| 
			 ORHAN KEMAL’İN KÜÇÜK ADAMIN ROMANI SERİSİNDE 
			BALKAN GÖÇMENİ KARAKTERLERİ  
			 
			Türk edebiyatının aydınlık gerçekçi yazarlarından Orhan Kemal’in , 
			kendi yaşamsal öyküsüne yer verdiği Küçük Adamın Romanı serisi, 
			yazarın Baba Evi ,Avare Yıllar Cemile , Dünya evi , Arkadaş 
			Islıkları romanlarını ihtiva etmektedir. Serinin ilk kitabından 
			itibaren Orhan Kemal, hayatında, özellikle de sosyal uyanışında 
			büyük rol oynayan Balkan göçmeni karakterlerine, eserlerinde sıkça 
			yer vermiş, Balkan Harbi’nden sonra tüm varlıklarını memleketlerinde 
			bırakıp gurbette sefalet içerisinde yaşayan göçmenlerin zor ve 
			hüzünlü yaşamlarını romanlarının konusu yapmıştır. Oldukça otoriter, 
			çevresinde sayılan ve sevilen, hem fiziki hem de karakteri açıdan 
			güçlü bir babanın oğlu olan Orhan Kemal, kendisini bir ‘küçük adam’ 
			olarak niteler ve her zaman bunun verdiği ezici psikolojiyle yaşar. 
			Kendisi ne görünüş ne mevki ne de karakter itibariyle heybetli bir 
			yapıya sahiptir. Balkan göçmeni karakterlerinin toplumsal 
			yaşamlarından fiziksel özelliklerine kadar ayrıntılı bir portre 
			çizen Orhan Kemal, genel itibariyle betimlemelerini hayranlık 
			belirten ifadelerle oluşturmuştur. “Küçük adam” olmanın verdiği 
			buhranlı ruh halini bu karakterlere olan özentisinde okuyucuya daha 
			çok hissettirir. Eserlerinde birçok kesimden ve milletten 
			karakterlere yer vermiş olan Orhan Kemal’de, Balkan göçmeni 
			karakteri, Cemile adlı romanında, Cemile karakterine ilham veren eşi 
			Nuriye Öğütçü ve onun çevresi vesilesiyle önem ve yoğunluk kazanır. 
			 
			Tam olarak kronolojik bir yapıya sahip olmayan bu otobiyografik 
			eserlerin ilki olarak kabul edebileceğimiz Baba Evi’nde, yazarın 
			Adana’da geçen çocukluk yıllarının ardından, milletvekili olan 
			babasının iktidara karşı sergilediği muhalif tavır dolayısıyla 
			ailenin Beyrut’a yerleşmek zorunda kalması, burada geçen zor 
			yılların ardından, yazarın Adana’ya geri dönüşü anlatılır. Seride 
			birbirinin takibi niteliğinde olan ilk grubu Baba Evi ve Avare 
			Yıllar romanları oluşturur. Avare Yıllar, yazarın gençlik 
			senelerinin hikâyesidir. Bu yıllarda, bitirmek için söz verilmiş 
			okuldan kaçılır, kahvehanelerde, futbol maçlarında serserilik 
			edilir. İstanbul’a gitmek için para biriktirmeye karar veren yazar 
			dokuma fabrikasında işçiliğe başlar. Ama işçilik zor gelir, tekrar 
			haylazlığa döner. Daha sonra babaannesinden aldığı bir miktar 
			parayla İstanbul’a kaçar. En yakın arkadaşıyla çıktığı İstanbul 
			serüveni fazla uzun sürmez. Memlekete geri dönerler. Beyrut’tan 
			sonra Kudüs’e giden ve oradan da dönen aile yoksulluk içindedir. 
			Okul temelli bırakılır ve eski dokuma fabrikasına kâtip olarak 
			girilir. Fabrikada işçi olarak çalışan Cemile adlı kıza tutulan 
			yazarımız eş dosttan aldığı ödünç eşya ve takılarla dünya evine 
			girer.  
			 
