| 
			  
  
			Batı edebiyatından farklı olarak Türk 
			edebiyatında ve de özellikle Türk romanında, kadınları asal karakter 
			olarak çizmiş pek çok erkek yazara rastlanmaktadır. Bunun nedeni, 
			Orta Asya şaman ve Budist kökenli Türk toplumunun hayatın çeşitli 
			alanlarında kadını erkekle eşdeğer tutmuş, arkasından da yüzyıllar 
			sonra Anadolu’ya ilerleyip Müslüman olduktan sonra da kadını İslam 
			dininin kadını yücelten yanıyla değerlendirmiş olmasıdır. Anadolu 
			toplumunu batıdaki ve doğudaki toplumlarla kıyaslayan veya kimi 
			zaman onlara öykünmeye çalışan görüşlere, hatta tarihindeki bazı 
			baskılı dönemlere rağmen, Anadolu insanı kadın cinsine temelde önem 
			vermiştir. Toplumsal dalgalanmalar neticesinde kadınlar değerlerini 
			yitirir gibi olduklarında bile, eninde sonunda toplum hatasını 
			düzeltme yoluna gider. Edebiyatta kadının bu özel konumu Ahmet 
			Mithat Efendi’yle barizleşip 20. yüzyılda da sürmüştür ve 
			sürmektedir. Bunun en açık göstergesi romanlarının başlıklarını 
			kadın isimlerinden seçmiş erkek yazarlardır. Ne var ki yazdığı 
			romanının başlığını bir kadının adından esinlenmiş her erkek yazarın 
			da her zaman güçlü kadın karakterler çizdiği iddia edilemez. Ahmet 
			Mithat Efendi’nin Dürdane Hanım romanında ana karakteri 
			Ulviye hanımı erkek kılığındaki Galata külhanbeyi Acem Ali olarak 
			göstermesi, hem toplumun, hem de yazarın kadına bakış açısını ortaya 
			koyar. Başka deyişle, 19. yüzyılın sonundaki Türk toplumunda 
			kadınların kılık değiştirmek suretiyle her türlü çılgınlığı 
			yapmaları toplum ve yazar açısından kabul edilebilir bir haldir. 
			Ancak başka erkek yazarlar kadınların toplum içindeki ezilen ve 
			sessiz hallerini dile getirmiş ve bu durumu eleştirmişlerdir çünkü 
			böyle örneklere de rastlanmaktadır. Ne var ki önemli olan sadece 
			kadınları toplumda yüceltilmiş varlıklar olarak göstermek değil, 
			aynı zamanda kadın türünün sorunlarını da okuyucuya anlatmaktır. 
			Zaten bunu Ahmet Mithat da nikahsız çocuk sahibi olan on yedi 
			yaşındaki Dürdane hanımı romanın sonunda öldürmek suretiyle 
			yapmıştır çünkü nikahsız bir genç kız dönemin gereği, bu halde 
			yaşayamaz ama ikinci bir eşle nikahlanmayı düşünen Ulviye hanım her 
			role girebilecek, her özgürlüğü tadabilecektir. Aşağıdaki yazıda iyi 
			bir romanın özelliklerinin yanı sıra, erkek yazarların kadına bakış 
			açıları ve roman içinde kadınları oturttukları konumun önemi ve bu 
			konumun farklı yönleri tartışılacaktır. 
			 
  
			Romanlarında çoklukla kadınlar üzerine 
			yazan, kadını önemseyen ve romanının ana karakterini kadın yapan 
			erkek roman yazarlarının başında Orhan Kemal gelir. Zaten elli altı 
			yıllık yaşamında (1914-1970) çok üreten bir yazar olabilmişken, bir 
			de üstelik kadınları bu kadar öne çıkarmış olması, Orhan Kemal’i 
			edebiyatımızda özel bir yere koymaktadır. Yazarın önceleri babası ve 
			onun yüzünden gittiği yurtdışındaki sürgün günleri, arkasından 
			yaşadığı döneme ters düşen fikirleri yüzünden fırtınalı bir yaşamı 
			olmuştur. Babası şöyle anlatılır: “Orhan Kemal’in babası Abdülkadir 
			Kemali Bey, soylu, varlıklı ve muhalif bir kafa yapısına sahiptir. 
			Kafasının içinden Türkiye’yi yönetebileceğini sanan bir avukat, bir 
			gazeteci ve Türkiye Cumhuriyetinin birinci dönem Kastamonu 
			milletvekili, dahası ‘Ahali Cumhuriyet Fırkası’nın kadir-i mutlakı 
			idi. Yeni düzene karşı savaşması akıl almaz gibi görünmesine karşın, 
			son derece kültürlüydü. Geniş çevresi ve iyi bir yaşamı vardı” 
			
