| 
			  
  
			15 Eylül 1914’te doğan 
			Orhan Kemal’in yazar kişiliğinin kimi yönlerini onun bu doğum 
			yıldönümünde kısa da olsa bir kez daha gözden geçirelim.  
			Orhan Kemal 1940–1970 
			döneminde öykü, roman, senaryo, tiyatro oyunu, çocuk öyküsü 
			dallarında yapıtlar vermiştir. Orhan Kemal’in yazınsal yapıtları 
			onun yakın çevresine ilişkin nesnel gözlemlerinin, tanıklıklarının 
			ürünüdür. Konular, anlatı kişileri yerlidir, bizdendir. Orhan 
			Kemal’in yapıtlarındaki doğallık, içtenlik, akıcılık, konu 
			çeşitliliği her şeyden önce buradan gelir. Ondaki konu çeşitliliği, 
			daha çok toplumun orta tabakası ile alt tabakalarının yaşam 
			gerçeklerini işleyerek elde edilen bir varsıllıktır. Öykülenecek 
			öyle çok yaşantıları, öyle konuları vardır ki o çevrelerin!..  
			Orhan Kemal için 
			önemli olan, konudur. Konunun sağlamlığı sözcük oyunlarına, biçem 
			yapmacıklığına gerek bırakmaz. “… hikâye ve romanın konusunu bulup 
			sonra da konuya uygun biçimi ayarladım mı? Tamam. Başlarım yazmaya. 
			Heyecanla, kendimden geçercesine…” (Nurer Uğurlu, Orhan Kemal’in 
			İkbal Kahvesi, s.128).  
			Orhan Kemal daha okul 
			yıllarındayken sevmemiştir süslü sözlere, söz cambazlıklarına 
			dayanan “edebiyat” anlayışını. Batı Avrupalı gerçekçi yazarların 
			“kuru” tadını aramıştır o. Bir Balzac’ın, bir Stendhal’in, bir 
			Flaubert’in ya da bir Dostoyevski’nin… Öğrencilik yıllarında okuduğu 
			Türk yazınından örnekleri beğenmemiştir: “Pek azını ayrı tutarsam, 
			gerisi bana çok yavan geldiler. Suyuna tirit, derler ya. İşte öyle. 
			Bir şekil özentisi, bir üslup! Bunlar kötü şeyler değil, ama konu? 
			Konu ne olacak? Soyut aşk tekerlemeleri bıkkınlık verecek kadardı. 
			Hâlâ da bu terane sürüp gidiyor!..” (Nurer Uğurlu, s.101).  
			Orhan Kemal’in 
			yazınsal yapıtları da onun süslü sözlerden hoşlanmadığının dolaysız 
			birer kanıtıdır. Yapıtlarında şiirsellik yoktur onun, anlatımı 
			olabildiğince “kuru”dur. “Yaşasın Hürriyet” (1949) başlıklı öyküsü 
			bu durumu anlatı biçiminde verir. Söz konusu öyküde anlatıcı, 
			geçimini çeşitli işlerden sağlarken öyküleri de dergilerde 
			yayımlanmakta olan bir kişidir. Onun öykülerini dergilerden okuyan 
			uzaktan bir tanıdık bir gün kendi yazdıklarını dinletmek için onun 
			yolunu keser. Şunları söyler: “Senden bir hikâye okudum, mirim. O ne 
			mükemmel anlatış, o ne kuru, fakat canlı üslup!” O kişi, kendi 
			öyküsünü de şöyle tanımlar: “Seninki gibi kuru, fakat seninkinden 
			daha şiirli.” Adam bir de şiirini okur. Anlatıcı, ondan dinlediği 
			şiiri kendi kendine şöyle özetler: “Müşebbeh, müşebbihün bih, 
			mekniye, müşebbihün bihi mahzuf istiarelerle dolu, terkibi izafili, 
			takır tukur aruz.” 
