1960 
			yılında yazılıp, bugüne kadar tefrika edildiği gazetelerin 
			sayfalarında kitaplaştırılmayı bekleyen Orhan Kemal’in Yüz Karası 
			romanı Everest Yayınlarının gayretiyle okuyucusu ile buluştu. Işık 
			Öğütçü’nün keşfettiği romanda, Orhan Kemal yine yoksul insanı, kıyı 
			semtleri ve fukara yaşamın büyük hayallerini konu alıyor, aynı 
			zamanda 1950-60’lı yılların siyasi ortamından da ip uçları veriyor.
			
			Kerpiç bir evde, sefalet içinde yaşayan bir ailenin yaşam öyküsünü, 
			İstanbul’a uzanan hayal yolculuklarını, bin bir fedakarlık ve emekle 
			beslenen umutlarının koca bir hüsrana dönüşünü ele alan yazar, 
			gerçekçi bakışıyla yaşadığı dönemin toplumsal sorunlarını yarattığı 
			karakterler ve bu karakterlerin hayatlarında yansıtıyor.
			
			Dondurma satarak ailesini geçindiren Baba İlyas ve bahçeden 
			topladığı sebzeleri Adana’nın sıcağına aldırmadan, sokakta kurduğu 
			tezgahta satan karısının dört çocukları vardır. En büyükleri Ahmet, 
			İstanbul’da ‘doktorluk mektebinde’ okumaktadır. Evde Mehmet hariç 
			herkesin geleceğe dair ümitleri Ahmet’in doktor olmasına bağlıdır. 
			Baba İlyas, doktor babası olacaktır. Abidinpaşa Caddesi’nde diğer 
			doktorlar gibi bir de tabela asıldı mı bu yoksulluk da bitecektir. 
			Annenin ümitleri de benzerdir ama en önemlisi yıllardır gurbette 
			olan oğluna kavuşacaktır. Evin büyük kızı Ayşe, bir fabrikanın 
			iplikhane bölümünde çalışır. Ağabeyinin doktor olmasıyla bu işten 
			kurtulacağını umut ederek geçirir günlerini. Ailenin en küçükleri 
			Fatma ise, henüz üç yaşında  Ahmet’in kendisini okutup doktor 
			yapacağını söyleyen annesinin dizinin dibinde oyunlar oynar. Evin 
			dikkafalı, okumayan, düzenli çalışmayan, sokaklarda top oynayan oğlu 
			Mehmet ailesinin gözünde ‘yüz karası’dır.
			
			Orhan Kemal, Yüz Karası romanı üzerine yaptığı bir röportajda 
			‘Romanlarınızın mevzuunu daima halktan almak, kahramanlarınızı daima 
			fakirlerden seçmek gibi bir alışkanlığının nerden gelmektedir’ 
			sorusuna şu cevabı verir. ‘Varlıklıların yaşamını pek bilmem.  
			Yakından tanıdığım insanlar, fakir fukara. Onları çok iyi tanıyorum. 
			Tanıdığım için de onları anlatıyorum’
			
			Yazar, yakından tanıdığı bu yaşamı eserlerinde derinlemesine 
			yansıtmıştır. Olayların geçtiği sokaklar, evler  bunun izlerini 
			taşır. Ahmet’in Vefa’daki evi ve karakteristik özellikleri bu 
			bağlamda romandaki yerini alır.
			
			Ahmet ailesinin beklentilerinin bilincindedir fakat ‘Can önce gelir’ 
			bencilliğiyle geleceğini bambaşka hayallerle kurar. Zengin olmanın 
			yollarını, onurundan bile vazgeçebileceği bir yönelimle arar. 
			Ailesinin Mehmet’e yüklediği ‘yüz karası’ vasfını, onca emeği, 
			fedakarlığı ve beklentileri hiçe sayarak aldığı kararlarla Ahmet 
			alır.
			
			Orhan Kemal’in insan sevgisi, umuda olan tutkusu ve gerçekçi 
			anlatımı bir çok eserinde okuru sarmalamıştır. Bugünün insanının 
			böyle bir etkiye ihtiyacı varken gelen bu romana “Hoş geldin” 
			demekte gecikmemek lazım..