			Seriye adeta bir parantez olarak açılmış olan üçüncü roman Cemile’de 
			yazar, Avare Yıllar romanının sonunda birkaç sayfada anlattığı bu 
			evlilikle sonuçlanan gönül macerasını, müstakil bir roman haline 
			getirmiştir. Bu romanda, yazar- anlatıcı ilişkisinde bir değişiklik 
			olmuştur. Artık roman birinci tekil şahsın ağzından değil Kâtip 
			Necati’nin üzerinden anlatılıyordur. Kâtip Necati aldığı 24 lira 95 
			kuruş aylıkla geçinmek zorundadır. Babaannesinin yanında yaşayan 
			Necati, evliliğin maddi yükünü taşıyacak durumda değildir. Fakat 
			çevrenin en güzel kızı olan Cemile’nin peşinde Necati’nin maddi 
			açıdan asla yarışamayacağı bir de Deveci Çopur Halil vardır. Ne var 
			ki Cemile’nin gözü parada pulda değildir. Cemile’nin takibi 
			niteliğinde olan Dünya Evi’nde genç kâtip, evlilik sorumluluğunu 
			yüklenmiş olarak çıkar karşımıza. 24 lira 95 kuruşluk aylık bu 
			romanda geçim sıkıntısının simgesi haline dönüşür. Bir yandan hayat 
			mücadelesi içine giren kâtip diğer yandan da genç, güzel ve aynı 
			zamanda hamile eşini peşindeki âşıklarından korumaya çalışmaktadır. 
			Bu sıkıntılı haller yeni evlilerin arasının açılmasına da sebep 
			olur. Arkadaş Islıkları’nda ise oldukça genç ve bıçkın bir delikanlı 
			olan başkahramanın sevdiği kız için her anını beraber geçirdiği, 
			işsiz güçsüz, serseri arkadaşlarından ve fütursuca geçen günlerinden 
			vazgeçişi anlatılıyor. Delikanlılıktan aile reisliğine geçiş 
			sürecinde yaşanan bocalamalar, yine geçim sıkıntısı ve yine 
			dargınlıklar, ayrılıklar başkahramanın peşini bırakmamaktadır. 
			rhan Kemal seriye genel olarak Küçük Adamın Notları ismini 
			vermiştir. Yani Orhan Kemal’e göre kendisi bir küçük adamdır. Yazar 
			Baba Evi romanının önsözünde şöyle der: 
			“ “KÜÇÜK ADAM” ı Adana kahvelerinden birinde tanıdım, tesadüfen. 
			Sakallı yüzünü avuçları içine almış, düşünüyordu. Açık mavi gözleri, 
			kıvırcık saçları vardı. Birbirimizi uzun uzun gözden geçirdikten 
			sonra, yanıma geldi. Beni birisine benzettiğini söyledi. Maksadının 
			konuşma kapısı açmak olduğunu anlıyordum. 
			Derhal ahbap olduk. 
			Bana hayat macerasını çok sonra, ısrarlarım üzerine, uzun uzun 
			anlattı. Bunları yazmasını söyledim, güldü. “Sen yaz istersen!”dedi. 
			Coşarak anlattığı şeylerden tutuğum notlar bir haylidir. Bir ciltten 
			sonra ihtimal ikinci, üçüncü, dördüncü ciltler meydana gelecek… 
			O şimdi nerde mi? 
			Kim bilir? “ KÜÇÜK ADAM” lara mahsus çileli bir hayatı sürerek, 
			belki İzmir’de, belki İstanbul’da belki de Van’da?...”(Baba Evi, 
			s.5) 
			Küçük adamı, yazar, serinin ilk kitabının önsözünde böyle tanıtır 
			okuyucuya. Küçük adam denilen tipin nasıl biri olduğunu ve 
			niteliklerini ise Avare Yıllar romanında Orhan Kemal’in okulu 
			bırakması üzerine büyük bir hayal kırıklığı yaşayan annesinin 
			ağzından öğreniriz: 
			“Hey Allahım, dedi, korktuğuma uğrattın beni! Başkalarının 
			karşısında el ovalamağa mecbur küçük adamlar mı olmalıydı benim 
			evlatlarım? Ben ne ummuştum?” (Avare Yıllar, s.75) 
			Görüldüğü gibi küçük adam çaresiz, zavallı ve bazı şeyler için 
			küçülmeye katlanmak mecburiyetinde olan bir insan tipidir. Nitekim 
			Orhan Kemal, ailesinin güvenini bir türlü kazanamamış, sürekli 
			hakaret ve aşağılamalarına maruz kalmıştır. Babaannesinin: 
			“Eğer oğlum, dedi, sen adam olursan, sokaktaki köpekler de adam 
			olur!”(Avare Yıllar, s.59) Sözleri romanda birçok defa yazarın kafa 
			sesi olarak çıkar karşımıza.  
			 
