| 
			 
			Orhan Kemal 
			onun yapıtlarını okuyanlar, anlattığı dünyaya bu yapıtlar 
			aracılığıyla tanıklık edenler kadar -benim gibi- onu tanımış, onunla 
			konuşup görüşmüş olanlar için de yaşamını sürdürüyor. 
			
			1940'larda 
			edebiyatımızda yurdun dört yanına ilişkin gerçekçi gözlemler dile 
			getiren, toplum sorunlarını konu edinen bir edebiyat gelişmeye 
			başlamıştı. Orhan Kemal bu edebiyatın en etkili kalemlerinden biri 
			oldu. 1970'lere dek süren memleketçi-toplumcu edebiyat; köylerden 
			kente hızlı göç hareketi, toplumsalcı düşünceye uygulanan baskı gibi 
			nedenlerle yerini daha çok, bireyin kişisel dünyasına eğilen, biçim 
			sorunlarına ağırlık veren bir edebiyata bıraktı. 
			
			Söz konusu 
			memleketçi-toplumcu edebiyet dönemi neredeyse tam da Orhan Kemal'in 
			ölümüyle noktalanmıştı. Ben onun en olgun dönemini olan son 15 
			yılında yapıtlarını yakından izleyerek, günlük yaşamına bir ucundan 
			tanıklık ettim. Görmüş geçirmiş bir ailenin çocuğuydu. Haliç 
			kıyısında yoksul bir çevrede oturuyor, geçim sıkıntısı hemen hiç 
			bitmiyordu. Ama hep fotör şapkası, boyunbağı, ütülü pantolonu, pırıl 
			pırıl siyah ayakkabılarıyla görürdünüz. Alçakgönüllüydü. Edebiyat 
			dünyasına yeni adım atan gençlere yakınlık gösterirdi. 
			
			Yetişme 
			döneminde, cezaevi yıllarında ayaktakımını yakından tanımıştı. 
			
			Külyutmaz 
			denilen insanlardandı. Hakkına el uzatanlara nasıl davranacağını çok 
			iyi bilirdi. Gönül kırmaktan incitmekten kaçınmasını da... 
			
			Bir akşam 
			arkadaşımız Tektaş Ağaoğlu'nın resim sergisinden çıkmış, bir 
			içkievinde kalabalık bir masanın çevresine yerleşmiştik. 27 Mayıs 
			Devrimi sonrasıydı. Söz, Yassıada duruşmalarına dökülünce bir 
			gerginlik yaşandı. Tektaş, Demokrat Parti Bakanlarından olan 
			babasını savunmuş, buna tepki gösteren arkadaşlarımız olmuştu. 
			Siyasal kimliği dışında Samet Ağaoğlu bilindiği gibi önemli bir 
			yazar, başarılı bir öykücüdür. Orhan Kemal siyasal görüşlerinden 
			ödün vermeksizin Samet Ağaoğlu'nu savunarak Tektaş'ın gönlünü almayı, 
			gergin tartışmanın etkisini silip süpürmeyi başardı. 
			
			Orhan 
			Kemal'lerin Adana çevresinde Abdülkadir Kemali'den kalan toprakları 
			varmış. Aile bu mal varlığından yararlanamıyor, bundan, muhalif 
			kimliği nedeniyle Orhan Kemal'i suçluyormuş. Sonunda Orhan Kemal 
			yüzünü kızdırıp Samet Ağaoğlu'na gitmiş. Bakan Ağaoğlu o gün öteki 
			bütün görüşmecileri geri çevirerek saatlerce Orhan Kemal'le beraber 
			olmuş. İki büyük yazarı bir araya getiren zengin edebiyat dünyası, o 
			gece Orhan Kemal'in yol göstermesiyle bizim masamızı da hoşgörüyle 
			kucaklamıştı. 
			
			Cumhuriyet 
			gazetesinde çalışıyordum. Bir grup arkadaşımla öncü "a" dergisini 
			çıkarıyorduk. Pek çok zaman Orhan Kemal ustanın çevresinde yer 
			alırdık.. 
			
			Sabahları o, 
			İkbal Kahvesine erkenden gelmiş olurdu. Kimi zaman masasında 
			gazetede tefrikası süren bir romanından yeni sayfalar ya da 
			yayıncısına götüreceği dosyası olurdu. Kimi zaman gidip bir 
			yerlerden yazı paralarını almak için uygun zamanı beklerdi. 
			
