| 
			  
			 
			Kaç zamandır kendini yalnız ve hüzünlü bulur Orhan Kemal Bursa 
			Cezaevi’nde. Sevdiği dostları vardır elbet. Şiire meraklı 
			olanlarıyla koyu söyleşileri de olur. Yine de bir yanı eksiktir 
			işte. Sayılı gündür, geçer diye düşünür ama, sızısı derinden etkiler 
			onu. 
			 
			Bir gün, bir haber heyecanlandırır Orhan Kemal’i. Nâzım Hikmet 
			geliyor, diye duyar. Hapishaneyi baştan sona, koşarak, çığlık 
			çığlığa ayağa kaldırır. Şöhreti büyüktür Nâzım’ın. Kimileri eskiden 
			tanır onu, birlikte mapus arkadaşlığı etmişlikleri vardır. 
			 
			Sorar soruşturur Orhan Kemal. Çocuksu bir merak. Heyecanla Nâzım 
			hakkında, nasıl biri olduğu yönünde, araştırmaya koyulur iyiden. 
			Şiirleri ezberindedir. Ona hayrandır. Kendi şiirlerini ona okumak 
			için dayanılmaz bir istek duyar Orhan Kemal. Ürker, böyle büyük bir 
			şaire çiziktirdiklerini göstermenin ayıp olacağını düşünür. Yine de 
			bir fırsat bulup, paylaşmak ister. Bakalım Nâzım onunla dostluk 
			etmek isteyecek midir? İkircikli duygularla başa çıkmak güçtür... 
			 
			Nâzım’la aynı yerde yatmış olanlardan biri; “Rahatsız edilmekten 
			hoşlanmaz” der. Anlaşılan büyük şairin kibirli bir yanı da vardır. 
			Olsun. Büyük adamların yalnızlığa, düşünmeye gereksinimi vardır. 
			Haklıdır elbet. Çocuksu, sevecen bakışlı, alçakgönüllü, bir yanı 
			hınzır ve yüreği insan sevgisiyle dolu Nâzım gelir sonunda. 
			Hapishane ahalisinde derin bir saygı gözlenir. Müdür, gardiyanlar da 
			tembihlidir sanki. Tuhaf, devletin tehlikeli bulduğunu, mahkûmlar 
			saygın görür. Okumuş adama gösterilen ilgi şaşırtıcıdır. Bir de, 
			hapishanelinin edebiyata düşkünlüğü... Özellikle şiire... 
			 
			Tanışmanın ardından yer gösterilir Nâzım’a. Tedirgindir. Usulca 
			yanaşır Orhan Kemal’e. Yalnız kalmaktan hoşlanmadığını söyler, eğer 
			o da isterse, birlikte kalabilirler mi, diye sorar. Meşhur biriyle 
			karşılaşmanın iç daraltan, korkutucu havası dağılmıştır bile. Orhan 
			Kemal ve Nâzım Hikmet mahpus arkadaşlığına, kardeşliğine koyulurlar. 
			O gece Nâzım’ın şu sözü yankılanır Orhan Kemal’in kulaklarında ve 
			cezaevinin duvarlarında: 
			 
			“Hayal bile edemezsiniz nasıl nefret ederim yalnızlıktan... Bir tek 
			satır yazamam, çıldırırım...” 
			 
			Ona şiirlerini gösterir Orhan Kemal. Korktuğu başına gelir. Süslü 
			püslü, abartılı ve kötüsü, kalabalık imgelemli şiirlerinden ötürü 
			paylar onu Nâzım. Neden halkın diline, güncel yaşama bakmıyorsun, 
			diye ekler. Orhan Kemal hem gücenmiş, hem gururu kırılmış biçimde 
			siner. 
			 
			Nâzım inatçıdır. “Sizde iyi bir hamur var. Birlikte çalışalım ister 
			misiniz?” diye sorar. Bursa Cezaevi bu soruyla, yazın yaşamımızın en 
			ilginç ve soylu birlikteliklerinden birine tanıklık eder. 
			 
			Bir yanda babasının işlerinden ötürü, çocukluğun önemli kısmını 
			Beyrut’ta geçirmiş, eğitimini yarıda bırakmış, çırçır işçiliği, 
			dokumacılık, ambar memurluğu yapmış, şiire hevesli, emekçi Orhan 
			Kemal vardır; öte yanda ünlü bir ressam annenin oğlu, seçkin 
			çevrelerde bulunmuş, yabancı dil bilen, sosyalizm militanı olmuş, 
			ünlü şair, yazar Nâzım Hikmet! 
			 
			İkisi de özgürlük, sanat ve emek peşindedir. 
			 
			İkisini de devlet kara deftere almıştır. 
			 