			Küçük adamın karşısına çıkan ve hayatında önemli bir yere sahip olan 
			ilk Balkan göçmeni karakteri, yazarın anılarında: 
			“… Bu çalıştığım yerin yanı başında bir çikolata fabrikası vardı. Ve 
			bu fabrikada sarı saçlı mavi gözlü çok güzel bir Rum kızı vardı. Adı 
			Eleni’ydi. Bütün matbaanın gençleri bu kızın çevresinde pervane gibi 
			dönerdi. Bense, üstüm başım bilhassa ayakkabılarım çok kötü olduğu 
			için uzaklarda durur, sokulamazdım. Benimle alay eder korkusuyla hep 
			kaçardım. Bir gün ters çevrilmiş bir gaz sandığı üzerinde otururken 
			yanıma geldi… Ben kızı Türkçe bilmez sanırdım, benimle birden Türkçe 
			konuştu. ‘ Senin adın ne?’ dedi, nereli olduğumu sordu… O günden 
			sonra o kıza âşık oldum iyice… Ve bir gün ona ayağımdaki pantolondan 
			utandığımı söyledim. ‘ Sen ne utanıyorsun, zenginlerimiz utansın. 
			Aldırma böyle şeylere, boş ver’ dedi. İşte bende ilk sosyal uyanış 
			galiba bu Rum kızı ile başladı.”  
			Sözleriyle anlattığı Rum kızı Eleni’dir. Bu karakter, Baba Evi 
			romanında karşımıza çıkar. Orhan Kemal, babasının bir siyasi sürgün 
			olması sebebiyle ailecek Beyrut’a yerleşmelerinin ardından bir 
			matbaada çalışmaya başlar. Çalıştığı yerin yanındaki çikolata 
			fabrikasında işçi olan Eleni ile tanışır. Eleni, bir gün yazarı 
			ailesiyle tanıştırmak için evine götürür: 
			“ İçeri girdi, az sonra annesiyle çıktılar. Kadın beni çok hoş 
			karşıladı. Epeyce genç görünüyordu, ama saçları yarı yarıya 
			ağarmıştı. Eleni boyuna benden bahsediyordu. Kadının elini öptüm, 
			sonra eve girdik. Dar, loş bir odaydı. Karşı köşede, kitaplar yığılı 
			bir masa, masanın orada iri kıyım sert bakışlı, hafif sakallı bir 
			delikanlı, alçak bir iskemlede oturuyor, sarı deriden ayakkabı 
			sayaları kesiyor, falçatayı öyle çabuk, öyle ustaca kullanıyordu 
			ki…” ( Baba Evi, s.58) 
			Burada hayranlıkla bahsedilen kişi yine bir siyasi sürgün olan 
			Eleni’ nin ağabeyidir. Yazar: 
			“ Onu çok beğenmiştim. Büyüdüğüm zaman onun kadar sağlam ve 
			yakışıklı olsam diye aklımdan geçti.” (Baba Evi, s.58) Sözleriyle bu 
			hayranlığını ve özentisini açıkça ifade eder. Eleni’nin ağabeyi, 
			yazarın babası ve bazı önemsediği mevzular üzerinde kafasının 
			karışmasına sebep olan şeyler söyler: 
			“— Yaa, dedi, demek baban siyasi? Adı ne babanın? 
			Babamın adını söyledim. 
			— Evet, dedi, işitmiştim… Fakat neye yarar? Bu çeşit mücadelelerden 
			ne çıkar?  
			… 
			Birden kızdım. Babamın tenkit edilemez olduğunu sanırdım. Eleni’nin 
			ağabeyine öfkeyle baktım: 
			— Benim babam avukattır, dedim, hem de çok okumuş… Sen onun 
			kitaplarını görseeen… 
			Aldırmadı. 
			— Biz memlekette çok zengindik. Gene aldırmadı. Neden sonra: 
			— Sen dedi, böyle şeyleri kafanda fazla büyütme ve pek çok kıymet 
			verme… Sen babandan çok, çok, çok ileri olmaya çalış” ( Baba Evi, 
			s.59)  
			Orhan Kemal’in babasıyla kıyaslanması, ona yakışır ve hatta ondan 
			daha ileride görülmek istenmesi meselesi de ilk kez bu diyalogla 
			karşımıza çıkar ve daha pek çok kere bu cümlelere maruz kalan 
			yazarda babasına karşı bir nefret duygusu oluşur. 
			 
			Orhan Kemal’in anılarında bahsettiği ilk sosyal uyanış meselesine 
			Baba Evi romanında şu diyaloglarda rastlarız: 
			“ — Biz çok zengindik memlekette, şimdi çok utanıyorum. 
			— Neden? 
			—Şu postallarımdan… 
			—Aldırma… 
			—Aldırma mı? Ayıp değil mi bunlarla… 
			—Neden ayıp olsun? Benim bir ağabeyim var, der ki: eski 
			ayakkabılarımızdan zenginlerimiz utansın…”(Baba Evi, s.57)  
			 