			Onunla ilgili 
			olarak çok canlı bir görüntüyü büyük Doğubilimci Abdülkadir 
			Gölpınarlı aktarmaktan çok hoşlanır, sık sık yinelerdi: 
			
			Bir akşamüstü 
			Cağaloğlu yokuşunda Gölpınarlı'yla Orhan Kemal karşılıklı 
			kaldırımlarda, biri aşağı doğu iniyor, öteki yukarıya tırmanıyor. 
			Bir hizaya geldiklerinde selamlaşacakları sırada Gölpınarlı'nın sesi 
			yükselmiş: 
			
			-Cevdet ne 
			olacak?.. 
			
			Gazetede 
			yayınlanmakta olan "Suçlu" romanının cezaevine düşen kahramanını 
			soruyormuş. Çocuk Cevdet'yuvarlandığı çukurda yok olup gidecek mi, 
			suçsuzluğu anlaşılıp yeni bir yaaşam kurabilecek mi?.. 
			
			Orhan Kemal 
			gülümseyerek, 
			
			-Kurtulacak 
			Hocam, kurtulacak, diye bağırmış. İkisi de yollarına devam etmiş... 
			
			Cevdet elbette 
			kurtulacaktı. Çünkü Orhan Kemal "aydınlık gerçekçilik"ten yana bir 
			yazardı. 
			
			 
			  
			
			Cevdet'in 
			Serüveni 
			
			"Suçlu", "Sokakların 
			Çocuğu" daha sonra da "Sokaklardan Bir Kız" romanlarının kahramanı 
			Cevdet, İstanbul'da Haliç yakınında yoksul bir mahallede yaşayan 
			emekli İhsan Beyin oğludur. Üvey anne yüzünden okulu bırakır. En 
			yakın arkadaşı, Çingene kızı Cevriye'dir. 
			
			İhsan Bey 
			işlemediği bir suç yüzünden cezaevine düşünce küçük Cevdet suçu 
			üstlenereek babasını kurtardı. Yaşlı adam bu sırada öldü. Suçsuzluğu 
			ortaya çıkan Cevdet özgürlüğüne kavuştu. Ancak okuyup durduğu 
			resimli serüven romanlarının etkisiyle -Cevriye'yle birlikte- 
			Amerika'ya kaçmaya kalkıştılar. Yakalandılar. Cevdet cezaevindeyken 
			arkadaş olduğu Hasan'la birlikte bir fabrika'da çalışmaya başladı. 
			Okuduğu romanların, kovboy filimlerinin etkisi, "Sokakların Çocuğu" 
			romanında da Cevdet'in yakasını bırakmamıştır. Amerika'ya gidebilmek 
			için bu kez oyuncak tabancayla sinema gişesini soymaya kalkışır. 
			Yeniden cezaevine düşer. Bir gün yoluna, ondan kendisini 
			kurtarmasını isteyen, -Cevriye'yi andırır- bir Çingene kızı çıkar... 
			
			"Sokaklardan 
			Bir Kız" romanında Cevdet artık insanları-dünyayı, iyiyi-kötüyü 
			yakından kavramış bir delikanlıdır. Roman konsomatris Leyla 
			çevresinde bar-pavyon dünyasını konu edinir. Bu çevreye sürüklenmeye 
			direnen Nuran'la Cevdet yaşamlarını birleştirirler. Kötülerin 
			dünyası, Nuran'ın yaşamına uzanmakta gecikmez. Namusunu korumak için 
			Nuran cezaevine düştüğünde Cevdet'in karşısına yeniden Cevriye 
			çıkarak delikanlıyı Nuran'ın kendisine ihanet etmediğine inandırır. 
			
			Orhan Kemal bu 
			diziyle büyük kentin alt kültür çevresini konu edinmiş. Yanlış 
			eğitimin yol açtığı sorunları göstermiş, suç-masumiyet kavramları 
			üzerinde durmuştur. 
			
			 
			  
			
			Aydınlık 
			gerçekçilik 
			
			Orhan Kemal 
			gerçeğe nasıl yaklaştığını açıklarken; 
			
			- aydınlık, 
			umut dolu sanatı sevdiğini; 
			
			- böyle bir 
			sanattan yaşama sevinci, kötülüklerle savaşabilme gücü vermesini 
			beklediğini belirtmiştir. 
			
			Bütün 
			yapıtlarında bu özellik görünür. 
			
