| 
			 "Gerçek olan öğrenmektir. Nereden, 
			nasıl Öğrenirsen öğren. 
			Nereden, nasıl öğrendiğin, diploman, hatta neler bildiğin de önemli 
			değil. Ne yaptığın önemlidir." 
			Orhan Kemal 
			(Arkadaş Islıkları'ndan) 
			"Avare Yıllar" romanı, İlk 
			gençlik dönemimde o denli etkilemişti ki beni, bir ömür boyu o 
			sözcüğün gizeminden kurtulamadım!... O avareliği ben de, bir Ömür 
			boyu cebimde taşıdım... 
			Ne Raj Kapoor'un "Avare" filmi ne de 
			Yusuf Atılgan'ın, "Bu dünyada aşık olmak yeterince ciddi ve 
			insanın tüm zamanını alabilen bir iştir" diyen, gene ilk gençlik 
			yıllarında çok sevdiğim ve örtüştüğüm, çiviti "Aylak Adam"ı, 
			beni bu denli etkilememişti!... 
			Orhan Kemal, İttihak ve Terakki'nin, 
			gençlik döneminde öğrencileri örgütlemekle sorumlu, Hukuk Mektebi'ni 
			'Pekiyi ' dereceyle bitirmiş (!), Talat Paşa hayranı, Çanakkale 
			savaşı'na bıyıkları yeni terleyen bir asteğmen olarak katılmış, 
			Siirt'ten Basra'ya Osmanlı mülkünü adımlamış, halkın yaşamsal 
			gerçeğini görmüş, ilerici bir babanın çocuğuydu!... 
			O, cumhuriyet döneminde de, ilk 
			İstiklal Mahkemeleri'nde yargıçlık yapan, ancak ilk meclisde muhalif 
			grupta yer alan ve sözünü sakınmadan konuşan, "ateşi ve ihaneti 
			görmüş" bir aydın ve " ...Halk bütün servetini, bacağındaki 
			donunu, sırtındaki gömleğini verdiği halde, bunlar yetmiyormuş gibi 
			bedenen çalışma zorunluluğunu, halka doğru gitmek isteyen bir 
			hükümet, halkın üzerine yüklemek istiyor. Bu şu demektir ki, 
			geberinceye kadar bedenen de çalışacaksınız ... Halka doğru gitmek, 
			halkın başına bela olan gereksiz formaliteleri kaldırarak, yerine 
			daha iyi, daha uygun yöntem kurmakla olur ... memleketi kurtarmak 
			için gözümüzü herhalde aşağı doğru, yani halka çevirmek 
			zorundayız..." diyebilecek kadar gerçekçi bir milletvekilinin ve 
			onun genetik mirasını taşıyan, bir yaman, sanatçı oğlu! ... 
			Bu babadan miras kalan gerçekçilik, 
			onun acılı gerçek yaşamında da, sanatsal yaşamında da, onu hiçbir 
			zaman yalnız bırakmadı!... Çünkü o, hukuktan, adaletten, doğruluk, 
			dürüstlük, insanlıktan başka bir değer tanımıyan, gerektiğinde yurdu 
			için silaha sarılan bir Osmanlı aydını, namuslu insan, Abdülkadir 
			Kemali'nin yurtsever oğluydu!... 
			Onun yeni kurulan ulus devletin kent 
			soylu bir çocuğu olarak başladığı bu yaşamı kısa sürecek, babasının 
			varolan yönetime muhalif olarak parti kurduğu "Ahali Cumhuriyet 
			Fırkası" ve onun yayın organı Ahali gazetesi 
			yasaklanacak, kendisinden bir daha muhalefet yapmayacağına dair, 
			senet alınacak, maddi ve manevi zor durumda kalan babası da, daralan 
			bu siyasi çember içinde ve haksız ithamlar karşısında, kendini daha 
			fazla riske etmemek için Beyrut'a kaçarak oraya yerleşecek ve Orhan 
			Kemal'in ilk delikanlılık dönemi de, orada Beyrut'lu emekçiler 
			arasında serpilip gelişecekti!... Babasının Beyrut' da eşinin 
			bileziklerini satarak açtığı küçük lokantada Önce garsonluk ve 
			bulaşıkçılık ve sonra gene orada bir matbaada İşçilik yapacak, 
			sabahları Beyrut'lu emekçilerle kendini yollarda bulacaktı... 
