| 
			   
			Gerçekçi edebiyatın büyük ustası 
			Orhan Kemal 
			 
			Ölümünün 40. yılında  |  
        
          | 
            
			 |  
        
           |  
        
          | 
			
			
			
			
			
			 |  
        
          
			 
			 
			 Gerçekçi edebiyatı, çok yalınkat bir tanımlamayla, toplumsal 
			hayattaki herhangi bir olayın, olgunun karakterlerini, olay örgüsünü 
			öznel ve özgür yaratıcılıkla ele alınması olarak 
			değerlendirdiğimizde, estetik boyutu ve yazarın yaşadığı çağı 
			algılamadaki başarısından da söz etmek gerekecektir. Öznel ve nesnel 
			gerçekliğin yaratıcı sanatçının perspektifinden yansıyan eserdir 
			gerçekçi edebiyat. İşte, Orhan Kemal edebiyatımızda bütün bu 
			özellikleri ortaya koyabilmiş bir sanatçıdır. 
			 
			 
			Mehmet Nuri GÜLTEKİN 
			 
			 
			Edebiyatın hayatla bağı konusundaki tartışmalar büyük bir külliyata 
			sahip. Bütün bu gerçekçilik tartışmalarına elbette burada 
			değinmeyeceğiz. Gerçekçiliğin Sovyet deneyimi ya da versiyonu 
			edebiyatın hangi mecralara akabileceğinin de en büyük kanıtıdır. 
			Diğer bir deyişle, edebiyatın başından itibaren yazarı kuşatıcı bir 
			dünyada nasıl 'eserler' verebileceğinin de göstergesi oldu bu 
			andığımız dönem. Fakat adı her ne kadar 'gerçekçi' olsa da, bu 
			alandaki edebi eserlerin, bu kavramı hiç kullanmayan ya da (o 
			zamanlar) haberdar olmayan sanatçılar tarafından ortaya konması, 
			gerçekçi edebi eserin illa adı ve gayesi belirtilerek var 
			edilemeyeceğini bizlere gösterdi.  
			 
			 
			TOPLUMSAL DEĞİŞİMİ KAVRAMAK 
			 
			 
			Zira Balzac veya Goethe'nin edebi değeri ve çağlarını 
			kavrayışlarındaki hakikat ve samimiyeti herkes kabul edecektir. 
			Bunun yanında 'parti edebiyatı' formatının ötesine geçemeyen fakat 
			'gerçekçi' olmak iddiasında olup gerçeği 'kavrayışında' estetik bir 
			değer üretmekten çok uzak nice roman, tiyatro eseri ve şiir yazıldı. 
			Ama bunlar, sadece 'yazılmış' ve 'yayınlanmıştır.' Edebiyat 
			tarihindeki yerleri bugün bizlerin o tür eserleri hatırlamak için 
			epey çaba sarf etmemizi gerektirdiği açıktır. 'Gerçekçi' iddiası tek 
			başına yeterli değildir, hatta edebi üretimin başından 'gerçeği' 
			yazma iddiasında olanların savrulacakları yer kaba bir 
			natüralizmden, 'parti edebiyatına' uzanan bir yelpazedir ve bunun 
			edebi değeri ya da estetik yaratıcılığı tartışma götürür bir 
			durumdur.  
			 
			Orhan Kemal'in yazdığı eserler, yarattığı karakterler, toplumun on 
			dokuzuncu yüzyıldan yirminci yüzyılın ortalarına kadar yaşadığı 
			değişimi, dönüşümün özeti gibidir. Fakat bütün bunları bir 
			edebiyatçı duyarlılığı ve yöntemiyle yapar. Yazdığı eserlerin önemi, 
			toplumsal değişimi kavramasındaki başarısından kaynaklanır. 
			Türkiye'de yazar olarak geçinmenin zor dönemlerinde yazdıklarıyla 
			ayakta kalabilmiş ve bugünlerden yarınlara kalıcılığını da başarmış 
			bir romancı, hikâyeci, oyun yazarıdır. Ekonomik sıkıntılarına rağmen 
			1950 sonrasındaki büyük edebiyatçılar kuşağının en önde gelen 
			temsilcilerinden biridir. 
			 
			Türkiye'nin toplumsal değişim tarihini anlamaya çalışan birinin asla 
			göz ardı edemeyeceği bir yazardır. Çünkü kendi dönemindeki 
			dönüşümleri anlamasındaki başarısının yanında, bence asıl önemli 
			olan, anladığı ve algıladığı gerçekliği anlatmasındaki başarıdır. 
			Ortaya koyduğu eserlere baktığımız zaman karakterleri ve olay 
			örgüsüyle canlı bir toplumsal dünya karşımıza çıkar. Kendi 
			hayatından, köylülüğün değişen yapısına, göçe, kentteki kadınların, 
			çocukların, erkeklerin nasıl var olma savaşı verdiklerine varıncaya 
			kadar pek çok temanın kusursuz anlatımıyla karşılaşırız.  
			 
