| 
			 Roman ve öyküleriyle çağdaş Türk edebiyatında özgün 
			bir yeri olan Orhan Kemal, toplumsal yaşamımızın değişim dönemlerini 
			gerçekçi bir biçimde yapıtlarında dile getirmiştir. Aydınlık 
			gerçekçi bakışıyla insan-toplum ilişkilerini ustalıkla yansıtmıştır. 
			Asıl adı Mehmet Raşit Öğütçü olan Orhan Kemal, 15 Eylül 1914'te 
			Adana'nın Ceyhan ilçesinde doğdu. Babası, 1920-1923 döneminde 
			birinci T.B.M.M.'de milletvekilliği, 3 Mayıs 1920'de Vekiller 
			Heyeti'nde Adliye Bakanlığı yapan ve 26 Eylül 1930'da Adana'da Ahali 
			Cumhuriyet Fırkası'nı kuran Abdülkadir Kemali Bey'dir. Orhan 
			Kemal'in o günlere ait izlenimleri Baba Evi'nde söyle yer alır: "Ama 
			ben babamı asıl 'fırka' mücadelelerinde tanıdım. Yine böyle 
			günlerdi... Nutuk söyleyenleri niçin alkışladıklarını çok defa 
			bilmeyen sokaklar dolusu insanın kinle, küfür şimşekleriyle yüklü 
			kalabalığı. Kalabalık, kalabalık, hep kalabalık. Aynı parkelere 
			basan iskarpinli, çarıklı veya yalınayakların mahşeri hatırlatan, 
			insanı coşturan müthiş kalabalığı.(1)  
			 
			 
			Çok uzaklarda sızılı bakışlar arasında edilen vedalar, kavuşma 
			vaktini beklerken düşünüşün önüne geçen kalbin hızlı atışları, 
			saatlerin çabukluğuna ayak uydurmaya çalışan gölgelerin caddelerdeki 
			kalabalık karartısı, rüyaların içine hapsedilmiş yitik ruhların 
			zincirlerden kurtulup da, nefes alıp veren nebat karşısında 
			hayalleri unutup gerçeği görmesi Orhan kemalin kaleminde hayat 
			bulur.  
			Gerçekçi bir nazarla toplumun nabzını tutabilmiş bir kalem olarak 
			Orhan kemal romanlarındaki karakterlerini rüyalardan çekip almaz. 
			Onlar hayallerde yaşamazlar. Giyimleriyle, konuşmalarıyla, 
			tavırlarıyla bir değişime girmemiştir kahramanlar. Orhan kemalin 
			romanlarındaki kahramanları kimi zaman gökyüzüne karalar bağlayan 
			bir vapurda ensenizde soluyan biri kadar gerçektir, bazen de yoksul 
			bir mahallede gözümüze ilişen öksürüklü, eli değnekli yada genç 
			birinin sıcak bir tebessümüdür. Bu eli değnekli, öksürüklü, yoksul 
			mahallelerde bazen sıcak bir yemeğe hasret kalan insanların derin 
			ahları işitilir. Orhan kemal bu ahları duyan, hisseden ve işleyen 
			bir romancı olarak önem kazanır. Ayrıca romanlarındaki nefes alıp 
			verişler ona gölgesi kadar yakındır. Bu yakınlığı yine Türk 
			Edebiyatı'nın usta romancılarından yaşar kemal şöyle dile getirir; 
			 
			Orhan çocuksu bir adamdır. Orhan sevgiyle doludur. Orhan kahveleri, 
			kenar mahalleleri, işçileri ve hamalları- ki onun yakın arkadaşıdır 
			delicesine sever. Orhan sevdiklerini, birlikte yaşadıklarını, 
			birlikte acı, tatlı gün gördüklerini yazar (2)  
			 
			Etraflıca gözlemle toplumsal gerçekçi yaklaşımını çizmesi onu biraz 
			da Nazım Hikmet'e yakınlaştırmıştır. Onun gözlemi içerisinde kendine 
			yer bulamayan yok gibidir. Toplumda ne varsa onun kaleminde kaynar; 
			Kadınlar, yoksullar, işçiler, çiftçiler, şehir, çocukların toz 
			pembeye boyalı sesleri onun kaleminde bütünleşmiştir adeta. Orhan 
			kemal her romancı gibi kuru, cansız bir kağıdı yeşil ve soluklu bir 
			hale getiren kalemiyle kenar mahallelerde tozlara bulanmış kimsesiz 
			bakışların yükünü yüklenip kelimeleri arasına koymakla beraber şehir 
			gerçeğinin içinde ne olup ne bitiyor diye bakıp bu gerçeğe dair 
			aşkları, tesadüfleri, çelişkileri, sancıları, yaşamaları, ölmeleri 
			dillendirmiştir.  
			 
