| 
			 Ayşe Nur Karlıkaya - İfakat Şahin (Fransız Dili 
			Öğretmenliği 1. Sınıf Öğrencileri) 
			“Gerçek olan öğrenmektir. Nereden nasıl 
			öğrenirsen öğren. 
			Nereden nasıl öğrendiğin, diploman hatta neler bildiğin de  
			önemli değil, ne yaptığın önemlidir.” 
			Orhan Kemal 
			
			 O 
			kadar sıcak ve güzel bir sohbetti ki keşke bunu yazıya dökmeye 
			kelimeler yetse… Sanki kendi aile büyüklerimizden birinden, 
			yıllardır tanıdığımız bir insandan dinledik Orhan Kemal’i. Öyle 
			tatlı bir hanımefendi ki sohbet hiç bitmesin istedik. Bize 
			gösterdiği ilgiden dolayı Uğur Hanım’a teşekkür ederim. Bu güzel 
			sohbetten biz çok faydalandık, mümkün olduğunca da paylaşmak 
			istedik:  
			― Öncelikle Orhan Kemal’i bize biraz anlatır mısınız? Böyle muhteşem 
			eserleri yazan birini nasıl bir anne-baba yetiştirmiştir? Bunu en 
			iyi öğrenebileceğimiz kişi sizsiniz. Orhan Kemal nasıl bir aileden 
			geliyor, nasıl yetişti bize biraz bahseder misiniz? 
			Uğur Hanım: Babamız avukat, annemiz öğretmendi. Herkes Orhan 
			Kemal’in yazarlıktan sonraki hayatından, evliliğinden sonraki 
			sıkıntılarından bahseder, ama o gayet iyi şartlarda yaşamış, iyi bir 
			aileden geliyor. Dedemiz Elazığlı, babaannemiz Rumelili. Babamız, 
			zamanında milletvekilliği ve gazetecilik yapmış. Muhalif olduğu için 
			suikaste uğrama korkusuyla Suriye’ye kaçmış. Yurtdışında da 
			avukatlık yapmış. O sırada Adana’daki mallarına haciz gelmiş, derken 
			babamın yakın arkadaşı Abdülhalik Renda yeniden babamı çağırmış ve 
			babam Ağır Ceza Reisi olarak Bergama’ya tayin edilmiş. Tabiî ben 
			küçüktüm, tam hatırlamıyorum. O sırada ağabeyim de (Orhan Kemal) 
			askerdeydi.  
			― Biraz da bize evinin kapısını açan bu tatlı hanımefendiyi tanımak 
			isteriz. Uğur Hanım deyince, Uğur Hanım ve Orhan Kemal deyince ne 
			gelmeli aklımıza? 
			Uğur Hanım: Meslek lisesini bitirdim. Türk Kadınlar Birliğinde, 
			Çocuk Esirgeme Kurumunda çalıştım, cezaevinde mahkûm kadınlara 
			gönüllü öğretmenlik yaptım, bir siyasî partide görev aldım. Resim 
			yapıyorum, hatta ağabeyim cezaevindeyken yolladığım resimlerimi 
			Nazım Hikmet çok beğenirmiş. Biliyorsunuz Nazım Hikmet de resim 
			yapardı ve babamızın bir resmini çizmişti, resim şu an müzede. 
			Ağabeyim ve bana gelince, ağabeyimle de yengemle de aramız çok 
			iyiydi. İkisini de çok severdim. Birçok yazar, balolardan çıkmazken 
			ağabeyim baloya pek gitmezdi. Hatta oradaki kadınların nasıl 
			giyindiğini, şapkalarını, ayakkabılarını, kadeh tutuşlarını, 
			konuşmalarını, yazarken bana sorardı.  
			― Günümüz yazarları arasında son zamanlarda, adından sıkça 
			bahsedilen isimlerden biri de şüphesiz Orhan Kemal. Aramızdan 
			ayrılalı 38 yıl olmuş ancak son 8 yıldır kitapları yurt içinde ve 
			yurt dışında daha sık basılıyor. Oyunları oynanıyor; hatta günümüzün 
			en çok izlenen dizilerinden birinin yazarı kendisi. Peki, aradan 
			bunca zaman geçtikten sonra Orhan Kemal bugün yeniden nasıl 
			keşfedildi? Değerli yazarımızı tanımaya geç kalınmışlığın sebebini 
			çok merak ediyorum. 
