| 
			 En haininden bir zemheri sabahında, elleri demir 
			parmaklıklara yapışmış ve donmuş halde bulurlar “Kaptan!ı, koğuş 
			arkadaşları. Öylesine güçlü bir şekilde sarılmıştır ki o soğuk 
			demirlere, Rizeli Ahmet Kaptan’ın cesedini o parmaklıklardan “almak” 
			büyük çaba gerektirir.. 
			Orhan Kemal’in gerçek yaşamdan portrelerle anlattığı uzun hikayesi 
			72. Koğuş’un; 
			 
			Yani tüm cezaevinin en yoksul mahkumlarının , yani “adembabaların” , 
			yani “ayağa kalkmış solucanların” iç yaralayan hayat öykülerinden 
			kesitler veren bir cezaevi koğuşunun içindeyiz.. 
			 
			Cezaevine neden düştüğü konusunda ip ucu vermez yazar, ama Rizeli 
			“Kaptan” Ahmet adembabalara durumunu şu cümlesiyle özetler; “ha bu 
			pok yiyen yere çameden gelmemişum”, yani suçlu olduğunu ve bir bedel 
			ödemek zorunda olduğunu da tevekkülle kabul eden bir yapısı vardır 
			Kaptan’ın. Bir avuç ekmek için kan dökülen yoksulluğun bayram 
			günlerinden birinde, Rize’den bir mektup alır Kaptan. Anacığındandır 
			mektup, hiç unutur mu oğlunu, hem mektup göndermiştir Kaptan’ına hem 
			de paraya dönüştürdüğü tüm varlığını..İçinin burkulduğunu 
			hissedersiniz bu sert adamın, sadece “anacuğum” diye belli belirsiz 
			bir ses duyulur Kaptan’dan, ancak anasına doyamayanların 
			anlayabileceği özlemle…Gözyaşlarını içine akıtır belli ki, ve hemen 
			toparlar kendini, koğuşa müjdeyi verir; “Gardaş mali ortaktur 
			uşaklar, bundan sonra bizim koğuşta da sicak yemek pişecek!” 
			Cezaevinin getir-götür ve “pis” işlerini yapan Bobi’ye seslenir 
			ardından “Popi, al habu parayi bize et pirinç yağ ve kuru fasulya 
			al” der, ve mutluluk tarifi yeni bir madde kazanır koğuşta; Evet, 
			mutluluk uzun yıllardan sonra yenen etli kuru fasulyedir… 
			 
			Sonra zorla kumara oturturlar Kaptan’ı. Kaptan hile hurda bilmez, 
			cezaevi çakalları önce “yemlerler” Kaptan’ı ve 72. Koğuş her gün 
			yeni mutluluk tarifleri “yaşamaya” devam eder. Mahkumların sırtından 
			geçinen “Pobi” de, Kaptan’ın bir kere görüp “tutulduğu” kadın mahkum 
			Fatma’yı “kullanarak” bu saf Karadenizliyi söğüşlemeye başlar. 
			 
			Çok geçmez aradan..İşler hızla tersine döner ve Kaptan bir gece tüm 
			varlığını yerdeki pi bezin üzerine bırakır. Yatağı, yorganı, koğuşu 
			soğuktan koruyan pencereleri, üzerindeki elbiseleri, neyi varsa 
			elinden alırlar. “Anacığından” gelen parayla haftalardır beyler 
			paşalar gibi yaşattığı “ayağa kalkmış solucanlar” bir anda terk 
			ederler Kaptan’ı. Ama ne kaybettiği varlıkları ne de arkadaşlarının 
			ihaneti umurunda değildir Kaptan’ın. Bu “sahici” roman kahramanı, 
			üzerinde kalan tek varlığı iç çamaşırlarıyla koğuş penceresinin 
			önüne oturur ve Fatma’sından gelecek yeni bir haberi bekler, yalan 
			da olsa…Fatma’sından haber gelmez Kaptan’ın, ve sabah koğuş 
			parmaklıklarına pençe gibi yapışmış iki el ve donmuş bir ceset 
			olarak, büyük çabalarla “sökerler” hayattan... 
			 
			Kaptan’ın öyküsü, Orhan Kemal’in eşsiz anlatımıyla insanlığa şunu 
			söyler; 
			 
			Hayat sizi en karanlık dehlizlerine çekebilir, insanlığınızdan 
			koparıp hayvanlaştırabilir, tarifsiz ihanetlere uğratıp her türden 
			aldatılmışlığın zavallısına da dönüştürebilir… 
			 
			Ama hiçbir şey, içinizdeki sevgiyi yok edemez. Fatma’sının “hayali 
			için” bile ölümün koynuna giren Kaptan aşkı nasıl tarif ediyorsa, 
			Trabzon ve Trabzonspor’un bizim için tarifi de odur. Biz bu talihsiz 
			şehri, 72. Koğuş’un parmaklıklarına yapışan o ellerin hasreti, 
			özverisi ve sabrı ile sevdik…Kaç kişi anlar beni, bilmem. Ama 
			Kaptan, biliyorum ki, anladı…
   |