| 
			   
			
			Ortaokul ve lise 
			yıllarında yarıyıl dinlencesini pek severdik. Bu on beş günlük 
			süreçte Türkçe ve edebiyat öğretmenlerimiz bir roman ödevi verirdi. 
			O yıllarda seçme -ya da saçma- bilemediniz yerleştirme gibi sınav 
			hazırlıkları yapılmadığından on beş günlük sürede başkaca hiçbir 
			sorunumuz olmazdı. Başlangıçta kızdığımız yadırgadığımız bu roman 
			eleştirileri bizi sanat kitapları ile tanıştırmıştır. Yerli, yabancı 
			birçok yazarı böylece tanıma olanağı bulduk. Kitap okumayı, kitap 
			takasını ilkin o nedenle öğrendik. Ben Orhan Kemal'i de o yıllarda 
			tanıdım. Sonra Gurbet Kuşları filmi ile yeniden anımsadım Orhan 
			Kemal'i. Yüksek öğrenim görürken de onun 72. Koğuş'unu izlemiştim. 
			Hem o oyunda büyük ustayı da izleme şansımız olmuştu. Birkaç akşam 
			hava koşulları nedeniyle oyuna yetişemeyen bir sanatçı yerine rol 
			almıştı koca usta sahnede. Sonradan oğlu Işık'tan öğrendiğimize göre 
			yönetmen ona "sahnede yazılı olmayan sözler de ediyorsun" demiş de 
			koca usta ona "sanki onları ben yazmadım mı" diye karşılık vermiş. 
			
			Yüksek 
			öğrenimimizin ilerleyen yıllarında bizim kitap okumalarımız çoğaldı 
			ama bu kitaplar daha çok bilgi kitapları idi. Bin Temel Eserler o 
			çağın en çok okuduğumuz kitaplarındandı. 
			
			Yüksek öğrenimi 
			bitirip askerlik görevi için Yedek Subay Okuluna gittiğimde yeni 
			yeni arkadaşlar edindim. Bunlardan biri de Kemali idi. Okulda da 
			Nezihi diye bir arkadaşım vardı. Bu adlar bende hep ilgi 
			uyandırmıştı. Öyle ya Nezih, Kemal dururken neden Nezihi, neden 
			Kemali idi. O nedenle Kemali'yi çok çabuk tanıdık, bir daha da 
			unutmadık. Onun büyük usta Orhan Kemal'in oğlu olduğunu daha sonra 
			Genel Kurmay'da askerliğimi tamamlarken öğrendim. Yedek Subay 
			Okulundaki birlikteliğimizden sonra ikimiz de kurada Genel Kurmay'ı 
			çekmiştik. 
			
			Askerlik sonrası 
			işimizi kurup oturttuktan sonra yeniden okuma yazma günleri başladı. 
			Ben en çok Orhan Kemal'i okudum bizim ustalardan. Aytmatov ve Yaşar 
			Kemal de onunla birlikte en çok okuduklarımdandır. 
			
			Kemali ile 
			askerlik sonrası ara sıra telefon görüşmesi yapardık. Üç beş kez de 
			Işık ile görüşmemiz olmuştu. Daha önceleri Genel Kurmay'da iken 
			Kemali'nin annesi, Orhan Kemal'in sevgili eşi Nuriye teyze ile de 
			tanışmıştım. Baştabiplikteki subaylar olarak haftada bir birlikte 
			yemek yerdik. Ben çiğköfte yapmıştım arkadaşlara. Sonra sıra 
			Kemali'ye geldiğinde Kemali de çiğköfte yapmaya karar vermişti. Biz 
			çiğköfteye hiç su katmadan yoğururuz. Nuriye teyze Ceyhan usulü 
			çiğköfte yapmıştı bize Kemali adına. Onlar çiğ köftenin bulgurunu 
			sıcak suda iyice ıslattıktan sonra yoğuruyorlar. Birçok 
			çiğköftesever bulgurun baştan ıslatılmasını doğru bulmayabilir. Ama 
			biz Nuriye teyzemizin Ceyhan usulü çiğköftesini çok beğenmiştik. 
			
			Yıllar yılları 
			kovaladı. Belki de yaşlandıkça yeniden duygusallığımız arttı. Kemali 
			ile telefonlaşmalarımız arttı. Biz güneyde bir sanat dergisi 
			çıkartıyorduk kararlılıkla. Orhan Kemal'in çocukları da büyük 
			ustanın yapıtlarını yeniden gün yüzüne çıkarıyorlardı. Bir de onun 
			adına müze kurmuşlardı. 
			