			Baba Evi’nde, Eleni’nin ağabeyi olarak karşımıza çıkan düzen 
			karşıtı, aykırı karakterin benzerleri Avare Yıllar, Cemile ve Dünya 
			Evi’nde İzzet Usta, Arkadaş Islıkları’nda ise İlyas Usta olarak 
			karşımıza çıkar. Yazar bu karakterlerden “mavi tulumlu işçi 
			dostlarım” olarak bahseder.  
			Avare Yıllar ‘da İzzet Usta’nın bahsi ilk olarak şöyle geçer: 
			“… Az ilerimizde gazete okuyan, mavi tulumlu, siyah gözlüklü bir 
			işçi dikkatimi çekmişti. Ahmet’e: 
			“ Bu adam, dedim, sizin dokumalarda mı çalışıyor?” 
			Baktı: 
			“ Heye. Ne biliyorsun?” 
			“ Hani mekik attıydı da, biz orda çalışıyorken… Fabrika sahibine 
			dikildiydi bu… O değil mi?” 
			“ Tamam, o işte… İzzet Usta derler ona… Bu Türkiye’de çalışmadığı 
			fabrika yok, çok dirayetli… Bir de karısı var, bomba gibi avrat, 
			Boşnak. Kendinin ne millet olduğu belli değil, Kürt diyorlar…” ( 
			Avare Yıllar, s.98,99) (Burada İzzet Usta’nın Kürt olduğuna dair bir 
			tahmin yürütülse de biz daha sonra bir tesadüf sonucu İzzet Usta’nın 
			kız kardeşi ve aynı zamanda Cemile’nin en yakın arkadaşı ve komşusu 
			olan Boşnak Güllü vesilesiyle İzzet Usta’nın da Boşnak olduğunu 
			öğreniyoruz.)  
			İzzet Usta’nın gittiği kahveye her gün düzenli olarak gitmeye 
			başlayan yazar daha sonra onunla ahbap olur. Yazarın dertlerini, 
			isyanlarını dinleyen İzzet Usta onu isyan etmekte haksız bulur ve 
			şunları söyler: 
			“ … Dertsiz insan yok bu dünyada… Hele bizim mahallenin derdi… Ne 
			dert! Ekmek derdi, yakacak derdi, uyku derdi, verem derdi, sıtma 
			derdi. Ne bileyim ben? Sizin tabirinizle söylüyorum, Allahın 
			unuttuğu insanların mahallesi burası… Burada sizden çok öfkelenmesi 
			icabedenler var!”(Avare Yıllar, s. 102)  
			İzzet Usta ile yapılan sohbetler yazarın düşünce yapısında büyük 
			değişikliklere sebebiyet verir. Öncelikle İzzet Usta yazara bir iş 
			bulup çalışmasını söyler. Yazarın, “ Öbür taraftaki adamın oğluna” 
			kimsenin iş vermeyeceği ya da ortaokul diploması olmadığı için 
			memuriyet yapamayacağı gibi bahanelerini kabul etmeyerek ona bu 
			düşüncelerin bir hastalık olduğunu “ Attan inip eşeğe binenlerin, 
			daha doğrusu eşeği de bulamayıp yayan yürüyenlerin hastalığı” (Avare 
			Yıllar, s. 105) olduğunu söyler. Ve daha bunun gibi birçok konuda 
			yazarın zihninin aydınlanmasını sağlayan İzzet Usta, Eleni ve 
			ağabeyinden sonra yazarın sosyal uyanışı mevzuunda kilometre 
			taşlarından biri olur.  
			 
			Cemile’nin komşusu Güllü, bir gün, fabrikada kâtip olarak çalışan 
			yazarı Cemile ile buluşturmak için evine çağırır. Cemile’yi 
			babasından istemesini tembihleyen Güllü Cemile’nin babasının 
			kendisini ne kadar sevdiğinden ve asla kırmayacağından ama abisini 
			daha çok sevdiğinden bahseder. Yazar abisinin kim olduğunu 
			sorduğunda Güllü: 
			“Benim abiym yok şindi… Çok kafalıdır… Süler bir laflar, eh… 
			Dinlemeğe şayetse…” 
			… 
			“ Görürsün bu kitapları? Onundur… Okurdu her gece…” 
			… 
			Kafamda şimşek çaktı. 
			“İsmi ne?” 
			“İzzet! İzzet Usta derler… 
			… 
			“Yahu ahbabım bu benim!” diye bağırdım, dostum benim be…” (Avare 
			Yıllar, s. 150,151) 
			 
