Orhan Kemal’in Sosyal Uyanışı
				
					
					Toplumcu gerçekçi sanatın ülkemiz edebiyatındaki usta 
					isimlerinden biri olan Orhan Kemal (Mehmet Raşit Öğütçü, 
					1914-1970), ilk sosyal uyanışının ilk aşkıyla başladığını 
					söyler. İşçi Mehmet, bir Rum kızı olan Eleni’ye aşık 
					olmuştur; fakat üstü başı kötü olduğu için kıza 
					yaklaşamamakta, alay eder korkusuyla ondan hep kaçmaktadır.
				
					
					“Ve bir gün ayağımdaki eski pantolondan utandığımı 
					söyledim. ‘Sen neden utanıyorsun, zenginlerimiz utansın. 
					Aldırma böyle şeylere, boş ver’ dedi. İşte bende ilk sosyal 
					uyanış galiba bu Rum kızıyla başladı”[1].
				
					
					Fabrikada başlayan bu uyanış kahve köşelerinde sürer. 
					Ortaokul üçüncü sınıftan sonra okula devam etmeyen Orhan 
					Kemal, öğretmenlerin yerini tutacak bazı ustalar edinir 
					kendine Giritli’nin Kahvesi’nden, Nadir’in Kahvesi’nden…
				
					
					“Ve bir gün, bir kahve köşesinde tanıdığım işçi dostum 
					İsmail Usta… Sonra kitaplar… Birçoğu İsmail Usta’nın hediye 
					ettiği kitaplar… Serseriler, Stepte, İstratsi Mordatsi, La 
					dam O Kamelya, Madam Bovari, Jerminal, Benim 
					Üniversitelerim, Kroyçer Sonat, Umumi Tarih, Fransız 
					İnkılabı Tarihi…”[2]
				
					
					İsmail Usta’dan sonra Selahattin Usta, Ali Şahin, Dayı Remzi 
					gibi solcu kişilerle de tanışır Orhan Kemal. Bu yeni 
					arkadaşlar yavaş yavaş Orhan Kemal’i uyandırmaya, ona okuma 
					zevki aşılamaya koyulurlar. Orhan Kemal ilk yazı 
					denemelerine işte bu yıllarda başlar. Orhan Kemal’in 
					kalemini bileyecek ve onu doğru alanda yazmaya yönlendirecek 
					kişi ise Nazım Hikmet’tir.
				
					
					Orhan Kemal askerdeyken tezkere almasına kırk gün kala bir 
					ihbara uğrar ve tutuklanır. Kendi deyişiyle “komünizmin ne 
					olduğunu bilmediği bir sırada, sırf Nazım Hikmet’in 
					kitaplarını okuduğu iddiasıyla” mahkemeye sevk edilir, beş 
					yıla hüküm giyer. Nazım Hikmet’in kitaplarını okumak Orhan 
					Kemal’e hüküm giydirse de, bu hüküm ona yazarın kendisiyle 
					tanışma, hatta öğrencisi olma imkanı sunar. Orhan Kemal 
					Bursa Cezaevi’nde Nazım Hikmet’in yardımıyla kültür ve sanat 
					bilgisini geliştirir, ondan Fransızca, ekonomi, felsefe ve 
					edebiyat dersleri alır, ödevlerini dikkatle yerine getirir.
				
					
					“Her gün yedi sekiz saat, bazen daha çok ders 
					çalışıyordum. ‘Onunkiler gibi’ şiirler de yazıyordum ama, 
					ona göstermeye cesaret edemiyordum henüz. Onunkiler ne kadar 
					pürüzsüzdüler, az sözle ne kadar çok şey anlatabiliyorlardı! 
					Halbuki benimkiler baştan başa takır tukurdu, baştan başa 
					kılçık dolu”[3].
				
					
					Orhan Kemal hece ölçüsüyle yazdığı romantik şiirlere bir son 
					verip Nazım Hikmet’inki gibi şiirler yazmaya çabalasa da, 
					daha sonra şiiri de bırakarak Nazım Hikmet’in önerisiyle 
					öykü ve romana yönelir.
				
