Ön yargılı 
								yaklaştım.. "Şöyle bir karıştırır, orasını 
								burasını didikler, bir kenara koyarım" diye 
								düşündüm..
								
								Yalan yok, ilk 
								sayfayı bu düşünceyle açtım..
								
								Bir baktım 50'nci 
								sayfayı bulmuşum.. İnanın farkında değilim..
								
								Ön yargım 
								şundandı..
								
								"Abdülkadir Kemali 
								Bey'in Anıları" ne olabilirdi ki? Politik 
								görüşlerini anlattığı metinler..
								
								Bambaşka bir dünya 
								ile karşılaştım.. Kemali Bey yaşadıklarını, 
								başından geçenleri sade akıcı bir dille 
								anlatıyor.. Okul yılları, savcılık dönemi, Siirt 
								tayini, Basra görevi, Bilecik ayları..
								
								Ama gördüm ki 
								anlattığı Osmanlı'nın son dönemi..
								
								Osmanlı'nın canlı 
								hayatı.. Sokaktaki yaşamı..
								
								Resmi tarih 
								değil.. Anladığım kadarı ile anılarını yıllar 
								sonra kaleme alırken "Şu ülkenin başından 
								geçenleri anlatayım" diye düşünmemiş..
								
								Kendi 
								yaşadıklarını anlatmış..
								
								Aslında Osmanlı I. 
								Dünya Savaşı ile bitmemiş, uzun yıllar önce 
								bitmiş.. Kemali Bey, anılarında diyor ki, "Benim 
								gençlik yıllarımdan beri zaten yoktu.." (Doğumu 
								1889)
								
								Peki Kemali Bey 
								kimdir?
								
								Orhan Kemal'in 
								babası.. Başka kimdir?
								
								BENİM OĞLAN GAVUR 
								OLDU
								
								İstibdat dönemini 
								yaşamış, Meşruiyet'in ilanıyla hüngür hüngür 
								ağlamış, idealist bir hukukçu, savcı, hakim, 1. 
								dönem milletvekili (1920), İstiklal Mahkemesi 
								Başkanı aynı zamanda istiklal Mahkemesi'nde 
								yargılanmış bir sanık. Muhalif, sürgün görmüş 
								parti kurmuş, gazete yayınlamış.. Kısaca çileli 
								yılların aydını..
								
								1800’lerin sonu.. 
								Yoksulluk, cehalet kol gezer.
								
								Mesela mı?
								
								Kemali Bey 
								babasını anlatır.. Bence çarpıcı bölümlerinden 
								biri de burası. Niye yerimizde saydığımızın kısa 
								öyküsü bu..
								
								Yer; Adana.. 
								Dedesi bir gün koşa koşa eve gelir.. 
								Ağlamaklıdır, "Benim oğlan gavur oldu" der.. 
								Çifte tüfeğini yerinden alarak oğlunu vurmak 
								için peşine düşer.. Ninesi "Ne oldu ağam" diye 
								sorar..
								
								Ne olacak der; 
								"Fransızca ve Ermenice öğreniyormuş.."
								
								Vurulacak adamın, 
								Bekir Bey'in oğlu Kemali Bey Siirt'te savcılık 
								yaptığı yıllarda şu notu düşer: "Güneydoğu 
								Anadolu'da uğradığım köylerin Kürt veya Ermeni 
								köyü olduğunu anlamak pek kolaydı. Çünkü 
								Ermenilerin yoğun olduğu köyde mutlaka uzaktan 
								mektep olduğu anlaşılan taş bir bina göze 
								çarpardı."
								
								Kemali Bey 
								idealisttir de.. Kendine verilen bütün görevleri 
								kabul eder.. Siirt'ten tayini Basra'ya çıkar.. 
								60 günde bin bir eziyetle gider; gider görür ki 
								Osmanlı savcısı olarak atandığı Basra'da artık 
								Osmanlının parası geçmemektedir..
								
								İdealist dedik.. 
								İstanbul yıllarına dönelim..
								
								Bir anısı var ki; 
								2009 Türkiye'siyle bire bir olmasa bile fazlaca 
								uyuşuyor.. 1980 ihtilalinin uygulamalarıyla 
								aynı..
								