			Orhan Kemal'in 
			çocukları içerisinde kuşkusuz Kemali'yi iyi tanırım. İyi dostumdur. 
			Ancak Işık, sanat çalışmaları yönüyle babasına en çok yakışanıdır. 
			Kemali'nin sanat özü güçlüdür ama kendini ekmek kavgasına ve 
			eczacılığa adamış gibidir. Hemen hakkını verelim, bu çağda gerçek 
			eczacılık yapan üç beş kişiden de biridir. Yine de babasının sanat 
			akımını sürdürmek gibi bir zorunluluğu olduğu bilincini üstlenmesini 
			beklememiz yadsınmamalıdır. Askerlik yıllarında okuduğum ve tadı 
			bugün bile damağımda öykülerin yazarı olan Kemali şunu bilmelidir ki 
			bütün kavgalar günün birinde tükenir. Kalıcı yapıtlar ise babasından 
			öğrendiğimiz gibi sanatla ilgili olanlardır. 
			
			Orhan Kemal'in 
			kızı Yıldız abla ve büyük oğlu Nazım ağabey ile hiç tanışmadım. 
			Onlar hakkında bir söz söyleyecek de değilim. Ama onların adının da 
			bu yazıda anılmaması olmazdı. 
			
			Dergimiz 
			Alkış'ta birkaç kez büyük ustayı ağırlamıştık. Oğulları Kemali ve 
			Işık da bizi onurlandırmıştı. Ama bunlar Alkış için yeterli değildi. 
			Orhan Kemal'e özel sayılar yapılmalıydı. Büyük usta Alkış'tan da 
			okuyucularına seslenmeliydi. Bunun için gerek Işık ile gerekse 
			Kemali ile birkaç kez telefon görüşmesi yapmıştım. Bir gün 
			İstanbul'da bir bilimsel toplantıya katılma zorunluluğumuz doğdu. 
			Ben de bu fırsatı değerlendirerek Orhan Kemal Müzesini 
			gezebileceğimi, Orhan Kemal'in oğullarını görebileceğimi düşündüm. 
			Bu görüşmelere bize İstanbul'dan büyük katkı sağlayan yazarlarımız 
			Mehmet Uysal'ı, Kerim Evren'i, Nihat Güner'i de katınca bilim gezisi 
			aynı anda sanat gezisine de dönüşmüş oldu. 
			
			İlkin Kemali'yi 
			buldum Silivrikapı'daki eczanesinde. Onunla bir iki saat görüştükten 
			sonra Galatasaray'da Mehmet Uysal'a uğradık öğle arası. Onca telefon 
			görüşmemize karşın ilk kez karşılaşmıştık Uysal'la. Geleceğin büyük 
			felsefecilerinden biri olacak olan Uysal'la sanki kırk yıllık dost 
			gibi idik. Uysal'dan sonra Orhan Kemal Müzesinin yolunu tuttuk. 
			Akşama Nihat Güner'in evine uğrayacaktım. Ertesi gün, gün ortasına 
			dek bilimsel toplantıya katılacaktım İstanbul Üniversitesi Merkez 
			Binasında. Öğleden sonra ise Kerim Evren'le buluşacaktık. 
			
			Biz Cihangir'de 
			Orhan Kemal Müzesine varmadan Kemali, Işık'ı aramış ve bizim 
			gelmekte olduğumuzu ona bildirmişti. Müzede Işık'la buluştuk. Müzeyi 
			gezerken ben hep Işık Bey, Işık Bey dermişim ki hemen Işık beni 
			uyardı. Sen benim ağabeyimsin şu resmiliği ortadan kaldır, dedikten 
			sonra ona yalnız Işık demeye başladım. 
			
			Müze çok ilginç 
			belgelerle dolu. Orada sosyal, siyasal ve tarihi konularda 
			sergilenen birçok belgeler bulunmakta. Burası bir sanat müzesi 
			olmakla birlikte aynı anda ilk dönem Cumhuriyet Müzesi duygusunu 
			veriyor. Atalarımızın yaşantılarından -bu arada çektikleri 
			sıkıntılardan- bol bol kesitler var. Bir Maraşlı olarak Orhan 
			Kemal'in babası ilk dönem milletvekili ve adliye bakanı Abdulkadir 
			Kemali Beyin 1930'da kurduğu Ahali Cumhuriyet Fırkası'nın Maraş'ta 
			kuruluşunu anlatan gazete ayrıca ilgimi çekiyor. Bizim değerli 
			araştırmacı arkadaşımız Serdar Yakar'dan bu konuyu araştırmasını 
			istedim. İstedim ki Maraş'ta kim kiminle nerede kurmuştu bu partiyi. 
			O konuda bir bilgi bulursak onu da yayımlarız kuşkusuz. Ama ilk 
			yoklamaların olumsuz geçtiğini de belirtelim. 
			