					
					“Ayaklarında takunya, koşarak yanıma geldi. Elinde benim 
					roman müsveddesi. Yüreğim hop etti. Sandım ki şiirlerimde 
					olduğu gibi, romanımı da tenkid edecek, beni yerlere 
					geçirecek. Öyle olmadı. ‘Bunları sen mi yazdın?’ dedi. 
					Çekine çekine: ‘Evet’ dedim. O büyük bir heyecanla –Evet, 
					heyecanla–: ‘Bırak şiiri miri birader, hikaye yaz, roman yaz 
					sen’ dedi, ‘Şiirle ne uğraşıyorsun?’ O günden sonra 
					başladım”[4].
				
					
					Orhan Kemal yazdığı öykü ve romanlara önce kendi yaşamından 
					başlar. Baba 
					Evi’ndeki o sorumsuz yaşamının hesabını vere vere Avare 
					Yıllar’ın başıboş delikanlısından bilinçli bir insan 
					doğurur. Kendi yaşamının bilinç aşamasını sona erdirdikten 
					sonra ise artık büyük yapıtlarını yazmaya hazırdır. Önce 
					Çukurova’nın ezilmiş, yaşamları hiçe sayılan küçük 
					insanlarının kaderine eğilir, sonra şehirlerin kenar mahalle 
					insanlarını ele alır. Toplumcu gerçekçi bir sanat 
					anlayışıyla bu tiplerin olumlu yanlarını vurgulamayı, 
					konusuna iyimser bir bakış açısıyla yaklaşmayı amaç edinir. 
					Türk öykü ve romanından sonra Türk tiyatrosunda da toplumcu 
					gerçekçi çizginin usta isimlerinden biri olur.
				
					
					
					Kendi Edebiyatından Sahneye
				
					
					Orhan Kemal’in kalemiyle yaşamını kazanma serüveni içinde 
					tiyatro, öykücülük ve romancılıktan sonra gelse de, yazma 
					alıştırmaları ilk “tiyatro oyunu denemeleriyle” başlamıştır. 
					Orhan Kemal’in kendi kaleme aldığı beş tiyatro oyunu vardır. 
					Bu oyunlar yazarın kendi roman ve öykülerinden yaptığı 
					uyarlamalardır. Oyunların hiçbiri baştan sahne için 
					yazılmadığından, her biri sahneye aktarılırken yepyeni özler 
					kazanmıştır.
				
					
					Orhan Kemal’in oynanan ilk oyunu İspinozlar’dır 
					(1964). Devlet 
					Kuşu adlı 
					romandan oyunlaştırılan Balina adlı 
					oyun, İspinozlar ve Yalova 
					Kaymakamı adlarıyla 
					sahnelenmiştir. Oyunda yoksul bir göçmen ailesi sınıf 
					atlayabilmek için oğulları Mustafa’yı vurguncu bir adamın 
					kızıyla evlendirmek istemektedir. Yazarın sahneye çıkan 
					ikinci yapıt ise 72. 
					Koğuş’tur (1967). O zamana dek kıyısından köşesinden 
					anlatılan hapishane yaşamı ilk kez Orhan Kemal’in kaleminden 
					sahneye 72. 
					Koğuş’la gelir. Oyunda, koğuştaki “Adem baba”ların 
					sefalet içindeki yaşamları Kaptan’a gelen parayla kısa 
					süreliğine değişir. Yazarın sahneye taşınan üçüncü oyunu, Eskici 
					ve Oğulları adlı 
					romanından sahneye uyarladığı Eskici 
					Dükkanı’dır (1968). Oyunda, toplumda yenileşme hareketi 
					karşısında gittikçe ufalan küçük esnafın düştüğü zorluklar, 
					bu değişime direnen Topal Eskici üzerinden anlatılır. 
					Yazarın görebildiği son oyunu ise Murtaza adlı 
					romanından uyarladığı Bekçi 
					Murtaza adlı 
					oyunudur (1969). Oyunun baş kahramanı Murtaza saplantılı 
					görev aşkını “vazife bir” sırasında kendi çocuğunu öldürecek 
					kadar ileriye götürür. Orhan Kemal’in son oyunu ise Kardeş 
					Payı’dır (1970). Yazarın ömrü, aynı adlı öyküsünden 
					uyarladığı bu oyunu sahnede izlemeye yetmez. Kardeş 
					Payı ancak 
					yazarın ölümünden sonra seyirciyle buluşur. Oyunda, 
					hamalbaşı tarafından emekleri sömürülen hamalların zorlu 
					çalışma yaşamları ve aracıdan kurtulma çabaları anlatılır. 
					Orhan Kemal kendi edebiyatından uyarladığı oyunlarda da 
					toplumcu gerçekçiliği korumuştur.
				