			Arkadaş Islıkları’nda , yine bir kahvehanede, garsonla girdiği 
			tartışma esnasında başka bir masada kitap okumakta olan bir işçi 
			kitabını bırakır ve yazarın haklı olduğunu söyleyerek tartışmaya 
			dâhil olur. Garsonun, bu işçi hakkındaki bir takım sözleri onunla 
			ilgili okuyucuya bazı fikirler verir: 
			“Aştan çıkan nane çöpü, yine karıştın mı? Nerede tımbırtı orada 
			buluntusun be! İşçiyle patron arasında anlaşmazlık olur, işçilere 
			arka çıkarsın, alıcıyla satıcı arasında hep alıcıdan yana. Bana bak, 
			ağzımı açtırtma benim. Bak şerefsizim…” 
			“Mavi tulumlu, gözlüklü işçinin kızacağını sanmıştım, kızmadı. 
			Boşnakların konuştuğu Türkçe’yle “ Evet ?”dedi. “ Ne yaparsın?”” 
			(Arkadaş Islıkları s.210)  
			Boşnak olduğunu öğrendiğimiz işçinin, tartıştığı kişiler tarafından 
			“ İşçilerin gözlerini açmakla” itham edilmesi yazarın kafasını 
			karıştırır.  
			“Bana bak İlyas… Mimli olduğunu unutma, şerefsizim…”(Arkadaş 
			Islıkları, s.212) Mavi tulumlu işçinin mimli olmasından hiçbir şey 
			anlamayan yazar tartışmanın kavgaya dönmesi sonucunda karakola 
			götürüldüklerinde propaganda yapmakla suçlanır. Olayın aslını 
			anlattığında da tüm davacıların, komiserin sert çıkması sonucu 
			birden bire üç maymunu oynaması yazarı ve mavi tulumlu işçiyi ceza 
			almaktan kurtarır. Mavi tulumlu işçi dostlarının, Orhan Kemal’in 
			siyasi fikirlerinin oluşmasındaki rolü bu şekilde gerçekleşmiştir. 
			 
			Orhan Kemal’ in Boşnak mahallesine girişi, buradan yaşayan 
			insanlarla ve onların hikâyeleriyle tanışması ise dokuma 
			fabrikasında çalışan işçi Cemile’ye olan aşkıyla başlar. Cemile on 
			dört yaşında dürüst, namuslu ve çalışkan emekçi kadınların Orhan 
			Kemal romanlarındaki mümessilidir: 
			“ İçlerinden biri, - ille o-, akça pakça, on dördünde bir Boşnak 
			kızı vardır ki, mutlaka bakar, güler ve birkaç adım sonra, tekrar 
			döner, bakar, güler, döner, bakar, güler. Ta köşeyi dönüp 
			kayboluncaya kadar!” ( Avare Yıllar, s.127)  
			Yazar bu işçi kıza olan ilgisinden ilk kez bu cümlelerle bahseder 
			romanında. Cemile’yi iş çıkışı takip eden yazar, Boşnak mahallesine 
			gelir: 
			“Fakir Boşnakların mahallesi başlamıştır.  
			Ceketi geniş ve zayıf omzunda, uzun boylu, duru beyaz yüzlü, gözleri 
			uyku dolu bir dokumacı, kaba bıyığıyla sertçe bakarak yanımdan 
			geçer. Hatta duraklar, beni süzer. Köşeyi dönüp kayboluncaya kadar 
			beni sertçe süzdüğünü sezgimle anlarım, fakat zerrece çekinmem. 
			Çünkü yirmi iki yaşındayım, aşığım ve cebimdeki parlak demirli 
			sustalıma güveniyorum.” (Avare Yıllar, s.128, 129)  
			Tozlu, çamurlu sokaklarda, yıkık dökük, çirkef kokan evlerden oluşan 
			bu mahallede göçmenler oturmaktadır. 
			“Onların avlu kapısından zayıf, uzun boylu, harap kıyafetli birtakım 
			erkekler girer, beyaz başörtülü kadınlar çıkar, şüpheli yahut hırslı 
			bakışlariyle delikanlılar geçer önümden. Fakat hiç kimse , “… 
			gözünün üstünde kaşın var!” demez.”(Baba Evi, s. 130)  
			… 
			“Bunnar muhacir oğlum… Kafaları bir şeye yattı mı tövbe 
			çeviremezsin!” (Cemile, s.56) 
			Bu mahallede oturan insanları genel olarak böyle tarif eder yazar. 
			Boşnak insanının sağlam karakter yapısını, Cemile, Cemile’nin babası 
			ihtiyar Malik ve biraz da olsa Malik’in silah arkadaşı Muy 
			karakterlerinde görmekteyiz. Cemile’nin fabrikada çalışan diğer işçi 
			kızlara nazaran, peşindeki delikanlılardan kendini koruma ve uzak 
			tutmadaki tavrını anlatan cümleler onu tanımamıza yardımcı olur: 
			“Onun gönlü olmazsa ya… Zorla güzellik…” 
			“Kimseye gönlü düştüğünü ne duydum, ne gördüm, ne de işittim. Onun 
			öyle bir babası var ki, ne gönül tanır, ne bıçak, ne tabanca…”( 
			Avare Yıllar, s.135)  
			Dünya Evi romanında Cemile’nin bir eş olarak sorumluluklarını ne 
			derece ayrıntılı bir biçimde yerine getirdiğini yazar bize şu 
			cümlelerle anlatır: 
			“ Sofra hazırdı. Yemeğe başlayabilirlerdi. Genç kadın kocasının 
			sofraya gelmesini, ilkin onun başlamasını bekliyordu. Annesinden 
			böyle görmüştü. Ninesi de böyleydi, ninesinin ninesi de ihtimal. 
			Yemeğe erkek başlardı ilkin. Erkek, kadının küçük tanrısı!” ( Dünya 
			Evi, s.18)  
			Cemile romanının ana karakterlerinden biri olan Cemile’nin babası 
			ihtiyar Malik, Avare Yıllar romanında da üçüncü tekil şahısların 
			ağzından kısa da olsa anlatılmış, en azından karakterin ana 
			hatlarını oluşturacak kadar okuyucuya bilgi verilmiştir: 
			“Adam memlekette haza derebeydi… Bütün memleket korkardı ondan. Hiç 
			değilse birkaç yüz gâvurun kellesini kestiğini babalarımızdan 
			işittik. Şimdi bakma… Elinden de her bir zenaat gelir ama çalışmaz, 
			yedirmez kendine…”( Avare Yıllar, s. 135.) 
			Cemile, yazara babasından korkmamasını söylerken şöyle der: 
			“Babam mert insanları sever, kabadayı adamdır.”( Avare Yıllar, s. 
			159)  
			 
