yıllarda, büyük topraklı çiftçilerin 
			sahipsiz toprakları, devlet topraklarını kendi topraklarına katma 
			savaşımını, derebeylikle devletin sürtüşmelerinde küçük insanların 
			örselenişinin de yazınımıza kazandırıldığı romandır. 
			VUKUAT VAR: İlk ve son baskı kapağı arasındaki anımsamalarım, elle 
			çizilen desenden dijital fotoğrafa uzanan gelişmeleri görmenin, 
			okumayı algılayışımdaki değişimleri sezinlemenin duygulanımlarında 
			ileri çocukluğumu anımsıyorum. Kitap daha mı ucuzdu o günlerde? 
			Romanın ayakları tarım, sanayi, fabrika, esnafı, işçi, yöneticiler 
			üzerine kurulurken her kesimi anlatan tipler yaratılmış, her tipin 
			geldiği ön ortamlarla yaşadıkları avlular ustaca betimlenmiştir. 
			Çiftlik sahibi Muzaffer Bey, Çiftçi başı,köy imamı, Örgütsüz tarım 
			işçileri, çiftlik hizmetçileri, küçük topraklı yoksul köylüler, 
			tarıma dayalı çırçır ve dokuma işçileri, makineciler,hizmetçiler, 
			evdeciler, şehrin berberi, elcisi, köftecisi, oynak kadınlar, 
			sineması,bisiklet, fayton,tozlu/çamurlu sokaklar günlük yaşamın 
			olmazsa olmaz dinamikleri ..Romanın çatısını çatar. Yazarın romanda 
			öne çıkarmak istediği olaylar kendiliğinden değildir. İnsancıl 
			değerlerden uzak, kadını köle olarak algılayan paraya tapar birkaç 
			duyunçsuz erkeklerin kurgusu doğrultusunda yönlenir. Köprüyü, evde 
			insan ve kız çocuk olarak hiçbir değeri olmayan dokuma işçisi 
			Güllünün ileri çocukluk aşkı kurar. Yoksul sokakların ve kirli 
			avluların yasaları çocukların ve kadınların apaçık görülen emeğinin 
			sömürüsüne dayanır. Dört analı yirmiden fazla çocuklu bir işçi 
			ailesinde kadının başkaldırısının öznesidir Güllü. Yoksul ‘öteki’ 
			çiftçi çocuğu Kemal babası tarafından tarla yerine farikaya 
			yönlendirilmeseydi ne aşk, ne de roman olurdu. Zaloğlu Ramazan 
			ezilmişliğe severek mi katlanıyor? ‘Hiçbir önemi olmayan’ babasını 
			ve anasını anımsamayan, dayısının öfkeli tokatlarıyla büyüyen 
			Ramazan, ramazan olmayı gerçekten istiyor mu? Gelecekten 
			beklentileri de var mı? 
			Ondördüncü yüzyıl derebeylerinden Osmanlı tımar beylerine, 
			Cumhuriyet’le Beyefendiliğe yükselen Muzaffer Beylerin erki 
			demokrasiyle de yıkılamamışsa yoksulun, kadının, işçinin üzerindeki 
			zulmünü hangi devrim yıkar? Super Paccard arabası, Avrupa giysileri, 
			Avrupa’nın ve ülkenin en güzel yerlerinde geçen günleri bey yapar mı 
			onu? Kültürlü ve akıllı görünmesine karşın aciz, beylik görüntüsü 
			altında çıkarcı, ilerici görünürken çıkarlarına uygun dönek, kendi 
			dışındaki erkeği köle, kadını görümlüsünü cinsellik öğesi, 
			sıradanını sömürme aracı görürken kadınlar karşısında yetersizliğini 
			mi duyumsatır? 
			Kişiliksiz, para tapınçlı aşağılanmış insanların varlığı ve 
			köleleşmiş tinleri midir beyleri yüce ve yaklaşılmaz gösteren? 
