Ana Sayfa

İnternette Orhan Kemal


Cumhuriyet (2 Mart 2003)

Sunay Akın

 

TRENLER HİÇ ÜZÜLMESİN...

Hans Christian Andersen’in, Doğu’ya yaptığı yolculuk, o günlerdeki gezilerin en sürükleyicisi, en hızlısıdır. ”Büyülü atımızı arabanın önüne bağlıyoruz ve mekan yok oluyor; fırtınadaki bulutlar gibi uçuyor, göçmen kuşları taklit ediyoruz! Vahşi atımız hızlı hızlı soluyor, burun deliklerinden kara dumanlar çıkıyor.

Ünlü yazarın büyülü atı trenden başka bir şey değildir. İlk seferini 25 Eylül 1825’te, İngiltere’deki Stockton ve Darlington arasında yapan tren, o günden sonra şiir, roman, resim, sinema gibi birçok sanat eserinde boy göstermeye başlar. Öyle ki Claude Monet, çıkan dumanlar iyice yükselsin, lokomotif daha heybetli bir görünüm alsın diye Paris’ten Rouen’e gidecek olan treni bir saat beklemiştir. Bekleyiş sırasında, gardaki trenler kömürle doldurulmuş ve Monet’nin o çok bilinen, bulutları andıran dumanlar arasındaki tren resimleri ortaya çıkmıştır. Düşünüyorum da yeni keşfedilecek bir aracın, resmini yapan ressam istedi diye, hareket saatinin geciktirilmesi bir daha yaşanacak mı acaba?

Ağabeyime araba, bana tren...
Haydarpaşa’dan Pendik’e kalkan treni
Bir oğlan çocuğu gördü
Benzetti oyuncağına 
Güldü
Ben ise Oktay Rıfat’ın “ İstanbul” şiirlerindeki çocuk gibi gülemedim treni ilk görüşümde!

Beş yaşındaydım ve dedem, tıraş olmak için istasyondaki berbere beni de götürmüştü. O güne dumanı evlerin, vapurların ve Trabzon çimento fabrikasının bacasında gören bir çocuk olarak, ürkek baktım trene... Sonra kapadım gözlerimi ve trenin düdüğü gibi bağırmaya başladım. Dıranas’ın Fahriye Abla’sını gelin gönderdiği Erzincan’da.

İstanbul’a mal almaya giden babam ,her seferinde olduğu gibi yine oyuncaklarla dönmüştü.

Ağabeyime mavi bir Volkswagen, bana ise gri renkli bir tren almıştı. Işıkları söndürüp pille çalışan arabayı ve treni seyretmek, o yılardan, radyo tiyatrosundan sonra aklımda kalan en mutlu anladır. Oyuncakların içinde yanıp sönen ışıklar gibi rengarenkti o günler... Ama, içim çok ısınmamıştı trene. Bunun nedeni ağabeyime verilen arabanın altındaki dili sayesinde masanın üstünden düşmeyip, geri dönüyor olmasıydı. Gerçi, benim trenim de duvara çarptığında yön değiştiriyordu ama ne bileyim masadan düşmeyen araba daha cazipti gözümde. Hem, eve gelen misafirlere gösteri yapmak için oyuncaklar getirilip çalıştırıldığında, ağabeyimin marifetli arabası benim trenden daha çok ilgi çekiyordu.

Yoksul çocukların oyuncak treni

Oyuncak tren, dünyanın bir örümcek ağı gibi demiryollarıyla örüldüğü 1840’lı yıllarda görülür. İlk örnekleri tahtadandır. Amerika’da yapılan ilk oyuncak trenlerin gerçekleriyle hiçbir bağı yoktu. Çünkü yaşantılarında hiç tren görmemiş insanların ellerinden çıkmaktaydı. 1870’li yıllardan sonra tahta trenlerin yerini Alman, Fransız ve İngiliz yapımı teneke trenler alır. ”Hornby” ve “Marklin” üretime devam eden en eski oyuncak tren markalarıdır. Yoksul aile çocuklarının da oyuncak treni olmuştur. Nasıl mı?.. O ailelerden birinin çocuğundan alalım yanıtı: ”Aslına bakarsanız yokluk, insan içindeki o müthiş yaratıcılık gücünü de harekete geçirmiyor değil. Bu yoklukta neler keşfetmezdik... Kibrit kutularını birbirine ekleyerek tren mi yapmazdık. Bu kutulardan, evdeki gazetelerden tüneller yaparak bu trenleri sarp ve vadileri çok derin olan sık ormanların kardeşçesine yaşadığı kara parçalarından mı geçirmezdik. Bazen muziplik eder, tren, bir yerlere toslatmaz mıydık?”