			Yazarın Cemile ile evlilikle sonuçlanan gönül macerasını anlattığı 
			Cemile romanında hem Cemile’yi hem de babası İhtiyar Malik’i 
			ayrıntılı bir şekilde anlatır. Fabrikanın ortaklarından Kadir 
			Ağa’nın, yılışık tavırları karşısında kendisine sert çıkan 
			Cemile’nin kimin nesi olduğunu sorduğu Ustabaşından şunları 
			öğreniriz: 
			“Bu göçmen esas, Boşnak… Babası uzun boylu bir adam. Lakin 
			memleketinde çok ileri, hanedandanmış. Bilenler anlatıyor, çete 
			başıymış herif, bir tabur gâvuru önüne katar kovalarmış. Tabii 
			zengin adam, mal mülk çok… Din uğruna, pir aşkına Sırplarla 
			boğuşurmuş…” (Cemile, s.25)  
			“ Memleketin eşrafından Amir Ağa’nın teşvikiyle Karadağ Milletvekili 
			Boşko Boşkoviç’ in öldürülmesi üzerine başlayan katliamdan kurtulmak 
			için kaçmadan önce, Malik ve Muy ismi, Sırplar üzerinde yıldırım 
			etkisi yapardı. O kadar ki Malik ve arkadaşlarının korkusu yalnız 
			ihtiyarların değil, Müslümanların da içlerinde sarsıntılar 
			yaratırdı.”(Cemile, s. 92) 
			Bu, tüm malını, mülkünü, şanını, şöhretini memleketinde bırakıp 
			gurbete göçmüş ihtiyar adam hiçbir işte çalışmaz; diş çekme, çıkık 
			kırık sarma gibi elinden gelen işlerden ise para talep etmeyi 
			gururuna yediremez. Oğlu Sadri ve kızı Cemile’yi fabrikada 
			çalıştırırsa da başlarına bir iş gelmesinden korkar ve sürekli 
			onları fabrikadan kurtaracağı, memleketine geri döneceği günlerin 
			hayalini kurar. Malik ve Muy memleketlerinde geçim derdi nedir 
			bilmeden yaşayan derebeyi torunlarıdır. “Ellerinden ata binmek, 
			silah kullanmak, pusu kurup kelle biçmekten başkası” gelmez.(Cemil,e 
			s.93)  
			“ O zaman talihlerini denemek sırası kadınlara geldi. O kadınlar ki 
			dalları yerlere değen koyu gölgeli meyve bahçelerinde gülüp türkü 
			söylemek, süslenip salına salına dolaşmaktan başkasına alışmamış, 
			rahatlıktan semirmiş kadınlardı. Fabrikaların pamuk tozu yüklü, kola 
			kokulu, rutubetli havasında hızla kuruyup çirkinleşmeye başladılar. 
			Gün geldi, ellerinde mendil, küt küt öksürerek, iki iyilikten birini 
			dilediler.” (Cemile, s. 93) 
			Romanda, yer yer Malik’in ve Muy’ un yaşadıklarının somut ifadesi 
			olan ve bazı durumlar karşısında değişen fiziksel özelliklerine de 
			yer verilmiştir: 
			“İhtiyar Malik’in yüzü korkunçlaştı. Kaşları öfkeyle çatıldı. 
			Yugoslav dağlarının yıllarca önceki azgın çete reisi olmuştu.” 
			(Cemile, s.77) 
			“Bir ara önlerine İzzet Usta çıktı. Seli durduracağını umarak 
			ihtiyar dostunun odun tutan havadaki kolunu yakalamak istedi. Ama 
			artık bu kol yetmişlik bir ihtiyarın zayıf kolu değildi.”( Cemile, 
			s. 123) 
			“ Bir bacağı topal, ufacık bir ihtiyar olan Muy’un bir gözü de 
			kördü. Bu gözü sanki oyarak çıkarmışlar ve sanki bu iş yapılırken 
			ihtiyar o kadar bağırmıştı ki… Yüzü bir çığlık gibi kuruydu.” ( 
			Cemile, s. 91) 
			Göçmenlerin memleket özlemlerini de hüzünlü sahnelerle eserlerine 
			yansıtan Orhan Kemal, okuyucuya bu özlem duygusunu birebir yaşatan 
			başarılı betimlemelerde bulunmuştur. Cemile’nin, oturdukları evin 
			avlusunda çamaşır yıkarken söylediği türkü ve bu türküyü yukarı 
			kattan dinleyen Tetka Bielka’nın aklından geçenler esere şöyle 
			yansıtılmıştır: 
			“ Dilinde türkü, öyle iştahla, öyle canlı yıkıyordu ki. Etrafa 
			neşeli köpükler saçılıyordu. Türkü zaman zaman yükseliyor, zaman 
			zaman alçalıyor, arada duruverdikten sonra tekrar başlıyordu. 
			Boşnakça bir halk türküsüydü bu. Bu türküde bir Avşar kilimindeki 
			renklerin cümbüşü vardı. Bu türküde hasret vardı, bu türküde arzu, 
			bu türküde aşk… Bu türkünün motifleri Hint’te, Çin’de Kazablanka’da, 
			New York’ta, Po Vadisi’nde, Güney Amerika’da da vardı. Bu türkü 
			insanlığın hasretlerini, arzularını belirten nakışlarla işli bir 
			türküydü. (Cemile, s.80)  
			“ Tetka Bielka da gençliğinde bu türküyü söylerdi. Bu türkü Tetka’ya 
			gençliğini, Saraybosna’ yı, yüklü meyve ağaçlarının hafif hafif 
			sallandığı aydınlık Bosna gecelerini hatırlatmıştı. Yıllardan beri 
			yitirdiği pırıl pırıl, rengârenk bir iç âlem başlatmıştı.” (Cemile, 
			s.80,81) 
			Arkadaş Islıkları, romanında da yine bir göçmen tamircinin yüz 
			ifadesine bakarak yazar şunları söyler: 
			“ Kırmızı sakalı vardı adamın. Minnacık bir ihtiyardı. Açık mavi 
			gözleriyle bakmış, gülmüştü. Kim bilir hangi Rumeli anısı geçmişti 
			aklından o sıra?...” (Arkadaş Islıkları, s.55.) 
			 
