| 
			  
			 
			Türkiye hızla değişiyor, çelişkileri de o oranda büyüyor. 
			Bunların ne olduğunu, yaşanan dönüşümün yansılarını görebilmek için 
			edebiyata dönmek, hatta dönem romanlarını okumak kaçınılmaz. 
			Osmanlı’dan Cumhuriyet’e geçiş, o süreç sonrasındaki ekonomik, 
			toplumsal ve kültürel yapılanmaların tanıklığını getiren roman, 
			bizim gibi, azgelişmişlik burgacından çıkmaya çalışan toplumlarda 
			her zaman önem kazanmış, kendi gelişimine de zemin bulmuştur. 
			Çünkü, romanın ibresi insana, insan ilişkilerine, toplumdaki 
			değişim/dönüşümlere dönüktür sürekli. 
			Hele hele gerçekçi roman, gelişmekte olan toplumlarda her zaman 
			tanımlayıcı, kavrayıcı, gösterici, anlatımcı ve yansıtıcı özelliğini 
			yeniden yeniden var edip işlevselliğini her daim göstermiştir. 
			Bugün, edebiyattan, dahası gerçekçi romandan kopuşumuzu toplumun 
			“dönemsel zaaf”ı olarak değil de; yeterince sanat/edebiyat eğitimi 
			veremeyişimiz/alamayışımıza bağlamak gerektiği kanısındayım. 
			Eğer böylesi bir uzaklaşma olmasaydı, yeni kuşakların gerçekçi 
			edebiyatla buluşması/tanışması, hatta kendini romancı ya da öykücü 
			olarak hazırlaması çok daha başka bir seyir izleyebilirdi. 
			Bunca sözü neden ettim sevgili okurum? 
			Televizyon dizisi olarak çekilen Orhan Kemal’in “hanımın Çiftliği” 
			üçlemesinin (“Vukuat Var”,1958; “Hanımın Çiftliği”, 1961; “Kaçak”, 
			1970) sinema tadındaki uyarlamasını izlerken; hayatın 
			değişen/dönüşen yanlarına roman aracılığıyla bakmanın anlamına 
			döndüm yeniden. 
			Gerçekçi romanın getirebileceği tanıklıkta, insanın/okurun algı 
			düzeyinin, görme bakma bilincinin nasıl farklılaşabileceğini de 
			düşündüm ister istemez. 
			Roman, yalnızca tanıklığın değil; değişimin de yazınsal anlatımdaki 
			en temel türüdür. 
			Stendhal’in tanımı olan (romanın) topluma ayna tutma işlevinden 
			biraz da bunu anlarız. 
			Gerçekçi romanda zaman/mekân gerçekliği her zaman başat öğedir. 
			İnsanın/toplumun, tarihsel toplumsal değişim süreçlerindeki öyküsüne 
			buradan bakar romancı. Getirdiği tanıklık da bundan önem kazanır, 
			okurda bilinçlilik durumu yaratır. 
			Balzac’ın değişime, Tolstoy’un devrime, Faulkner’ın dönüşüme 
			tanıklıkları romancı dünyalarının gerçekçi yanlarını anlatır bize. 
			Her birinde geçiş dönemlerinin izleri vardır. 
			Bize gelince; toplumsal gerçekçi romanın öncülerinden Orhan Kemal’in 
			roman dünyasında da bu özellikleri gözlediğimizi söylemeliyim. Onun 
			roman dünyası, toplumun geçiş döneminin izlerini taşır. 
			Kuşkusuz tanıklığı esas almasındaki çıkış noktası, yaşadığı dönemin, 
			yirminci yüzyılın ilk çeyreğinden 1950’lere uzanan süreçteki 
			Türkiye’nin ekonomik, toplumsal, siyasal ve tarihsel değişimidir. 
			Ülkenin tarım toplumu olma özelliği adım adım nasıl dönüşüme 
			uğruyor…Orhan Kemal, bunu da, Çukurova ekeninde anlatıyor. 
			“Bereketli Topraklar Üzerinde” (1954), bu anlamda, onun ilk önemli 
			çıkışıdır. Ardından gelen romanlarında, kırda ve kentteki değişenin, 
			bunların uzanımlarının neleri içerdiğini irdeler. 
			Dönem gerçekliği içinde ele aldığı sorunları, insanların 
			sınıfsal/toplumsal konumları ekseninde sorgulayıcı biçimde yansıtır, 
			Orhan Kemal. 
			Yarattığı roman karakterlerini de oluş çizgisinin değişen/dönüşen 
			figürleri olarak ele alır. 
			Orhan Kemal’in roman gerçekliğinde/dünyasında; tanıklık kadar 
			tanımlama, anlamlandırma da önemlidir. 
			O, değişimin ne olduğuna bakarken; insanların bütüncül yanlarını da, 
			aşklarını/sevgilerini/öfkelerini/umut ve umutsuzluklarını kavrayıcı 
			bir bakışla yansıtır. 
			Sanatta gerçekçilik, olageleni “sahih” bir bakış, yalın bir 
			söyleyişle dile getirerek; izleyici/alılmayıcısında etki yaratmayı 
			önceler. 
			Dikkat edersek eğer, bu anlamda, Orhan Kemal’in roman gerçeğinde 
			böylesi bir “sahici” bakış, etkili, yalın anlatım vardır. 
			Bu anlamda, romanlarında kurduğu dramatik yapı her zaman önem 
			kazanmıştır. 
			Gene bu yanıyla Orhan Kemal’in, yazar yetiştiren yazarlar hanesinin 
			en başında yer alması yabana atılacak bir olgu değildir. 
			Orhan Kemal, toplumun vicdanı olan bir yazardır. 
			İnsana bakışı, kavrayışı, toplumsal duyarlığıyla bunu her yapıtına 
			yansıtır. 
			Değişeni yansıtırken, değişmesi gerekenleri de hissettirir. Öyle ki; 
			kendi deyimiyle, bazen “tanıklık yetmez”, “hayatı insanlarla 
			birlikte yaşamak” duygusunu öne çıkarmayı yeğler. Bunun için de 
			görmeyi ve yaşamayı, tanıdığı insanları gözleyip anlatmayı önceler. 
			“Hanımın Çiftliği”ni televizyonda izlerken, sinemanın gücünü ve 
			olanaklarını bir diziye taşıyan yaratıcı ekibin başarısı 
			duygulandırdı beni; yeniden Orhan Kemal’e döndüm. Onda ülkemi, 
			ülkemin insanlarını gördüm: Güllü’ye soluk veren Özgü Namal’ın 
			öfkesi ve isyanında, Muzaffer beyi daha da insanileştiren Mehmet 
			Aslantuğ’un gerçekçi duruşunda Orhan Kemal’in bu romanları neden 
			yazdığını bir kez daha anladım demeliyim sevgili okurum…
  |