Ana Sayfa

KitapHaber.Net - Emre Falay - 20 Temmuz 2010

 

Ekmek Kavgası – Orhan Kemal

 



Yazan: Emre Falay
Yazı Kaynağı: Düşle Edebiyat

Orhan Kemal’in (Adana 15.09.1914 – Sofya 02.06.1970) öyküleri, içinden çıktığı toplumun, inandığı küçük insanın, düzen tarafından çirkefe bulanmış, geçim derdinde, aç, yoksul, evsiz, işsizlerin, işçilerin öyküleridir. Ve yine bu öyküler, Orhan Kemal’in hiçbir zaman yüz çevirmediği, içlerinde bir yerde hep iyi bir yan olduğunu bildiği, onlar adına hep umut beslediği insanlarının öyküleridir. Orhan Kemal’in “aydınlık-gerçekçi” yazın anlayışı, içinden çıktığı insanlarının yaşamını anlatırken, onların bunca çirkefi alt-üst yetecek güçte olduklarının farkına varmalarının da yolunu arar, yine kendi yaşamları içinde.

Ekmek Kavgası, İkinci Emperyalist Paylaşım Savaşı sırasında bu insanların, bizlerin, biz gibilerin yaşam kavgasını anlatan öykülerden oluşmaktadır.

Kitaba ismini veren öykü Ekmek Kavgası, bir Alay’ın bulunduğu yerleşke civarında yaşamaya çalışan evsizlerin, fakirlerin, yaşamak için Alay’ın çöplüğünden yemek artıklarını toplamak zorunda kalan insanların ve köpeklerin öyküsüdür. Alay zamanında yalınayak çocuklarla ihtiyar kocakarıların paslı teneke kutularını ağzına kadar doldurdukları ve bir şekilde yaşadıkları, artanlardan solucanların, köpeklerin, kargaların da nasiplendiği bu toprak, Alay’ın başka bir bölgeye gönderilmesiyle ve yerine bir Oto bölüğünün gelmesiyle bolluğu yitirir. “Yalınayak çocuklarla kocakarılar paslı kutularını daha önce doldurabilmek için çekişiyorlarsa da, köpekler arasında esaslı bir savaş başlamıştır” Gün gelip de Oto bölüğü de kalkınca, tencerelerden arsaya “pek pek, birkaç kemik, biraz ekmek içi” dışında bir şey dökülmez olur. Kış da bastırmak üzeredir. Ve ekmek kavgası başlar: Köpekler daha sinirli ve hırçındırlar artık. Kimi zaman bir kemik parçası için, bir parça ekmek için, insanlarla köpekler arasında bile kavgalar olur. İnsanı insanca yaşamaktan alıkoyan, insanın varoluşuna, insanlık onuruna aykırı bir düzendir bu. Aç ve yorgun kocakarılar ise Alay’ın olduğu eski günleri anarak, “Eeeeh, o günler de günmüş. Allah bundan ger komasın, zira beterin beteri var!” deyip avunurlar ve dünyanın ikinci paylaşım savaşını konuşurlar: “Bu askercikleri de ne demeye alıp götürdüler sanki buradan!” “Harp varmış harp! Moskof gene kafa kaldırmış diyorlar!” “Allah sen gösterme Yarabbi!” “Bundan geri koyma Yarabbi!”

Daha nicelerinin öyküsünü anlatır Orhan Kemal Ekmek Kavgası’nda. Koyun çalmaya gelen bir hırsızı öldürüp gömmekten onsekiz yıla hüküm giyen, tahtakuruları içinde bir yatakta yatan, mapusta her işe koşulan, ancak hiçbir zaman kimseye yaranamayan Trakyalırevir meydancısı Yusuf’un; sık sık hastalandığı ve rapor alıp işe gelmediği için iplikhane masuracılığı yaptığı fabrikadan çıkarılan, bundan sonra mahalle bekçisi olup da çıkarıldığı fabrikanın civarına bekçiliğe başlayan, bekçi olunca sınıf atladığını sanan ve işçileri küçümseyen, “amele milleti değil mi, bırak,” “onu bunu bilmem, amelelik namuslu insan harcı değil!…” diyen Ali’nin…