			Tozlu/çamurlu, kirli suların aktığı, sinek bulutlarının dolaştığı 
			sokakları dolduran önemsenmeyen insanlar mı yönlendiriyor insanları, 
			geleceği ve romanı? İşçi olduğunun, köleliğinin, sömürüldüğünün, 
			kadınlığının ayrımında olmayan insanların gündelik yaşamla ve ekmek 
			kapısıyla verdikleri bilinçsiz kavga mıdır bütün anlatılanlar? 
			Güllünün ezilmiş genç kız onurunda derin ve acı çizgilerle inada 
			dönüşen istekleri, sınırsız gücü arkasında taşıyan ‘Beylik’le 
			çarpışınca neler olur? Güllü, o yıllarda Adana’ yurdun her yerinden, 
			her dilden ve kimlikten toplanmış; erkeği Allah bilen kadınların 
			ekmek, iş, yaşam karşısındaki çığlıklarının öne çıkmışı/çıkması 
			gerekenidir.  
			HANIMIN ÇİFTLİĞİ: O yıllarda birbirini tamamlayan nehir romanları 
			ayrımsayamıyorduk, her romanı bin bir güçlükle bulup okuduktan sonra 
			olayları biz kendimiz bağlamaya çalışırken okuma alışkanlığımızı mı 
			sıkılıyorduk? Nehir roman olgusunu da ‘Kemal’ler gerçekleştirdi 
			yazınımızda,-sezinlediğimce oralarda da yeni bir gelişmeydi- 
			Marquez, Amado, okunamıyordu ülkemizde. 
			Çiftlik hizmetçisi kadının, parayla satın alınan bir kızın çiftliğe 
			gelişinden duyduğu kaygılarla başlar roman. Yaşamları insanlık dışı, 
			kurtuluş yolları aynı iki kadının birbirine kinlenmiş duygularının 
			anlatımıdır okuyucuyu acıtan. Güllü, Muzaffer Bey’in çiftliğine 
			yeğen Ramazan’a eş olarak bin liraya satılır dayak zoruyla ama eski 
			sevgilisi Kemal’in üzerine kabul etmez. Tüm çiftlik çalışanlarının 
			zorlamasına karşın sonuç alınamayınca Bey beklenir. Bey hakkında 
			anlatılanlardan kendice kurgular yapan Güllüde beyi bekler. Beyin 
			gelmesi çiftlikteki durağan yaşama bir devrimdir; Güllü beyin 
			kucağına atladığında, Ramazan çiftlikten kovulduğunda, çiftçi başı 
			Yasin Ağa göstermelik, kraldan çok kralcı namus gösterisi olarak 
			çiftlikten ayrıldığında, Gülizar Kabak Hafız’a kaçtığında, Muzaffer 
			Bey yeni partiye girip tarım araçları çiftliği doldurduğunda sınıf 
			atlayan iki kadındır. Güllü Beyin, Beyin eski metresi Gülizar Kabak 
			Hafız’ın nikâhlı eşi olmuştur. Serap Hanım’ın kalabalık ailesi ve 
			Berber Reşit’in yaşam düzeyi yükselde de onurlu fabrika işçiliğinden 
			ve esnaflıktan ırgatlığa indirgeniştir. Serap Hanım’ın köksüz 
			hanımefendilikten toprak sahipliğine geçişi Muzaffer Bey’in 
			öldürülmesinden sonradır. Hanımın Çiftliğinin kundaklamasının ve 
			Serap’ın kurtuluşu çevresindeki köylü kurnazlarını tanımasını 
			sağlamıştır. Serap Hanım’ı önemsemeyen toprak aç gözlüsü ve çıkar 
			öbeklerinin yeni bir saldırısının da duyurucusudur. 
			 
			KAÇAK: İkinci Paylaşım savaşından sonra yaygınlaşan sosyalizm ve 
			komünizmi işçi sınıfının halk üzerindeki dayanılmaz eziciliği öç 
			almaya, yok etmeye yönelik öldürücülüğü ve baskıcılığı 
			öcüleştirilerek anlatılırken gerçeği anlatmakta gerekiyordu 
			birilerince. Habip’in Güllü’ye acıyarak çocuğunu bağışlaması, 
			Muzaffer Bey’i öldürdükten sonra kaçak günlerinin anlatımıdır roman. 
