
			Orhan Kemal'in, 27 Mayıs darbesinin ardından İstanbul Son Saat 
			gazetesinde iki ay boyunca tefrika edilen romanı Yüz Karası, yarım 
			asır sonra Everest Yayınları tarafından kitaplaştırıldı.
			
			 
			
			Toplumcu-gerçekçi edebiyatımızın büyük ustası Orhan Kemal'in 1960 
			yılında tefrika edilen ve daha sonra basımı unutulan romanı Yüz 
			Karası, Everest Yayınları tarafından 51 yıl sonra yayımlandı. Bu 
			vesileyle bir kez daha, 56 yıllık ömrüne 50'yi aşkın kitap 
			sığdırmış, ekmek kavgasından hiç kurtulamamış, gözlerini Adana'nın 
			çırçır fabrikalarından, yoksul mahallelerinden, meyhanelerden, 
			futbol sahalarından hiç ayırmamış Türk edebiyatının dev ismi Orhan 
			Kemal'in farkına varma fırsatı bulduk. Hele ki, Orhan Kemal deyince 
			bugün televizyon ekranlarında reyting yarışına sokulan Hanımın 
			Çiftliği'nden kareler anımsayanlar için daha önemli bir fırsat Yüz 
			Karası. Çünkü dizide Adana'da mı yoksa Roma'da mı geçtiğini zaman 
			zaman karıştırdığımız hikâyenin de aslı yazann kelimelerindedir. 
			Karakterlerin gerçeği, hikâyenin gerçeği, hayatın gerçeği ve acının 
			gerçeği hep kelimelerde gizlidir. Bu nedenle Orhan Kemal seyirlik 
			değil, öncelikle "okumalık',tır.
			
			GAZETE SAYFALARINDA KAYBOLACAKTI
			Oğlu Işık Öğütçü, yaptığı araştırmalar ve arşiv taramalan 
			sonucunda Orhan Kemâl'in hiç bilinmeyen onlarca düzyazısını, şiirini 
			ve öyküsünü okurla paylaşmıştı. Bu kitap da Işık Öğütçü'nün 
			araştırmalarının bir sonucu. Bir çalışma sırasında rastladığı bir 
			röportaj kupüründen hareket ederek 1960 yılında İstanbul Son Saat 
			gazetesinde tefrika edilen, fakat kitap olarak yayımlanmayan "Yüz 
			Karası" isimli bu romana ulaşmış. 30 Haziran 1960 tarihli bu 
			röportaj, eserin bir gün sonra tefrika edilmeye başladığını ve 
			tefrikanın iki ay sürdüğünü gösteriyor. Altı kişilik dar gelirli bir 
			ailenin yaşam öyküsü Yüz Karası. Dondurma satarak aileyi 
			geçindirmeye ve büyük oğlunu tıp fakültesinde okutmaya çabalayan 
			Baba İlyas başta olmak üzere, biri hariç bütün ailenin hatta konu 
			komşunun umudu, gururudur tıbbiyeli Ahmet. Baba İlyas'ın hayallerine 
			göre Ahmet okulunu bitirip doktor çakacak, Adana'ya geri dönüp 
			Abidinpaşa Caddesi'nde muayenehane açacak, çok para kazanacak, tüm 
			aileyi kurtaracak, onlara hem varlıklı bir hayat hem de itibar 
			kazandıracaktır. Bu hayallere ortak olmayan tek kişi evin küçük 
			oğlu, futbola heves etmiş, bir işte tutunamamış, boş gezenin boş 
			kalfası, "yüz karası" Memet'tir. Ancak romanın sonunda asıl yüz 
			karasının Memet olmadığını görürüz. Romanın tam olarak ne zaman 
			yazıldığını bilemesek de, dönemin siyasi iktidannın uygulamalarına 
			da yer vermesinden, hikâyenin 1950-1960 yılları arasında geçtiğini 
			anlıyoruz. Tefrika edilişinin 27 Mayıs darbesi sonrasına denk 
			geldiğini hatırlarsak, romanın son kısımlarındaki Demokrat Parti 
			eleştirisini daha farklı okumak da mümkün. Toptan başka bir iş 
			bilmeyen cahil Memet'in romanın finalinde politik bir söylem 
			kullanmasını ve bu söylemin DP karşıtı olmasını, Orhan Kemal'in 27 
			Mayıs'ı tam kavrayamadığının göstergesi olarak sunmak iddialı olsa 
			bile tefrikanın dönemi itibarıyla en hafif deyişle "zorlama" 
			olduğunu kabul etmek gerekir. Kendisine Vatan Cephesi ocağı 
			kuruculuğu karşılığı büyük miktarda para önerilen ancak. "Ben bir 
			sporcuyum. Partiden, ocaktan bucaktan bana ne?" diyerek reddeden 
			Memet, daha sonra tıbbiyeli ağabeyine meydan okuyor "Başkalarının, 
			daha çok da karaborsacıların [sözü edilen karaborsacılar DP'lidir] 
			servetinden faydalanmak alçaklıktır. O serveti kendi çalışmalarınla 
			yaratmalısın!" Orhan Kemal romanın tefrikasından bir gün önce 
			İstanbul Son Saat'e verdiği röportajda bu itirazlara yanıt veriyor 
			sanki: "... konusunu benden mütemadiyen soruyorlar. Bu roman düşük 
			iktidarın bir hicvi midir? Bu adamlarla bir alışverişin oldu da 
			kuyruk acısı mı vardı? İktidara geçmiş hiçbir partiye bağlanmadım. 
			Tamamiyle bağımsızım. (...) Menfaat sahasına da girmediğim için 
			hiçbir kuyruk acım da yok!"
			
			
			ORHAN KEMAL OKUMADAN ÖYKÜCÜ OLUNMAZ 
			
			Acılann adamıydı Orhan Kemal, ama bu hiçbir zaman kuyruk acısı 
			olmadı. Babıali onun öğle yemeğine muhtaç olduğunu biliyordu. 
			Yayıncılar bunu fırsat biliyor, en kötü çeviriye en az iki bin lira 
			verirken, Bereketli Topraklar Üzerinde gibi dev bir eserin de 
			aralannda bulunduğu altı eserine 2 bin 500 lira veriyorlardı. İyi 
			yazan, çok yazan, ama sonuna kadar hak ettiği üç kuruş telif için 
			yayınevi, gazete, yapım şirketi kapılarını defalarca aşındırmak 
			zorunda kalan ve çoğu kez de eli boş dönen bir edebiyat ustasıydı o! 
			Türkiye'nin Gorki'si, Zola'sı sayılan; Hemingway'le, Steinbeck'le 
			aşık atabilecek bir ustaydı Orhan Kemal. Gerisi bir ülkenin ayıbı... 
			Ve öyle görünüyor ki, ona bu ayıbı edenler, Orhan Kemal'in 
			kelimelerinin ve eserlerinin suratlara çarpan gerçekçiliğinden hiç 
			kurtulamayacaklar. Son bir iddia da bu satırların yazarından: Bir 
			öykücü hayatının bir döneminde Orhan Kemal gibi yazmamışsa, ya 
			yazamadığından ya da Orhan Kemal okumamışlığındandır. Onun gibi 
			yazamamak kabul edilir bir mazerettir. Ama Orhan Kemal okumadan 
			yazılan her öykü eksiktir. Büyük usta Yaşar Kemal'in dediği gibi, 
			Orhan Kemal okumak zevk-renk meselesi değildir.