			i. Aslında Orhan Kemal’in kısa bir yazarlık 
			yaşamı olmuştur çünkü Adana Ceyhan doğumlu yazarın hapse mahkum 
			olduğu yıllarından sonra 1950’lerde İstanbul’da başlayan yoğun yazı 
			hayatı 1960’ların sonunda nihayet bulmuştur. Bu kadar kısa bir zaman 
			diliminde nice başarılı roman yazmış olan Orhan Kemal’in başlıkları 
			kadına ilişkin, kadın adı veya kadına özgü olan romanları şunlardır:
			Cemile (1952), Gavurun Kızı (1959), El Kızı 
			(1960), Vukuat Var (1958) Hanımın Çiftliği (1961) ve
			Kaçak (1970) üçlüsü, Bir Filiz Vardı (1965), 
			Sokaklardan Bir Kız (1968), Oyuncu Kadın (1975, yazarın 
			ölümünden sonra basılmış kısa roman). Aşağıda, bu romanlardan 
			Cemile ele alınıp başarılı özellikleriyle incelenecektir: 
			 
  
			Orhan Kemal’in Cemile romanın 
			ana karakterleri ağırlıklı olarak Boşnak’tırlar ama roman, Yahudisi, 
			köylüsü, Anadolu kurnazı Kadir Ağası, Avrupai görünümlü patronu 
			Numan Şerif beyi, katipleri, ustaları, işçileri ve İtalyan 
			mühendisle, tam bir çokkültürlü Türkiye panoraması çizmektedir. 
			Anlatımda toplumsal yapıdaki çelişkiler ortaya konurken, yıkılmış 
			olan Osmanlı imparatorluğunun devam eden acıları, kırsal kesimden 
			kentlere göç olayı, işçi-işveren ilişkileri ve geçim kavgalarının 
			yol açtığı sorunlar açık ve seçik bir şekilde gösterilmiştir. Orhan 
			Kemal, kahramanlarının sorunlarını ve iç dünyalarını her zaman 
			yansız ve sevecen bir yaklaşımla anlatır. Çukurova’nın yoksul bir 
			mahallesiyle iplik fabrikasında geçen olay dizisinin evrenselliği 
			güzel bir benzetmeyle şu şekilde özetlenmiştir: “Bu saatte değişecek 
			yedek, yani vardiya olmadığından, işçi mahallesi uyuyordu. Çürümüş 
			tahta, paslı teneke ve kerpiç yığınlarından ibaret evleriyle işçi 
			mahallesi, bir seldi de bu sel, uzak, çok uzaklardan yuvarlana 
			yuvarlana, köpüre köpüre, korkunç anaforlar yapa yapa gelmiş, 
			yıllardan beri mahallerinin nabzı gibi atan fabrikanın ağır, beyaz 
			taşlarla örülü, kalın, sağlam ve yüksek dört duvarına dört yandan 
			yüklenmiş, ama duvarları aşamadan takılmış kalmıştı” 
			
			ii. 
			 
  
			Yazarın 1952 yılında yazdığı yüz elli 
			iki sayfalık Cemile adlı kısa anlatı, her yönüyle dört 
			dörtlük bir romandır. Bu mükemmellik iddiasının duygusal bağlarla 
			verilmiş bir karar olmadığı aşağıdaki bilimsel kriterlerle kısaca 
			gösterilecektir: 
			 
  
			
				- 
				
Romandaki güçlü konuşma örgüsü:  
			 
			Romanın tüm olay dizisi aksiyonu, 
			hızlı devinimli yoğun bir konuşma örgüsüyle ilerler. Bu da romana 
			bir tiyatro oyunu tadı vermektedir. Öte yandan tasvirler kısa ve 
			güçlüdür. Konuşmalarda şive özelliklerine de yer verilmiştir. Daha 
			romanın serim bölümünde Deveci Çopur Halil’in Cemile’ye tutkusu, 
			Cemile’nin katip Necati’yi sevdiği, babasının da Cemile’ye çok 
			düşkün olduğu, hatta elinde olsa Çukurova’dan kaçmak istediği ortaya 
			serilir. Öte yandan Şükrü Ustayla Kadir Ağa, Cemile’nin ailesi 
			hakkında konuşurlarken, Cemile’nin babası Malik’le ilgili daha çok 
			bilgi edinilir. (25). Başka deyişle Cemile ve dünyası hakkındaki tüm 
			bilgiler, olay dizisini her kelimesinde bir adım daha öteye götüren 
			güçlü bir konuşma örgüsüyle verilmiştir. Orhan Kemal, yakın dostu 
			Fikret Otyam’a yazdığı mektuplarda bol kullandığı konuşma örgüsü 
			hakkındaki düşüncelerini ve aldığı eleştirileri anlatır. Nurullah 
			Ataç Orhan Kemal’e kurgularında çok diyalog kullandığı ve şive 
			taklidi yaptığı için kızmış, hatta bu diyalog çokluğunu Karagöz ve 
			Hacivat konuşmasına benzetmiştir. Ancak Orhan Kemal bu konuya şöyle 
			bir açıklama getirir: “Fazla diyaloga önem verişim, tesadüfi 
			değildir. Anlatmak istediğimi en iyi böyle anlattığımı sanıyorum. 
			Uzun uzun ruh tahlilleri yapmaya kalkışmaktansa, muhaverenin 
			diyalektiği ile bu işi başarmanın çok daha tabii olacağı 
			kanaatindeyim” 
			