			Babasının bu zoraki sürgünden 
			Çukurova'ya dönüşü, 1939'lu yılları bulsa da, o, 18 yaşında ekmeğini 
			kazanmak için, doğduğu o bereketli topraklara yani, Çukurova'ya geri 
			dönecek, 1932 yıllarının Adana'sında; çırçır işçiliği, dokumacılık, 
			ambar memurluğu, katiplik yaparak yaşama tutunmaya 
			çalışacaktı...1937 yılında çırçır emekçisi Nuriye hanımla evlenecek, 
			kızı Yıldız doğacak ve 1938 yılında gittiği askerlik döneminde ilk 
			şiirlerini yazmaya başlayacaktı... 
			Askerliğini yaparken gönderdiği 
			şiirler "Yedigün" ve "Yeni Mecmua" da çıkacak ve 
			onları hapisteyken "Yeni Ses", "Ses", "Yürüyüş" 
			dergilerinde yayımlanan şiirleri izleyecekti. Gene askerliğini 
			yaparken başına siyasi belalar gelecek; siyasi aile geçmişi ve 
			babasından devraldığı haklı mirasın da etkisiyle, askerde, "Maksim 
			Gorki ve Nazım Hikmet kitapları okumak", bahanesiyle, sözümona 
			kominizm propagandası yapıp, "yabancı rejimler lehine propaganda 
			ve isyana muharrik" suçundan yargılanacak ve beş yıl ceza 
			alacaktı... Babası sürgünden ülkeye dönerken, oğlu da Kayseri, Adana 
			ve Bursa cezaevlerinde yatacaktı!... 
			1940'da, Bursa Cezaevi'nde Nazım 
			Hikmet'le tanışması onun tüm yaşamında muazzam bir değişmeye vesile 
			olacaktı... Nazım Hikmet bu genç delikanlının üzerinde titreyerek, 
			her anlamda yeniden "inceden inceye" eğitip, biliçlendirip 
			yepyeni, bir toplumcu şekle sokacak ve Orhan Kemal, toplumcu 
			gerçekçi bir edebiyatın ilk öyküsel satırlarını cezaevinde yazmaya 
			başlayacaktı... Cezaevinden çıkmadan ustası Nazım'a, ustasını 
			okuyunca ağlatan şu satırlarla , mektupları dışında veda edecekti: 
			'Sen Prometenin çığlıklarını/ kaba 
			kıyım tütün gibi piposuna dolduran adam/ Sen benîm mavi gözlü 
			arkadaşım/ Kabil değil unutmam seni/ 26 Eylül 1943/ seni yapayalnız 
			bırakıp hapishanede/ bir üçüncü mevki kompartımanda pupa yelken/ 
			koşacağım memlekete/ (...)/ Unutabilir miyim seni/ Tahtakurusu 
			ayıkladığımız hapishane gecelerini/ Ve radyoda şark cephesinden 
			haber beklediğimiz/ Müthiş anların küfürünü/ Radyonun yanındaki 
			duvara/ Kurşun kalemiyle abus insan yüzleri çizmiştin/ Unutabilir 
			miyim seni hiç?/ Hala beton malta boylarında duyuyorum/ Takunyaların 
			sesini!/ Unutabilir miyim seni?/ Dünyayı ve insanlarımızı sevmeyi 
			senden öğrendim/ Hikaye şiir yazmayı/ Ve erkekçe kavga etmeyi, 
			senden!' 
			Nazım Hikmet de çırağının ayrılışıyla 
			ilgili duygularını şöyle getirir: 
			"Raşit çıkıyor. Elbette 
			seviniyorum, hem de çok. Fakat içime ayrılığın hüznü düştü. Ondan 
			bir insan, bir arkadaş, bir meslektaş olarak hiçbir şikâyetim 
			olmadı. Ona ne kadar alıştığımı ve ne kadar onu sevdiğimi şimdi daha 
			kuvvetle anlıyorum." 
			1943' te salıverildikten sonra 
			Adana'ya döner. Amelelik, demiryollarında muvakkat hammallık, 
			nakliyatçılık, sebze nakliyeciliği, Etibba Odası, Bağ ve Bahçeler 
			Derneği ve Adana Verem Savaş Derneği'nde katiplik yaparak yaşamını, 
			o çok sevdiği Çukurovalı emekçilerle birlikte sürdürür... Siyaseten 
			de, toplumcu, illegal bir siyasi yapılanmayı Adana'da günün zor 
			koşulları içersinde yürütmeye çalışır... 1944 yılında oğlu Nazım 
			doğar!... Bu arada otuzbeşgünlük askerlik borcu için Kilis'de askere 
			alınır ve ardından Çorum'a sürgün gönderilir... Abdülkadir Kemali 
			Bey, dönemin başbakanı Recep Peker'e başvurup, oğlunu sürgünden 
			kurtarır...1949 yılında ikinci oğlu Kemali doğar!... 
