| 
			  
			 
			Yazan:Emre Falay 
			Yazı Kaynağı:Düşle Edebiyat Dergisi 
			 
			Bir süredir düşLE’de kitaplarını okurlarımıza tanıttığımız, 
			toplumcu/sosyalist gerçekçi (kendi nitelemesiyle aydınlık gerçekçi) 
			öykü ve romanımızın ustalarından Orhan Kemal’in (Adana 15.09.1914 – 
			Sofya 02.06.1970) bir öykü kitabını daha bu ay sizlere sunmayı 
			yerinde bulduk. 
			 
			Önce Ekmek (1969 Türk Dil Kurumu ve Sait Faik Öykü Ödülü), Orhan 
			Kemal’in dönemin İstanbul’unda, büyük kentin kıyısında yaşamaya, 
			yaşam kavgası vermeye mahkum emekçi sınıfını, işsizlerini, 
			yoksullarını yansıttığı 17 öyküden oluşmaktadır. 
			 
			Kitaba adını veren Önce Ekmek, ilkokula devam eden Ayten’in 
			ailesinin yoksulluğu nedeniyle okulu bırakıp çalışmaya karar 
			vermesinin öyküsüdür. Her akşam İstanbul’un şaraphanelerinden fitil 
			gibi sarhoş dönen babası, her akşam şaraphaneden dönüşünde 
			kazanamadığını, geçinemediklerini söyleyip karısına kızıyla birlikte 
			çalışmalarını söylemektedir. Ayten’in babası da, ailesinin geçim 
			derdine, onbeşinde, boynunda işporta, sokaklara düşmüştür, bir 
			meslek sahibi olamamıştır. Ayten de şimdi karar vermiştir; okulu 
			bırakacaktır: “Bir zamanlar ilkokula kuş cıvıltılarını hatırlatarak 
			gidip geldiği mahalle arkadaşlarından pek çoğu gibi, o da artık veda 
			etmeliydi ortaokula. Ortaokula, ardından gelecek liseye, 
			üniversiteye, doktorluğa. Yarı aç yarı yok, birbirini kesen 
			sokaklarda dolmuş, otobüslerin vızır vızır gelip geçtiği caddeleri 
			yaya, beş parasız ama hiçbir şeye imrenmeden, hiçbir şeye benim olsa 
			diye bakmadan, iç geçirmeden gidip gelişlere de elvedaydı artık. 
			İlkokuldan sonra öğrenime sırt dönüp ekmek ardında koşan arkadaşları 
			gibi o da trikolarda çalışacaktı.” Okuldaki biyoloji öğretmeninin 
			aklına sokmasıyla, belki de komşuları varisli Hediye Nine’yi tedavi 
			etmeyi istediği için doktor olmayı isteyen Ayten, okulu bırakmak 
			zorundaydı. Çünkü Ayten’in babasına meyhanedeki emeklinin söylediği 
			gibi “Önce ekmek! (…) sonra başkası. Okumak, bir meslek sahibi 
			olmak, evet ama neyle! Önce ekmek, sonra her şey”. Bir akşam eve 
			yine sarhoş dönen babasının sövüp saymasına, karısına hiç olmazsa 
			“tahtaya git, çamaşıra git, aşçılığa git” diye söylenmesine izin 
			vermeden dizine oturur, sarılır Ayten ve düşüncesini açıklar: “Okulu 
			bırakıyorum babacığım!” Sonraki sabahtan itibaren trikolarda 
			çalışmaya karar vermiştir Ayten. Günlerden beri karısının ve kızının 
			çalışmasını isteyen babasının içinden pişmanlığa ve acımaya dair bir 
			şeyler geçer, ağlayacak gibi olur, bir şey söyleyemez. 
			 
