Ana Sayfa

İnternette Orhan Kemal


Bütün Dünya - Şubat 2002

Fikret Otyam

 

Arkadaşım Orhan Kemal

Bükülmez bir devrimci, yüce gönüllü gerçek bir halk yazarı; şurada burda işsiz kalan ırgatların, mahpushane çilekeşlerinin, üç beş kuruş kazanan küçük memurların, emeklilerin, çocukların, kimsesiz çocukların, iplik fabrikası kız ve delikanlılarının, iplik bükme makinelerinin başında yorgunluktan uyuyan bebelerin, sokakları süpüren çöpçülerin, "küçük adam"ların, mavi tulumlu akıllı akılsız, uyanık uyur emekçilerin, mahalle kabadayılarının, kahve sakinlerinin, "artiz"lik heveslilerinin yazarı Orhan Kemal'in inandığı, güvendiği, yüreğini açtığı, en sıkışık anlarında yanında bulduğu bir arkadaşı, dostu, yürekdeşi olduysam, bu bir tür mutluluktur benim için.

Yaşadığımız aynı kentten ekmeğim uğruna ayrılanda, onunla ölene dek mektuplaştık. Nasip olanda buluştuk Ankara'da, İstanbul'da, son olarak Moskova'da. En acısı da Sofya'da!..

Onun mektupları, hep yazmak istediği, düşlediği "Romancının Romanı"nın bir kesiti gibidir. Gemicilerin seyir defteri gibi, "yazarın seyir defteri" ya da onun "rota"sı...

Kıvançları, tasaları, sabun köpüğü öfkeleri, aşkı, aşkları, ekonomik durumu, politik görüşleri, çilesi, çileleri, sanat dallarına ilişkin deyişleri, yorumları, düşünceleri, duyguları ve özlemleri...

Bütün bunlar ve diğerleri bütünlenince Orhan Kemal'in, yani bu dürüst kalemin yaşam savaşı çıkıyor ortaya.
Ömrü boyunca gerçekten yoksulluk çeken, bir bakıma çektirilen, çoluk çocuğunun nafakası için; tekleyen yüreğiyle, ameliyatlar sonrası kanlar kaybıyla yazan, durmadan dinlenmeden yazan, çeşitli adlarla yazan, ıvır zıvırla da uğraşmaya zorunlu bırakılan bu insan yine doğru bildiği, doğru bilinen, doğruluğuna inanılan yolu değiştirmedi, dünyalıklara boyun eğmedi... Sapmadı, saptırılmadı...

Böyle olmadığı, yani bükülmediği, yılmadığı için de olsa gerek sağlığında, bir insan yüreğinin katlanması zor eleştirilere uğratıldı, yerildi, "ciddiye alınmama" reva görüldü, fakat bu bile gerçekte "ciddiye alınması gerekli bir insan" olduğunu koyuyordu ortaya.

Yapıtlarıyla, kişiliğiyle gün gün yücelirken, çeşitli pusular kuruldu. Gün oldu yakın bellediği kimi kişilerden ihanet gördü, yılmadı. Yayınevlerinden, tiyatrolardan parasal, yüreksel ihanetler gördü, bükülmedi. Öfkelendi zaman zaman... Zaman zaman isyan etti, yine de kalemini kırdırtmadı. Gerilemedi, gerilemediği içindir ki öfkeleri daha da kabarttı!

Yaşamı boyunca devrimcilik adına, kardeşlik adına, barış, özgürlük adına, insanlık onuru adına binlerce sayfa yazan; roman olarak piyes olarak, öykü olarak yazar Orhan Kemal, elbette eleştirilemez değildir. Onun da kişisel tutkuları boşlukları vardı, ama bunların hiç birisi temel sorunda öne geçmemiş temel soruna ve çözümüne etkili olamamış, gerçek devrimciliğine, namuslu bir halk yazarı olmasına halkların dost olmasına, olabilmesine ve dürüst emeğine gölge düşürmemiştir.