			Çağdışı kalmış bu 
			yararsız Osmanlıca söz oyunlarını özlemle ananlardan Behçet 
			Necatigil Edebiyatımızda Eserler Sözlüğü adlı çalışmasında 
			Orhan Kemal’in Müfettişler Müfettişi adlı romanı için şunları 
			yazıyor: “Konusuna ve aldatılanların bu derece saflığına kolayca 
			inanılamayacak olan romanın başarı ve rahatça okunma şansı, 
			olayların çabuk çabuk sıralanışında ve kahramanları kısa kısa, 
			hareketli konuşturmasındandır” (s.341). 
			Orhan Kemal’in 
			yazınsal yapıtları, Necatigil’in de dediği gibi anlatı kişilerinin 
			karşılıklı konuşmalarından ve iç konuşmalarından alır canlılığını. 
			Orhan Kemal buna “muhaverenin diyalektiği” der (Fikret Otyam, 
			Arkadaşım Orhan Kemal ve Mektupları, s.110). Bu konuşmalardaki 
			çeşitli yerel ağız özellikleri, yerel renkler anlatılara “pitoresk” 
			bir tat katar. Pittore, İtalyancada resim yapmak demektir. Orhan 
			Kemal de birkaç fırça vuruşuyla resim yapar, portre çizer 
			anlatılarında: [“Sivri çenesi, kurnaz bakışlarıyla bir tilkiyi 
			hatırlatıyordu”, “bıyıklı bir kocakarı”, “ablak yüzlü, yuvarlak 
			kalçalı depo sahibi” vb.] ve kişilerini de o resimlerdeki 
			kişiliklerine uygun ağızlarla konuşturur. 
			Bu tür pitoresk 
			öğelerin Orhan Kemal’in anlatılarına bir renk, bir canlılık 
			kattığını kimse yadsıyamaz. Bu öğeler, öykülerin gerçek yaşamda 
			karşılıklarının olabileceği konusundaki inancımızı da pekiştirir. Bu 
			bakımdan Necatigil’in ileri sürdüğü Orhan Kemal’in romanındaki 
			kişilerin ve olayların inanılmazlığına ilişkin sanısına ortak olmak 
			bizce güçtür. Ülkemizde yaşanıp duran saflıkları, kurnazlıkları, 
			vurguncuları, vurgun yiyenleri, acıları görmemek, duymamak için kör 
			olmak, sağır olmak gerekir. 
			Ancak, yaşananlar ne 
			denli acı olsalar da, Orhan Kemal o yaşananlara ölçülü bir gülmece 
			tadı vermekten de geri durmamıştır. Yazar acı olayları anlatırken, 
			betimlerken, onları anlatı kişilerine anlattırıp yorumlatırken okur 
			olarak çoğu kez biraz gülümseriz, en azından bir gülümseme eğilimi 
			içine gireriz. Bu, Orhan Kemal’in iyimser bir yazar olmasındandır. 
			Orhan Pamuk’un da belirttiği gibi, Orhan Kemal’in öykü ve 
			romanlarında “yaşanarak kazanılan (bir) iyimserliğin iyi örnekleri” 
			hep vardır (Orhan Pamuk, “Orhan Kemal: Yitip Giden İyimserlik” 
			Öteki Renkler, s.178). Dolayısıyla, bu yalnızca yazarın 
			yaradılışından kaynaklanan bir iyimserlik değildir. Orhan Kemal, 
			bütün insanlığın içinde her şeye karşın bir iyilik olduğunu 
			deneyimleriyle görmüştür, iyimserliği daha çok da bundandır.  
			Orhan Kemal, Fikret 
			Otyam’a yazdığı bir mektupta (1957) Suçlu adlı romanından söz 
			eder ve şu belirlemeyi yapar: “Bu roman (…) En kötü insanın bile bir 
			iyi, bir insancıl, bir acıyan yanını gösterir. (…) Romanın tezi ‘En 
			fena insan bile insanların yardımı ile iyi yola gelebilir’dir. Bu 
			romanda karamsarlıktan eser yoktur. İnsanlar iyi-kötü yönleriyle 
			verilmişlerdir” (Fikret Otyam, s.113). Orhan Kemal bu anlayışına 
			“Aydınlık Gerçekçilik” adını verir. 
