| 
			 
			 Roman 
			ve hikâyelerinde toplumcu gerçekçi tarzıyla yaşamı boyunca yazarak 
			ekmek kavgası veren Orhan Kemal bugün ölümünün 40. yılında anılıyor.
			Tam 40 yıldır bir daktilo; ekmek ve dirlik kavgası uğruna gecenin 
			karanlığını tuşlarının sesiyle delemiyor, fötr şapka yerinden 
			kımıldamıyor, kahve fincanı eskisi gibi dolup boşalmıyor. Şehirde, 
			köyde, Zehra’nın boynundaki urganda, işçi kızların utangaç 
			tebessümünde, tarlada, fabrikada, köhne bir mutfakta, yahut kırık 
			bir kaldırım taşında izi kaldı Orhan Kemal’in... Tam 40 yıldır Orhan 
			Kemal oturmuyor masasına, dar sokaklarda dolaşmıyor, mahalle 
			kahvelerinde soluklanmıyor. Hep yoksulluklarla, o ekmek kavgasıyla, 
			“sosyalizm”in en çok yakıştığı dudaklar kımıldamıyor. 
			Kahırlı ülkesinde Maksim Gorki okuduğu için tutuklanarak 
			cezaevinde yatan ama tuhaf bir tesadüfle Nâzım Hikmet’le aynı 
			cezaevine düşen kahırlı bir adam Orhan Kemal... Bu kadar da değil 
			tabii; hamal, amele, dokumacı, yabancı rejimler lehine propaganda ve 
			isyana muharrik suçundan beş yıl hüküm giyen bir adam Orhan Kemal... 
			Çırçır fabrikasında işçi, ambarda memur, katip, hücre çalışması ve 
			komünizm propagandası yüzünden mapus olan yine Orhan Kemal... 
			Yaşar Kemal: Bu zulümdür 
			Şimdilerde “Hanımın Çiftliği’nin kitabı çıkmış” diye heyecanlanan 
			bir kuşak olsa da, bir zamanlar Türk romanı ve hikâyeciliği 
			toplumsal gerçeklik ve yoksul insanların hayatlarını Orhan Kemal’den 
			okudu sayfa sayfa... En çok köylüleri, işçileri, yoksulları yazdı, 
			çünkü ona göre gerçekçi bir yazar her zaman en iyi bildiği şeyi 
			yazmalıydı. Bu yoksul ve toplum karşısında ezilmiş olan hayatlar 
			onun kaleminden öyle bir çıktı ki hiç ajite etmedi, fukaralık 
			edebiyatı yapmadı. “Yazmak için yaşamak, duymak, halkı algılamak 
			gerekir... Her gün çalışmak, her gün yazmak, her gün boğuşmak 
			gerekir ekmekle. Bu ara halktan yana olduğum için de çok güç bir 
			fatura ödetirler...” Evet, bu doğruydu! Yazının başında “kahırlı bir 
			kalem” demiştik Orhan Kemal için. Türk edebiyatının diğer bir 
			Kemal’i; Yaşar Kemal de bu kahrı şu sözlerle doğruluyor: “Şu insan 
			soyu içinde Orhan Kemal kadar belaya, işkenceye, zülme dayanan çok 
			az insan çıkmıştır... Senaryocular, en pespaye, aşağılık Avrupa 
			romanlarından çaldıkları senaryoları Yeşilçam’da 5 bine okuturken, 
			Orhan ancak 500 lira alabilir alın teri, gözünün nuru o 
			hikâyelere... Çünkü Yeşilçam esnafı, polisin, hükümetin Orhan’ı 
			sevmediğini bilir, çünkü Yeşilçam esnafı, Orhan’ın o gün öğleyin 
			evinde çocuklarının ekmek beklediğini bilir. Asıl zulüm budur. 
			Baskı, vahşet, utanılacak hal budur.” 
			Nâzım Hikmet ve Orhan Kemal 
			Yarın 47. ölüm yıldönümünde anılacak olan Nâzım Hikmet’in de 
			Orhan Kemal’in hayatında çok önemli bir yeri vardı şüphesiz. 1940 
			yılında Bursa Cezaevi’nde tanışırlar ve mavi mavi gülümseyen adam 
			kendini tanıtır: “Ben Nâzım Hikmet.” Bu tanışma Orhan Kemal’in 
			hayatının dönüm noktası olur. Nâzım’dan Fransızca, felsefe ve 
			siyaset dersleri alır, Kemal’i şiir yerine, roman ve öykü yazmaya 
			teşvik eden de Nâzım olur. 
			Orhan Kemal’i anmak değil anlamak 
			Geçen yıl Orhan Kemal’i 95. yaşı nedeniyle andığımız bir yazıda 
			sözü oğlu Işık Öğütçü’ye vermiştik. Öğütçü, “Kazakistan’ın önemli 
			düşünürü Abay’ın sözünü daima hatırlarım, Babanın oğlu olma, 
			insanlığın oğlu ol! Orhan Kemal’in oğlu mu olmak, yoksa insanlığın 
			oğlu mu olmak gerekir? Sanıyorum, Orhan Kemal’in oğlu olmak bu iki 
			kavramı da içinde barındırmak demektir” demişti. Şimdi onun 
			romanlarını, hikâyelerini ve zorluklarla sürdürdüğü yaşamını tekrar 
			düşündükçe anlıyoruz ki; Orhan Kemal gerçekten insanlığın oğluydu. 
			Bugün onu ölümünün 40. yılında anıyoruz ama ölüm-doğum tarihiyle, 
			romanlarının adıyla, hangi okulda okuduğuyla değil; aynen ondan 
			öğrendiğimiz gibi “gerçekliğiyle” anıyoruz... 
			
			 
			   |