			 
			(1) Orhan Kemal.org 
			(2) Ünlem dergisi mart- nisan 2004- Orhan Kemal üstüne anılar. 
			 
			 
			Bir roman işçisi olarak Orhan kemal 
			 
			 
			 
			Gerçek olan öğrenmektir. Nereden, nasıl öğrenirsen öğren.  
			Nereden, nasıl öğrendiğin, diploman, hatta neler bildiğin de önemli 
			değil.  
			Ne yaptığın önemlidir."  
			Orhan Kemal  
			 
			 
			Orhan kemal hayatın gerçekleri içerisine saklanmış solgun bakışlı 
			insanları yine toplumsal gerçekçi tavrıyla romanlarında işler. Orhan 
			kemal ve onun işçiliği, işledikleri, nakış nakış bu topraklar üstüne 
			çizdiği Türk romancılığına yeni bir ruh kazandırmıştır. Yeni bir ruh 
			cazibe mekanizması halinde bir tütsüden yayılan yenileyici koku 
			misali olmasa da okuru ve yazarı çevreleyerek etkisi altına alır. Bu 
			etkisi altına almanın sırrı bir roman işçisi olan Orhan kemal in 
			kaleminde kaynayan nice yüzlerin, seslerin, nefeslerin bir kağıda 
			ustalıkla çizilmesi gerçeğindedir. Bu çizilen gerçekteki çehreler iç 
			ve dış yaşam çizgileriyle bir örümcek ağı kadar hassas işlenmiş 
			çerçevede Orhan kemal in titiz ellerinde bir ömür verilerek 
			oluşturulmuştur. İşte bu bir ömürdür ki Orhan kemal in acılaşmış 
			sevdaları yazarken kaleminden en küçük hücreye kadar bu acılaşmış 
			yaşamların tıpkı ( cüzzamlı bir insanın cüzzam yaralarının bir 
			başkasına geçmesi gibi ) onun ruhuna geçmesiyle sürüp geçmiş bir 
			ömürdür.  
			 
			Yazdıklarını içinde duyarak yazması ve kahramanlarını içinde 
			beslemesi onun önemli özelliğidir; Çünkü o kelimelerin 
			sayıklamalarını kendisi gibi şekillendirmiş ( Yani içinde ne varsa ) 
			ve çehreleri bu durum üzerine başkalaştırmamıştır. Orhan kemal in 
			roman örgülerinde kahramanlar cephesinden bakacak olursak en sancılı 
			yaşların döküldüğü anlarda bile bir yaşamak sevdası görülür. 
			Özellikle kendi ağız özellikleriyle konuşturduğu kimi yöresel 
			kahramanların uğraşları, canlarını dişlerine takmaları ( bir çok şey 
			için geçerli ) hep varolmak arzusu taşır. Aslına bakılırsa nerede 
			bir can teknelerin ardından acımsı bakışları takınan ve her şeyin 
			kendinden koparıldığını düşünen bir balık gibi çaresiz ve nefessiz 
			kalsa ardından yaşama tutunanların adımları gelir. Orhan kemalin 
			işçiliğinin sırrı belki de bu cümlede. Sır... Kelimeler kimi zaman 
			bir muamma oluverir; Fakat muamma olmayan bir doğru var ki o da 
			Orhan kemal in toplum merkezli ve gerçekçi düşünüşün roman türündeki 
			usta ismi oluşudur.  
			 
			ORHAN KEMAL ÜSTÜNE BİR ANI 
			 
			 
			 
			Babıali esnafı da iyi davranmaz Orhan'a ..Babıali esnafıda onun öğle 
			yemeğine muhtaç olduğunu bilir.Onun için en kötü çeviriye en az 2 
			bin lira verirken,Orhan Kemal'in içinde "Bereketli Topraklar'ın" da 
			olduğu altı kitabına 2 bin 500 lira verir.1966 da bu çağda ,asıl 
			zulüm budur. Baskı, vahşet, utanılacak hal budur.Hapis mapis 
			değil...İnsanlığımızın yüz karası ,bir yazarın buna mahkum 
			edilmesidir. 
			 