Kibrit kutularından tren yapan çocuğun babası Moskova’ ya davetli olarak gider. 1969 yılında. Çocuk sabırsızlıkla bekler babasını; oyuncak bir bir tren istemiştir ondan! Dileği gerçekleşip, kibrit kutularının yerini gerçek bir tren almış mıydı? Dinliyoruz: ”Babamla birlikte evde treni kurmuş, raylar üzerinde giden treni seyretmiştik. Her zaman olduğu gibi trenin raylarının altına kağıtlar koymuş, sözüm ona treni yokuşlardan, yaptığım gazete tünellerinden geçirmiştim. Tabi tren bu zorlamalara dayanamamış, kah yokuş yukarı çıkamamış, kah tünellerden geçerken kağıtlara toslamış, ben bu duruma kızdıkça, babam bir köşede usulcacık gülmüş ve keyif almıştı.”

Gülümseyen yüzüyle anımsanan babanın kim olduğunu öğrenmek için biraz daha kulak veriyoruz çocuğa: ”Çocukluğumun oyuncaklarından bir diğeri ise, bende sonsuz hayaller yaratan makaralardı. Eskiden her evde hemen hemen dikiş dikilirdi. Dikiş ipliklerinin sarıldığı, tahtadan küçük, büyük makaraları evden, komşulardan toplardım. Bunlarla kuleler mi, yan yana bağlayıp çok tekerlekli arabalar mı yapmazdım? O arabaları yarıştırmaz mıydım? Benimle oynasın diye mızırdanmaz mıydım babama. Koca Orhan Kemal beni kırmayıp, çalışmasını bırakıp benimle oynamaz mıydı, dünyalar benim olurdu.”

Işık Öğütçü’ nün babası Orhan Kemal’in bu özelliğini anlatmasından sonra ilk işim, kütüphanemden bu “koca” koskoca bir kitabını elime almak oldu. Satırlar arasında gördüm; Orhan Kemal daktilosunun başından kalkmış, oğluyla oynuyordu!...

Orhan Kemal “Benim Oğlum” adlı şiirinde şöyle anımsar o günleri:”Oyuncakları onun/ Yırtık kutularla/ Sarı hıyarlar/ Ve küçük patlıcanlardı.”

Aydın Menderes’in düşü...

Haliç’in kıyısındaki Rahmi Koç Sanayi Müzesi’nde, camekanlı büyük bir masanın içinde duran elektrikli trenin yanında hiçbir ziyaretçi kolay kolay ayrılmaz. Her çocuğun düşlerini süsler böyle bir oyuncak. Yalnız çocuklar mı büyüklerde hayrandı o trene. Işık Kansu’ nun, tanınmış bir çok insanın çocukluk dönemini anlattığı ve bu alanda büyük bir boşluğu giderdiği “Çocukluğa Yolculuk” adlı kitabında, Aydın Menderes de böylesi kocaman bir oyuncak trene sahip olma düşünün közünü karıştırır: ”Çok fazla oyuncağa boğulmadım. Elektrikli trenim vardı. Çok büyük olmayan büyük elektrikli trenimin olmasını istedim. Yüz metre kare alanı işgal edecek kadar. Köprüleri, makasları, çeşitli lokomotif ve vagonları, istasyonları olan. Ama hiçbir zaman olmadı o.”

Cumhuriyeti kuranların ulaşım politikası olan demiryolu taşımacılığına, ne gariptir ki, oğluna raylarının uzunluğu metreleri bulan bir oyuncak tren alamayan Adnan Menderes döneminde sırt çevirdi.

‘Şeytan arabası, sen ona binme...’

Aydın Menderes, babası Adnan Menderes’ten bisiklet istediğinde şu yanıtı aldığını anımsar:

“Şeytan arabası, sen ona binme ”Hannover kralı da treni “şeytan icadı” ilan edenlerdendir. Kralın rahatsızlığı bir ayakkabıcı ya da terzinin kendi kadar hızlı seyahat edebilmesidir. Sanatçılar, demiryoluna övgüler yağdırırken ve hatta Andersen, tren hakkında “Bugün artık, ortaçağda yalnızca şeytan beklendiği kadar güçlüyüz, keskin zekamız, onu bile geride bıraktı” gibi övgü dolu sözler sarf ederken krallar, politikacılar ondan her dönem ürkmüşlerdir. Bisiklet de, bundan payına düşeni almıştır.

Işık Öğütçü’ de bisiklet ister babasından. Orhan Kemal bir mektubunda oğlunun isteğine şu karşılığı verir: “Bisiklet mutlaka alacağım”... Ama, bu tümcenin başında “çıkınca”sözcüğü vardır.

Çünkü mektup, Sultan Ahmet Cezaevi’nden gönderilmiştir!


info@orhankemal.org