					
					
					Toplumcu Gerçekçiliğin Çizgileri
				
					
					Toplumcu gerçekçilik üzerine Marksist estetikten beri birçok 
					inceleme yapılmış, bugüne dek bu kuramı tanımlayan birçok 
					görüş ileri sürülmüştür. Bu görüş çeşitliliği içinde biz, 
					toplumsal gerçekçiliği diğer yansıtma kuramlarından ayıran 
					bazı ana çizgileriyle ele alacak, Orhan Kemal oyunlarında 
					toplumsal gerçekçiliğin izlerini bu doğrultuda süreceğiz.
				
					
					Toplumcu gerçekçiliğe göre sanat yansıtmadır; fakat bu kuram 
					diğer yansıtma kuramlarından önemli noktalarla ayrılır. 
					Toplumcu gerçekçilik natüralizmde olduğu gibi olanı olduğu 
					gibi yansıtmaz, önemli ve önemsiz olanı ayırıp seçerek onu 
					toplumsal bir bakış açısıyla ele alır ve toplumsallaştırdığı 
					bu gerçekliği eleştirir. Toplumcu gerçekçilik 
					toplumsallaştırdığı gerçekliği eleştirirken, eleştirel 
					gerçekçilikte olduğu gibi toplumda tipik olanı kavrayıp 
					eleştirmekle de kalmaz. Eleştirilen toplumsal gerçekliktir, 
					ama bu gerçeklik “devrimci gelişme” içinde görülür ve tarihi 
					bir somutlukla emekçi sınıfın eğitimi gözetilerek 
					yansıtılır. Böylece toplumcu gerçekçilik toplumsal 
					gerçekliği olumlu bir görüş açısıyla yorumlayarak topluma 
					yol gösterir. Ernst Fischer’dan bir alıntıyla: “Toplumcu 
					gerçekçilik sanatçının temelde toplumu benimsemesiyle ve 
					olumlu bir toplumsal görüş açısıyla zenginleşmiş eleştirel 
					gerçekçiliktir”[5].
				
					
					Toplumcu gerçekçilik benimsediği toplumun çıkarlarını 
					bireyin çıkarlarına üstün tutar. Bireysel sorunlara yer 
					verilse bile, bunlar salt bireysel olgular olarak değil, 
					toplumsal sebep ve sonuçlara bağlı olarak sunulur ve bireyin 
					toplumu anlamlandıran davranışları esas alınır. Bu yüzden 
					toplumcu gerçekçiliğin kahramanı olumludur.
				
					
					Toplumcu gerçekçiliğin olumlu kahramanı, toplumcu gerçekçi 
					sanatın görüş açısını yansıtır. Toplumcu gerçekçi sanatçı, 
					emekçi sınıfın tarihsel görüş açısına sahiptir. Emekçi 
					sınıfın, doğmakta olan yeni toplum düzeninin amaçlarıyla 
					temelde anlaşmıştır. Ağırlıklı olarak kendi yaşamındaki 
					gözlem, izlenim ve tecrübelere dayalı olarak elde ettiği 
					sosyal olayları Marksist dünya görüşü, bakış açısı ve toplum 
					analizi terimlerine bağlı olarak sergiler. Gerçek yaşamdan 
					aldığı konuları olduğu gibi değil, Marksizme göre yeniden 
					şekillendirerek; ayıklayıp, seçip, düzenleyip tanımlayarak 
					sunar ve bu yeniden düzenleme sonucunda yeni bir düzene kapı 
					açar.
				
					
					Toplumcu gerçekçilik yeni bir toplum düzeninin doğmakta 
					olduğunu haber verir. Mevcut olan bir durumu ve tipleri 
					vermekle yetinmez, mevcut olanın göçmeye mahkum olduğunu 
					bilerek bir yandan bunu belirtir, diğer yandan da henüz 
					mevcut olmayan ve belki varlığı pek sezilmeyen yeni bir 
					toplumun, yeni bir kültürün doğmakta olduğunu gösterir, 
					geçmişten bugüne uzanan tarihsel dönemden yola çıkarak 
					umutla öngördüğü geleceği bildirir. Radek’ten bir alıntıyla: 
					“Toplumcu gerçekçilik şu anki gerçekliği bilmek değil, 
					bunun nereye doğru gittiğini bilmektir”[6].
				