			Onun Baba Evi sadece kendi hayatının bir kesitini anlatmaz, aynı 
			zamanda imparatorluk sonrası değişen koşulların Çukurova ya da 
			Beyrut'taki yansımasına dönüşür. Kendi yurdundan koparılmışların 
			toplandığı yer olarak Beyrut ya da Kudüs'te zaman, aslında 
			Osmanlı'dan sonraki dönemin nasıl bir trajediyi ortaya çıkardığının 
			canlı bir mekânına dönüşür Baba Evi'nde. Bu otobiyografik romanın 
			yayınlanma yılı 1949'dur ve bu eser aynı zamanda Mehmet Raşit'in 
			'Orhan Kemal' müstear adıyla edebiyata unutulmaz yer tutacağının 
			kuvvetli bir başlangıcını oluşturur. Aynı olgunun devamını Cemile, 
			Arkadaş Islıkları gibi romanlarla sürdürür.  
			 
			 
			HAPİSHANE VE ÇUKUROVA 
			 
			 
			Burada, Türkiye'deki roman tartışmalarının önemli bölümünü işgal 
			eden ve mutlaka değinmemiz gereken bir başka konu daha var. Orhan 
			Kemal bir köy romancısı değil. Romanlarına konu ettiği de doğrudan 
			köy değildir. Onun eserlerindeki köylülük kapitalizmle, kentle, 
			pazarla tanışmış köylülerin değişen hayat yolculuklarıdır. Köy 
			değişmektedir ve devasa bir köylü nüfus büyük kentlerin ucuz emek 
			pazarına doğru büyük biz hızla akmaktadır. Bu akışta muazzam 
			sınıfsal, kültürel karşılaşmalar yaşanır. Orhan Kemal bu karşılaşma 
			olgusunu, kırsal toplumsal yapının çözülmesini kentle ve kentliyle 
			çelişkilerini bütün insani çıplaklığıyla kavrar ve anlatır. 
			Bereketli Topraklar Üzerinde, Gurbet Kuşları bu büyük kavrayışın 
			romanlarıdır.  
			 
			Diğer taraftan kendisinin de yolunun geçtiği hapishaneler bu 
			memleket gerçeğinin en önemli yanlarından biridir. Pek çok romanında 
			yolu hapishaneye düşen karakterlere rastlanır ama 72. Koğuş ayarında 
			bir eserin edebiyatımızdaki müstesna yerinin hakkını teslim etmek 
			gerekir. Toplumsal tarihimizin acı gerçeklerinden birisi olan 
			'mahsus mahal' Orhan Kemal'in küçük ama edebi değeri çok büyük olan 
			72.Koğuş'unda şiirsel bir anlatıma kavuşur. Yolu tiyatrodan geçen 
			her kentin ya da her oyuncunun mutlaka bir şekilde karşılaştığı bu 
			eser, demir parmaklıkların dünyasını büyük bir ustalıkla anlatır. 
			Gerçekçiliğinin nasıl işlediğinin en iyi görülebileceği eserlerinden 
			biridir 72.Koğuş. Mehmet Raşit'i 'Orhan Kemal' yapan, uğruna 
			hapisler yattığı Nâzım Hikmet'le buluşmasının da mekânıdır 
			mahpushane. Edebiyatının, yazarlığının, ondaki sanatçı cevherinin 
			keşfedildiği yerdir.  
			 
			Çukurova, her daim Orhan Kemal'in romanlarında ayrı bir yere sahip. 
			Onun Adana ve Çukurova'ya dair yazdıkları, usta bir edebiyatçının 
			olduğu kadar bir sosyal bilimcinin titizliği ve gözlemciliğiyle 
			dolu. Makineleşme, göç, ırgatlar, kadınlar, çocuklar, ağalar, 
			cehalet, ihanet, aşk, sömürü, tutku ve insana dair bilumum 
			ilişkiler, onun Çukurova konulu romanlarında kendine yer bulur. 
			Kapitalist pazara eklemlenen, köylünün ucuz emek olarak çırçır ve 
			dokuma fabrika önlerinde düşük ücretli bir iş için kuyruklar 
			beklediği, sıtmanın, sıcağın ve pamuğun diyarıdır Çukurova ve o, 
			değişmeye başlayan Çukurova'yı Muzaffer Bey'le, Topal Eskici'yle, 
			Güllü'yle, Muhsin Usta'yla anlatır bizlere. Değişen ekonominin nasıl 
			yeni insan tipleri yarattığını karakterleriyle ölümsüzleştirir.  
			 
