Ana Sayfa

İnternette Orhan Kemal


Çukurova Bayram Gazetesi (Adana-1996)

Aşkın Karadayı

 

Orhan Kemal’den Günümüze...

Orhan Kemal’ in geleneksel olarak Dede Korkut gibi yapıtlarından başlatıp, Ahmet Mithat, Selimpaşazade Sezai, Halit Ziya Uşaklıgil, Ömer Seyfettin, Refik Halit Karay ve Memduh Şevket Esendal’ dan geçerek Sabahattin Ali ve Sait Faik’ e gelen, bundan sonra da çağdaş öykücülerle süren Türk öykücülüğündeki yeri üzerinde bazı tartışmalar varsa da, bir yeri olduğu açıktır.

Çağdaş öykücüler arasında Orhan Kemal’ i gerçekleri yalın bir anlatımla işleyen öykücüler arasına sokmak gerekir sanırım, Samim Kocagöz ve Bekir Yıldız’ la birlikte.

Doğaldır ki; Orhan Kemal ile ayrıntılar ile ilgilenen Tomris Uyar ve Firuzan, bilinç altı da dolaşıp yeni biçimler arayan Bilge Karasu ve Nedim Gürsel gibi öykücüler arasında büyük farklar vardır.

İlginç ve yoruma açık bir kıyaslama Sait Faik ile arasında yapılan kıyaslama olmaktadır.

“Sait’ in dünyası ne kadar müphem, zengin ve esrarlı ise Orhan Kemal’ inki o kadar açık basit, fakir ve sırsızdır. ”(Mehmet Kaplan, İstanbul Dergisi, Ekim 1954)

Orhan Kemal kendini “Aydınlık Gerçekçi” olarak tanımlamıştır.

Orhan Kemal Öykü yarışması’ nın bir tek geçen yıl ödül alan Zafer Doruk’ un “Bir Uçumluk Kanat Lütfen” adlı öykü kitabını okuyabildim. Bu arada PEN-Orhan Kemal Öykü Yarışması ile bir kıyas yapabilmek amacı ile 1995 Öykü Ödülü ve Öykü Başarı Ödülü kazanan Ali Balkız’ın ve Kemal Ateş’in “Yaşam Bir Anlar Toplamıdır” ve ”Bir Şarkıyı Dinlerken” adlı kitaplarını inceleyebildim.

Bu yıl yarışmaya katılan öyküleri bir açıdan ikiye artırmak olası; tek öykülerle ve kitap biçiminde bir öykü ile katılanlar.

Öyküler biçim ve içerik yönünden incelenip; Dil anlatım, iç ve dış gözlem, tempo, özgünlük, sosyal içerik, şiirsellik, bilimsellik, gizemlilik gibi öğelere göre değerlendirme uygulandığında ve yüzeysel bir puanlama uygulandığında üç gurup ortaya çıkmaktadır.

Birinci gurup koşullara uymayan ve ilk bakışta kolayca elenebilecekler, ikinci gurup dikkate değer olmakla birlikte elenmesi fazla zorluk çıkarmayanlar, üçüncü grup ise ödül alabilecek nitelikte yapıtlar. Bu üçüncü gruba üç yapıt kalabildi. İki ile üçüncü grup arasında sınıflandırılabilecek bir öykünün elenmesi de fazla sorun çıkarmadı. Bu üç yapıtın sıralanması kanımca sonucu belirleyecektir. Bu da sanırım jürinin son toplantısında belirlenecektir.

Orhan Kemal’i çocukluk arkadaşları anlatıyor

Turgut Akhun

Keskin Bir Zekası Vardı

Yıl 1928, Adana’ da bir ortaokul vardı birde lise. Erkek lisesi. Ortaokul ise İstiklal Ortaokul. (Hala yerindedir. Eski istasyon karşısında) Raşit’ le orada tanıştık. Her zaman karşılaşırdık. Gözümüzü açtık birbirimizi gördük. Buğday tenli ince yapılı bir çocuktu. Keskin bir zekası vardı. Çevikti ataktı zekası gibi. Süratli koşardı, iyi top oynardı. Kırlangıç gibi kayar, atmaca gibi yumulurdu. Raşit’ le arkadaşlığımız bir yıl sürdü. Ha, espriliydi. Bir şey olsa esprisi hazırdı. Bilindiği gibi babası politikacıydı, politikası da muhalifti. Yurt dışına kaçmak zorunda kaldı. O zaman Raşit’ e okuldan ayrılıp çalışmaya başladı. Çocuktu daha. Geçim derdine düştü. Milli Mensucat Fabrikası’nda, Verem Savaş Dispanserinde çalıştı.

Orhan Kemal’ e görüşlerimiz ayrıydı, ama birbirimizi severdik. İstanbul’ a gitmeden aydın bir eczacı olan Nejat Rona’nın eczanesinde buluşur, konuşurduk. Rona, iktidardan yanaydı ancak anlayışlı hoşgörülü bir insandı. Orhan Kemal kararlı davasını benimsemiş bir insandı.

Çok ciddi konularda bile gülümsemesini bilirdi. O toplantılara zaman zaman Arif Dino, Ahmet Dino’ da gelirdi; Sohbet koyulaşırdı.

Orhan Kemal’ e en son İstanbul’ da, Tokatlıyan’ da karşılaştık. Yıl ya 1950 ya 1954. Saatlerce konuştuk. Sonra o konuşmayı bir gazetede yazdığını öğrendim. Kendi görüşleriyle harman ederek tabi. Adana’ ya döndüğümde arkadaşlar, o yazıda anlatılan tipin beni andırdığını söylediler. Ben o yazıyı okumadım Orhan Kemal’ e son karşılaşmamız o oldu.”