			iii. 
			 
  
			
				- 
				
Değişim dönüşümden geçen güçlü 
				karakterler:  
			 
			Romanda ana karakter, esas çatışmanın 
			temelini oluşturduğu için Cemile’dir ama romanın en ilginç 
			karakterlerinden biri kurnaz Anadolu esnafını temsil eden Kadir 
			Ağa’dır. Ağa’nın karakteri inandırıcı ve capcanlıdır. Şöyle ki 
			muhasebe servisine girdiğinde tüm memurların saygıyla ona ayağa 
			kalmasını bekler çünkü bu saygıya bayılır. Öte yandan tahsilinin 
			olmaması yüzünden, okumuş insanları kıskandığı ve onların 
			bilgisinden korktuğu için çalışanlara karşı hep serttir. Ezikliğini 
			hissettirmemek için de herkesi küçümser ama romanın sonunda tüm 
			kibirli havası yok olur. Buna karşılık, başlangıçta zayıf bir kız 
			gibi görünen Cemile verdiği kararla babasının ve kendisini beğenen 
			erkeklerin planlarının suya düşmesine neden olur. Onun karakter 
			değişim ve dönüşümü de tutarlı ve güçlü bir gelişme gösterir. 
			Cemile’ye farklı gözle baktığı için karısından azar işiten komşu 
			Musa, benzer biçimde başkalaşıp romanın sonunda katiple konuşarak 
			Cemile’yi babasından istemesi için planlar hazırlar. Para ve çıkar 
			karşılığında erkekler cephesinde yer almış olan Karakız ise, 
			kadınlar tarafına geçerek Güllü ve Cemile’yle birlikte ustaya karşı 
			koyar. Genç kız akıllanır ve olayların gidişatını değiştirir. Camgöz 
			Sadık olayları başlatanlarla birlikte işten atılmıştır ama Deveci 
			Halil’le birlikte yeni planlar yapar, yeni hayaller kurar. O da 
			deneyimlerden kazanç sağlamıştır. Cemile’nin kararı ve romanın mutlu 
			sonu, Malik’in pencere önünde gamlanmasıyla onun değişimine neden 
			olur (152). Kısa bir zaman diliminde geçen anlatıda karakterler 
			yaşadıkları deneyimlerden ders alır, kişiliklerini geliştirirken 
			olumlu davranışlar edinirler. 
			 
  
			
				- 
				
Mekan:  
			 
			Romanın mekanı Çukurova’daki bir 
			iplikhane atölyesi ve işçilerin hep bir arada yaşadıkları yoksul 
			evleridir. Yaşam hem iş yerinde, hem de özel alanda yardımlaşma, 
			işbirliği ve imece usulüyle yaşanır. Örneğin Cemile çamaşır yıkarken 
			üst kat komşuları Güllü ona yardım eder ama daha sonra Cemile de ona 
			yardım edecektir. Tüm işçiler büyük bir aile gibi, bir arada yaşar, 
			fabrikada üç yüz otomatik dokuma tezgahının çalışmasına katkıda 
			bulunurlar. Romanda özel ve kamusal olmak üzere her iki mekan, kadın 
			karakterlerin özellikleriyle birlikte çok canlı verilmiştir. Ancak 
			ilginç olan yan, dış mekanda erkeklerle av-avcı ilişkisi içinde olan 
			kadınların, özel yaşamda komşu erkeklerle bile rahat, özgür ve 
			yargısız bir yaşam sürmeleridir. Toplumun huzurlu yaşamını bozan ve 
			dengeleri altüst eden, başka erkeği seven Cemile’yle evlenmek için 
			ısrarla tutkulu ve sinsi planlar yapan Deveci Halil’dir. Bu, iç 
			mekanı da sarsan bir olaydır. Öte yandan kurnaz Ağa da dış mekanın 
			işleyişini bozar. Yoksa bu iki olumsuz etki olmasa, toplumda 
			huzursuzluk yaşanmayacaktır. Dış mekanda kahve ve meyhanenin 
			aksiyona ve iç mekandaki değişimlere etki eden özel bir yeri vardır. 
			 