			Demokrat Parti'nin iktidara gelmesi, 
			onu geçindiren birkaç küçük işi elinden alması ve onu İstanbul'a 
			göndermek istemeyen babasının vefatı, onu kuşlarıyla birlikte, 
			İstanbul gurbetine doğru adeta iter!... 
			İşçi sınıfının bu toplumcu gerçekçi 
			yazarı artık ekmeğini İstanbul'da yazarlıktan kazanmaya çalışacak, 
			tiyatro ve sinema için de yazınsal etkinliklerde bulunacak, yani 
			ekmeğini senaryo, yazı, tiyatro ve kitaptan çıkarmaya çalışacak ve 
			sanatını da bu kente ilerletip, büyütecektir... 1957 kasımında 
			üçüncü oğlu Işık doğar!... 
			1966 martında, "Hücre çalışması ve 
			komünizm propagandası" yaptıkları gerekçesiyle iki arkadaşıyla 
			birlikte tutuklanır. Melih Cevdet Anday, Yaşar Kemal ve James 
			Baldwin'inin konuşmalarıyla yazara destek veren Orhan Kemal 30. 
			sanat yılı jübilesi gerçekleştirilir... Bu baskıların da etkisiyle, 
			yazar bilirkişi raporuyla serbest bırakılır ve bu davadan 1968 
			yılında da beraat eder... 
			1967 yılında 72. Koğuş oyunu 
			ile Ankara Sanatseverler Derneği tarafından en iyi oyun yazarı 
			seçilir... 1969 yılında da, Türk Dil Kurumu Ödülü'nü ve 
			Sait Faik Hikaye Armağanı'nı Önce Ekmek adlı kitabı ile 
			alır. 
			Sağlık durumu iyi değildir... Ve o 
			günlerde muhalif, ilerici yazar ve aydınların yurt dışına çıkmaları 
			da kolay değildir!... Bulgar Yazarlar Birliği'nin marifetiyle, 
			onların çağrısı ayarlanarak Bulgaristan'a davetli olarak gider... 
			Tedavi sürecinde, vahim bir beyin kanaması geçirerek, sonuçta, 
			Sofya'da yattığı hastanede, 2.haziran.1970 yılında yaşama veda eder. 
			Küçük oğlu Işık Öğütçü, babası ve 
			sanatıyla ilgili şunları dile getiriyor: 
			"Ben 15 yaşıma dek babamın tüm 
			kitaplarını okumuştum. Ancak o yıllardaki dünya görüşünüzle şu 
			andaki dünya görüşünüz aynı olmuyor. Babamın kitaplarını halen 
			tekrar tekrar okuyorum. Her okuyuşumda bambaşka şeyler 
			keşfediyorum.... /...Türkiye'de bazı yazarlar Murtaza'nın deyimiyle 
			muzır vatandaşlardır. Ve daima denetim altında tutulmalıdırlar. Yani 
			Orhan Kemal bu sorunuzun cevabını 'Murtaza' ile vermiş. 
			Yazarlar ve sanatçılar kabında 
			duramayan insanlardır. Bize güzellikleri sunan insanlardır. Tabii ki 
			onların bazı düşünceleri bizim normal düşünce sistemimizin dışında 
			olacaktır. İnsanın düşünce dünyasının gelişmesi böyledir. Aykırı 
			fikirler her zaman olacaktır. Katılırsınız ya da katılmazsınız. 
			Bunları alıp hapse koymak 2000'li yıllarda olacak şeyler değildir. 
			Ama üstadın kitaplarındaki 'umut' var ya bu olumsuzlukların hepsi 
			bir gün aşılacak. Çağdaş ve bizi uygarlık yolunda yürütecek her 
			düşüncenin bir gün bu ülkede de ışık hızıyla gideceğine ben 
			inanıyorum. 