			Daha önce de belirttiğimiz gibi yazar, Boşnak insanının fiziksel 
			özelliklerine karşı bir hayranlık duyar. Dünya Evi romanında baba 
			olacağını öğrenen Kâtip Necati aklından şunları geçirir: 
			“… Baba olacaktı. Gelecek günlerde bir torpil de o salacaktı. Mavi 
			gözlü, sarı saçlı, şipşirin bir kız belki de. Niçin kız? Niçin kara 
			kaş kara göz değil de, sarı saç mavi gözdü? 
			…Kız olacaktı, kara kaşlı, kara gözlü değil, sarı saçlı, mavi 
			gözlü…”(Dünya Evi, s.20)  
			Bir Boşnak kızıyla evli olan Necati, doğacak çocuğunun da tıpkı 
			onlar gibi sarı saçlı mavi gözlü olmasını ister. Nedenini kendine 
			sorduğu halde bir cevap bulamaz ama illa da sarı saç ve mavi gözde 
			ısrar eder. Orhan Kemal kendini her zaman çirkin bulmuş ve bundan 
			utanıp sıkıldığını da romanlarında birçok kere belirtmiştir. Kendi, 
			kara kaşlı kara gözlü bir adamdır. Zayıf ve kısa boyludur. Ama 
			çocuğunun kendine değil de annesine benzemesini ister. Onun için 
			güzellik sarı saç ve mavi göz demektir çünkü. 
			 