İnsanların "pırıl pırıl" geleceğini, olması gereken onurlu bir yaşamı düşlediğinden, bunların gerçekleşmesi için çaba gösterdiğinden karşıt olanlar onu "mahpus damları"na tıkmışlar, türlü baskılar uygulamışlar, sağlığından ettirmişler, ama yine de onu bu güzel uğraşılarından döndürememişlerdir. O, sevdalıydı...

O sevda ki yurt-toprak sevgisidir... O sevda ki insan sevgisidir katıksız... O sevda ki her çeşit zulme başkaldırma, direnmedir... O sevda ki inanılan, namuslu bilinen inançtan, yoldan dönmemedir, gelecek güzel günlere inanmadır. O sevda ki renk, din, ırk, mezhep ayırmadan insanlara açılmış kollar olmaktır. Hayınlaraysa sıkılmış yumruk!

Yüzünü görene dek onu, yıllardır kaybettiğim çocukluk arkadaşım Orhan Kemal sanmışımdır. Ne var ki o, çocukluk arkadaşım değildi. Ama böylelikle 12 yaş büyük, yiğit, devrimci yeni bir arkadaş edindim.
Emek uğruna Ankara'ya göçende mektuplaşmaya başladık...

Hocam Bedri Rahmi Eyüboğlu, birisini işaret edip, "Bakın reisler" dedi, "Kim var burada, Orhan Kemal!.."
Kitaplarını yutar gibi okuduğum Orhan Kemal, arkadaşım sandığım Orhan Kemal değildi... Hocanın atölyesinden çıkınca arkasından koştum, tanıttım kendimi kocaman bir kitaplık dostluk böyle başladı...

"Sevgili Fikret
Basınköy, 21.3.1968
Mektubuna şöyle başlıyorsun:
'Teessür ve teessüfle öğrendiğime göre...'
Evet, uzv-u nazikimde basur, 'fistül' olmuş. Oturamaz, çalışamaz, ağrı ve sancıdan soluk alama olmuştum. Nihayet bir doktor arkadaş yardımıyla Aşağı Gureba'da, yani Aşağı Gureba Hastanesi'nde, şakadan derken ciddi bir ameliyat geçirdim..."

1969 yılının Ağustos ayının 19'unda, Moskova'da Pekin Oteli'nin bir odasında Orhan Kemal'e takılıyorum, "Orhan Ağa, ne o, koltukta çivi mi var, yanlamışsın yine?" "Başlatma şimdi, biliyorsun uzv-u nazik meselesi. Yaralar kapanmadı daha be Fikret... Kanama devam ediyor!"

Tren yolculuğunun ezikliği... Ardı ardına ameliyatlar! Tüberküloz... Taşikardi... Anfizem... Kan kaybı.. Kalp cilveleri... Yılların çilesi Orhan'ı yiyip bitirmiş, doymak bilmez bir oburlukla!..

Her şeyi hazırlamış, ondan bir hafta önce Moskova'ya uçmuştum. Sonraları Türkiye Cumhuriyeti cumhurbaşkanı olacak, Moskova Büyükelçimiz Fahri Korutürk'ün de yakın ilgisiyle Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği'nde birikmiş "telif hakları"nın bir bölümü kendisine gönderilmişti, daha çok alacağı vardı ama onları kural gereği "bizzat kendisi"nin alması gerekiyordu! Sovyet Yazarlar Birliği çağrıyı yaptı ve Orhan, Moskova'daydı.

Neşelendirmek için neler neler yapmadım ama nafile!.. Orhan mum gibi eriyordu!..
"Orhan Kemal Moskova'da Hastaneye kaldırıldı.

Moskova-(Fikret Otyam bildiriyor) Tanınmış Türk yazarı Orhan Kemal eşiyle birlikte Moskova'ya gelmiş ve tedavi edilmek üzere önceki gün Kremlin Hastanesi'ne yatırılmıştır. Uzun zamandan beri kist dermoit, tüberküloz ve kalbinden rahatsız olan ünlü roman ve öykü yazarı Orhan Kemal burada da önemli bir kanama geçirmiş, çağrılısı olduğu Sovyet Yazarlar Birliği, sanatçıyı hastaneye kaldırmıştır."

