| 
			   
			ORHAN KEMAL’İN MEKTUBU 
			   |  
        
          | 
            
			 |  
        
           |  
        
          | 
			
			
			
			
			
			 |  
        
          
			
			
			 
			Merakın en güzel yanı insanı yeni arayışlara yöneltmesidir. 
			Heyecanla yelkenlerinizi rüzgârla doldurur uçsuz bucaksız bir 
			bilinmeze yol alırsınız. Kıyıyı gözden kaybetmeye cesaret etmedikçe, 
			insan yeni okyanuslar keşfedemeyecektir. Fedakârlık yapmadan başarı 
			olamayacağına göre, günlerce uykusuz, aç ve susuz yaptığınız 
			araştırmanın gizemli anlarında kendinizi kaybedersiniz. Her 
			incelediğiniz belge sizi başka bir âleme götürür. Sonunda 
			bulacağınız belki sadece sizi ilgilendirecektir, ama olsun kimsenin 
			zaman harcamak istemediği boş bir uğraş olarak gördüğü bir çabayı 
			siz sonuca ulaştırdığınız için huzurlu olacaksınız ya o yeterlidir. 
			Orhan Kemal Müzesi’nin kurulması ve daha sonraki yıllarda müzenin 
			geliştirilmesi hep bu inatçı çalışmanın ürünüdür. Bulduğum her yeni 
			belge hem beni hem de toplumu ilgilendirmesi açısından beni daha da 
			heyecanlandırdı. 
			Örneğin, müzenin ilk açıldığı yıllarda çok merak ettiğim fakat fazla 
			bilgiye ulaşamadığım dedem ile ilgili pek çok kaynağa daha sonraki 
			yıllarda ulaştım. Hatta doktora tezi olarak hazırladığı çalışmayı, 
			kitap olarak yayımlaması için Dr. Meral Demirel’e dostça baskı 
			yaptım. Çünkü bizim ailede saklı duran Abdülkadir Kemali Bey’in 
			“Hatıra Defteri”ni okutmuş, beş yıllık bir çalışma sonunda onu 
			kitaplaştırmıştım. Dr. Demirel’in kitabı bir taraftan bu anı 
			kitabının devamı niteliğindeydi. 
			Dedem ile ilgili araştırmalarım ve görsel eşyaların toplanmasıyla 
			Orhan Kemal Müzesi’nde onun adına bir köşe hazırladım. Burada onun 
			“İstiklal Madalyası”, ilk meclis tarafından verilen “Mavzer”i, 
			köstekli saati, kendisinin okuduğu yüz yıllık “Kuran”ı, yurtdışında 
			olduğu 1931yılında çıkardığı “Allah Yok Mudur?” ile 1947 yılında 
			yayınlattığı “Ayırt-Çocuklarımın Din Kitabı” isimli kitapları, 
			şifalı bitkiler için aldığı notlar, Nâzım Hikmet tarafından yapılan 
			resmini sergilemeye başladım. Artık dedemle ilgili bulunabilecek her 
			şeye ulaşabilmiştim. Ama içimdeki merak ve araştırma heyecanı 
			bitmediği için hâlâ bir şeylerin daha bir gün bulunabileceği umudunu 
			yaşatmaktayım. 
			Ve tabii ki üstat Orhan Kemal’in belgeleri. Müzeyi oluşturan görsel 
			malzemelerin yanı sıra, yazılı metinlerin bana geçmişten getirdiği 
			duygu yüklü anıları. Kitaplarının başlangıç kısımlarını hep o sarı 
			defterlerde gördüm. Kimi zaman Türkçe kimi zamanda eski Türkçe 
			harflerle yazılmış, bir yazarın edebiyat alanındaki yol haritaları. 
			Bunları takip ederek üstadın yazı gerçeğine tanık olmak, onu anlamak 
			kolaylaşıyordu. Sadece yapıtlarının başlangıçları değildi benim 
			gördüklerim. Eski gazete kupürleri, yazarları tarafından imzalanmış 
			kitaplar, fotoğraflar, mektuplar ve diğer irili ufaklı, değerli 
			değersiz birçok kâğıt parçaları. 
			Araştırmacıları ve tabii beni de sırlar dünyasına sokacak olan 
			mektuplar her zaman önceliğimdi. Hele babamın yazdığı bir mektup 
			vardı ki, beni bugün dahi yıllar öncesine götürmeye o günleri 
			hatırlamamı sağlıyordu: 
			 