					
					Bir yanıyla sürekli geleceğe bakan toplumcu gerçekçilik yeni 
					gerçekleri beraberinde getirir, yeni gerçekleri anlatabilmek 
					için de yeni anlatım yolları kullanır. Kendini zamanla 
					birlikte sürekli yenileyen toplumcu gerçekçiliği belirli bir 
					çerçeveye oturtmak için onun bu hızını yakalamak pek de 
					mümkün değildir. Zaten bu devrimci özelliği nedeniyle 
					günümüze değin bu kuramı tanımlayan birçok görüş ileri 
					sürülmüş ve hala sürülmektedir.
				
					
					Toplumcu gerçekçiliği tanımlamak için söylenmiş sözlere bir 
					yenisini daha ekleyecek olursak: Toplumcu gerçekçilik, 
					geçmişte emeği harcanmış olanlarda sabaha hasadı alacakları 
					umudunu uyandıran bir gün doğumu öncesi vaktidir.
				
					
					
					Toplumcu Gerçekçiliğin İzleri
				
					
					“Ben tanıdığım insanları yazdım” diyen Orhan Kemal’in 
					gerçekçi oyun kişileri, kurmaca kişilerin yeryüzünde yürüyen 
					ve gölgesi toprağa düşen en iç sıkıcı insana kıyasla sadece 
					bir torba kemikten ibaret olduğunu savunan postmodernist 
					görüşe karşı bir gerçeklikle yoğrulmuş olup, sahnede ete 
					kemiğe bürünerek adeta toplumumuzda soluk alan birer insan 
					olmuşlardır. Orhan Kemal’in oyun kişileri ile toplumdaki 
					kişiler arasında benzerlikler kurmak kolaylıkla mümkündür. 
					Bu bize Orhan Kemal’in toplumun içinden çıkmış bir yazar 
					olarak ne kadar iyi bir gözlemci olduğunu da gösterir. Ancak 
					sadece gözlem yeterli değildir. Orhan Kemal tanık olduğu 
					gerçekleri kendi süzgecinden geçirerek yansıtır. Hamalların, 
					küçük esnafın, koğuş insanlarının, fakir bir göçmen 
					ailesinin, bir bekçinin gerçeği toplumdaki birçok gerçeğin 
					arasından seçilmiş, kişiler toplumcu gerçekçiliğe uygun 
					olarak yeniden tasarlanmıştır. Örneğin, 72. 
					Koğuş’taki “Adem baba”ların her biri toplum içinden 
					seçilerek aynı koğuşa koyulmuştur. Hiçbiri tesadüfen o 
					koğuşta değildir. Hepsi de kişilikleri ve eylemleriyle 
					yazarın toplumsal bakış açısını ortaya koymakta birer rol 
					oynar. Oyun kişileri isimsiz, bu yüzden de sahipsiz 
					değildir. Kişiler hiçbir zaman 1. Adam, 2. Kadın gibi salt 
					cinsiyetlerine göre adlandırılmaz. Hemen hemen hepsinin 
					(Birkaç sarhoş, emekli, vb. dışında) kişilik özelliklerini 
					yansıtan birer ismi ya da lakabı vardır. Onların kişilik 
					özelliklerini sadece isimleri değil, konuşma dilleri de 
					yansıtır.
				
					
					Orhan Kemal’in oyun kişilerindeki gerçekçilik daha çok yerel 
					dil özelliğinden kaynaklanır. Orhan Kemal yapıtlarında 
					konuşma diline büyük önem veren bir yazardır. Oyun 
					kişilerinin dil özellikleri gündelik, akıcı, kültür 
					düzeylerini ve yaşanılan koşulları yansıtacak niteliktedir. 
					Gerçek yaşamda olduğu gibi dilde yinelemeler, yarım kalmış 
					tümceler, argo deyişler kullanır sık sık. Bunu yaparken, 
					yerel özelliklerin evrenselliğe hiçbir zarar vermeden 
					toplumsal gerçekliği yansıtmada etkili olmasını sağlar. 
					Orhan Kemal bir yazarın ancak yerel kapılardan uluslararası 
					ortama açılabileceğine, yapıtında beşeri tarafları 
					yansıtabildiği oranda uluslararası bir güce ulaşabileceğine, 
					kökü mutlaka sınıf gerçeğine dayanan, insana dayanan yeni 
					yollar arayıp bulduğu oranda evrensel yapıtlar ortaya 
					koyabileceğine inanmaktadır[7].
				