			 
			Orhan Kemal'e birlikte bir derginin kapısında 50 lira için tam iki 
			saat beklediğimizide biliyorum.Adam bizi bekletti bekletti de sonra 
			yarına dedi.Oysa Orhan o dergiciye beş hikaye götürmüştü.Orhan'nın 
			ömrü böyle gazete kapılarında ,yeşilçam,kitapçı kapılarında ,böyle 
			elli liralar beklemekle geçti.Zulmün en amansızı budur işte.Hapis 
			mapis değil... (3)  
			(3) Ünlem dergisi mart nisan- 2004- Yaşar kemal 
			 
			 
			 
			 
			Ara Güler aktarıyor; 
			 
			Adamakıllı bir resmimi çek... Geberip gideceğiz 
			Varlık Yayınları'nda "Avare Yıllar" adlı bir roman çıktı. Yazarı 
			Adana'da oturuyordu. Adı Raşit Öğütçü idi. Kitabındaki imza ise 
			Orhan Kemal'di. Bu kitap beni yepyeni bir dünyaya soktu. Bundan önce 
			çıkmış bir kitabı daha vardı: "Baba Evi". Hemen onu da bulup okudum. 
			Kendisiyle tanışmam ise 1952 yılına rastlar. Adana'dan gelmişti. 
			Hüsmettin Bozok, Agop Arad, ressam Fethi Karakaş, şair Zahrad, Orhan 
			Kemal ile arkadaşı Kemal Sülker, Mehmed Kemal, Salih Tozan ve ben 
			hep birlikte Güney Park gazinosuna gittik. Orhan Kemal'le ilk 
			"merhaba" işte böyle başladı. Daha sonra Orhan Kemal İstanbul'a 
			yerleşti. Yeditepe'de ilk romanı 1952'de yayımlandı. Adı 
			"Çamaşırcının Kızı".  
			İstanbul'a yerleştikten sonra Orhan Kemal'i herkes, her yerde, her 
			zaman görebilirdi. Çünkü gündüzleri hep Cağaloğlu'ndaki kahvelerde 
			romanları için not alır, geceleri ise çoğu zaman Beyoğlu Balık 
			Pazarı'ndaki Cumhuriyet lokantası, daha önceki zaman Lambo'nun 
			meyhanesi veya cepte daha çok para olunca da Çiçek Pasajı'nda 
			olurdu. Benim evim Galatasaray'da, merkezi bir yerde olduğu için, 
			kimi vakit bana gelip birbirlerini de beklerlerdi. Lambo'ya en çok 
			Orhan Veli, Sait Faik, Orhan Kemal, Bedri Rahmi, Halim Şefik 
			Güzelson, bizim kuşaktansa Metin Eloğlu, Orhan Peker, Edip Cansever, 
			Özdemir Asaf giderdi. Bir de zaman zaman düşenler vardı: Fazıl Hüsnü 
			Dağlarca, Baki Süha Ediboğlu, Mücap Ofluoğlu, Mehmed Kemal, aktör 
			Salih Tozan, aktör-şair Cahit Irgat, Aktedron Fikret gibi...  
			Fotoğrafça düşününce Orhan Kemal benim için bir film kahramanıydı 
			adeta. Kafasında hep Borsalino şapka, beyaz gömlekli, kravatlı, koyu 
			renk elbiseli. 1935-40 modeli sinema artistlerine benzerdi tıpkı. 
			Kışın gene aynı şapka olurdu başında, ancak bir de palto giyerdi. 
			Hep resmi gibi hali vardı. Rejisör olsam, hangi filmde oynatırım 
			diye düşünebilirdim.  
			Yıllar sonra bir gün resim çekmeye karar verdik. O Cibali'de 
			oturuyordu, bense Beyoğlu'nda. İkisinin ortasında bir yerde, Galata 
			Köprüsü'nün başındaki Ziraat Bankası'nın önünde buluştuk. Yürürken 
			onu hangi fonun önünde çekeceğimi düşünüyordum. İlkin Şişhane ile 
			Karaköy arasındaki ara sokaklarda çalışan, romanlarındaki insanlara 
			benzeyen insanların içine yerleştirmek istedim onu. Sonra 
			Cibali'deki kahveye gittik. Oradaki arkadaşlarıyla resimlerini 
			çektim. Başka bir gün yine buluşup evine gittik. Çalışırken, 
			çocuklarıyla resimlerini çektim. Borsalino şapkalı, beyaz gömlekli, 
			kravatlı başyıldızımı İstanbul fonunda senaryolamak istiyordum. 
			Çekerken boyuna soruyordum ona: "Bu sokaktan çok geçer misin? 
			Kahvenin en çok hangi köşesinde oturursun? Dolmuşa nereden 
			binersin?" İşte bütün bunların sonucu çektiğim bu fotoğraflar oldu.
			 