			Uğur Hanım: Ağabeyim öldüğünde oğlu Işık, çocuktu. Orhan Kemal’in 
			yeniden değerlenmesinde Işık’ın payı büyük. Işık, ona ait şeyleri 
			bulup çıkardı. Işık ilgilendi babasının geride bıraktıklarıyla. 
			Büyümesi, babasını tanıması, sonra halka yeniden hatırlatması uzun 
			zaman aldı. 
			― Orhan Kemal’i bize çok iyi tanıtabilecek bir müze var Cihangir’de. 
			En küçük oğlu Işık Öğütçü tarafından düzenlenip müze haline 
			getirilen ve her geçen gün daha da büyüyen bir yer… Bize biraz bu 
			müzenin açılması fikrinden, kimlerin destek olduğundan bahsedebilir 
			misiniz?  
			Uğur Hanım: Cihangir’deki apartman Işık’a ait. Burayı müze haline 
			getirmek istedi ve iki katını müzeye ayırdı. Ağabeyimin battaniyesi, 
			daktilosu, kıyafetleri, aile resimleri; Atatürk’ün babama hediye 
			ettiği bir silah, madalyalar gibi birçok değerli eşya var. 
			Bazılarını bizlerden, yakın akrabalarından topladı, biz de seve seve 
			verdik.  
			― Orhan Kemal’in 1958’de verdiği bir röportajı okumuştum, kendisine 
			“İstikbaliniz hakkında ne bilmek istersiniz?” diye sormuşlar. 
			Cevabı, “Hiç olmazsa bir kitabımın geleceğe kalmasını isterim.” 
			olmuş. Oysa şimdi birçok tiyatroda oyunları oynanıyor, Hanımın 
			Çiftliği, Gurbet Kuşları gibi eserleri televizyonlarda dizi olarak 
			yayımlanıyor. Bugünleri görebilse neler hissederdi acaba? Siz bu 
			konuda neler düşünüyorsunuz? Sizce yazarın istediği bu muydu, yoksa 
			asıl istediği şey kitaplarının okunması mıydı? 
			Uğur Hanım: Kitaplarının gelecek nesillere ulaşabilmesini, onlar 
			tarafından okunmasını gerçekten çok isterdi. 
			― Yazarlar, eserlerini yazarken genellikle dış dünyayı unuturlar. 
			Orhan Kemal’de de böyle bir durum söz konusu olur muydu? Ailesini 
			çocuklarını unuttuğu zamanlara şahit oldunuz mu hiç? 
			Uğur Hanım: Yazarken sadece yazılarına odaklanırdı. Unkapanı’nda iki 
			katlı evleri vardı. Merdivenlerden yukarı çıkılırdı. Yukarıda 
			yazardı ve daktilo sesi kesilene kadar hiç  
			kimse onu rahatsız etmezdi. Kendisi ara verdiğinde zaten aşağı 
			gelirdi. Ben de bir şeyler yazarım ve o zamanlar sadece yazıma 
			odaklanırım.  
			― Peki, romanlarındaki karakterler hakkında ne söylemek istersiniz? 
			Örneğin Baba Evi’ndeki sert baba karakteri. Oradaki baba 
			karakterinin Orhan Kemal’le bir bağlantısı var  
			mı? Okuduğum kadarıyla çocuklarıyla arkadaş gibiymiş, kızıyla 
			İstiklal’de kol kola gezen, oğullarıyla arkadaş gibi muhabbet eden 
			bir babaymış; ama biz bunları yazılan çizilenlerin dışında sizden 
			dinlemek isteriz.  
			Uğur Hanım: Yazılarında hep çevresinden etkilenirdi. Çevresindeki 
			insanların hayatlarını yazardı. Orada okuduğunuz o karakter, kendi 
			babası. Sert bir babamız vardı.  
			― Eşiyle arasında inanılmaz bir sevgi varmış. Ancak romanlarında 
			aşkı pek konu edinmediğini görüyoruz; daha çok hayatın 
			gerçeklerinden bahsediyor. Arka Sokak adlı kitabını en güzel aşk 
			kitabı olarak gösterebiliriz, ancak sevgiyi ve aşkı bu kadar içten 
			yaşayan biri nasıl olur da aşkı yazmaktan kaçar? 
			Uğur Hanım: Ağabeyim fabrikada muhasebeciyken yengemi görmüş. Yengem 
			Nuriye Hanım da fabrikada çalışan bir işçiydi. Ağabeyim ondan 
			hoşlanmış. Yengem Boşnak’tı. O zamanlar çevremizde Boşnaklar 
			Türklere kız vermezler, Türkler de onlardan kız almazlardı. 