								Kemali Bey 
								Aksaray'daki Hasan Paşa Karakolu'na gider.. 
								Zaptiye müdürü çağırmıştır.. Beklerken hapishane 
								gibi koğuşu görür.. Kapı açıktır ve bir sürü 
								adam yataklarını yapmış üzerlerine oturup 
								beklemektedir..
								
								Birine sorar, üç 
								aydır sorgusuz sualsiz oradadır.. Oysa istibdat 
								rejimi yıkılmış, hürriyet gelmiştir.. Zabıtanın 
								bir insanı alı koyma süresi 24 saattir..
								
								Kemali Bey anlar 
								ki her şey kanun değil.. Zabıta kayıt tutmadan 
								bir sürü adamı aylarca tutmaktadır.. Kayda geçse 
								mahkemeye çıkarmak zorundadır, cezayı kendi 
								kesmiştir.. Bu alışkanlıktır.. Günümüze kadar 
								süren alışkanlık; cezayı idarenin vermesi, 
								mahkemeye bırakmaması! Kemali Bey, "Her şey 
								aynıysa meşrutiyet niye ilan edildi?" diye 
								düşünür.. İttihatçılar ne amaçla geldi?
								
								KOLTUĞUN 
								VAZGEÇİLMEZ CAZİBESİ 
								
								İstibdat döneminde 
								olduğu gibi insanlar "Ne dolaşıyorsun?" diye 
								yoldan çevrilip karakola tıkılmıyordur, bir 
								gecede Trablus'a yollanmıyordur ama zihniyet 
								aynı zihniyettir.. Ve Kemali Bey o zihniyeti 
								notlarına şöyle yazacaktır: "Hürriyet diye 
								bağıranlar da devletin başına geçtikten sonra 
								kendilerinden öncekiler gibi zalim ve zorba 
								olabilirlermiş." Ah iktidar ah..
								
								O koltuğu ele 
								geçiren o koltuğun neden kendine verildiğini o 
								saniye unutuyor herhalde.. Koltuğun cazibesi mi 
								ne, yüzyıllardır sürüyor..
								
								Kemali Bey'in 
								görev yaptığı yıllarda devlet dediğimiz kavram 
								İstanbul ile sınırlıdır.. Haydarpaşa mendireğini 
								aşıp Anadolu'ya ulaşamamıştır.. Trabzon'dan 
								Şam'a, Basra'dan Filistin'e yani başımızdaki 
								Bilecik'e kadar her yere çeteler hakimdir.. 
								Kanun vardır ama uygulayan yoktur.. Devletin 
								çoğu görevlisi çetelerle işbirliği yaparak halkı 
								soymaktadır..
								
								Anadolu yoktur 
								aslında..
								
								Kemali Bey şöyle 
								der: "Halep'ten Diyarbakır'a kadar yalnız bir 
								yerde yarım saatlik şoseye tesadüf ettiğim zaman 
								saltanat devrinin vatanı bu kadar ihmal etmiş 
								olmasına üzüldüm."
								
								Hele Siirt'in bir 
								köyünde yaşlı bir amcanın sorusu vardır ki ibret 
								vericidir: "Tekerlek diye bir şey varmış üzerine 
								tahta koyarlarmış insanlar biner istedikleri 
								yerlere rahat giderlermiş."
								
								BİRDEN KESİLEN 
								ANILAR
								
								Anılar uzun, 
								anılar çok.. Ama 1919'da kesiliyor.. Sonrası 
								yok.. Kurtuluş Savaşı yılları, Siyasal 
								mücadelesi, milletvekilliği dönemi, sürgün 
								nedeni, yeniden yurda dönüşü yok..
								
								Torunu, kitabı 
								yayına hazırlayan Işık Öğütçü'ye sordum "Yok" 
								dedi.. Kemali Bey'in ifadesiyle bu döneme 
								ilişkin anı notları kaybolmuş..
								
								Belki de çalındı, 
								belki de el koyuldu.. Bilemiyoruz..
								
								Işık araştırıyor, 
								Ankara'da, Adana'da arşivlerin tozlu raflarından 
								çıkar diye.. Bulunursa çok ilginç olur! VK