			Örneğin "Eskici 
			Dükkânı" yapıtında anlattığı roman kişisi gerçek yaşamdan alınmıştır. 
			Bu adam, Adana'da Kuyumcular Çarşısı'nda eskicilik yapar, "Başefendi" 
			diye tanınırmış. Yazar, kendi babasına benzettiği bu tok sözlü savaş 
			gazisini, pek sever. Eskici varlık bir aileden gelmektedir. 
			Çukurova'da yeni üretim biçimleri yaşamı hızla değiştirirken o, 
			elinde avucunda hiç bir şey kalmayan, kalabalık ailesiyle geçim 
			güçlüğüne sürüklenenlerdendir. 
			
			Yaşam 
			karşısında hep ezilir ama en güç koşularda da çalışmayı, direnmeyi 
			elden bırakmez. Bize sunduğu bildiriyle, "İnsanoğlu yılmamalıdır... 
			Emek en yüce değerdir." Der. 
			
			 
			  
			
			Küçük Adam 
			
			Orhan Kemal, 
			objektifini Küçük Adam'ın üzerine çevirmiştir. Küçük Adam iki dünya 
			savaşı arasında edebiyata konu olmuş sıradan insandır. Daha önceki 
			roman kahramanlarından ayrılır. Hiç bir olağanüstü yanı yoktur. 
			Hepimizin bir benzeridir. Bizi şaşırtmaz. Toplum onların biraraya 
			gelmesiyle oluşur. Onu tanımak okur için kendisini tanımak, toplumun 
			en geniş kesimini tanımak demektir. Orhan Kemal kendi yaşam öyküsüne 
			dayanan ilk romanlarını "Küçük Adamın Notları" başlığıyla 
			yayınlamıştır. "Baba Evi, Avare Yıllar", daha sonraki "Cemile, Dünya 
			Evi" gibi yapıtlardan oluşan bu dizide biz genç Orhan Kemal'in  (Küçük 
			Adam'ın) siyasal nedenle yaşamını yurtdışında sürdürmek zorunda 
			kalan babasının yanında geçirdiği dönemi, yurda döndükten sonra 
			sürdürdüğü sorumsuz yaşamı yakından izleriz. Yazar çevresindeki 
			kişilerin sorunları konusunda okurlarını aydınlatmayı, insanca yaşam 
			düzeyini tutturma yolunda onları aydınlatmayı amaçlar. 
			
			Yazarın 
			kişisel serüveni gençken tanıdığı bilinçlenmiş işçilerden 
			öğrendikleriyle zenginleşmiştir. Yaşamın güçlüklerini adım adım 
			tanımasını, fabrika işçisi bir göçmen kızıyla yaşamını 
			birleştirmesini yine Küçük Adam'ın serüveninde okuruz. Dizinin ana 
			kişisi, çevresindeki yaşam kavgasını aktarır. Bir bilinçlenme evresi 
			yaşamıştır. Orhan Kemal'in kendisi de yapıtlarıyla okurlarına böyle 
			bir bilinç kazandırmayı amaçlamıştır. Yapıtlarında Küçük Adam'ın "küçük 
			adamlık"tan kurtulmasının yollarını araştırır. Anlattığı kişiler 
			umudunu hiç yitirmeyen, savaşımdan yılmayan insanlardır. Orhan Kemal 
			gelecekten umutlu, iyimser bir gerçekçidir. 
			
			 
			  
			
			Yaşam 
			kavgası 
			
			Orhan Kemal 
			Çukurova'da tarım ve fabrika işçilerinin çetin yaşama serüvenini göz 
			önüne serer. 1950 sonrasında ise köyden kente nüfus göçü, büyük 
			kentte geçim güçlükleri içinde kıvrananların yaşamları gündemindedir. 
			
			Ünlü yapıtı "Bereketli 
			Topraklar Üzerinde", yalnız onun en başarılı yapıtı olarak 
			değerlendirilmemiş, Türk romancılığının en önemli ürünlerinden biri 
			olarak gösterilmiştir. Bu yapıtta Çukurova'ya çevreden gelen geçici 
			işçilerin güçlüklerle dolu yaşamı anlatılır. 
			
			Konu, Sıvas'ın 
			8o evlik bir köyünden üç arkadaşın, çalışmak için gittikleri 
			Adana'da başlarından geçenlerdir. Olaylar 1950'den önce, belki de 
			savaş yılları içinde yaşanmıştır. Üç arkadaştan ikisi köyden hiç 
			çıkmamışlardır. Hiçbirinin soyadı yoktur. Otomobilin, pompalı gaz 
			ocağının ne olduğunu bilmeyenleri vardır. Üçü de "vali"nin ne iş 
			yaptığını çıkaramazlar!.. 
			