			 
			Günün birinde Galatasaray'daki yazıhaneme şeytan dürtmüş olacak ki 
			her zamankinden erken gitmiştim. İçimde garip bir duygu vardı. Saat 
			10:30'da kapı çalındı. Orhan Kemal karşımdaydı. "Ne haber, ulan?" 
			dedi. İçeri girip benim masaya oturdu. Ben bu tertip arkadaşları 
			genellikle akşamüstü altıdan, yediden sonra görmeye alışıktım. Orhan 
			bir sigara yaktı, "Sofya'ya gidiyorum" dedi, "Gebermeden adamakıllı 
			bir fotoğrafımı çek, elinde bulunsun." Dediğini yaptım. Ciddi, 
			klasik denecek tarzda, ışıklarla Orhan Kemal'in bir sürü resmini 
			çektim. "Ha şöyle!" dedi. Fotoğrafları çekerken, Adana'dan gelen 
			Raşit Öğütçü'yü, Meserret kahvesinde oturup romanını yazmaya çalışan 
			Orhan Kemal'i, Cağaloğlu'nun ara sokaklarındaki bir kahvede loş bir 
			ışıkta eğilmiş prova düzelten Orhan Kemal'i, Kumkapı meyhanesine 
			inen yokuşta sisli bir fonda bir yanında Recep Bilginer, bir yanında 
			Agop Arad, ortadaki Orhan Kemal'i ayrı ayrı gördüm.  
			6-7 Eylül olaylarında elimde fotoğraf makinesi, Beyoğlu'nun feci 
			durumunun resimlerini çekerken, yine Orhan çıktı karşıma. Her 
			gördüğüne küfrü basıp duruyordu. Sonra Taksim'den Harbiye'ye doğru 
			hızlı hızlı yürüdüğümüzü anımsıyorum. Derken fotoğraf çekmeye dalıp 
			onu Harbiye'de kaybettim. Bu tür siyasal olaylarda ta babasının 
			zamanından kalma bir öfkesi vardı. Birlikte yürürken bana bir şeyler 
			anlattı ama, şimdi ne olduklarını anımsamıyorum. Babası Halep'e mi 
			kaçmış, ne olmuş, bilemiyorum.  
			Derken acı haberi duyduk. Stüdyoda son fotoğraflarını çektiğimden 
			aşağı yukarı bir hafta sonra. Elimde o günlere ait benim evde 
			çektiğim bir fotoğraf var. 1956'da çekilmiş. Fotoğrafta Orhan Kemal 
			ve Salih Tozan da var. Her ikisi de yok şimdi. Ötekiler ise 
			Buyrukçu, Ofluoğlu, Kocagöz ve Bozok. Düşünüyorum da, Lambo da, 
			Meserret kıraathanesi de yok artık. Cağaloğlu yokuşundaki kahve ise 
			iş hanı oldu. Yeditepe'nin bulunduğu Vahan'ın iş hanındaki çilekeş 
			kahveci Mevlüt da ölmüştür herhalde. Cibali'de Orhan'ın oturduğu önü 
			ağaçlı kahve biçimini çoktan değiştirdi. Cibali Fırın Sokak'ta 
			Orhan'ın oturduğu 30 numaralı evi de sarıya boyamışlar. Bunları 
			yazarken Orhan'ın son cümlesini duyar gibi oluyorum: "Adamakıllı bir 
			resmimi çek, ulan. Geberip gideceğiz (4)  
			 
			 
			 
			(4) ( Orhan Kemal.org ) 
   |