			Orhan Kemal’in babaannesinin soyu Bulgaristan’a dayanmaktadır. Bu 
			vesileyle Adana’da doğup büyüyen yazar, kendisini bir yanıyla da 
			Balkanlara ait hissetmektedir. 
			“Orhan Kemal Bulgaristan’da hem gezer, hem de tedavi olur. 
			Babaannesinin soyunun bulunduğu yerleri dolaşarak notlar alır. Amacı 
			ilerde “93’ten Bu Yana” adıyla ailesinin hikâyelerini yazmaktır.”
			 
			Orhan Kemal’in, Eleni’nin ağabeyi, İzzet Usta ve İlyas Usta’da 
			bulduğu ve takdir ettiği bir siyasi tavır vardır. Yazarın 
			anılarında, Bulgaristan’ın yönetimde uyguladığı bir uygulamadan yine 
			takdirle bahsettiğini görürüz. 
			“ … Eğer halkı kırk yıl önce seçime alıştırsaydık, şimdi muhtarını 
			da, mebusunu da seçkin kimselerden yapardı. Bu kanunu kabul etmekle, 
			yıllardan beri savsakladığımız göreve doğru ilk adım atılmış olur. 
			Bulgarlar bu işe 1923’te ve bizden çok geri durumdayken başladılar. 
			Şimdi bizden ileridirler…”  
			 
			Sonuç olarak Orhan Kemal’in otobiyografik romanlarında ya da daha 
			doğru bir ifadeyle, anılar kitabı niteliğindeki bu beş eserinde, Rum 
			kızı Eleni ve onun ağabeyiyle başlayıp Cemile karakteriyle 
			romanlarında yer verdiği eşi Nuriye Öğütçü ve onun çevresindeki 
			Boşnak göçmenleriyle devam eden bir Balkan karakteri vardır. Orhan 
			Kemal’de, Balkan insanının siyasi tavrına karşı bir beğeni ve 
			etkilenme söz konusudur. Bununla birlikte kendi küçük adamlığının 
			verdiği ezik ruh halini bu karakterler vesilesiyle yırtmaya 
			çalışmıştır. Fiziksel özelliklerinden hayranlıkla bahsettiği bu 
			insanların sıla özlemlerini hissederek ve okuyucuya hissettirerek 
			eserlerine taşımıştır. Ayrıca romanlarında ayrıntılı olarak 
			bahsetmediği yalnız isimlerine ve bazı diyaloglarına yer verdiği 
			başka Balkan göçmenlerini de yan karakter olarak kullanmıştır. 
			 
			 
			Yaprak Rüya Bulut 
			 
			İstanbul Üniversitesi 
			 
			KAYNAKÇA 
			 
			Apeçe, Özgül, “Sen Ne Utanıyorsun, Zenginler Utanasın”, K Dergi 
			Alkım, 26 Ocak 2007. 
			 
			Aslankara, M. Sadık, “ Eşeleyici Zekâsıyla Orhan”, Cumhuriyet, Kitap 
			Eki, 23 Kasım 2006. 
			 
			Bezirci, Asım, Orhan Kemal – Yaşamı, -Sanatı, Eserleri, Anıları- 
			İstanbul, 1994. 
			 
			Bilen, Mehmet Yaşar, Yazdıkça, 1980, s. 12–14. 
			 
			Çelik, Naci, Türkiye Defteri, Ağustos 1974. 
			 
			Gürson, Eser, Alan, Temmuz, 1967. 
			 
			Hızlan, Doğan, “Orhan Kemal Hakkında Her Şey” Hürriyet, Kültür 
			Sanat, 26 Nisan 2003. 
			 
			Kemal, Orhan, Baba Evi, İstanbul, 2002. 
			 
			Kemal, Orhan, Avare Yıllar, İstanbul, 1969. 
			 
			Kemal, Orhan, Cemile, İstanbul, 2006. 
			 
			Kemal, Orhan, Dünya Evi, İstanbul, 2005. 
			 
			Kemal, Orhan, Arkadaş Islıkları, İstanbul, 2008. 
			 
			Narlı, Mehmet, Orhan Kemal’in Romanları Üzerine Bir İnceleme, 
			Ankara, 2002. 
			 
			Otyam, Fikret, Arkadaşım Orhan Kemal Ve Mektupları, İstanbul, 2005. 
			 
			Öğütçü, Işık, “ Orhan Kemal Yurtdışında Okunur Mu?”, Tavır, Ekim 
			2008–78. 
			 
			Sezer, Sennur, “ Orhan Kemal’in Cemile Karakteri”, Evrensel. Net, 4 
			Haziran 2007. 
			 
			Uğurlu, Nurer, Orhan Kemal’in İkbal Kahvesi, İstanbul, 2002. 
			__________________  |