					
					Orhan Kemal toplumcu gerçekçi bir yazar olarak oyunlarında 
					işçi sınıfının eğitimini gözeten bir tutum sergiler. Kardeş 
					Payı’ndaki Delibozuk, bir ilkokul öğrencisi olan 
					Hüseyin’den okuma-yazma öğrenmeye çalışır. İlerlemiş yaşına 
					rağmen okumak, doktor olmak istemektedir. İşçi sınıfının 
					eğitimi sadece okuma-yazma öğrenimiyle sınırlı değildir. 72. 
					Koğuş’ta Kaptan’la, içimizdeki insanın hiçbir koşulda 
					ölmeyeceği; Eskici 
					Dükkanı’ndaki Topal Eskici’yle, dış güçlere karşı nasıl 
					direnileceği; İspinozlar’daki 
					Mustafa, ailesi ve arkadaşlarıyla, kapitalist düzende sınıf 
					atlama isteğinden vazgeçmek gerektiği, Bekçi 
					Murtaza’daki Murtaza’yla, mevcut bozuk düzenin adamı 
					olmanın yıkımla sonuçlanacağı konusunda yol gösterir yazar.
				
					
					Orhan Kemal’in oyunlarında, eğitimi gözetilen sınıf 
					uyanmakta, bireyler değişmekte, oyunların sonuna doğru 
					idealleşme çizgisi yükselmekte ve ezilenlerin birlik gücü 
					açığa çıkmaktadır. 72. 
					Koğuş’un sonunda, Kaptan’ın pencerenin önünde soğuktan 
					donup öldüğü anlaşılınca, Kara ve arkadaşları bir olup büyük 
					bir güç haline gelerek Bobi ve Berbat’ın üzerine yürür. Kardeş 
					Payı’nda Hacer ve Delibozuk, Gafur’a karşı meydan 
					okurlar. İspinozlar’da 
					Mustafa, ailesi ve arkadaşları şerefleri için milyonları 
					ellerinin tersiyle iter. Eskici 
					Dükkanı’nda Topal Eskici, dükkanını satın almak için 
					Amerikalıların teklif ettiği yüklü parayı tek kelime etmeden 
					reddeder. Emekçi sınıfı uyandırmayı ve birlik sağlayarak 
					eyleme geçirmeyi amaç edinmiştir yazar.
				
					
					Orhan Kemal, oyunlarında toplumun çıkarlarını bireyin 
					çıkarlarına üstün tutar. 72. 
					Koğuş’taki “Adem baba”ların, Kardeş 
					Payı’ndaki hamalların, Eskici 
					Dükkanı’ndaki esnafların,İspinozlar’daki fakir 
					göçmen ailesinin, Bekçi 
					Murtaza’daki “vazife” adamlarının nasıl şartlar altında 
					olduklarını bilerek, onlara bir yere kadar hak vermesine 
					rağmen, önemli olanın toplum çıkarları olduğuna inandığından 
					buna göre bir eleştiri ve yorum getirir. Kişilerinden, hangi 
					şartlar altında olurlarsa olsunlar bazı toplumsal değerlere 
					sahip olmalarını ve bu değerleri yaşatmalarını bekler.
				