			Değişen bir şey olmadığını sezinleyen Habip, bireysel öldürüşlerle, 
			vurma, kırma, yakmalarla bir yere varılamayacağını ayrımlar. Kaçak 
			günlerinde sığındığı Hacer’in yardım ve yataklığının ardında sevgiye 
			susamış kadının direnen başkaldırısını sevgiyle örmesini duyumsar 
			okur. Kendi öz eleştirisini yaparken Çocuk Hüseyin’de kendi çocuğunu 
			görerek evcil duyguların kucağına sığınır. Habip kişiliğinde 
			topraksız köylünün, Hacer’de sevgisiz yaşamların acılığını, 
			Hüseyin’de akşam babası eve dönmeyen tüm çocukların duygularını, 
			Topal Duran ‘da, başkalarının ekmeğiyle,korumasıyla insanların ancak 
			yalakalaşarak çanak yalayıcı olabileceğini,Şerife’de bilgisiz ve aç 
			kadınların değer yargılarını ve kişiliklerini paraya çevirmedeki 
			kurnazlıklarını betimler.  
			Orhan Kemal; bütün yazdıklarında olduğunca Kaçak’ta da insancıl 
			duyguları yüceltirken kahramanlarının en kötü yönlerini de 
			betimleyerek neden ve niçinlerini de araya sıkıştırmayı bir görev 
			bilir. 
			Kaçak, daha önce “ Üç Tekerlekli Bisiklet” kitap olarak 
			yayımlandığından ve filme de alındığından ‘Hanımın Çiftliği’ 
			üçlemesinin dışında düşünülme yanılgısını yaratır dizi 
			izleyicilerince. Kaçak okunmadan üçlemenin anlaşılması da sağlıklı 
			olamaz. 
			 
			 
			ROMANLARIN TOPLUMSAL KAYNAKLARI: 
			EKONOMİ: Cumhuriyet öncesinde geçimlik ilişkilere dayanan ilkel 
			toprak sahiplenmelerinin, 1927 yıllarında başlatılan tarımın 
			çağdaşlaştırılması girişimlerinde, 1929 dünya ekonomik 
			bunalımlarıyla sonuçsuz kalmasından 1936 yıllarına sarkması, 
			çıkarılamayan toprak reformu yasaları ve yasaların özeğindeki 
			siyasal ayrışmaların yeni sahiplenmelere olanak vermesine uzanan 
			karmaşık ilişkilerden yola çıkar. Çukurova toprak ağaları bölgenin 
			tarıma dayalı sanayisini de elinde tutmaktadır. ABD güdümündeki 
			ekonomik değişimin yandaşı olan siyasi parti desteğiyle yeni 
			milyonerler yaratma yarışı ve düzenden yararlanma kavgasıdır siyasal 
			söylem. Toprak ağaları ve sermaye devleti; 
			‘…Devlet, sık sık değişen hükümetlerse, o ve onun gibilerin 
			topraklarına bekçilik, jandarmalık etmekten başka görevi olmayan 
			şeylerdi. Yoksa ne gereği vardı 
			devletin, hükümetlerin? (101y.) olarak görmekteydiler.  
			Yeni partiye geçen Devrimci Devlet geleneğindeki toprak ağası ise; 
			‘….Devrimci Devlet her şeyin üstünde olmalı,din ise sadece ona 
			yardımcılık etmeliydi.(102y)…’ düşüncesinden uzaklaşmaktadır. 
			Yeni partinin çok partili yaşamada en çok kullandığı din duygusu bu 
			noktalardan yola çıkılarak eleştirilir roman boyunca. Önemli 
			duyurulan üretim araçlarına ve paranın gücüne dayanan feodalizm 
			paranın acımasız gücünü de yanına alınca önüne gelen insanları 
			acımasızca ezmesini duyurur. Türk toplumunun dirlik ve 
			düzenliğindeki dikine yarılmanın en belirgin yansıtıldığı 
			aydınlanmacı gerçekliğin romanlarıdır. Yatay ayrıntılara önem 
			vermediğini de duyumsarsınız. 