  
			
				- 
				
Karakterlerin sosyal çevreleri ve 
				çalışma ortamları:  
			 
			Cemile ve diğer Boşnak aileler iç içe 
			geçmiş evlerde yaşayan yoksul işçilerdir. Aslında 1950’lere gelene 
			kadar Türk romanında Sadri Ertem, Sabahattin Ali ve Reşat Enis gibi 
			romancılar, işçileri anlatan romanlar yazmışlardır ama Orhan Kemal 
			işçilerin dünyasında sınıfsallığın nasıl ortaya çıktığını çeşitli 
			yönleriyle ele almıştır. İşçilerden kimisi Cemilelerin ev sahibi 
			Musa gibi geniş aileyle birlikte yaşar, kimisi de Güllü gibi 
			ağabeyiyle ama sonuçta tam anlamıyla komünal bir yaşam şekli hüküm 
			sürmektedir (76). Herkesin işine koşup insanlara parasız yardım eden 
			Cemile’nin babası Boşnak Malik Efendi hükümetin verdiği köy 
			toprağını özler (64) ama sonunda kızının kararına razı olmak zorunda 
			kalır. Cemile’nin evlenmek istediği katip Necati’nin hırslı ve 
			kibirli babaannesi de (32) Malik gibi karara katılmaya mecbur olur. 
			Roman işçileri anlattığı için, sonuçta ortada işçi, patron ve 
			kapitalist bir üretim süreci söz konusudur. Bunu bağlı olarak da 
			sömürü ve ahlaksızlık kaçınılmaz olur. Bu da insan ilişkilerinde 
			kutuplaşmanın ve sınıflaşmanın ortaya çıkmasına yol açar. “İtalyan 
			mühendisin fabrikada çalışmasını hazmedemeyen cahil Kadir Ağa, hem 
			zımpara tozu katıştırarak ipliklerin kopmasını sağlar hem de az 
			iplik ürettikleri için işçilerin yevmiyelerini keser. İşçiler türlü 
			yollarla zengin olan ağa kadar düzenbaz olmadıkları için bu durumun 
			bilincinde değildir. Yevmiyelerinin azalmasına daha fazla 
			sabredemeyen işçiler, İtalyan mühendisin odasına saldırırlar. 
			Fabrika içindeki ilk isyan girişimi budur. Bu arada fabrikada bir 
			sınıflaşmanın da doğduğu görülür: Cahil ağa ve onun yanında yer alan 
			işbirlikçi ustalar ve işçiler: Ağa’nın ne yaptığının farkında olan 
			işçiler ve ustalar” 
			
			iv. 
			 
  
			
				- 
				
Çatışması bol olay dizisi:  
			 
			Orhan Kemal senaryo tekniği üzerine 
			yazdı yazılarda da belirttiği gibi, kurgularda en çok konuyu ve 
			toplum eleştirisini önemsemiştir. Yazara göre bizdeki filmlerin iyi 
			olmamasının nedeni, “filmlerin dramatik bir yapıdan yoksun olmaları, 
			konuşmaların aksaması, kişilerin belirli bir tip olarak 
			geliştirilmemesi ve karakter yaratılamamasıdır”. Orhan Kemal en çok 
			da, sırf çok para kazanmak için sıradan ve özensiz film çekenleri 
			eleştirmiştir. Türk filmciliğinin ana konusu ne olmalıdır diye 
			sorulduğunda açıklaması şöyledir: “Batı’da çevrilen filmlerden pek 
			çoğu, içinde yaşadığı toplumu hatıra gönüle bakmadan, kıyasıya 
			eleştirir. Sonunda, çıkmaz yolları gösterir, olması gerekeni 
			seyirciye anlatır. Yani, önce toplumun tanımı, sonra tedavi için 
			reçetenin yazılması, daha sonra da tedavi. Biz bugün bütün bunlardan 
			çok uzaktayız. Toplumca geriliğimizin nedenlerini açıklayacak 
			konulara el süremiyoruz” 
			