			Ağabeyimin uğraşması gerekecekti. Yengem erkeklere yüz vermeyen, 
			tıpkı Hanımın Çiftliği’ndeki Güllü gibi bir kızdı o zamanlar. Babası 
			ve erkek kardeşiyle yaşıyordu yengem. Fakirlerdi. Evlendiklerinde 
			yengem daha on altı yaşındaydı, ağabeyim de yirmi üç. Yengemin 
			annesi de yoktu, bizim yanımıza taşındılar. Yengem annemden öğrendi 
			her şeyi; yemek yapmayı, temizliği, giyinmeyi, birçok şeyi. Böyle 
			olunca da annemden öğrendiklerini yaptı. Ağabeyim de annem gibi 
			gördü yengemi. Annem, kendi kızlarından ayırmadı onu, sonuçta ilk 
			geliniydi. Yengem çok iyi biriydi ama tahsili yoktu, fakat sonradan 
			geliştirdi kendini. Ağabeyimi çok seviyordu ama ağabeyim çok 
			çapkındı. Zaten aşkı yaşamayan insan yazamaz. Yani işin aslı, aşka 
			çok inanıyor, hep âşık, hatta en iyi yazılarını âşık olduğu zaman 
			yazmıştır. 
			― Evlendikten sonra maddi açıdan zorluk çektiğini okuduk ama 
			evlenmeden önce nasıldı, gene maddi açıdan zorluk çekiyor muydu? 
			Hikâyelerinin bu kadar gerçeğe yakın olmasını buna bağlayabilir 
			miyiz? 
			Uğur Hanım: Tabiî ki hayır. Fakir değildik, eğer televizyonlarda 
			anlatıldığı gibi olsa her şey… Yirmi üç yaşında neyine güvenip 
			evlenebilir? Adana’da durumu oldukça iyi bir ailemiz vardı. Bir 
			televizyon programında hamallık yaptığından söz ettiler. Ayıp değil, 
			fakat öyle bir şey yok. Ağabeyim asla hamallık yapmadı. Birçok 
			yazarın sahip olamadığı şartlara sahipti, kendisi değerini bilemedi. 
			Almanca öğrendi. Ama liseden sonra okumadı. Fabrikada çalışmaya 
			başlayınca da evlendi. Yengem de çalışıyordu, fakat evlendikten 
			sonra çocukları olduğu için işi bıraktı. Bundan sonra maddi 
			sıkıntıları başladı. Ama birçok hesapsız iş yaptı. Mesela ticaret 
			yapmak istedi bir doktorla, annem bu iş için tüm bileziklerini 
			verdi. Ama olmadı. Biraz da kendisi sebep oldu para sıkıntısı 
			çekmesine aslında. Çok cömertti. Kim param yok dese çıkarır cebinden 
			para verirdi. Kalbi çok temizdi, belki de parasının hesabını bu 
			yüzden yapamadı.  
			― Adana’da fabrikada çalışmasının, romanlarındaki işçi 
			karakterlerini bu kadar iyi analiz etmesinde etkisi olduğunu 
			söyleyebilir miyiz? 
			Uğur Hanım: Evet, söyleyebiliriz. Ağabeyim halk adamıydı. Sokakta 
			top oynar, genç yazarlarla konuşurdu. Yazılarının çoğunu Balat’taki 
			kahvelerde dinlediği olayları hikâyeleştirerek komşulardan 
			esinlenerek yazardı. Yani birçok şeyi bu kadar iyi ve gerçekçi 
			yazmasının sebebi, kendinin de bunları yaşamasıydı. 
			― Kime sorsak Orhan Kemal deyince Hanımın Çiftliği diyor. Bence en 
			az onun kadar çarpıcı başka eserleri de var. Baba Evi, Ekmek 
			Kavgası, Gurbet Kuşları bunlardan birkaçı. Sizin en beğendiğiniz 
			kitabı hangisi? İçinde kendinizi bulduğunuz karakter ya da 
			karakterler var mı? 
			Uğur Hanım: Evet, Ağabeyimin çevresindeki kişileri gözlemleyerek 
			yazdığı bir gerçek ve bu sebeple kendimi bulduğum karakterler 
			oluyor.Ancak izlediğimiz dizide asla kendimi bulmuyorum. Ben oradaki 
			Halide gibi biri asla değilim. Onun yaşadığı gibi bir aşk yaşamam 
			her şeyden önce. Çünkü aşk kusursuz olmalı. Oradaki Güllü karakteri 
			biraz yengeme benziyor. Biraz asi, erkeklere yüz vermeyen, fabrikada 
			çalışan kendi halinde güzel bir kız. Ancak yengemin asla elinde 
			sopayla kızını döven bir babası yoktu. Esinlenme var, fakat dizi 
			kesinlikle bizimle örtüşmüyor.  