			HALK: Devletçi ekonomik ilişkilerden sömürgeci ivmeli liberal 
			ekonomilere açılan yaşamda halkın, emeği sömürülmeden başka bir 
			değeri yoktur. O yıllarda yoksullara dağıtılan süt tozu, peynir, un 
			ve yağ ‘…sadaka da, toplumların fakir fukaralar yüzünden 
			patlamamalarını sağlarlar.(107y.)…’ Halk, dikey yarılmanın etkileri 
			bağlamında birliktedir. Yatay yarılmanın kolaya kaçan ayrımcılığının 
			yerine birleştirici bir tutum duyumsanır. Aynı avlu içinde Arap, 
			Kürt, Boşnak, Türk ve değişik inançlardan insanlar günlük 
			dedikodularını yapsalar da kardeşçe yaşarlar. 
			İŞÇİ: Hiçbir değeri yoktur, salt işgücünden yararlanılır, tarlalarda 
			ve fabrikalarda çalışan kadın işçilerin evlenilemeyecek kadınlar 
			olduğu duyumsatılır. Kırlarda verimsizleşen ilkel tarım alanlarından 
			kopan işsizler kentlere akıyorlardı nasıl olsa.  
			‘…Çok kazanıyor, buna karşılık devlete beş kuruş vergi vermiyordu. 
			Tarladaki ırgatlardan başka, hükümet de, devlet de sanki onlara 
			çalışıyordu!(161y)…’  
			Olması gerekeni ise; 
			‘….Öyle bir düzen için çaba sarf ederler ki, insanlar kadın kadın, 
			erkek erkek,çocuk çocuk mutlu olsunlar,dünya nimetleri önlerine bir 
			kardeş sofrası gibi açılıp saçılsın.(134y.)…’ olarak dillendirir 
			yazar. Muhsin usta kişiliğinde duyurulan sendikalaşma ve örgütlenme 
			sesleriyse anında işten çıkarmalarla anında yok ediliyordu. İşçinin 
			direnişini önleme işi 1952’de kurulan bir sendikaya verilmişti. 
			Bilinçlenmeden, geciktirilmesi gerekirdi. Fabrikaların, atölyelerin 
			dışında çalışanların sendika nesine gerekiyordu? Beyin tek sözüyle 
			dağılabilmeliydi. 
			KADIN: Önemsiz yaratıklar, emeği sömürülen, kazancı babalar 
			tarafından alınıp harcanan, dövülen, parayla satılan, gerekirse 
			yeniden ahlaksızlıklar için satılmasında sakınca görülmeyen ikinci 
			sınıf insan olarak algılanır paranın ve üretim araçlarının gücünü 
			arkasına almışlarca. Güllü/ Serap, Pakize, Gülizar dayatılan 
			yazgılara başkaldırıdır romanlarda. Sıklıkla insan doğasında var 
			olan cinselliğin kimler tarafından acımasızca kötüye kullanıldığını 
			sezinler okuyucu. Güllü Çukurova’da kadının isyanının ünüdür.  
			‘…Onlar erkekse biz de kadınız.Kadın olduksa erkeklerin esiri, kulu 
			olmadık.Ama sizin gibi kadınlara müstahak.İçer,sıçar,her bir haltı 
			karıştırır,ırz namus tanımazlar, kazançlarınızı elerinizden 
			alırlar,sonra da,küçük tanrı!(199y.)…’ 
			KÖYLÜ: Toprağın dağılımında da haksızlığa uğrayan köylü, alışılmış 
			köylü kurnazlığıyla sesiz bir karşı koyma girişimindedir ama yanında 
			devletin yasaları yoktur yanlarında. Köylüye yararlı bir girişimi de 
			sezinlemezsiniz. Özellikle okullardan fazlaca söz edilmez ama her 
			yerde imamların, hafızların, mollaların kimlerin yanında yer aldığı 
			vurgulanır. Çapa zamanında sabah ezanını bir saat önce okuyan Kabak 
			Hafız ilginç gelmez mi okuyucuya. Muhtarlar, imamlar, ilerleyen 
			yıllarda da öğretmenler köylüleri toprak ağaları adına güden 
			çobanlar olarak kullanılmak istenmiştir. 