			v. Kurguda konunun sağlam olması için 
			çatışmaların çeşitli ve derinlikli olması gerekmektedir. Cemile 
			romanında iki tane ana çatışma bulunmaktadır: Deveci Çopur Halil’in 
			Cemile’ye göz koyması ve iki patrondan biri olan Ağa’nın fabrikada 
			çalıştırılan İtalyan’a karşı işçileri kışkırtması. İşçiler 
			arasındaki huzursuzluk ve dedikodu, isyana, kanlı olaylara ve 
			sonunda cezalandırılmalarına neden olur. Halil’in ise Cemile’yi elde 
			etme planı gittikçe sinsileşir. Bir romanda ne kadar çok çatışma 
			olursa, roman o kadar başarılı olur ama bu çatışmaların sonunda da 
			karakterlerin inandırıcı ve başarılı değişim-dönüşümlerinin 
			sağlanması gerekmektedir. Romandaki ikincil çatışmalar şunlardır: 
			İzzet Usta’yla karısı, mahallerin bakkalı Mahmut Amca ile Halil, 
			Halil’le katip, Camgöz Sadık’ın teyzesinin kızı Karakız ile Halil, 
			Ağa ile Cemile’nin kardeşi Sadri, Cemile ile Sadri, Sadri’yle 
			arkadaşı komşu Musa, Ağa’yla Numan Bey, vb. Kadir Ağa’yla Numan 
			beyin çatışması, Türkiye’nin iki zıt çehresini ortaya koyması 
			açısından ilginçtir: Ağa ikiyüzlü, Numan Beyse züppedir. Numan bey 
			fabrikaya durmadan “palike” diyen Ağa’nın yanlış kullandığı 
			Türkçesini düzeltir (42). Sonunda da onun zenginleştikçe 
			görgüsüzleşen ve palazlanan havasını kırmak için kesin bir tavır 
			alır. Genel Müdür Yahudi Salamon kurnaz ve işinibilir bir insandır 
			ama Orhan Kemal onu iki arada bir derede kalmış bir emir kulu olarak 
			göstererek sıradan bir Yahudi stereotipi olmasına izin vermez, onu 
			da öbürleri gibi, tamamlanmış bir karakter düzeyine çeker. Zaten 
			Orhan Kemal sadece kadınları değil, Türkiye’nin çokkültürlü yapısı 
			içindeki çeşitli kimlikleri de özenle çizmiştir. Kimlikler 
			konusundaki iki düşünce şöyledir: Mustafa Aslan kadınlar konusunda 
			şöyle bir yorum yapar: “Orhan Kemal’in yapıtlarında kadınların ve 
			çocukların önemli bir yeri vardır. Hemen her yapıtında onları 
			belirgin bir şekilde görmemiz olası. Vukuat Var, Hanımın 
			Çiftliği ve Kaçak adlı romanlarına baktığımızda 
			kadınların ve çocukların kahraman olarak öne çıktıklarını rahatlıkla 
			duyumsayabiliriz.” Mehmet Nuri Gültekin’se Orhan Kemal’in etnik 
			kimliklere yaklaşımını şu şekilde değerlendirir: “Umutsuzluğa onun 
			hiçbir eserinde rastlanmaz. İnsanlar, etnik kimlik, din, dil ve 
			diğer renkleriyle kişilik kazanmazlar onun eserlerinde; insanları 
			var eden yaşadıkları koşullardır, etnik kimlik değil, Rumlar, 
			Ermeniler, Yahudiler, Kürtler, Türkler, Araplar onun eserlerinde 
			hümanist bir çizgide mutlaka buluşur” 
			
			vi. 
			 
  
			
				- 
				
Beklentiyi kırma ve yüksek merak 
				unsuru:  
			 