			― Orhan Kemal’i öyküye yönlendiren hapishane yıllarında tanıdığı 
			Nazım Hikmet olmuş. Şiir de yazarmış tabiî, ancak bir röportajında 
			okumuştum. Orada şöyle diyor: “Önümde dağ gibi bir Nazım Hikmet 
			vardı, şair olamazdım!” demiş. Sizce bu gerçek bir engel mi, yoksa 
			içindeki öykücünün canlanması için bir ışık mı? 
			Uğur Hanım: Ağabeyim şiir de çok yazdı, ama şiir yazarak hayatını 
			kazanamazdı. Bir gün hapishanede Nazım Hikmet bir şiirini okumuş, 
			daha sonra öyküsünü. Ve ağabeyimi öyküye yönlendirmiş. Öykü ya da 
			roman yazmak için birçok konu bulabilir, birçok şeyden 
			esinlenebilirdi. Bu açıdan bence öyküye yönelmesi gayet mantıklı 
			oldu.  
			Oğluna “Nazım” adını vermesinden de belli olduğu gibi ağabeyim, 
			Nazım Hikmet’i çok severdi. Onun tavsiyesine uyup öyküye devam 
			etmesi edebî yaşamı açısından çok önemli oldu. 
			― Bugün, Orhan Kemal’i daha iyi tanımamızdaki en büyük pay, oğlu 
			Işık Öğütçü’ye aittir, diyebiliriz. Işık Bey’i bu konuda harekete 
			geçiren güdü, 1980’lerden 2000’lere kadar babasının unutulması mı, 
			yoksa ona duyduğu vefa borcu mu? Bildiğimiz kadarıyla, babasını 13 
			yaşında kaybetmiş, 15 yaşına geldiğinde babasının kırk iki eserinin 
			tamamını okumuş; ancak son on yıl içinde anladığını fark etmiş. Bu 
			zaman, ihtiyaç duyulan bir süre miydi sizce? 
			Uğur Hanım: Babası öldüğünde Işık çok küçüktü. Bu nedenle babasının 
			ölümünü bile tam algılayamamıştı. Büyüdükçe babasını çok sahiplendi. 
			Tam olarak vefa borcu diyemeyiz, o yaşta bir çocuğun babasına ne 
			kadar vefa borcu olabilir ki?  
			― Işık Öğütçü’nün de Orhan Kemal’in Nazım Hikmet için söylediği söze 
			benzer bir sözü var: “Yazar olabilirdim ancak önümde dağ gibi babam 
			vardı.” Ailede yazan  
			başka birileri var mı? Örneğin siz yazıyor musunuz? 
			 Uğur 
			Hanım: Evet, ben de yazarım arada. Yazmayı seviyorum. Babam da 
			yazardı. Onun da anıları, Orhan Kemal’in Babası Abdulkadir Kemali 
			Bey’in Anıları adıyla yayımlandı. Ama ailede yazan fazla kimse yok. 
			Ağabeyimin çocukları yazmıyor, Işık da yazmıyor. Şimdi ben de 
			ailemle ilgili anılarımı yazıyorum. Bunları, bu konuyla ilgilenen 
			torunum Kerem’e vereceğim.  
			― Sizce Orhan Kemal hakkında okuyucuların özellikle bilmesi gereken 
			şeyler neler? 
			Uğur Hanım: Ağabeyim çok temiz kalpli ve iyi niyetli bir insandı. 
			Genç yazarlara her zaman destek olmuştur, bu bilinmesi gereken bir 
			şey bence. Kitabını satınca etrafındaki genç yazarlara da yardım 
			ederdi. Çok cömertti. Haksızlığa asla tahammül edemezdi.  
			― Peki, insanî yönleriyle Orhan Kemal gençlere sizce nasıl örnek 
			olmuştur? 
			Uğur Hanım: Ağabeyimin etrafında yazar olmak isteyen pek çok genç 
			vardı. Onlara her zaman destek olmuştur. Ayrıca romanlarında 
			anlattığı gerçek insan karakterleriyle  
			de gençlerin hayatı daha iyi tanımasını sağladığını düşünüyorum.  
			― Size bu sıcak sohbetinizden dolayı teşekkür ediyoruz, çok keyifli 
			ve samimi bir söyleşi oldu.  
			Uğur Hanım: Ben teşekkür ederim.  |