MEHMET AKİF TUNCAY

Acı gerçeği anladım...

Onu ulusal yada dinsel bayramların hiçbirinde göremezdik. Mitinglere toplantılara katılmazdı. Nedenini bilmiyordum; düşüncesinden dolayı 5 yıl hapiste yatmış bir adamın o zaman ortalıkta görülmemesi normaldi. Palavra nutuklar dinipte halkın coşkusu geçtikten sonra görünürdü ancak. Yüreksizliğinden değil de ara yerde pisi pisine gürültüye gitmekten çekinirdi.

Bayram ertesi sorardı; ”Nasıl? Bayram iyi geçti mi?” 23 Nisan’lardan, 29 Ekim’lerden uzak, dertli yaşamı dokunurdu bana, üzülürdüm.

Kaçak olarak babasının yanına gittiğinde Beyrut’ta bir sabah Türk Bayrağını görünce nasıl ağladığını; sonra bir gemiye gizlice binip Adana’daki babaannesinin yanına nasıl kaçtığını anlatır; ”Yaa. İşte böyle!” derdi. ”Bazıları vatanseverde biz değiliz öyle mi?”

Orhan Kemal’i yok etmek için yanıp tutuşanların içinde kimler yok ki? Karaborsacılar toprak ağalarının çocukları, büyük patronlar, sade suya tirit politikacılar O’ nun amansız düşmanlarıydı. Avantalarına karşı çıkan bu uyanık çocuğu hiç kuşkusuz istemeyeceklerdi.

1945 - 1950 arası Orhan Kemal’in yoklukla boğuştuğu yılların en kötüsüdür. ”Küçük Amın Notları” nı yazdığı korkunç yıllardı. Dehşet verici bir yokluğun içinde yaşamını sürdürmeye çalışıyordu. Çevresinde arkadaş olarak kimse kalmamıştı. Adına yapılan suçlamalar, yılar yılı dost bildiği kimselerin vefasızlığı... Yapayalnız kalmıştı. Arkadaşları selam vermemek için yol değiştiriyorlardı. Vaktiyle O’nu coşturup söyletenler, o kahredici yalnızlığın uçurumuna attıkları adama bakıp hayasızca gülüyorlardı üstelik. Bu öyle bir yalnızlıktı ki benimle bile ulu orta konuşmaktan çekiniyordu. ”Benim yüzümden sana zarar gelmesini istemiyorum” diyordu. Oysa ben ipiyle kuşağı bir adamım, O’nu ilk gençlik yılarımın arkadaşı olarak sonuna dek sevecektim.

Çoğu zaman, beyti ile siyah şarabı yudumlamanın ne de ’kıyak’ kaçtığını söylerdi. ”Hele” derdi, ”Yeşilliği de bol olursa. ”Sarhoşlar’daki “Stroptomisin” öyküsünde oğlu için dispanserden aldığı ilacı satıp pirzola alan kadının kişiliğinde Orhan Kemal, sulu - kanlı pirzola yemenin özlemini duymuştu. ”O insanı çıldırtan kebap kokusu yok mu?. Bayılıyorum!” derdi.

Sanat yönüne gelince: O’ nda karakter yapılarına göre kişileri konuşturma ustalığı şaşılacak düzeye ulaşmıştır. Yapıtlarında güneye özgü hava, tüm özellikleriyle yansır. Gerçekçiliğin de ötesinde acı gerçekçi bir anlatım gücüne erişmiştir...

Demirtaş Ceyhun

Büyük Ustam Orhan Kemal,

Bilirsiniz, sarayında küçük de olsa bir kimya labratuvarı kurdurmuş ve fizik deneyleri yapmış yada matematik problemleri ile uğraşmış bir padişahımız, bir sultanımız hiç olmamıştır, bütün tarih boyunca. Ama şiir yazmamış padişahımızda yoktur öte yandan.

Örneğin; bütün Osmanlı padişahlarının bir takma adla yazdıkları bir divanları vardır nedeyse. Yani bizim için, edebiyatla yakından ilgilenmemişse kişi, pek aydın sayılmaz. Bu nedenle aydınlarımız da hep edebiyatçılarımın arasından çıkmıştır genellikle. Tanzimat'tan bu yana ülkemizde siyasal ideolojileri de edebiyatçılarımız üretmiştir. Ama ne yazık ki, ta 1950’ lere kadar edebiyatçılarımız neredeyse tamamıda İstanbulludur.

“Biz kimiz?” sorusuna yanıt arayan yeni bir çalışmam sırasında bir de farkına vardım ki, Anadolu’ yu ve Anadolu insanını bütün gerçekliği içinde, gerçek kimliği ile kavrayan yaratıcı sezgi gücüyle yakalayıp romanlaştıran ilk edebiyatçımız Orhan Kemal olmuş. Yani Anadolu’nun yetiştirdiği ilk büyük yazar oymuş. ”Kanlı Topraklar” adlı romanını bu amaçla yeniden okuyunca geçenlerde, vallahi bir kez daha hayran oldum bu büyük ustama. Toprak ağalığı Anadolu’da nasıl kurulmuş, bütün çıplaklığı ile anlatıyor. Kanlı Topraklar’ın şimdiye kadar değerlendirilmemiş olması da, roman da Arif ve Abidin Dino’nun acımasızca eleştirilmesinden mi kaynaklanmış acaba kimbilir?
Bir kez daha ellerinizden öperim büyük ustam.


info@orhankemal.org