			Müzede Orhan 
			Kemal'le ilgili yerli ve yabancı yayınların sergilendiği bir sergi 
			dolabında görmüştüm bu Maraş'la ilgili o yılların gazetesini. O 
			dolapta iki ya da üç tane Alkış Dergisini görmek de ayrıca beni 
			onurlandırmıştır. Müzenin apartman girişinin yanında köşede dükkan 
			konumunda müzeye bağlı İkbal Kahvesi var. Burada bir şeyler yiyip 
			içebiliniyor. Kitap, gazete, dergi okunabiliyor. İkbal Kahvesinde 
			büyük ustanın kitaplarının satışı da yapılıyor. Beyoğlu'na çıkan 
			sanatseverlerin müzeyi ve İkbal Kahvesini görmesini özellikle 
			öneriyorum. 
			
			Işık Öğütçü, 
			Orhan Kemal'in o küçük oğlu, Orhan Kemal sevgisinin tüm evreni 
			kucaklaması için kendini adamış o güzel insan, bizi sevgi 
			demetleriyle, sevgi ışıklarıyla uğurladı. Onunla orada geçen iki 
			saatlik sohbet o denli keyifli, o denli renkli, o denli ışıltılı idi 
			ki en kısa sürede geri dönme düşüncesi ile oradan ayrıldım. 
			
			Ayrılırken o 
			büyük ustanın o kısacık yaşamında Türkçeye ve Türk insanına yaptığı 
			çok büyük katkıları düşünüyordum. Onun insan sevgisi, onun düşleri, 
			onun umutları ile dopdolu idim. O varlığı ile tüm insanlığı 
			kuşattığı gibi benim gönlümü de kuşatmıştı. Bölgemden, ülkemden 
			böyle bir yazar çıktığı için mutluydum. Onu tanıdığım için 
			mutluydum. Bu mutluluk onu daha iyi tanıdıkça daha çok artacaktı. 
			
			Müzeye giderken 
			Orhan Kemal'e yürüyordum. Müzeden dönerken ise Orhan Kemal'le 
			yürüyor gibiydim. Türkçe yaşadıkça yaşayacak olan o büyük ustayla... 
			O nedenle çıkarmayı düşündüğümüz Orhan Kemal Özel Sayımızda büyük 
			ustanın bütün çocuklarının dergimizde buluşması güzel olurdu. Bu 
			dileğimi Işık'a anlatmıştım. Işık da çok çabaladı. Orhan Kemal'in 
			çocuklarının hepsinin katılımı sağlandığı gibi torunlarının bir 
			kısmı da onurlandırdı dergimizi. Hepsine teşekkürlerimi sunuyorum, 
			özellikle Işık'a. 
			
			Kahramanmaraş'a 
			geldikten sonra bir gün bir gazetede bir yazı okumuştum. Cihangir'de 
			bir caddeye bir gazetecinin adı verilmek istenmiş ama belediye 
			meclisi bu ad değişikliğini uygun bulmamıştı. Hemen Işık Öğütçü'yü 
			aradım. Orhan Kemal Müzesinin bulunduğu Akarsu Caddesinin neden 
			Orhan Kemal Caddesi olamadığını sordum. Işık bana birçok nedenler 
			anlattı. Hepsini anladım ama yine de ilgisiz kalamadım. Hemen 
			Beyoğlu İlçe Belediye Başkanlığına bir dilekçe yazdım. Akarsu 
			Caddesinin adının Orhan Kemal Caddesi olarak değiştirilmesi 
			yönündeki dilekçemi mektupla yolladım. Öyle ya da böyle o caddenin 
			adının Orhan Kemal olarak değiştirilmesi birçokları gibi beni de 
			mutlu edecekti. Er ya da geç bu işin gerçekleşeceğine de inancım 
			tamdır. Bu büyük ustaya ulus olarak pek çok ödevimiz olduğunu hep 
			düşünmüşümdür. Bir cadde adı, bir kültür sitesi, bir sanat akademisi 
			ancak bunlardan biri olabilir. Orhan Kemal bunlardan çok daha 
			fazlasına layıktır. 
			
			Alkış Dergisi 
			olarak aramızdan ayrılışının kırkıncı yıldönümünde onu saygıyla 
			anıyoruz. Tüm ailesine ve dostlarına sağlıklar diliyor, bize 
			gösterdikleri ilgi nedeniyle de teşekkürlerimizi sunuyoruz.  |