			Tevkifhane 9/3/966 
			Karıcığım ve sevgili çocuklarım; 
			 
			Bugünkü gazeteler sizi dehşete düşürecek haberlerle dolu ise de 
			kulak asmayın. Hepsi mübalağalı. O kadar ki, dün 9. sulh ceza hâkimi 
			bizi tevkife sebep görmemişti. Savcı usulen 3.asliye ceza 
			mahkemesine itirazda bulundu ve tevkif edildik. Bugün otuz avukat 
			vekâletimizi üzerine aldı. Ağır ceza mahkemesi nezdinde tahliyemiz 
			için yeniden müracaat edecekler. 
			Şunu kesin olarak bilin ki, isnat edilen suç tamamiyle tertiptir. 
			Her şey yakında aydınlığa çıkacaktır. 
			Beyoğlu’ndaki taksitçiye durumu anlatın. Merak etmesin. Paramız 
			olursa şubat’tan kalan 230 lira ile mart ayının borcunu ödeyin. 
			… 
			Bir de Nâzım, Okat Kitabevi’ne uğrayıp Evlerden Biri isimli 
			romanımın müsveddesini alsın. Sizde dursun. Benden gelecek habere 
			göre, diğer yayınevine yollarsınız. 
			Başkaca hepinizin ve bütün dostlarımın gözlerinden öperim. Işıkçığım 
			üzülmesin. Çıkınca bisikletini mutlaka alacağım. 
			 
			Haydi hayırlısı. Hoşça kalın. 
			 
			Orhan Kemal 
			 
			İsterseniz şu adrese yazın: Orhan Kemal-Tevkifhane-Sultanahmet,Şehir 
			 
			 
			Bu mektupta benimle ilgili satırlar her zaman yüreğimi burkmuştur. 
			Hatta babam yanımda olsun diye bisikletten bile vazgeçtiğimi, Fikret 
			Otyam’ın babama yazdığı mektuptan öğreniyordum: 
			 
			Çok sevgili Orhan Ankara 29 Mart 1966 
			 
			Yön’de yazdığım mektuba verdiğin ve arkasında “Görülmüştür. İstanbul 
			Ceza ve Tevkif Evi Müdürlüğü” damgalı mektubunu aldım. Artık sevinme 
			faslından bahsetmek yersiz olduğu için burasını atlıyorum. 
			… 
			Nâzım geldi ve Batman’a gitti. Bu oğlunla da ne denli övünsen azdır. 
			Ne efendi, ne hoş çocuk. Aklı başında. Hele hele Işık. Seni nasıl 
			seviyor, biliyorsun değil mi? Tez gelsin, diyormuş. Bisikletten 
			vazgeçmiş. Haydi bir masraftan daha kurtuldun! 
			… 
			Yön’deki yazım çok ilgi topladı. Yazı değil de senin yazdıkların 
			elbette. “Ya böyle mi gerçekten?” diyen diyene. 
			… 
			Yengemi teselliye çalıştım. Ama alışkın o duruma. Buna rağmen ağladı 
			bol bol. Yengelerin yengesi o. Orhan Kemal’in eşi başka türlü 
			olabilir mi? 
			… 
			 
