| 
			   
			GÜLE 
			GÜLE İLHAN AĞABEY… 
			   |  
        
          | 
            
			 |  
        
           |  
        
          | 
			
			
			
			
			
			 |  
        
          
			 
			 
			 
			Son yolculuğuna uğurladığımız İlhan Ağabey için de duygularımı 
			yazmak istedim. O da babamın dostlarından biriydi. Dostlar yavaş 
			yavaş azaldıkça bir hüzün kaplar yüreğimi. Sessizce ağlarım, giden 
			dostların ardından. Kimine yapılan haksızlıklar karşısında yüreğim 
			çaresizce sızlar, çektirilen acıları duyarım vücudumun derinlerinde. 
			Ama isyan edemem, cesaretim yetmez kabuğumun içine çekilir pısarım. 
			 
			İlhan Ağabey gibi dostunuz, her gün size açılan cesur bir pencere 
			varsa hayatta sırtınız yere gelmez. O sizin yerinize cesaretle, 
			yılmadan haksızlıklarla savaşır. Çaresizlerin çaresi, kimsesizlerin 
			kimsesi, güçsüzlerin gücü, yılgınların ümidi olacaktır. Sizi 
			yüreklendirecektir. Önce kabuğunuzdan başınızı çıkaracak sonra 
			pısırıklığınız gidecektir. Onunla pencereden daha güçlü bakmaya 
			başlayacak, gün doğmadan meşime-i şeb’den neler doğacağına inanmaya 
			başlayacaksınızdır. 
			 
			Bazıları İlhan Ağabey’in eski moda olduğunu, artık geçerliliğini 
			doldurmuştu diyebileceklerdir. Ama bu maksatlı yorum ve olumsuz 
			koşullarda bile inancımızın gücünü , bilinçli yıldırma yapan, 
			aklınca moral bozan güçsüzlerde günü geldiğinde göreceklerdir. Bir 
			gün mutlaka bir şafak vakti yenilgilerden sıyrılıp yenmeyi de 
			başaracağız. Yüzyıllardır kaderine boyun eğmiş, bir kere başarmış 
			ama tekrar başaracak olan bu halka babam, İlhan Ağabey ve diğer tüm 
			yurtseverler inanmadılar mı? Bizim de inanmamız gerektiğini 
			yazılarında vurgulamadılar mı? O zaman yılgınlığa yer yok. İlhan 
			Ağabeyler hiçbir zaman ölmezler. Zaten ölümde bir şey yapamaz 
			onlara. Yel kayadan ne alır? Büyük granit anıta ne olur ki? Ona 
			haksızlık edenler unutulacaktır elbette. Ama tarih onu koynunda 
			daima saklayacaktır. 
			 
			4 Haziran 2002 tarihli, “Pencere” yazısında babam için şunları dile 
			getirmişti, “Acımasız bir değirmen taşı insanlarımızı öğütüp yok 
			ediyor…Dünden farkımız şu: Bugün bu durumu doğal sayıyoruz; yitip 
			giden insanlarımızı düşünen, dinleyen beri gelsin… Tarihimizde 
			matbaa yoktu, gazete yoktu, resim yoktu, heykel yoktu, roman yoktu! 
			Bireycilik tezgahından geçmeden, toplumculuk’a özendik! Orhan Kemal 
			bu çelişkili fırtınanın yarattığı olağanüstü yazar kimliğiyle 
			edebiyatımızda romanın özgün bir örneği… ‘İkbal’ ne demek? Hayatında 
			‘İkbal’in yalnız kahvehanesini görebilen Orhan Kemal’e borcumuz 
			büyük… Ancak gariptir. Biz ona ödül vermedik; ama o ölümünden sonra 
			yazılarımıza ödül dağıtıyor…” Bilgeliği, insan sevgisi, sade ama 
			görkemli yaratıcılığıyla hepimize ağabey oldu. Orhan M.Arıburnu, 
			İlhan Ağabey içinde geçerli olan, “Kutsal özgürlük savaşımıza 
			yetişebilseydi, ilk zafer bayrağını taşıyan değil, ilk 
			ölenlerimizden olurdu.” yazısında ne kadar haklı! Toplumdan alacaklı 
			olarak ölmesini bilen gerçek yurtsever İlhan Selçuk’a ne mutlu! 
			 
			Güle güle İlhan Ağabey, “Dünya bir pencereymiş, her gelen bakıp 
			geçmiş,” 
			deseler de, sen bu güzel ülkemin doğudan batıya uzanan uygarlık 
			yolunun üzerindeki aydınlık pencerenden çekip gitmeyecek, bize daima 
			sevgiyle, ışıkla bakacaksın! Türkiye penceren hep aydınlık olsun. 
			 
  |  
        
          | 
			 
			   |    |