					
					Orhan Kemal oyunları, göçmeye mahkum olan düzenin yerine 
					yeni bir düzenin doğmakta olduğunu haber verir. Berbat’lar, 
					Gafur’lar, Murtaza’lar yıkıma sürüklenecek; birlik içindeki 
					emekçi sınıf yükselişe geçecektir. Seyirci, göçmeye mahkum 
					bu düzen içindeki son zorluklara tanık olur. Doğmakta olan 
					düzene sahnede tanık olamasa da, geçici süre için bile olsa 
					ortak katılımla birlik içine girer ve yeniyi kurmak için 
					kendinde güç bulur. Toplumcu gerçekçiliğin verdiği bu güç, 
					Orhan Kemal oyunlarındaki değişimde mevcuttur. Kardeş 
					Payı’nın sonunda, Gafur’u önüne katıp götürecek gücü 
					kendinde bulan Hacer ve yara almasına rağmen güçlükle ayağa 
					kalkıp yaşamakta diretecek gücü kendinde bulan Delibozuk 
					sahneden çıkarken, seyirci de kendinde benzer bir güç 
					bulacaktır.
				
					
					Orhan Kemal oyunları yeni bir düzeni haber vermekle kalmaz, 
					yeni düzenin kendiliğinden kurulmayacağını, bu düzeni 
					kuracak olanın ezilen, sömürülen, kurban edilen insanlar 
					olduğunu gösterir. 72. 
					Koğuş’taki “Adem baba”ların Kaptan’ı kurtarmak amacıyla 
					paralarını, ceketlerini, pantolonlarını, ayakkabılarını, 
					yatak-yorganlarını vermek istemeleriyle anlatır bunu yazar. 
					“Adem baba”lar artık uyanmıştır, Berbat’a artık kimse 
					meydancı olmak istememektedir. Berbat’ın deyişiyle “bitleri 
					fena kanlanmıştır.” Gardiyan’ın “solucan”, “rezil”, 
					“mikrop”, “hergele”, “Allah’ın acımadığı haşarat” olarak 
					gördüğü ve gazyağıyla yakmak gerektiğine inandığı koğuş 
					insanları, onları “adam” yerine koyarak, içlerindeki 
					“insan”ı uyandıran yeni düzen için umut verici kişilerdir. 
					Geleceği kuracak olanlar ise, geçmişte emeği harcanmış olan 
					bu kişilerdir. Gelecek ise bir değil, birlik adım öndedir.
				
					
					Orhan Kemal, oyunlarında mevcut gerçekliği göstermekle 
					kalmaz, geçmişten bugüne bakarak toplumsal bir öngörüyle 
					içinde bulunulan gerçekliğin nereye doğru gitmekte olduğunu, 
					yaşamda gördüğü ve yapıtlarında yansıttığı çelişkilerin 
					nereye varacağını belirtir. Orhan Kemal’in tutumu, toplumcu 
					gerçekçiliğin tutumu gibi, kapitalist düzenin sanatından 
					ayrıdır. Orhan Kemal, oyunlarında düzensizliğini yerdiği bir 
					toplumun düzene girmesini istemekle, o toplumu teşkil 
					edenlerden her birinin ekonomik özgürlüğünü istemektedir. 
					Aracılardan, haraç kesenlerden, baskı kuranlardan 
					kurtulmalıdır toplum. Murtaza’ların saplantılı bir 
					bağlılıkla tarafında oldukları düzen, yerini emekçi sınıfın 
					emeğinin karşılığını alacağı yeni bir toplum düzenine 
					bırakacaktır. Mevcut düzenin kahramanları kaybedecek, yeni 
					düzenin kahramanları doğacaktır.
				
					
					Orhan Kemal’in kahramanları toplumcu gerçekçiliğin olumlu 
					kahramanlarıdır. 72. 
					Koğuş’un Kaptan’ı, Eskici 
					Dükkanı’nın Topal Eskici’si, Kardeş 
					Payı’nın Delibozuk ile Hacer’i yaşadıkları tüm zorluklar 
					içinde güçlü birer kişiliğe sahiptir. Halk çok acı 
					çekmiştir, ama kendi başına çıkar yolu kestirememektedir, 
					eğitime ve bir yol göstericiye, bir lidere muhtaçtır. Bu 
					kişiler karşılaştıkları bazı güçlükleri yenerek yazarın 
					kendilerine verdiği görevi yerine getirmeye çalışır, ya da 
					gelecekte bu güçlüklerin aşılacağı, bu görevi başkalarının 
					yerine getireceği umudunu verirler. İspinozlar’daki 
					göçmen ailesi oyunun sonunda olsa da bir karşı duruşla bu 
					görevi yerine getirir. Bekçi 
					Murtaza’da ise Murtaza yazarın diğer oyunlardaki baş 
					kahramanlardan farklıdır. Murtaza toplumcu gerçekçiliğin 
					olumlu kahramanının tersine bir anti-kahramandır; çünkü 
					toplumcu gerçekçi bir bakış açısıyla eleştirilen mevcut 
					düzenin vazife adamıdır. Murtaza toplumcu gerçekçiliğin bir 
					kahramanı olmasaydı, belki bir anti-kahraman olmaz, sonu da 
					yıkımla bitmezdi. Bozukluğu eleştirilen düzenin “olumlu” 
					kahramanını bir anti-kahraman olarak ele alması üzerinden, 
					oyunun, toplumcu gerçekçiliğin olumlu kahraman ilkesine bir 
					gerçekliği tersyüz ederek uyduğu söylenebilir.
				
