| 
			 
			
			 
			 
			 
			 
			 
			Yüzyıllar önce, ilkel komünal topluluklarda zenginlik de fakirlik de 
			ortakmış. O dönemde her şey, ama her şey kabilenin devamı için 
			yapılırmış. Dolayısıyla birilerini sömürmeye ya da başkalarının 
			emeği üzerinden geçinmelerine gerek yokmuş. Sonracığıma, insanlık 
			tarihindeki ilk büyük devrim, yani tarım devrimi olmuş. Ve ilk kez 
			çalışanların geçinmeleri için gerekli olanın kat be kat üstünde 
			“artı ürün” ortaya çıkmış. Bu artı ürün, zamanla birilerinin elinde 
			toplanmaya başlamaz mı? Başlamış. İşte bu başlangıç, sınıflı 
			toplumların taşlarını döşemeye de ön ayaklık etmiş. Hani kitaplar; 
			avcılıkta, bir kabile vahşi hayvanla savaşırken, kabilenin 
			gereksinimini önemsenirmiş derler… Yoook, tarım daha bireysel 
			yapılabiliyormuş. Burada kabile değil, sadece o sınırlı topluluk 
			olurmuş. Ve daha çok çalışıp, çok, daha çok çalışılıp, daha çok 
			kazanılır olunmuş.. 
			KADINLARIN YENİLGİSİ 
			Tarım ile birlikte hayvanların saban sürmede kullanılması da dahil, 
			erkeklerin kıllı kollarının gücü öne çıkmış. Kadınlar ise, bu 
			ürünleri işlemek üzere eve gönderilmişler. Fakat, bu o dönem için 
			doğal bir iş bölümüyken, sınıflı toplumlarda bir cinsin diğer cins 
			üzerindeki üstünlüğü sağlanmış. Soy ve miras kadınlar üzerinden 
			belirlenirken, erkekler üzerinden belirlenir olmuş. Kadınlar 
			toplumsal üretimde doğrudan yer alamamaya başlamışlar. Bu da, 
			kadınların tarihsel yenilgisine yol açmış. 
			 
			ORHAN KEMAL YARATICILIĞI 
			Orhan Kemal (15 Eylül 1914 - 2 Haziran 1970) Ustamız, 1986 yılında 
			yazdığı “Tersine Dünya” romanında insanların bu rollerini ters yüz 
			etmiş. Ancak, salt gülmece amaçlamamış Usta. Emeğiyle geçinen yoksul 
			insanların sıkıntılarını, özlemlerini, tutkularını, sözün kısası 
			"Orhan Kemal'in İnsanları"nı eşsiz yaratıcılığıyla ve de değişik bir 
			anlatım biçimiyle sergilenmiş. Mustafa Gültekin de almış, Orhan 
			Kemal'in karakterlerinin köklü ve yerli oluşunu gözden uzak 
			tutmadan; Orhan Kemal gerçekçiliğini, anlatımını ve didaktik 
			öğelerini asla savsaklamadan tiyatroya uyarlamış. Bakırköy Belediye 
			Tiyatroları da tutmuş, Turgay Kantürk yönetiminde sahneliyor 
			Yanılıyorsam lütfen bağışlayın, ama daha önce tiyatro için böyle bir 
			uyarlamanın yapıldığını anımsamıyorum. Ersin Pertan, 1994 yılında 
			film yapmıştı, biliyorum. Kulağınıza fısıldayayım, pek berbattı. 
			 
			ESERİN KONUSU 
			Bitirim Leyla’nın, gecenin zifiri karanlığında mahalleye naralar 
			atarak dalmasıyla başlıyor oyun. Evlerde, karılarını sabırla 
			bekleyen bıyıklarını süpürge etmiş, ömürlerini kadınlarına adamış, 
			çamaşır, bulaşık, yemek üçgeninde ömrünü törpüleyen erkekler var. 
			Olur mu, demeyin. Olmaz olmaz! Olur, olur!.. 
			Hele eser Orhan Kemal’in ise her şey olur. Erkek egemen dünyanın 
			figürleri bu kez kadınlar. Üçkâğıtçılık yaparak kocası Süleyman’ın 
			(Levent Tülek) ve oğlu Cemal’in (Alican Yücesoy) geçimini sağlayan 
			Bitirim Leyla (Gül Onat) oyunun eksenini oluşturmakta. Süleyman, 
			Leyla'nın dayağına, şiddetine maruz kalsa da, sevgisinden gram 
			eksiltmeyen, saf, namuslu bir ev erkeği. Mahallenin sempatik 
			kabadayısı Sarı Leman (Nurhayat Atasoy) ve bir tekstil fabrikasının 
			muhasebecisi Hayriye’ye (Didem Germen Aydın) kapılanmış, ev 
			işlerinde mahir Doğu kökenli Palabıyık Hasan (Mert Asutay) eserin 
			önde gelen karakterleri… Bitirim Leyla'nın bir mahalle kargaşasının 
			ardından hapse düşmesiyle her şey değişiyor. Yoklukla, yoksullukla, 
			olanaksızlıklarla cebelleşen, ama fevkalade saf bir hayat süren 
			“eski” gidiyor, yerine kısa süreçte en kısa yoldan para kazanıp 
			sınıf atlama telaşında, her türlü yanlışı kabullenen “yeni” geliyor. 
			Bitirim Leyla da “yeni”ye uyacaktır çaresiz. Bu yeni zaman 
			tiplerinin bir gece eğlencesinde olanlar olur, gecede silahlar 
			konuşur. 
			 