			Önce Ekmek’te anlatılanlar, Ayten gibilerin, Ayten’in annesiyle 
			babası gibilerin öyküleridir. Düşle gerçek arasında gezinmekte olan, 
			İstiklal Caddesi’nde elinde izmariti çıplak ayaklarıyla dolaşan, 
			kendi gibi sokak çocuğu olan arkadaşlarıyla sinemanın büyüsüne 
			kapılmış, ancak kış gelirken sobanın mayıs ortalarına kadar yandığı, 
			kayıntının bol olduğu, barbutsuz günün geçmediği kodese girmek 
			isteyen Erdal; kışın, ceketini Siirtli’nin kahvesinde kumarda 
			ütüldüğü için kaptıran, soğuktan donmak üzere olan Sırık için yol 
			kesip birinin paltosunu üstünden almayı tasarlayan Sırık, onun 
			kısa-kalın arkadaşı ve bir köşede gizlenmiş avlarını beklerken 
			karşılaştıkları Berduş; kovboy kitaplarının düş dünyasında yaşayan, 
			ama bir yandan da işporta başında para kazanmaya çalışan, komşuları 
			Leman Abla’nın güzelliğine vurgun, dolmuş kahyası Bobi’nin ona iş 
			bulacağı umudunu taşıyan, Bobi’nin evlerine gelip de kız kardeşine 
			sarkıntılık ettiğini öğrenince ise iş bulmaya, geçim derdine 
			boşverip Bobi’ye rest çeken çocuk Tarzan; sinemanın getir götürcüsü, 
			güçsüz, çelimsiz, korkak Coni; genç yaşta verildiği, ama gönlü 
			çırağında olan kasabın, daha sonra çırağıyla birlikte olan, kasabı 
			vuran, mapusaneye, kadınlar koğuşuna düşen, çıkınca ise tek bildiği 
			iş olarak arabacılık yapan Zeliha; oğlu doktor çıkınca kendisini, 
			annesini, hatta yok yoksul, yaşam kavgası içindeki bütün mahalleyi 
			bedava tedavi edeceği günü düşleyen dondurmacı; doktor olmanın 
			hayalini kuran, bir yandan okuyup, diğer yandan mahalle mahalle 
			dolaşıp 50 kuruşa gazete satan, kışın bedeni bütün bunlara 
			dayanmayıp ölen gazeteci çocuk ve diğerleri… 
			 
			Ülkesinin, toplumun yoksul ezilen kesimlerinin gerçeklerini anlatır 
			Önce Ekmek’te Orhan Kemal. Bunu yaparken hor görmez onları, yerin 
			dibine geçirmez, aksine anlamaya çalışır onları, onların içindeki 
			iyi, insanca yanı göstermeye, insanı insanca yaşamaktan alıkoyanın 
			varolan düzen olduğunu göstermeye çalışır. Ve umut besler insanına, 
			ülkesine, dünyaya Orhan Kemal; her şeye rağmen… 
			 
			Önce Ekmek yaşam kavgasında ezilenlerin, ancak insanlığını, onurunu 
			korumaya çalışanların öyküsüdür… 
			 
			Kitabın arka kapağından: 
			 
			“…Önce Ekmek, Orhan Kemal hikayeciliğinin özelliklerini taşıyan 
			kitaplarından biridir. Bir çok hikayelerinde olduğu gibi burada da 
			yazar, toplumun o geniş alt yapısından gerçekçi gözlemlerini 
			ayırmıyor. Büyük kentin, İstanbul’un bir kıyıcığında yerleşmiş, 
			türlü yoksunluğa, çileye karşı varlığını sürdürmeye savaşan 
			halkımızın yaşamından değişik kesitler yansıtıyor. Orhan Kemal’in 
			hikayelerinde büyük ağırlığı olan ‘ekmek’ sorunu, bütün bir yaşam 
			savaşının simgesi, belkemiği durumundadır.” 
			 
			Önce Ekmek – Orhan Kemal – Tekin Yayınevi – 110 Sf. 
			 
			Temmuz 2005
  |