					
					Orhan Kemal geleceğe umutla bakmaktadır. Birey olarak 
					iyimserliğini “Fiskufücur yatağı ruhsuz şehir”de yitirmiş 
					olsa bile, toplum adına yedeğinde tuttuğu iyimserliği her 
					seferinde yeniden kuşanır. Orhan Kemal’in oyunları toplumcu 
					gerçekçiliğin olumlu bakış açısını taşır. Bütün oyunlarında 
					olumlu “devrimci gelişme” görülür. Orhan Kemal, tanık olduğu 
					ve yansıttığı korkunç gerçeklere rağmen karamsar bir bakış 
					oluşturulmaz. İçinde bulunduğu en kötü koşullarda bile 
					insandan umudunu kesmez. Onun oyunlarında insanlar 
					sefaletin, haysiyetsizliğin uçurumlarına yuvarlansalar bile, 
					“insanoğlunun hamurunda bulunan iyilik” nerede ve ne şartlar 
					altında olursa olsun yok olmaz. 72. 
					Koğuş’ta, sefalet içinde yaşayan Kaptan ve “Adem 
					baba”ların günün birinde Kaptan’a gelen parayla yaşamlarının 
					kısa süreliğine de olsa değişmesi, karınlarının doyması, üst 
					başlarının değişmesi, Kaptan’a karşı ortak bir sevgi 
					duymalarını sağlar. Bu ortak sevgi koğuştakilerin olanca 
					kirliliği yanında gururlarının uyanışını sağlayacak, 
					direnmelerine, hatta başkaldırmalarına neden olacaktır. Kardeş 
					Payı’nda ise hamalların dayanışması ve bu dayanışma 
					sayesinde aracıya para vermekten kurtulmaları üzerinden 
					verilir umut. Eskici 
					Dükkanı’nda, tüm huysuzluğu ve küfürbazlığına rağmen 
					içindeki vatan sevgisini koruyabilen ve ailesinin 
					dağılmasına neden olan fakirliğin bile onu bu sevgiden 
					uzaklaştıramadığı Topal Eskici’nin dükkanını satmamakta 
					direnmesiyle; İspinozlar’da 
					fakir göçmen ailesinin oyunun sonunda gururlarını ezdirmeye 
					bir son verip parayı geri çevirecek duruma gelmeleriyle 
					verilir umut. Bekçi 
					Murtaza’da ise Murtaza’nın yaptığı hatayı fark edip 
					kasketini, apoletlerini, sırmalarını çıkarıp üniformasına 
					veda etmesidir umut verici olan. Orhan Kemal’in oyunlarında 
					olumlu “devrimci gelişme” son sahneye doğru git gide 
					güçlenir ve “devrimci gelişme” çizgisinin doruğa ulaştığı 
					yerde oyun sonlanır. Orhan Kemal’in oyunlarında umut oyunun 
					sonunda açığa çıkar ve devrim oyunun bittiği yerde başlar.
				
					
					Sokaktaki, gecekondudaki, koğuştaki, dükkandaki, “vazife 
					bir”deki küçük adamı sahneye getiren Orhan Kemal’in 
					oyunları, toplumcu gerçekçiliğin bireye önem vermediğini, 
					onu küçülttüğünü öne süren görüşe karşın, bireyi ancak 
					toplum içinde büyüterek ve büyülterek oyunun sonuna taşır, 
					hatta sığdıramaz, oyundan taşırır. Çünkü seyirciler seyir 
					yerinden kendilerinde buldukları güçle ayrılacaktır.
				