			HALK AVCILARI: Çiftliklere işi sağlayan elci başları, kasabanın 
			küçük esnafı, kahveciler, köfteciler, meyhaneciler… Aslında birer 
			küçük insan olmalarına karşı üç kuruş için insanları satan, sonrada 
			yanına oturup ağıdını yetirenlerle çokça karşılaşırız romanlarda. 
			Küçük insanlara acımak mı, tiksinmek mi, yüzüne tükürmek mi 
			gerektiğini bilemezsiniz. Halk avcıları kendi çocuklarını üç kuruşa 
			satmaktan kaçınamayacak denli ezik kişiliklerin varlığının 
			acımsılığıdır. 
			KASABA SİYASETÇİLERİ: Halkın yöneticilere ulaşamadığı toplumlarda, 
			para ve bilgi birikimlerinin gücünden de yararlanarak oyları iktidar 
			partilerine yönlendiren, karşılığını da iktidardan alarak güçlenen 
			oy simsarlarıdır. Henüz etkileri bitmemiş, güncelliklerini 
			korumaktadırlar. İşlerini halk avcıları yardımıyla gerçekleştirir, 
			din adamlarına ayrı bir önem verirler. 
			SEVGİ: Orhan Kemal’in tüm oyun,öykü,roman ve şiirlerinde temel bir 
			yaranın kanayan sızıntısını ayrımla okuyucu. SEVGİ/SEVGİSİZLİK. 
			Çocuk sevgisinden ana baba sevgisine, insan sevgisinden eş sevgisine 
			eksiklik, yanlışlık sergilenir. Pakize, Güllü, Hacer, Halide, 
			ötekiler… hangisinde çocukluktan, anadan babadan, sevgiliden 
			görülmüş sevgi vardır? Salt kadınlar mı? Ramazan,Muzaffer,Habip, 
			Kabak Hafız, Yasin Ağa, Cemşir,… Çok mu sevgi görmüşler? Tüm 
			kişiliklerde eğitilmemiş, sevgisiz, dayanaksız, yoksul-yoksun 
			yaşantıların yaraları yok mudur? Yazar, sevginin insan 
			davranışlarındaki temel öğe olduğunu, kötülükleri yok etmeye 
			sevgisizliği onararak başlama gereğini duyumsatı yazdıklarıyla. 
			 
			ROMANCI ÖZGÜNLÜĞÜ: Öncü ve gerçekçi yazarımızdır. Abartısız, 
			gerçeküstüsüz anlatır. Ulusal yazınımızı evrensele açan 
			yazarlarımızın öncü öbeğinde yer alır. Yaşama bakışı, toplumsal 
			sorumluluğu, insancıllığı okuyucuyu etkilemiştir. Bireysel yaşamında 
			da savaşımcı ve dirençlidir, kimseye koyun eğmeden yaşamasını 
			bilmiştir.(1) 
			II. Paylaşım Savaşı sonrasının büyük kırılmalı yıllarında öncü ve 
			gerçekçi yazar olarak girdi, Çukurova’yı tarım ve fabrika 
			işçileriyle yazınımıza taşıdı. Kendisi de aynı ortamlarda ekmek 
			kazandığından öze duyum ve gözlemlerinin sonucunu gönül evi 
			süzgecinden geçirerek yazdı. Gerçekçiliği aydınlıkçı gerçekçilik 
			olarak özgün biçimini aldı. Yaşamöyküsü romanları (Nazım Hikmet’le 
			Üç Buçuk Yıl, Murtaza, Müfettişler Müfettişi, Cemile, Bir filiz 
			Vardı), İşçi köylü romanları( Vukuat Var, Hanımın Çiftliği, Kaçak, 
			Bereketli Topraklar Üzerinde, Eskici ve Oğulları), Büyük kentlerde 
			yalnız, örgütlenmemiş küçük insanların romanları( Baba Evi, Avare 
			Yıllar, Gurbet Kuşları, Bir Filiz Vardı,), Yaşamın ezdiği küçük 
			ailelerin geçici mutluluklarının paranın değişim gücü ve değer 
			yargılarının değişmesi karşısında içler acısı yıkımlarını yürekten 
			süzülen kan suyu renginde anlattı(Evlerden Biri, Suçlu, Dünya Evi) 
			.Dağlardan köylerden kentler taşıdığı kır yoksullarını kentlerdeki 
			yaşamlarında da yalnız bırakmadı, kent kalabalıklarındaki 
			emek-ücret,yaşam dayatmaları ve paranın acımasız savurmalarında 
			yalnız bırakmadı. 