			Kal sağlıcakla reis… Amanı bilin a… 
			 
			Has kardeşin 
			Fikret Otyam  
			 
			 
			Tabii o yıllarda bu mektuplardan haberim yoktu. Ancak yıllar sonra 
			babamın arşivinde gezinirken bu satırlara tanık olup, o yıllara 
			dönüyordum. Babamı özlemiş, yanımda olmasını istemiştim. Bunun için 
			rüyalarıma giren bisikletten bile vaz geçmiştim. Olmasın ne yapalım. 
			Zaten hayattan fazla bir şey beklememeyi öğrenmiştim. Ne 
			oyuncaklarım vardı, ne başka çocuklara her bayram alınan yeni 
			giysiler, ne de doya doya yemek istediğim çikolatalar. Bunların 
			yokluğuna alışmıştım. Ama babasız günlere asla! 
			Otuz beş gün sonra serbest kalmıştı. Evde bayram ediyordum. Bana 
			çıkınca alacağı bisiklet için değil, yanımda olduğu için mutluydum. 
			Bu duyguları hasret çeken insanlar ancak anlayabilir. Bugün olan 
			biten her şeyi takip ederken, insanlar evlerinden alınıp 
			götürülürken hep çocuklar aklıma gelir. Onların hasretle 
			bekleyişleri, özleyişleri ve yıllar geçse bile kapanmaz olan yürek 
			yaraları. 
			Herkes babamın mektubunda söz ettiği o bisikleti alıp almadığını 
			merak etmiştir. Orhan Kemal gibi yüreği insan sevgisi dolu olan, 
			çocukları asla kırmayan hümanist bir insanın sözünü unutması söz 
			konusu bile olamazdı. O da unutmadı ve o bisikleti aldı. Ama tam üç 
			yıl sonra! O gün gerçekten benim için bayramdı. Babam, ağabeyim ve 
			ben Sirkeci’de bisiklet satan dükkândan hayalimde olan bisikleti 
			almıştık. Sirkeci’den kalkan banliyö treninin bagaj kısmına koyarak 
			Menekşe istasyonunda inmiş, yürüyerek Basınköy’e eve getirmiştik. 
			Dünyalar benim olmuştu. Babam bana bisiklet almıştı! 1969 yılının 
			sıcak bir gününde babamın bisiklete binmesini istemiştim. Belki de 
			muzip bir düşünceyle babamın bisiklete binemeyip, düşeceğini bu 
			duruma güleceğimi düşünmüştüm. Ama üstat beni utandırmış, bisiklete 
			benden daha iyi binmiş ve sürmüştü. O günü daima anımsarım. 
			1970 yılının 2 Haziran günü vefat ettiğinde, ben ve bisikletim 
			mahzun kalmıştık. Bundan böyle bir daha bisiklete bindiğimi, 
			büyüdüğümü, okullar bitirdiğimi, iş sahibi olduğumu, evlendiğimi ve 
			çocuğumu göremeyecekti. Bugün ölümünün üzerinden tam kırk yıl geçti. 
			Yaşasaydı doksan altı yaşında olacaktı. Yaptığım çalışmalar ve 
			yapıtlarıyla, dostları, okurlarıyla daha da uzun yıllar aramızda 
			olacağına yürekten inanıyorum. Zaten kendisi de, “Gerçek olan 
			öğrenmektir. Nereden, nasıl öğrenirsen öğren. Nereden, nasıl 
			öğrendiğin, diploman, hatta neler bildiğin de önemli değil. Ne 
			yaptığın önemlidir.” dememiş midir? 
			 
			Öyleyse ne yaptığımızın önemi büyüktür. Hepimize düşen görev ise, 
			tarih mademki koynunda sanata ve bilime hizmet edenleri sonsuza 
			kadar saklayacak, o zaman biz de insanlığa hizmet eden bu öncü 
			sanatçının kadir kıymetini bilerek, toplumsal hafızamızı canlı 
			tutarak onun genç kuşaklar tarafından fark edilmesini sağlamamız 
			gerekecektir. Görevimizi başarıyla yaptığımız zaman, değer bilen 
			büyük halkımızın onu unutmayacağını biliyorum. |  
        
          | 
			 
			   |    |