			Cemile romanında Patron Numan 
			beyin bir İtalyan mühendise iş vermiş olması Kadir Ağa’yı 
			kızdırmakta, bu kurnaz Anadolulu yeni uygulamaları istememektedir. O 
			yüzden Ağa İtalyan’ı işçilere kötülemiş, onun hakkında kolay 
			inanılır iftiralar yaymıştır. Hatta okuyucu bile bunlara inanabilir. 
			Ancak romanın daha sonraki sayfalarında bunun yalan olduğu ortaya 
			çıkar. Öte yandan romanın başından sonuna kadar Halil’in tutkusu 
			öyle bir güçlenir ki, okuyucu romanın sonunda Cemile’nin başına 
			olumsuz bir olay geleceğine kesin gözüyle bakar çünkü Halil genç 
			kızı kaçırma planları yapmakta, öte yandan Cemile de cahil ve 
			gözükara bir biçimde kendine güvenmektedir. Hele hele bir de 
			fabrikadan dönmekte oldukları bir gece Halil’le Sadık arabayla 
			önlerini çevirince, bunun gelecekteki olaylara bir ilmik olduğu 
			sanılabilir. Bir başka okuyucu beklentisi de Cemile’nin erkek 
			kardeşinin yüksek ateşle hastalanmasıdır. Bu noktada okuyucu yaşlı 
			ve iyi kalpli Boşnak Malik’in çocuklarının başına kötü bir olayların 
			geleceğine ikna edilir çünkü yaşlı baba da Çukurova’dan kaçıp köy 
			yaşamına dönmeyi hayal etmektedir. Öte yandan Malik’le Bosna’dan 
			çocukluk arkadaşı Muy’un eski birer eşkıya olmaları ve şehirde işsiz 
			kalmış bu Karadağ çetecilerinin anlattıkları okuyucuyu başka yönlere 
			çeker çünkü bir vakitler Muy’un güzel kızı kaçırılmış ve dağda 
			öldürülmüştür. İşçiler galeyana gelip fabrikada İtalyan’a karşı 
			olaylar başlattıklarında, Malik Efendi, oğlunu bulmak üzere 
			fabrikaya koşar. Bu noktada Malik’ten mutlaka güçlü bir müdahale 
			beklenmektedir. Ne var ki Orhan Kemal merak düzeyini roman boyunca 
			yüksek tutup bu beklentilerin hepsini mantıksal bir çerçeve içinde 
			kırar. 
			 
  
			
				- 
				
Kadın teması:  
			 
			Romandaki en önemli temalardan biri 
			tarım ekonomisi üzerine kurulmuş feodal ilişkilerden tarımda 
			makineleşmeye geçişin sancılarından kaynaklanmaktadır. Numan Bey 
			fabrikasını daha geliştirmek isterken, ortağı olan Ağa gibi kısır ve 
			bağnaz düşünceliler, değişimden ve taşların yerinden oynamasından 
			korkarlar. Boşnak Malik de fabrikadan korkar (77) çünkü onun derdi 
			fabrikaya çocuklarını yem yapacağı düşüncesidir. Sonuçta fabrika 
			karısının ölümüne, kendisinin de kolunu kaptırmasına neden olmuştur. 
			Öte yandan Balkanlardan yirmi yıl kadar önce göçmüş Boşnakların 
			Türkiye’ye alışma ve yeni bir ülkede tutunma süreçlerindeki acılar 
			da önemli bir temadır. Romanın makro çatışması fabrika ve 
			ekonomiyken mikro düzeydeki çatışması güzel bir kadının erkekler 
			dünyasındaki sıkıntılarıdır. Cemile fabrikada çalıştığı için, 
			erkek-kadın karışık bir ortamda yaşamakta ama güzel olduğu için de 
			erkeklerin dikkatini çekmektedir. Hatta pek çok kişi tarafından işi 
			bırakıp evde oturması için uyarılır. Onun sıkıntısı, ataerkil bir 
			toplumda kadına göz koyanın malı olma zorunluluğudur. Evli, dört 
			çocuklu ve karısı doğurmak üzere olan komşu Musa’nın bile genç kızda 
			gözü vardır, hatta karısı susturmasa kızı hemen karalayacak laflara 
			başlamıştır (73). Erkek egemen toplumda erkek avcı, kadın da av 
			olduğuna göre, Halil istedi mi, Cemile’yi mutlaka elde etmelidir. 
			Başka deyişle, kadının seçme hakkı yoktur çünkü kadın, erkek cinsi 
			tarafından sadece seçilir. Başka acıklı ve ironik bir yan da 
			ataerkil toplumun en önemli koruyucusu ve kalesinin kadın cinsi 
			olmasıdır. Erkekler romanda olduğu gibi, kadına karşı maşa olarak 
			kadınları kullanırlar. Halil, Karakız’dan bilgi alabilmek için ona 
			ısrarla kebap ısmarlar ve birlikte şarap içerler ama Halil 
			kendisinden hoşlanmaya başlayan genç kızın duygularıyla ilgilenmez 
			çünkü Karakız yalnızca bir aracıdır. Türkiye’deki pederşahi düzenin 
			Batı Avrupa ve Amerikan ataerkilliğinden farklı bir yanı vardır: 
			Cemile’nin heba olup gitmesini bir erkeğin yaptığı sağduyulu ve 
			akılcı plan önler. Musa her ne kadar Cemile’yi beğeniyor ve elde 
			edemediği için karalıyor gibi görünse de, sonunda masum bir genç 
			kızın sevdiğine kavuşmasına önayak olur. Türkiye’de genellikle 
			erkekler, namuslu ve masum olduğuna inandıkları kadınları korur ve 
			onlara karşı merhametli davranırlar. 
			 