					
					Son sözü oyunların son repliklerine vermek, bunu yaparken de 
					toplumcu gerçekçi görüşü yansıtacak belirli bir sıra izlemek 
					gerekirse:
				
					
					Baş Gardiyan “Gazyağı döküp yakmalı hepinizi! Hepinizi!” diye 
					koğuştakilere bağırırken, Topal Eskici “Üzerinize ölü 
					toprağı mı saçıldı? Uyanın Ashab-ül Keyf uykusundan eşşoğlu 
					eşekler… Uyanın!” diyerek 
					seyirciye seslenir. Delibozuk “Ölmek kolay, yaşamak zor. 
					Yaşıyacam!” diyerek 
					güçlükle ayağa kalkarken, Bekçi 
					Murtaza “Üüüül be Mürteza, geber be Mürteza, gel 
					kurşumlara!” diyerek üniformasını çıkarır. Garson ise 
					kahve ocağına neşeyle seslenir: “Ustaya okkalı biiiiir… 
					Yandan çarklı olsuuuun!!!”
				
					
					
					(Bu yazı Sahne dergisinin 
					Ocak-Şubat 2009 sayısında yayımlanmıştır.)
				
					
					
					NOTLAR
				
					
					[1] Asım Bezirci, 
					Hikmet Altınkaynak; Orhan Kemal, Cem Yay., İst., 
					1977, s. 10.
				
					
					[2] Nurer Uğurlu, Orhan 
					Kemal’in İkbal Kahvesi, Cem Yay., İst., 1973, s. 30.
				
					
					[3] Orhan Kemal, Nazım 
					Hikmet’le Üç Buçuk Yıl, Tekin Yay., İst., 1965.
				
							
							[4] Aktaran: 
							Asım Bezirci, Hikmet Altınkaynak; Age, s. 22, 23.
						
							
							[5] Ernst 
							Fischer, Sanatın Gerekliliği (çev.: Cevat 
							Çapan), Payel Yay., İst., 2003, s. 111.
						
							
							[6] Aktaran: 
							Berna Moran, Edebiyat Kuramları ve Eleştiri, 
							İletişim Yay., İst., 2004, s. 54.
						
							
							[7] Aktaran: 
							Asım Bezirci, Hikmet Altınkaynak; Age, s. 50.
					
					
					
					KAYNAKCA
				
					
					
					BELKIS, Özlem; Kalemden 
					Sahneye: 1946’dan Günümüze Türk Oyun Yazarlığında Eğilimler, 
					YGS Yay., İst., 2003.
				
					
					
					BEZİRCİ, Asım; ALTINKAYNAK, Hikmet; Orhan 
					Kemal, Cem Yay., İst., 1977.
				
					
					
					FISCHER, Ernst; Sanatın 
					Gerekliliği (çev.: 
					Cevat Çapan), Payel Yay., İst., 2003.
				
					
					
					KEMAL, Orhan; Bütün 
					Oyunları I, II, II, Tekin Yay., İst., 2002.
				
					
					
					KEMAL, Orhan; Nazım 
					Hikmet’le Üç Buçuk Yıl, Tekin Yay., İst., 1965.
				
					
					
					MARX, Karl; ENGELS, Friedrich; Sanat 
					ve Edebiyat Üzerine (çev.: 
					Murat Belge), Birikim Yay., İst., 2001.MORAN, Berna;Edebiyat 
					Kuramları ve Eleştiri, İletişim Yay., İst., 2004.
				
					
					
					MORAN, Berna; Edebiyat 
					Kuramları ve Eleştiri, İletişim Yay., İst., 2004, s. 54.
				
					
					
					OKTAY, Ahmet; Toplumcu 
					Gerçekçiliğin Kaynakları, Everest Yay., İst., 2003.
				
					
					
					PAMUK, Orhan; Öteki 
					Renkler, İletişim Yay., İst., 1999.
				
					
					
					ŞENER, Sevda; Dünden 
					Bugüne Tiyatro Düşüncesi, Dost Kitabevi Yay., Ank., 
					2003.
				
					
					
					UĞURLU, Nurer; Orhan 
					Kemal’in İkbal Kahvesi, Cem Yay. 1973.