22.9.1969 tarihli uçak postasıyla gönderilmiş bir kartpostal: "İstanbul'dan selâm ve sevgilerle. Orhan Kemal." Hep düşünmüş ama soramamıştım bu ani dönüşünü, acaba ülkesinde mi ölmek istemişti?..

Bu sefer işi sıkı tutmuştum, birlikte gidecektik önce Sofya'ya, sonra çağrılı olduğumuz Bükreş'e ve sonra Moskova'ya.. Çok keyifliydi, ne ki uçacağımız günden üç gün önce önemli bir röportaj için gazetem beni Erzurum'a göndermişti! Yine bir "Tel-Mektup" tu zarftan çıkan. İstanbul, Galatasaray PTT'sine gider, bir telgraf kağıdı alı yazacağını yazar zarfa koyar ve on kuruşluk pulla yollardı!.. Parasızlığın gözü kör olmasın mı?

"Uzun mektubumu aldın mı Stop Cevap yazman için vakit çok geç Stop 5.5.970 Salı sabahı Yeşilköy'den ve Nuriye ile birlikte uçuyoruz Stop Tabii havaalanından tersyüz çevrilmezsek Stop Pek sanmıyorum Stop Sizi Sofya'da bekleriz Stop Bizim evden sizin eve, topyekün selam, sevgi, gene selam, gene sevgi, sevgiler... Orhan Kemal"

Ankara'da gece yarısı röportajımın son yazısını yazarken telefon çaldı... Bir halk türkümüzde şöyle denir:
"Kara habar telgıraftan tez gelir!

Hep derdi, "Fikret be, insan yataklarda sürünmemeli, cart diye ayakta ölmeli!"
Rahatsızlanmış ve hastaneye kaldırılmış, yataktan kalkmış, tuvalete giderken.. Yanında yatan büyükelçi pat diye bir ses duymuş bakmış ki Türk yazarı Orhan Kemal yerde! 2 Haziran 1970 saat 21.15'te o canım yüreği Orhan Kemal'in, "emeğine son verdi".
İstediği gibi öldü...

Sofya Tıp Enstitüsü pataloglarından Doçent Dr.Sivço Sivçev, bistüriyi bir kez daha attı, Orhan'ın yüreği çıktı ortaya... Yorgun. Örselenmiş. Ama içi insan sevgisi, dürüstlük dolu bir çilekeş yürek Yurt ve insan sevgisi dolu, yani namuslu bir yürek.

Hastanenin Başhekim Yardımcısı Dr.Svetoslav İvanov, hastaneye getirilişinden başlayıp bulguları tek tek anlattı. Hastanenin İç Hastalıkları İkinci Şefi Dr.Totü Glabov "Orhan Kemal" dedi, "Bize geldiğinde kalbinden değil, fistülden yakınıyordu. Bizim için önemli değildi bu, onu rahatsız ediyordu. Önemli olan kalbiydi biz bunun üzerinde ısrarla durduk. Moskova'daki teşhis tamamen doğruydu."
Dr.Şivçev "Ölüm Protokolü"nü uzattı:

"Orhan Kemal'de genel bir artero-skloroz saptanmıştır. Bu, özellikle kalp çevre damarlarında etkisini göstermiştir. Daha önce bir infrakt geçirdiği de anlaşılmıştır. Bu infrakt kalbin anevrizmasını geliştirmiştir. Anevrozun boşluğundan kopan pıhtı(tromb) kılcal beyin damarının tıkanmasına neden olmuştur..."
"Yakın dostunuz olduğunu biliyoruz" dedi doktor, "Onu iki aylık tahnit ettik, görebilirsiniz."
Onu hep canlı anmak istedim.

Bulgaria Oteli'nin dördüncü kat bakıcısı Emine Mustafaova 169 numaralı odama girdi, konuşmamızı burada da sürdürdük:

"E işte, nah şurada yatardı, senin yattığın yerde!.. Nuriye Anım da burada!.."
Fırladım yataktan!

"İlk geldiklerinde bu odada kaldılardı, burada bu yatakta asta olduydu... Peki ama beyim, neden öyle kötüledin, bi şey mi yaptım?"


info@orhankemal.org