			Adana'da 
			güçlükle bir çırçır fabrikasına girerler. Birinin burada zatürree 
			yakasına yapışır. Kızına götürmak üzere aldığı tarakla tokayı 
			arkadaşına verdikten sonra hastane köşesinde can verir. (Orhan Kemal 
			bu sahneyi yazarken gözyaşlarını tutamadığını anlaatmıştır.) 
			
			Çalışanların 
			haftalıklarından usulsüz olarak "ırgatbaşı hakkı" kesilmektedir. 
			Roman kahramanları haklarını aradıkları için işten ayrılmak zorunda 
			kalır, inşaatlarda çalışmaya başlarlar. 
			
			İki arkadaştan 
			biri duvarcılık öğrenip para biriktirirken öteki, parasını bir 
			kadına yedirir. Sonra da onunla birlikte bir çifliğe ırgat olarak 
			girer. Burada iş kazasında can verir. Duvarcı ustalığına yükselip 
			para biriktirmeyi başaran sonuncu roman kahramanı (İflahsızın Yusuf) 
			giyinip kuşanmış, almayı düşündüğü pompalı gazocağı da bavulunda, 
			köyüne dönmüştür. Çoluğu çocuğu toparlayıp kente taşınmayı 
			kurmaktadır. 
			
			Orhan Kemal, 
			romanında köy insanlarını, -1950'den önce- daha dış dünyaya daha 
			açılmadıkları, çağın ekonomik, toplumsal koşullarını hiç 
			tanımadıkları bir evrede ele almıştır. İçine sürüklendikleri kent 
			yaşamını, tarım ve sanayi alanlarının ağır iş koşullarını 
			aktarmıştır. 
			
			Toplumdaki 
			büyük kaynaşmayı romanında canlandırdığı kahramanların gözüyle 
			göstermiştir. 
			
			 
			  
			
			Taşı 
			toprağı altın istanbul'da 
			
			Orhan Kemal, "Gurbet 
			Kuşları"nı, "Bereketli Topraklar Üzerinde" romanını tamamlamak üzere 
			tasarlamıştır. "Gurbet Kuşları"nın kahramanı İflahsızın Memet, Adana 
			gurbetinde başından geçenler önceki romanda anlatılan Yusuf'un 
			oğludur. 
			
			Olaylar DP 
			yönetimi sırasında, 6-7 Eylül (1955) yağmasından sonra ve elbette 27 
			Mayıs'ın öncesinde geçmektedir. DP Başbakan'ının İstanbul'daki 
			kıyasıya imar hareketi, geniş ölçekli kamulaştırmalar, 
			plansız-programsız yıkımlar, nüfuz ticareti, parti çekişmeleri, 
			Vatan Cephesi uygulaması, anlatılan bir yıllık süreye damgasını 
			vurur. 
			
			İstanbul'da 
			yol işçisi olan Memet, kendi kendine okuma yazma öğrenir, duvarcı 
			ustası olur. Müteahhitliğe başlamış bir kabzımalın yanında 
			çalışırken o ailenin hizmetçisi köylü kızı Ayşe ile evlenir. 
			Babasıyla kardeşlerini yanına getirtir. Ancak Vatan Cephesi'ne 
			girmesi için baskı yapılınca kabzımalın yanından ayrılıp yapılarda 
			çalışmaya koyulur. Karısı iplik fabrikasında işçi olur. 
			
			Memet'le 
			Ayşe'nin tamamlayıp başlarını sokmaya çalıştıkları gecekonduyu, 
			rüşvet vermeye yanaşmadıkları için belediye görevlileri yıkınca Ayşe, 
			umutsuzluğa kapılan eşine destek verir: 
			
			"Kalk lan, 
			kalk. Gene yaparık, yenisini yaparık." Romanda dönemin plansız imar 
			hareketleri, yolsuzluklar, adam kayırma, parti desteğiyle servet 
			kazanma, inanç sömürüsü, köyle kent arasındaki uyuşmazlılar 
			eleştiiri konusudur. 
			
			Orhan Kemal'in 
			birbirini izleyen bu iki romanı yarım yüzyıl önceki Türkiye'den 
			kesitler canlandırırken, daha sonra da yaşanan pek çok sorunun hangi 
			tohumlarla beslendiğini göstermektedir. Orhan Kemal'in yapıtının 
			günümüzde yaşamasına olanak veren nedenlerden biri de budur. 
			  
			
			Berfin 
			Bahar Dergisi, Sayı: 152 / Ekim 2010 
			 
  
			   |