			Bakış açısı olarak, emek sermaye çelişkisini özek olarak alır ama 
			romanları hiçbir zaman siyasi bir bildiri romanı görünüşü vermez. 
			Ustalığının bir yönü de budur. Olguları nedensellik ilişkilerinde 
			serer ama çözümsüz değildir. Çözümünün de okuyucuyla birlikte bulma 
			eylemliliğinden kaçınmaz. Bu aşamada toplumsal gerçekçilik, aydınlık 
			gerçekçiliğe yönelerek Orhan Kemal romanlarının özgünlüğünü 
			yansıtır. 
			ANLATIM ÖZGÜNLÜĞÜ: Öykü, roman, anı, oyun yazarken ince ince 
			tasarımlar yapmaya süremi yoktur. Yaşarken, yaşamın içinde 
			düzenlenir yazdıkları. Yaşadıklarını, yaşamak istediklerini, 
			yakınında yaşananları yazdı aslında. Yazdığı gibi yaşayamadıysa da 
			yaşadığı gibi yazdı. Üçüncü tekilden olayın içinden anlatmaları da 
			bunu gösterir. Uzun betimlemelere, iç çözümlemelere girmedi 
			yazdıklarında, girmesi gerektiği yerde de çarpıcı bir tümceye 
			yükleyiverdi sözlerini. Karşılıklı konuşmaları, içten konuşmaların 
			(diyaloğ) en özgün kullanıcılarından biri olarak anılır yazınımızda. 
			‘…Yüzlerinden düşen bin parça, insan biçimine girmiş canlı birer 
			küfre benziyorlardı. iyi gıda alamamış ya da uykuya doyamamışlıkları 
			yanında, işsizliğin verdiği sıkıntı her hallerinden belli 
			oluyordu.(230y. VV.)…’ 
			Orhan Kemal öykü ve romanlarının en belirgin özelliği, 
			konuşmalar(diyalaoğlar)romanı olmasıdır. Konuşmaların romanın ana 
			taşıyıcıları olmasının bir başka açılımı da tiyatro, sinemaya 
			yatkınlığıdır. Tiyatro oyununa, senaryoya yatkınlık yazarın çok 
			yönlü yazın gücünün de belirtecidir. İyilerle kötülerin sonsuz 
			savaşımını anlatırken anımsamalardan, sesiz düşünmelerden, içten 
			dışa, dıştan içe göndermelerden çokça yararlanır, Muzaffer Beyin 
			dedesini bir tümce ile verirken üç kuşağın cinsellik yaklaşımını 
			kavrayıverir okuyucu. Yazdıklarının hedef kitlesini iyi 
			kestirdiğinden dilini, sözcüklerini, tümcelerini halkın kolayca 
			anlayacağı biçimde seçerken, kısa tümcelere, yer yer devrik tümce 
			akıcılığına, soyutlama ve anlam kaymalarına oldukça çok yer verir. 
			Bölgesel konuşmaların akışından, imge ve simgelerinden 
			yararlanmasını iyi bilir. Yaşadığı bölgelerdeki çok dilliliğin 
			Türkçe söylenişlerinden çokça yararlanır. Uzun uzun sarhoşluk 
			betimlemektense; 
			‘…Ana be, söyle şu lambaya yerinde dursun!(220y.VV)..’ deyivermek 
			yeterli mi? 
			Toros eteklerinin Türkmen Türkçesi’nin kent karmaşasında biçim 
			değişimine uğramış kısa deyimlerini de bol bol kullanır. 