			Çünkü babam olsun. Nâzım Hikmet 
			olsun, diğer yazarlar olsun, insanların aydınlanması ve uygarlık 
			yolunda daha kültürlü ilerlemesi için yüzlerce eser yazdılar. Bu 
			olumsuzluklar ülkelerin sosyal gelişim hayatında görülen bir takım 
			engellerdir. Bunlar da aşılacaktır. Mesela Nâzım Hikmet yıllarca 
			hapislerde yattı daha sonra Kültür Bakanı onun 100. yaşını kutladı. 
			Bu tip şeyler gelip geçicidir yani siyasiler, siyasi düşünceler bir 
			gün silinip gider ama büyük sanatçılar hep kalır. Biz bugün Nâzım 
			Hikmet'e 28 yıl ceza veren insanları tanımıyoruz ama Nâzım Hikmet'in 
			şiirlerini okuyoruz. Babama mahkumiyet verenleri tanımıyoruz ama 72. 
			Koğuş'u okuyoruz. Yazarlar, sanatçılar bu yollardan geçecekler ama 
			sonunda mutlaka onların güzel bir dünya olmasını istediği dönemler 
			gelecektir. Bu 3-5 yıl sonra gelecek bir dönem değildir uzun bir 
			süreçtir. Bizler göremeyiz ama gelecek nesiller bunu görecektir. 
			Buna sonuna kadar inanıyorum." 
			Nazım mektuplarında ona, yazdığı 
			öykülere gönderme yaparak; "Ellerin ve gönlün nur olsun Raşid!..." 
			demişti... Biz de ölümünün kırkıncı yılında onu hasretle anıyor ve 
			yapıtları ülkemizin ve dünyamızın insanlarına aydınlık bir rehber 
			olsun , toprağı da hep ışıkla dolsun, diyoruz. 
			Meraklısına Notlar: 
			"Orhan Kemal Müzesi", Akarsu Caddesi 
			No:32 Cihangir / Taksim-İstanbuI 
			Orhan Kemal'in Özgün sitesinden 
			yapıtlarının tarihsel dizini: 
			Öykü: Ekmek Kavgası, 1949; 
			Sarhoşlar, 1951; Çamaşırcının kızı, 1952; 72. Koğuş, 1954; Grev, 
			1954; Arka Sokak, 1956; Kardeş Payı, 1957; Babil Kulesi, 1957; 
			Dünyada Harp Vardı, 1963; Mahalle Kavgası, 1963; İşsiz, 1966; Önce 
			Ekmek, 1968; Küçükler ve Büyükler, (ö.s.), 1971.  
			Ayrıca Öykülerinden yapılan derlemeler 
			Bilgi Yayınevi'nce dört cilt olarak yayınlandı: I. Yağmur Yüklü 
			Bulutlar, 1974; II. Kırmızı Küpeler, 1974; III. Oyuncu Kadın, 1975; 
			IV. Serseri Milyoner/İki Damla Gözyaşı, 1976. Arslan Tomson, (ö.s.), 
			1976; İnci'nin Maceraları, (ö.s.), 1979. 
			Roman: Baba Evi, 1949; Avare 
			Yıllar, 1950; Murtaza, 1952; Cemile, 1952; Bereketli Topraklar 
			Üzerinde, 1954; Suçlu, 1957; Devlet kuşu, 1958; Vukuat Var, 1958; 
			Gavurun kızı, 1959; Küçücük, 1960; Dünya Evi, 1960; El Kızı, 1960; 
			Hanımın Çiftliği, 1961; Eskici ve Oğulları, 1962 ( Eskici Dükkanı 
			adıyla 1970); Gurbet Kuşları, 1962; Sokakların Çocuğu, 1963; Kanlı 
			Topraklar, 1963; Bir Filiz Vardı, 1965; Müfettişler Müfettişi, 1966; 
			Yalancı Dünya, 1966; Evlerden Biri, 1966; Arkadaş Islıkları, 1968; 
			Sokaklardan Bir Kız, 1968; Üç Kağıtçı, 1969; Kötü Yol, 1969; Kaçak, 
			(ö.s.) 1970; Tersine Dünya, (Ö.s.) 1986. 
			Oyun: İspinozlar, 1965; 72. 
			Koğuş, 1967. Anı: Nazım Hikmet'le Üç buçuk Yıl, 1965. İnceleme: 
			Senaryo Tekniği ve Senaryoculuğumuzla İlgili Notlar, 1963. Röportaj: 
			İstanbul'dan Çizgiler, (ö.s.) 1971 
			
			   |