Bazı 
				filmler oluyor, bir derdi, bir söyleyeceği var diye daha 
				dikkatli kulak kabartıyoruz. 72. Koğuş gibi cezaevine, idama, 
				içerideki insanlık hallerine, paranın iktidarına, kadının ezilip 
				susturulmuşluğuna dair bir filmse mesela. Bir de bildiğimiz, 
				sevdiğimiz bir eserden yola çıkınca, anasını babasını 
				tanıdığımız çocuklar gibi merhametle kucağımıza alıyoruz onu. 
				Orhan Kemal ustanın 1940’larda geçen romanının bir kez daha 
				sinemaya uyarlanması gibi.
				
				2010’lar Türkiye’sindeki gibi bu medya teveccühünü görse, acaba 
				Orhan Kemal ne derdi? 72. Koğuş’ta yazdığı gibi hapiste yatan, 
				romanlarında anlattığı emekçiler, yoksullar gibi bir hayat 
				yaşayan çalışkan edebiyat işçisi, “Orhan Kemal’in ölümsüz 
				eserinden” lafını Hanımın Çiftliği ile 72. Koğuş ile sık sık 
				duyan izleyicinin çoğunluğu için yine de okunacak değil, 
				izlenecek bir isim o. 72. Koğuş’ta son haftalarda oyuncu kadrosu 
				ve kimi dikkat çekici sahneleriyle epey gündemde.
				
				Uyarlamalar hayata hep yenik başlar, malum. Çünkü sağlam bir 
				edebiyat eserini alıp beyaz perdede göstermek isterler. Ama tam 
				da o yüzden aynı sağlam yapıyı yansıtma sorumluluğu 
				omuzlarındadır. “Olmamış, o eser bunu mu anlatıyordu” demek 
				kolay ve çok kez mümkündür. 72. Koğuş için de denebilir bunlar. 
				Ama her film gibi o da kendi başına değerlendirilmeyi hak 
				ediyor.
				
				Zaten ilgili okurlar biliyor, Ayfer Tunç imzalı senaryo Orhan 
				Kemal’in romanını temel alsa da çeşitli değişiklikler içeriyor. 
				Bunu eleştirenler de belki çıkmıştır. Ama aslına bakarsanız bu 
				filmin sıkıntılı yanlarından biri değil. Hatta kadınlar koğuşu 
				kısmının geliştirilmiş olması öyküyü zenginleştirmiş ve filme 
				kadın meselesine dair güncel bir anlam katmış. Sonuçta film, 
				yani esasen senaryo, Orhan Kemal’in başkaca meramını öne 
				çıkarmak üzere yola çıkmış. 72. Koğuş romanı gibi konusu 
				insanlığın halleri ve küçük bir alanda kurulan iktidar 
				ilişkilerinin sınıflandığı ortamını aktarıyor.  
				
				‘TİYATRO’ KELİMESİNİ OLUMSUZ 
				KULLANMAK İSTEMEM AMA…
				
				Ama filmin sıkıntısı başka. Çünkü abartılı, teatral, yapay 
				üslubun kurbanı olunca bunu yansıtmayı başardığını söylemek ne 
				yazık ki güç.
				
				İnanın “Tiyatro” kelimesini olumsuz bir anlamda kullanmayı hiç 
				istemiyorum. Ama neredeyse tamamen tiyatro sahnesi düşünülerek 
				tasarlanmış bir filmin sinema perdesinde yapmacık durmasına 
				nasıl suskun kalayım.
				
				Film 1940’lar Türkiye’sinin kıtlık günlerinde geçiyor ya bunu 
				girişte bir tavuk kemiğini kapışan insanlarla bize sunuyor. İşte 
				daha burası için lezzetli görünen tavuk kadar pişmiş diyemem, 
				sahne gayet çiğ. Öykünün odak noktalarından biri adem babalar, 
				yani en yoksuldan da yoksulların kaldığı 72. Koğuş ahalisi. 
				Düzgün bir adam olan Ahmet Kaptan’a annesinin yolladığı 150 lira 
				dengeleri altüst ederken bize de hapishanenin keskin biçimde 
				kastlara ayrılmış düzeninin nasıl fena halde paraya dayandığını 
				gösteriyor.
				
				Ama işte Orhan Kemal’in kaleminde çok sahici olacak bu yoksulluk 
				manzarası filmde sadece abartı ve eğretilik olarak yansıyor. 
				Eşit aralıklarla yan yana dizilip tam bir çember oluşturmuş kuru 
				fasulyenin pişmesini bekleyen adem babalar gibi belki tiyatroda 
				estetik olacak planlar yapay bir tad bırakıyor.
				
				Öykünün ikinci parçası, kadınlar koğuşu, nispeten daha iyi. Hem 
				Hülya Avşar ve Songül Öden karakterlerini iyi taşıyorlar, hem de 
				Yavuz Bingöl ve Kerem Işık’ın sıktığı seyirciye nefes 
				aldırıyorlar. Birde zengin, pis, tecavüzcü herifi oynayan filmin 
				kötü adamı Civan Canova da keşke o kadar abartılı oynamasaydı 
				demek lazım. İdamlık Meryem ve gardiyanın oyununa gelen Ahmet 
				Kaptan’ı aşkından meczuba çevirdiğinden haberi bile olmayan 
				güzel Fatma bu cephenin kader kurbanı öyküleri.
				
				Eser sağlam, oyuncular kısmen başarılı olsa da nihayetinde asıl 
				mesele bunlarla ilgili değil. Belki saf diyeceksiniz ama bu 
				yapaylığın esası hepten zedelemediği konusunda iyimser olmaya 
				çalışıyorum. Hani adem babaların parası bitince Ahmet Kaptan’a 
				sırt çevirmelerinin ya da parasıyla herkesi satın alan, 
				alamadığına saldıran Halil Ağa’nın doğru dürüst anlatılamadığı 
				için “mayası kötü” falan gibi ilkel bir şekilde 
				yorumlanmayabileceğine inanmak istiyorum.
				
				Bağlamı biraz genişletirsek; 72. Koğuş, Sineklerin Tanrısı ya da 
				Deney gibi küçük bir evrende insanın doğasının sınırlarını 
				tartışan bir eser olarak düşünmeye değer. Bu kulvardaki farkını 
				sınıfsal yapının iktidar ilişkilerinde belirleyici olduğu 
				vurgusuyla belli ediyor. İşte bu filmden de keşke daha çok belli 
				olsaydı da finaldeki “Her şeye rağmen” mesajını filme gönül 
				rahatlığıyla uygulayabilseydik. Hani 72. Koğuş’a göre her şeye 
				rağmen umudu kesmemek gerek ya; belki filmin sadece iyiler ve 
				kötüler ayrımından öte izleyiciyi içinde yaşadığımız dünyaya 
				dair düşünmeye teşvik edeceği ve keyifle izleneceği konusunda da 
				öyle. Her şeye rağmen önümüzdeki filme “Yapmacıkıncı Koğuş” 
				adını takmamak daha iyi.
				
				[email protected]
				
				72. Koğuş
				Eser: Orhan Kemal
				Senaryo: Ayfer Tunç
				Yönetmen:
				Murat Saraçoğlu
				Oyuncular: Yavuz Bingöl, Kerem Alışık, Hülya Avşar, Songül Öden, 
				Fuat Onan,  Ahmet Mekin, Osman Albayrak, Nursel Köse, Civan 
				Canova