			‘…Gözüm hiç su içmiyor benim, bu kızın başına bir çıkacak 
			var.(58y.H.Ç.)…Gözünü aç,çütlüğe hanım olmaya bak.(87y.H.Ç.).Meşe 
			kekliği gibi şakıyor!... Zaloğlu’ nun kötüsüne gitti.(96y.H.Ç.)… 
			Gözü küllü mü sanıyordu?(118y.H.Ç.)…Kabak Hafız o zamanlar gerçekten 
			korkardı Allah’tan.(125y.H.Ç.)….’ 
			Argo sözcükler şaka yollu da olsa küfürler olmasa romanların özgün 
			tadına ulaşamazsınız. 
			‘…Bırak şu kılkuyruk kâtip karısı laflarını.(159y.H.Ç.)…’ 
			Kentlerin görkemli ana caddelerinden uzaklaştıkça ortaya çıkan 
			değişik yaşamların, sokakların dili yansıtılmadan aydınlanmacı 
			gerçekçi roman yazılabilir miydi? 
			Yazarın tüm yazdıklarında sezinlediğim ‘bir bıyık altı 
			gülümsemesini’ ve ‘ gizliden akan gülmeceyi’, ‘ insana değer 
			vermeyenleri ti’ ye alan alaysamayı’ sezer misiniz bilmem? Muzaffer 
			Bey’in düştüğü gülünç durumdan çürümüş toprak ağalığını iç 
			sorunlarını, Kabak Hafız’la din kumunun ve olgusunu, Zaloğlu 
			Ramazan’da yetimliğin ve arkasızlığın çözümsüz acılarının gülünesi 
			çelişkilerine gülmez misiniz?  
			Görüneni anlatmakla yetinmeyen röportaj yazarı değildir Orhan Kemal, 
			durumu sergilerken çözümü okuyucuyla birlikte bulmaya çalışır. 
			Yazdıklarında yarattığı her tipte yaşamı sevmeyi, insandan umudu 
			kesmemeyi, her ne varsa yine insanda olduğuna inanılması 
			gerektiğinin öne çıkaran yazar aydınlanmacı gerçekçilik yolunun 
			ilklerinden olduğunu belki de bilmiyordu.Aynı yıllarda dünyanın 
			değişik yıllarında kendisine benzer insanların da aynı duyumsamaları 
			yazdığını da bilmiyordu sanırım. 
			Yazınımız paranın ve reklamın güdümünde, sermayenin istekleri 
			doğrusunda yeni bir yola sokulmak istenilmektedir. Bunu 
			kolaylaştırmak için kimlik ve inançlarımızdan da yararlanma 
			aldatmacasını kullanmaktan çekinmeyen bir görüşün kuşatmasındayız. 
			Yazının ve sanatın gerçek dostlarının, okumanın izlemeden daha 
			önemli olduğuna inananların, seçkin okuyucularının; okuma 
			alışkanlığı kazandırmak zorunda olduğumuz kuşakların varlığına 
			inanan anne-babaların, öğretmenlerin unutmaması gereken; 
			yazarlarımızın evrenselliğine inanmamız, yeniden Orhan Kemal gibi 
			yazarlarımıza gereken önemin verilmesinin görev olarak 
			algılanmasıdır.  
			Orhan Kemal’i bir kez daha saygıyla anarken, dizi 
			yozlaştırmalarından uzak yeniden okunmasını dilerim.					
			 01 Mart 2010 
			Rahim GÜR  
			________________________________________________________________________________(1).Altınkaynak 
			Hikmet. Türk Edebiyatında Kim Kimdir?. Doğan 
			Kitap,1.baskı/2007.s.486.487.488. 
			(2). Kemal Orhan, Bereketli Topraklar Üzerinde. Remzi Kitabevi 1954. 
			(3). Kemal Orhan, Vukuat Var. Remzi Kitabevi. 1958 
			(4). Kemal Orhan, Hanımın Çiftliği. Remzi Kitabevi.1955 
			(5). Kemal Orhan, Kaçak. Epsilon Yayıncılık,9.basıkı 2006/231.  |