			TURGAY KANTÜRK’ÜN REJİSİ 
			Turgay Kantürk, kenar mahallede gözlenen toplumsal hareketliliği 
			gülmece diliyle eleştiren oyunu, müthiş bir dinamizm ve hiç 
			aksamayan bir ritimle sahneye taşımış. Farklı kültürlerden gelen 
			karakterleri kenar mahallede buluşturan Orhan Kemal’in bu 
			karakterlerinin hayata bakışını da, tiyatro diline aktarmayı 
			başarmış. Oyuna, sadece kadın ve erkek rollerini değiştirilmesi 
			olarak sığ bakmamış. Yabancılaştırma efektinin gerisindeki fevkalade 
			ciddi sorunu seyirciye aktarmış. Erkek egemen dünyada kadına verilen 
			rolün tragedyasını amaçlayan Orhan Kemal’in ereğine, ibret verici 
			güldürü öğeleriyle hizmet etmiş. Sıkıcı “black-out”lar yerine 
			araları müzikle, dansla doldurarak tablo değiştirtmiş. Müziği, 
			oyuncuların girmek zorunda oldukları mekânda, ama müziğin kendi 
			eylem alanında kurmuş. Davuldan, açılıp kapanan makaslardan, 
			birbirine vurulan sopalardan sözü, sözlerden jesti yakalamış. 
			Koreograf Pınar Ataer’in de katkısıyla gerçekten dört dörtlük bir 
			reji elde etmiş. Ama keşke oyunun bir yerlerinden hiç değilse yarım 
			saatini kesseymiş… 
			 
			YARATICI KADRONUN DİĞERLERİ 
			Turgay Kantürk – Emrah Eren imzalı şarkı sözleri gayet başarılı. 
			Prosodi bozukluğu yok. Murat İpek’in ışık tasarımını oyun açılışı 
			için eleştireceğim. Oyun açıldığında, Ayçın Tar’ın kestirmeden çözüm 
			ürettiği dekoru bir anlamda bozuyor. Tam ışıklandırma yaptığından 
			olsa gerek, seyirci mekânı anlayamıyor. Sarı Leyla’nın girdiği yer 
			mahallenin meydancığımıdır, yoksa bir hapishane koğuşu mu? Hele 
			polisler de ranzaların arasından girince… Oysa, sadece ortaya 
			soffitto’dan ışık verse, bence meseleyi çözecek. İki yandan 
			kullandığı mavi (kobalt) ışığa tablo değişimlerinde oyuncuların geç 
			girmesi ise, elbette İpek’in kusuru değil. Ama bakkal sahnelerinde 
			sahnenin sağını da aydınlatmasına ne gerek var? 
			 
			Gönül Sipahioğlu’nun kostümleri iyi. Ayçın Tar’ın dekoru da süssüz 
			püssüs, iyi çözümlenmiş. Tolga Çebi’nin müziği tek kelimeyle 
			mükemmel. 
			 
			OYUNCULAR 
			Önder Bulut’u, Esra Pamukçu’yu, Mehmet Rıza Leki’ni, Gülru 
			Pekdemir’i, Görkem, Gönülşen’i, Şirin Ç. Taşpınar’ı, Doğacan 
			Taşpınar’ı, Tugay Mercan’ı, Muhammet Çakır’ı, Yelda Baskın’ı, 
			Füruzan Aydın’ı, Tuğçe Kıltaç’ı, Muhsin Kurtaran’ı görevlerini 
			heyecanla yapan adlar olarak birer birer anmalıyım. Ali Rıza 
			Kubilay, Güneş K. Eren, Alican Yücesoy için “iyiler” diyeceğim. 
			Gülce Uğurlu, ses tonunu, dolayısıyla diksiyonunu ayarlayamadığından 
			söyledikleri anlaşılamıyor. Özden Çiftçi, hiç kuşkum yok ki, 
			yaratıcı imgelemi olan bir oyuncu. Zeyno Eracar, Başgardiyan’ın 
			tutkularını seyirciye ustaca aktarmakta. Didem Germen Aydın, dikkat 
			çemberini gene iyi yaratmış. Bu sezon, “Günün Adamı”ndan sonra, 
			“Tersine Dünya”daki Muhasebeci Hayriye canlandırmasında da, dikkat 
			çemberini küçük bir ışık huzmesi gibi içten duygularının rahatça 
			doğup gelişmesinde kullanıyor. Mert Asutay, mükemmel bir Palabıyık 
			Hasan yaratmış, özel olarak kutlanması gerek. Nurhayat Atasoy, yer 
			yer abartılı olsa da, Sarı Leman’a yakışmakta. Deneyimli oyuncu Gül 
			Onat, Bitirim Leyla’nın nasıl duyumsamak zorunda olduğunu ya da 
			duygularının hangi biçime girmesi gerektiğini pek düşünmemiş, ama 
			gene de Gül Onat gibi oynuyor. Levent Tülek ise, Süleyman’a dönük 
			olası tüm yaklaşımları bilmiş, anlamış ve bunları mükemmel kontrol 
			edebiliyor. Çok da dengeli… Kas sistemi de tam bir uysallık içinde. 
			 
			Ne yalan söyleyeyim, Levent Tülek bu kere özel alkış hak etmekte. 
			(Bakırköy Belediye Tiyatroları / Yunus Emre Sahnesi – Telefon: 0212 
			661 38 94 / 6, 14, 19, 20, 27, 28 Nisan Saat 20.30’da; 15 Nisan’da 
			15,30’da) 
			 
			Üstün Akmen 
			Evrensel Gazetesi  |