Söz gelimi “Ekmek, Sabun ve Aşk”ta hapishanede tanıştığı gardiyan Galip’in ve Galip’in yaşadığı aşkın öyküsünü anlatır Orhan Kemal. Orhan kemal’den kimi kitaplar isteyen Galip, sıradan insanın aşkını değil ilahi aşkı düşlemektedir belki de. Aşk üzerine düşürülmüş vecizeler bulunan kitaplar ister Orhan Kemal’den, böyle aşk vecizeleri de yazmaya çalışır kadınlar koğuşundan sevdiği kadına. Galip’in mektubuna sevdiği kadının verdiği cevap ise, küçük dünyası içinde kıstırılmış insanın düşsüzlüğü kadar, aşkın da yaşamın da mutluluğun da aslında çok küçük şeyler de bulunduğunu anlatır bize:

“Sevgilim,

Baharın bu nazik günlerinde gönderdiğiniz muhabbetnameyi aldım, derecesiz sevindim. Lâkin sen çok siyasi konuşuyorsun. Ben bu türlü laflardan anlamam. Kalp kalbe karşıdır. Sen beni seviyorsan, ben de seni seviyorum demektir, senin bana meylin düştüyse, benim de sana düştüğü tabiidir…

(…)

Dışarıdan bakan hiç kimsem yok. Laf aramızda, çamaşırlarım bitlendi. Bu yüzden kimse beni yanına sokmuyor, beni burunluyorlar. Hem de karnım hiç doymuyor. Bir tayını ben bir solukta yeyiveriyorum, bitip gidiyor. Şurda kırk gün bir cezam kaldı. Dışarıda ödeşiriz. Beni ciddi olarak sevdiğini anlayayım ki, bana bir kalın sabunla iki somun gönder!”

Başka kimler mi var Ekmek Kavgası’ndaki öykülerde! İplikhanede çalışan ve kendini asan gencecik Zehra; avukat babası vefat eden, annesi de bu acıya dayanamayıp ölen, o zamanların bolluk günleri bir anda yok olan, ancak elinden hiçbir iş de gelmeyen, işsiz, yarı aç adam; inşaatta çalışan kocası eve ekmek getirmeyen, bakkala borcunu ödemeyen, ancak genelevden de çıkmayan, kendisi ise bir dilim ekmeğe muhtaç, çocuğu aç olduğu için bedenini ekmek parasına inşaatın bekçisine satan Seyran; onaltı yaşındayken bir oğlanla kaçıp da oğlan onu bırakıp gidince etini satmak zorunda kalan, dayak yiyen, etini satmakla kazanamadığı için işi esrar satıcılığına döken, ama bütün erkeksi tavırlarına, bitirimliğine, kabalığına rağmen hep kendisini koruyup kollayacak bir erkeğe hasret kadın; fabrikada zorla onsekiz saat çalıştırılan işçilerin hakkını aradığı için ustabaşıyla takışan Celal Usta ve Celal Usta bu durumu İş Dairesi’ne ihbar edeceğini söyleyince Celal Usta’ya bir zarf içinde yirmbeş lira ile rüşvet vermeye çalışan fabrika sahibi; adam işsiz kalınca sefalete düşen, ceplerinde yetmişsekiz kuruşla yola çıkan bir aile ve kozasına acıyıp çalışmaya karar veren kadın; işsiz ve parasız olduğu için sahip olduğu kitapları voliyi vurmuş bir arkadaşına satmaya niyetlenen, ancak bunu gururuna yediremediği için eve yine ekmeksiz dönen adam ile onun çalışmaya karar veren karısı; aldığı maaş kendisi, karısı ve üç çocuğunu geçindirmeyen, bu yüzden üstüne başına yeni bir şey alamayan, yaz sıcağında sırtındaki kirli pardösüyü, pardösünün altında sadece eti ve zayıf bedeni olduğu için çıkaramayan muhasebe memuru; aldıkları piyango biletine vuracak ikramiyeyi düşünüp hayal kuran karı koca… Ve diğerleri…

Orhan Kemal’in öyküleri, olayları, insanları içimizde… İnsana yaraşır bir dünyanın düşünü ve umudunu ise Orhan Kemal’in öykülerinde bulacaksınız…

Kitabın arka kapağından:

Hikâyeler belirli bir zamanda yaşayan belirli insanların ruhlarını da inceliyor. İnsan ruhunun, içinde bulunduğu madde çevresine göre nasıl kalıptan kalıba girebileceğini sezdiriyor. Bir usta başının, bir Celal ustanın, bir çocuk Sami’nin duyuş, davranış farklarını tam bir gerçeklik içinde görüyor, artık Orhan Kemal’in bizi kandırmadığına inanıyoruz. Böylelikle hikâyeci, büyük doğa manzaralarının etkisinden daha da gerçek bir etki bırakıyor üstümüzde.”

Ekmek Kavgası, Orhan Kemal, Tekin Yayınevi, 143 s.

Haziran 2005

   
   

info@orhankemal.org