  
			
				- 
				
Romanın türü:  
			 
			Genelde Batı edebiyatı tarihsel 
			gelişimi içinde, sonu ölümle biten trajedi ile komiklikler dolu 
			mutlu sonla nihayet bulan komedi olmak üzere, iki ana türe 
			yönelmiştir. Bir de bunların karışımı olan melodramı tercih eder. 
			Ancak Cemile romanı, beklentileri kurmak suretiyle bu 
			kriterlerin dışına çıkar çünkü sonuç bölümü her an bir trajediye 
			doğru ilerler gibi görünmesine rağmen, roman aşırı acıklı ve saçma 
			bir melodram veya ölen asal karakteri olan bir trajedi olarak 
			bitmez. Öte yandan ya iyi, ya da kötü karakterlerin bulunduğu 
			melodrama da izin vermeden, işçileri yanlış yönlendiren Camgöz 
			Sadık’ın yaptıklarının geri tepmesine izin verir. Bu arada yabancı 
			düşmanlığına da izin verilmez. Bu da, romanın kurgu yılı 1934 olduğu 
			için, yabancılarla savaşı ve yenilgiyi çok yakın bir tarihte yaşamış 
			olan yaralı Türkiye’nin ülkesini işgal edenlere öç ve kinle 
			yaklaşmadığının bir göstergesi olur. Daha kısa bir süre önce 
			Osmanlıların her cephede İngiltere, Fransa, Rusya ve İtalya’yla 
			savaşlar yaşamışlığı, kendi öz halkı olan Rumlar, Ermeniler ve 
			Arapların isyanlarıyla tarumar olmuşluğu ve işgalden sonraki 
			Kurtuluş Savaşı hafızalarda henüz çok tazedir. O nedenle İtalyan’a 
			karşı körüklenen ve hissedilen Anadolu kuşkuculuğunun yıkıcı hale 
			gelmesi önlenmiştir. Oysa ironik bir biçimde de, Orhan Kemal 
			“yabancı rejimler lehine propaganda yaptığı” iddiasıyla hapse 
			atılmıştır 
			
			vii.  
			 
  
			
				- 
				
Cemile romanına uygun 
				eleştiri akımı:  
			 