			Yaşar Kemal de bu 
			kanıdadır. Orhan Kemal’in yaşama direncini ve insanlara yönelik 
			iyimserliğini, umudunu şu gözlemiyle aktarıyor Yaşar Kemal: “Orhan 
			Kemal yaşadığı insanlarda gördü ki, en kötü koşullar içinde insan 
			yıkılmıyor” (Yaşar Kemal, “Orhan Kemal Umut ve Aydınlık” Binbir 
			Çiçekli Bahçe, s.182). Yıkılmayan insanoğlunun somut, canlı bir 
			örneğini vermek gerekirse, ilk örnek gene Orhan Kemal olur. Yaşar 
			Kemal’in yakından tanıklık ettiği gibi, Orhan Kemal, yaratıcı 
			gücüne, tükenmez insan sevgisine, özgün ve güçlü yazarlığına karşın 
			sayısız engellerle karşılaşmış, güçlüklerle, geçim darlığıyla baş 
			etmek durumunda kalmıştır. Orhan Kemal o güçlüklere, tıpkı 
			anlatılarındaki yoksul işçiler, yoksul emekçiler gibi çok çalışıp az 
			kazanarak dayanmaya çalışmıştır.  
			Orhan Kemal’in anlatı 
			kişileri bir yandan darlık, yoksulluk içinde kıvranırlarken bir 
			yandan da birbirlerini yemeye çalışırlar. Yoksulluklarının ve içinde 
			bulundukları kötü koşulların gerçek nedenlerini göremezler. Öfkesi 
			kabarıp sömürücüye karşı arada bir diklenen olursa da, sonu gelmez. 
			Gene eski düzen sürer gider. Oysa o kişileri öykü ve roman kişileri 
			olarak yaratan Orhan Kemal’de yerli yerine oturmuş, açıklık kazanmış 
			toplumcu bir dünya görüşü vardır. Ama yazar, tıpkı eskil çağın Yunan 
			tanrıları, Yunan tanrıçaları gibi davranır ve yarattığı anlatı 
			kişilerinin debelenmelerini, kavgalarını, çekişmelerini, 
			didişmelerini, savaşımlarını onlara çıkış yolunu göstermeden, 
			sevecenlikle, gülerek izler ve okurlara da onları gülümseterek 
			izlettirir.  
			Öykü ve romanlarındaki 
			kişilerin gözlerindeki perdeleri, önlerindeki engelleri kaldırmayan 
			Orhan Kemal’in de önüne yaşam boyu engeller konmuştur. Ama o, 
			engellerden “bencilce” yakınma yoluna gitmemiştir. Bu konuda 
			kendisine yol gösteren de bir anlatı kişisi olmuştur: Avare 
			Yıllar adlı romanındaki İzzet Usta, bir gün anlatıcının 
			yakınmalarını dinler ve ona şöyle der: “Demek (…) bütün insanlar ve 
			Allah, işlerini güçlerini bırakmışlar, seni, yalnız seni yere vurmak 
			için…” (s.80). İzzet Usta’ya göre, insanlardan yakınmak, 
			bencilliktir, bundan kurtulmak gerekir.  
			Orhan Kemal güçlükler 
			içinde yaşamış, önüne konan engelleri aşmak için didinip durmuş, ama 
			bencillikten kurtulmuş bir yazardır. Ne acı ki, onun önüne 
			sağlığında konulan engeller bugün de kaldırılmış değil. Uzunca bir 
			süredir Orhan Kemal üzerine yazılan tanıtıcı yazılar, değerlendirme 
			yazıları dergicilerin dosyalarında bekliyor, yayımlanmaları 
			engelleniyor ya da olabildiğince geciktiriliyor, kimi kez de hiç 
			kabul edilmiyor. Öyle ki, Orhan Kemal yok sayılmak mı isteniyor 
			dersiniz. Oysa Orhan Kemal’siz bir Türk yazını düşünülemez.  
			   |