			Mahpusturlar... 
			 
			Nâzım, yüreğindeki insan sevgisi ve yaşama sevincini her yana 
			hissettirir. 
			oksulların çalışması, mahpuslukta geçimlerini 
			sağlamaları için dokuma tezgâhları kurdurur. Hesap işlerinde 
			başarılıdır. 
			 
			Anadolu’nun türlü insanına mekân olan cezaevinde, Memeleketimden 
			İnsan Manzaraları’nın pek çok tipi yatmaktadır. Ziyaret günleri bir 
			başkadır elbet. O günlerde şenliklidir tutsaklar. Nâzım, Piraye 
			geleceği günlerde, bir gece önceden hazırlanır. Tıraş olur, 
			gömleğini, kazağını hazırlar, belli ki düş kurar. Hele ki bayram 
			günleri... 
			 
			Bir şairi ve romancıyı özgürlüğünden yoksun bıraktığınız zaman, ne 
			türden bir duygu halinde olacağını, nasıl ürünler vereceğini, ne tür 
			yürek çarpıntısıyla, acıyla kıvranacağını bilemezsiniz elbet. Ancak 
			sezmek olanaklıdır. Yıllar sonra, anılar kaleme alınınca, o acı elle 
			tutulacak denli yakınınızdadır... 
			 
			Nâzım Hikmet, Orhan Kemal’in şiirden hevesini kesmesini sağlayarak, 
			bir büyük romancı, bir büyük emekçi dostu, yazar kazandırmıştır. Bu 
			garip usta-çırak ilişkisi, alçakgönüllü Orhan Kemal’in kaleminden 
			yazılmış, bugün pek rastlayamayacağımız bir yüce gönüllükle bize dek 
			ulaşmıştır. 
			 
			Mahpusluk zordur elbet. Ama bir romancının kaleminde başkadır da... 
			 
			“... Hele dışarda gökyüzü kurşun ağırlığında olduğu, lapa lapa kar 
			yağdığı, yahut taş duvarlar arasında bir kat daha çıplaklaşan soğuk 
			günlerin sürüp gittiği zamanlar... Sağa bak duvar, sola bak duvar, 
			ilerin pencere, pencereden dışarda savrulan karlar, kar yoksa aynı 
			dağ parçası, aynı gökyüzü veya aynı sırtlar... Kurşuni bir ağırlık 
			halinde sabah başlar, kurşuni ağırlık halinde öğle olur, kurşuni 
			ağırlıkla akşam... Derinden derine, hapishanenin soğuk ve çıplak 
			duvarlarında akisler bırakan gardiyan düdüklerinin hapishanenin 
			uğultulu gecesine sert çizgiler çizdiği, koğuş demirlerinin 
			çekildiği, koğuş kapılarının dışarıdan kilitlendiği saatlere 
			kadar...” 
			 
			Nâzım Hikmet çok çalışkandır. Tüm gün şiir düşünür, resim yapar. 
			Annesinin ziyaretlerinde sanat kuramı üzerine, toplumcu sanat 
			üzerine hararetli tartışır. Sadece sanat işlerinde çalışkan değildir 
			Nâzım. 
			 
			Bir gün marangozhanede bir kutu işler. Kutuyu alır eline, gurur 
			duyar eseriyle. Neredeyse bu işte usta olduğunu savlar. Oysa bu bir 
			tür oyundur. Kendini her zaman şiir çırağı olarak gören Nâzım, 
			günlük işlerdeki başarılarla, el işçiliğiyle övünür. Bu da bir 
			imgedir aslında; yaşam sevincinin, üretmenin ve insan olmanın... 
			 
			Nâzım, Orhan Kemal’in şiirlerini sevmemiş olsa da, bir tanesi 
			yüreğime dokunur benim. Nâzım için yazmıştır. Onun çocuksu halleri, 
			çocuk yüreği için... 
			 
			Kırk yaşında çember çevirebilmek, 
			 
			Sabun balonları üfleyebilmek havaya. 
			 
			Kilerden reçel çalmak, 
			 
			Gizli deliklerden gözetlemek komşu kızını! 
			 
			Pırıl pırıl bir gümüş tatlı kaşığında 
			 
			kırmızı gül reçelidir, çocukluk. 
			 
			Kırk yaşında çember çevirebilmek, 
			 
			Sabun balonları üfleyebilmek havaya! 
			 
			Sevebilmek dünyayı ve insanları, 
			 
			Sevebilmek, her şeye rağmen 
			 
			Sevebilmek, sevebilmek... 
			 
			Sabun balonları üfleyebilmek havaya!  
			 
			 
			 
			 
			 
			 
			 
   |