			Romanın başlığı bir kadın adından yola 
			çıktığı için, roman dünya edebiyatlarındaki çeşitli kadın eksenli 
			romanlarla kıyaslanabilir. Ancak kısaca söylemek gerekirse, Cemile 
			karakteri romanın iki önemli temasından birisinin ateşleyicisi 
			olması sebebiyle önemli bir karakter durumundadır ama güçlü bir 
			kadın gibi görünmesine rağmen olay dizisini doğrudan doğruya 
			yönlendirecek veya şekillendirecek herhangi bir eylemde bulunamaz 
			çünkü gerideki toplumsal olay, bunu örtecek derecede güçlü 
			çizilmiştir. Sonuçta genç kız, kurgunun içinde pederşahi toplum 
			düzeninin bir nesnesi olarak evlilik kurumunun koruması altına 
			girer. Ataerkil toplumun kadın/erkek ilişkilerindeki av-avcı 
			töresini kırmış olmakla birlikte, Cemile’nin kendi kişisel 
			gelişiminde veya kurgunun başkalaşmasında köklü bir rolü söz konusu 
			değildir. Adı romana verildiği halde, fabrikayı veya kadın dünyasını 
			değiştirmeye yönelik büyük adımlar atamamış, daha çok sadece kendi 
			kaderini tayin etmiş pasif bir araç olarak kalmıştır. Bu nedenle 
			romanı feminist bir bakış açısıyla ele almak fazla bir kazanım 
			getirmez. Öte yandan roman postkolonyal bir açıdan, Osmanlının 
			durumu ve koloni döneminden postkolonyal düzene geçtiği sıradaki 
			değişimleriyle Yahudiler ve Boşnaklar ele alınmak suretiyle 
			düşünülerek incelenebilir. Ele alınabilecek başka bir eleştiri akımı 
			da Marksist eleştiri olabilir çünkü kurguda ağalar ve fabrikada 
			çalıştırdıkları işçiler söz konusudur. İşçiler ağanın aklına uymanın 
			cezasını çekerler ama Kadir Ağa da başarısızlığa uğramıştır. Sonuçta 
			kazanan, tahsil görmüş olan sermayecidir. Onun işçilerle kavgası da 
			aslında haklı bir kavga olmuştur. Kabına sığamamış ve kışkırtmalara 
			kanmış işçiler, bir yerde kendi başlarını kendileri yerler. Zaten 
			Orhan Kemal de sadece işçilerin bayraktarlığını yapmamış, “sebep ne 
			olursa olsun, kötü yaşayışın gerekli kıldığı mahvedilmiş insanların 
			hikayelerini ve romanlarını” yazdığını söylemiştir. Niçin roman 
			yazdığı sorulduğunda da şöyle yanıt verir: “…. niçin roman 
			yazıyorum? Bu ihtiyaç nereden geliyor? Yeteneğimden.. İyi şair 
			olamadığım için hikayeci oldum.. İyi şair olamazdım, önümde dağ gibi 
			Nazım vardı. İyi şair olmam için önce onu aşmam gerekirdi.. Nazım 
			aşılması zor ve imkansız sarp bir dağdır. Nazım, sonsuz mavi bir 
			denizdir. Nazım, şiir püskürten volkanik bir yanardağ sanki.. 
			Uzatmayalım yiğenim, hikayeci oldum, geliştim romancı oldum.. Bu 
			rastlantı bir şey tabii.. Peki köy romanı niçin yazdım? Hayatımda 
			benim köy diye bir problemim var mı? Köylü müyüm?.. Hayır.. Soyum, 
			sopum köyden mi gelmiş?.. Hayır.. Peki niçin köy romanı yazıyorum? 
			Babam avukat Abdülkadir Kemali, annem öğretmen Azime Hanım.. Babam 
			milletvekili, sonra bakan vekili.. Ve sonra “Ahali Fırkası” genel 
			başkanı.. Ve sonra çiftçilik yaptı. Ceyhan’da çiftlik işletiyordu..” 
			Orhan Kemal çocukluğundaki gözlemlerini yazar olduğunda kullandığını 
			ve çok iyi bildiği köylüyü anlattığını söyler. Daha sonra da şu 
			kıyaslamayı yapar: “Kemal Tahir gibi yaşamadan yazmadım. Kemal 
			Tahir’in romanları, köyde yaşamadığı için, köyü görmediği için, 
			nazari yazılmış romanlardır. Kemal Tahir köyü bilmez. Hele köylüyü 
			hiç bilmez. Sevmez onları..” Sonuçta da en nihai amacını şöyle 
			özetler: “Ben yurdunu seven bir insan, bir yazar olarak yurdumun 
			kalkınmasının gerekleri üzerine düşündüm. Fikir yordum. Fikir 
			yormakla kalmadım, bu çeşit romanlar yazarak eyleme katılmış oldum. 
			Karınca kararınca tabi.. İstiyordum ki, yurdum batı ülkeleri ayarına 
			yükselsin.. Yurdumu geri bıraktıran etkenler, koşullar ortadan 
			kalksın..” 
			
			viii. 
			 
  
			Notlar 
			
				
				
				i Y. Kenan Karacanlar, Orhan Kemal, İstanbul: Tüm 
				Yayınları, 1974, 9.  
			
				
				
				ii Orhan Kemal, Cemile, Türk edebiyatı 
				- roman, İstanbul: epsilon, 2007, 12/13. Metin içinde bulunan 
				sonraki alıntılar, bu romandan ve parantez içindeki sayfa 
				numaraları gösterilerek belirtilecektir.  
			
				
				
				iii Fikret Otyam, arkadaşım orhan kemal ve mektupları, 
				İstanbul: E Yayınları, 1975, 127.  
			
				
				
				iv Mehmet Narlı, Orhan Kemal’in Romanları Üzerine Bir 
				İnceleme, T.C. Kültür Bakanlığı Yayınları, Sanat-Edebiyat 
				Eserleri Dizisi, 390-134, Ankara: Türk Tarih Kurumu Basımevi, 
				110.  
			
				
				
				v Orhan Kemal, Senaryo Tekniği ve Senaryoculuğumuzla 
				İlgili Notlar, İstanbul: Baha Matbaası, 1963, 12-13.  
			
				
				
				vi Cumhuriyet Kitap, 17 Eylül 2009, sayı 1022, 4.  
			
				
				
				vii Bu noktada başka ironik bir husus, 
				yabancı ülkelere ilişkin anılarını kısa zamanda unutmuş Anadolu 
				insanının, 2000 yıllarda yabancı sermayeye, kendi benliğini yok 
				eder bir biçimde yüreğini, cebini ve ülkesini açmış olmasıdır.  
			
				
				
				viii Nurer Uğurlu, Orhan Kemal’in İkbal Kahvesi, 
				İstanbul: Cem Yayınevi, 1972, 43, 44, 45. 
				 
 
  
			   |