			Çukurova'nın ilk dönemlerde köylü nüfusun ilk durağı olduğunu, belli 
			bir merhaleden sonra Adana'nın ve Çukurova'nın bu kitleye 
			yetmediğini, dar geldiğini, en nihayetinde İstanbul'a aktığını 
			görür. Zira büyük toprak sahipliğinin son ceberut temsilcisi 
			Muzaffer Bey'in bile çöküşü ve dönüşümü engelleyemeyeceğini, artık 
			uçsuz bucak arazilerin, korkunç gürültülerle çalışan fabrikaların 
			yeni sahip ve ortaklarının varlığını, kültürel çelişkileri anlatır 
			bize Vukuat Var'dan, Kanlı Topraklar'a kadarki seride. Dahası, yeni 
			dönemin farklılığını, eski ve zaman dışı bir karakterle 
			ölümsüzleştirir: 'Murtaza.' Adana'ya, Çukurova'ya yeni gelmiş bir 
			göçmen olsa da Murtaza, 'ideal bir yurttaş' yaratma gayretinin 
			trajikomik ve bir o kadar da korkunç sonucudur. Türk edebiyatında 
			tip yaratmanın eksikliğinin büyük bölümünü Murtaza doldurur. Düdüğü, 
			üniforması, sorgulanamaz amirleri ve emirleri, yasakları, otoriteye 
			sorgusuz sualsiz teslimiyetiyle sokakta can bulan bir karakterdir. 
			Çok rahat rastlanabilecek, her an karşılaşılan canlı biridir o.  
			 
			Orhan Kemal için karakterler bütün dar tanımlamalarından sıyrılarak, 
			sınıfsal ve insan nitelikleriyle toplumda var olur. Dolayısıyla 
			hiçbir etnik ya da dini özelliğe yaslanan anlatım yoktur onun 
			romanlarında. Karakter, Türk, Kürt, Rum, Ermeni, Yahudi olarak var 
			olur ama bunun üzerinden bir dünya yaratmaz Orhan Kemal; bunun 
			yerine çok daha güçlü olan hümanizmiyle karakterlerin sınıfsal ve 
			insani aidiyetlerinin her şeyin üstünde olduğunu özellikle belirtir.
			 
			 
			Onunki son derece kozmopolit bir dünyadır. Karakterleri belirleyen 
			yaşadıkları sosyal koşulların nesnel güçleridir. İstanbul, Beyrut, 
			Adana ya da başka bir yerde, karakterlerin dünyası umutlu bir 
			dünyadır. Bütün yokluk ve yoksulluğuna rağmen ümitli ve iyimserdir. 
			Tıpkı onun çocuk karakterleri gibi. Yaşanılan bütün olumsuz 
			koşullara rağmen insan soyunun mutlu ve umutlu geleceği konusunda 
			iyimserdir Orhan Kemal.  
			 
			Burada Orhan Kemal'in yazarlığı anlatılırken değinilmesi gereken 
			başka bir özelliği daha vardır. O da, eserlerindeki diyalogların 
			başarısı ve kurgulanışındaki ustalıktır. Karakterler sayfalarca 
			konuşturulur ama tek bir cümle bile onların dünyasının dışındanmış 
			izlenimi uyandırmaz, okuyucuyu sıkmaz, eğreti durmaz. Onların 
			konuşmalarına, sofralarına, evlerine, kızgınlıklarına ortak 
			oluyormuşuz hissi uyandıracak kadar başarılı diyalogları bulunur. 
			Oysa edebiyatın imkânlarıyla betimlemenin zorluğunu herkes kabul 
			eder fakat kurgulanan dünyada diyalogların karakterlerin ağzındaki 
			duruşu yazarın başarısının en önemli noktalarından birini oluşturur.
			 
			 
			Sayfalar süren başarılı diyalogların Türk edebiyatındaki en başarılı 
			örnekleri olduğunu söylemek mümkün. Dili, duyguyu ve dünyayı çok iyi 
			bilir Orhan Kemal. Anlattığı hiçbir olayın, karakterin ya da 
			dünyanın yabancısı, basit dıştan anlatıcısı gibi durmaz. Kitaplarını 
			okurken, bir hakikat ve samimiyet hissine kapılırsınız.  
			 
			Aramızdan ayrılışının üzerinden kırk yıl geçti. Kültürün, edebiyatın 
			ve sanatın çok değişimler geçirdiği bu sürede bugün hâlâ Orhan 
			Kemal'i okuyup, konuşup onun yazdıkları üzerine araştırmalar 
			yapabiliyorsak bu onun ne derece büyük bir edebiyatçı olduğunun da 
			göstergesi. Bugün Orhan Kemal'in yazdıkları edebiyat dünyasında, 
			televizyonda, tiyatroda güncelliğini koruyor ve bundan sonra da 
			koruyacaksa, pek tabii bu onun büyük bir edebiyatçı olmasıyla ne 
			kadar ilgiliyse, onun unutulmaması için insanüstü bir çaba sarf eden 
			başta Işık Öğütçü ve Orhan Kemal Kültür Merkezi'nin katkılarıyla da 
			ilgilidir. Daha çok okunması ve anlaşılması gerekiyor Orhan 
			Kemal'in. Bunu pek çok yazar ve edebiyatçıdan daha ziyade hak 
			ediyor. Bu hakkın teslimini sağlayacak olan onu gelecek kuşaklara 
			taşıyacak olan biz okuyucularız hiç kuşkusuz.  
  |  
        
          | 
			 
			   |    |