Orhan Kemal’in insan sevgisini, iyi niyetini bu 
							hikayede dolandırana da dolandırılana da eşit 
							toleranslı bakışında görürüz. Yazarın anlatımında, 
							kandıran karakterin istemeden o pozisyona geldiğini, 
							hatta aldatılan tarafın daha edepsiz olduğuna ironik 
							yaklaşımıdır, okuyucunun hak verme dengesini tersine 
							çeviren.
							
							
							Hikayede olayların başlamasından sonuna dek yer alan 
							Arabacı Kel Mıstık tiplemesinin roman içerisindeki 
							önemi, bulunduğu topluluğu başarıyla temsilidir. Kel 
							Mıstık’ın rolü, kendince istihbarat toplayarak, 
							bunları üst makamlara iletmeyi üstüne vazife 
							edinerek kendine denk topluluk arasında bir statü 
							kazandığını düşünmesidir. Böylece özel olduğunu, 
							diğerlerinden bir farkı olduğunu hisseder, bunu 
							hissetmeye de ihtiyacı vardır. Çünkü ne evinde, ne 
							arkadaş çevresinde sevgi görmez çoğu gibi. Onun bu 
							tür çıkışlarının hikayedeki hemen her karakter 
							üzerinde farklı versiyonları görülür. Otelcinin 
							kapatması olan cıvıl cıvıl ama biraz hafif hanımın 
							da pek fazla seçeneği yoktur hayatta. Gördüğü, 
							beğendiği, yaşamak istediği hayata bir tür 
							basamaktır yaşadıkları. O an için istedikleri yerine 
							geliyorsa, bu aynı zamanda umutlarının da 
							teminatıdır. Oysa diğer taraftan onu koruyup, 
							kollayacağına inandığı –ya da inanmak istediği- bir 
							adamı henüz dakikalar önce tanımasına rağmen, tüm 
							birikimini eline de verir. İstanbul’daki komşu 
							kadının, müfettişin kızı ve oğullarının ve daha 
							nicesinin toplumdaki çarpık konumlarının 
							sevgisizlik, ilgisizlik nedeniyle olduğunu gözler 
							önüne serer Orhan Kemal.
							
							
							-*-*-
							
							
							İnsanının üzerinde, toplumun gelenek, görenekleriyle 
							geçirdiği evreler, zamanla sabit kalıplar oluşturur, 
							ki bu kalıplar o insanların davranış şekillerini de 
							belirler. Aynı zamanda hangi sıfatların kimlere 
							verileceği de zaman içinde belli olduğundan, 
							hikayedeki ‘devlet adamı’ sıfatının kimlere 
							verileceği de kendilerince bellidir. Kafalarında 
							yarattıkları devlet büyüğü resmine, boylu postlu,
							
							
							eli yüzü düzgün, giyim kuşamı yerinde, elinde evrak 
							çantası, başında şapkasıyla küçük illerine gece 
							yarısı gelen Kudret Yanardağ tıpatıp uyar. Bu adama 
							kim olduğunu sormaya çekindiklerinden, aynı zamanda 
							yanlış yapmaktan da korktuklarından, fiziki 
							görünüşüne bakarak karar alıp (böylesine heybetli 
							bir adam ancak müfettişler müfettişi olabilir onlara 
							göre), küçük oyunlarını devreye sokarlar hemen. 
							Müfettişe yaranmak, alırsa üç beş kuruşu eline 
							sıkıştırıp kendisine bulaşmamasını sağlamak için 
							lokantacının giriştiği oyun hikayede kısmen şöyle 
							geçer:
							
							
							 "Kodaman"ın masası 
							donatılmış, ancak çekinilen ya da çok hatırlı 
							müşteriler için kullanılan yeni, gıcır gıcır örtü, 
							peçete, tabak, çatallar ikram edilmiş, küçük bir 
							Yeni Rakı açılmıştı. Arabacıya göre, helal olsundu 
							herife. Doğrusu masaya yakışıyordu. Yalnız masaya 
							mı? Örtülere, peçete, çatal bıçak, kıyıları yaldızlı 
							tabaklara da. Hele üzeri kıllı tombul eliyle 
							sulandırılmış rakı kadehini alışı, kadehi ağzına 
							götürüşü, yudumlayışı, sonra kadehi yerine bırakışı, 
							ekmeği koparış, önce dudaklarına bastırış, daha 
							sonra da çatalına takışı..."
							
							
							Hikayedeki topluluğun statüsü ne olursa olsun 
							“devlet adamı” gördüğünde üzerlerinde yarattığı etki 
							aynıdır, korku ve panik!. Bu korku ve panik 
							sebebiyle hepsi benzer yöntemler kullanarak 
							kendilerini koruyacak bir kalkan ve savunma şekli 
							oluştururlar. Korkacak pek bir şeyleri olmamasına, 
							prosedür gereği kendilerine bir uyarı yapılmadan 
							illerine müfettiş geldiğine ihtimal vermemelerine 
							rağmen, valinin, emniyet müdürünün, belediye 
							reisinin çıkan söylentileri gerçek sayarak hareket 
							etmeleri de lokantacının korkusundan farklı 
							değildir.
							
							
							Tarihe baktığımızda Osmanlı’dan bu yana, bir devlet 
							adamı Anadolu’da köye ya da kasabaya ancak birkaç 
							nedenle gelmiş, o da ya asker olması için erkekleri 
							toplamak ya da vergi adına para istemek gibi 
							durumlar için. Devlet genelde vermeyip hep 
							aldığından, yani pek hayırlı işler için yanlarına 
							uğramadığından, bu insanların zamanla –devletten 
							biri geldiğinde nasıl davranmalı- adına oluşturduğu 
							kalıp içgüdüsel olarak devreye giriyor hikayede de.
							
							
							
							Devlet adamına karşı kendisini korumacı tavrında, 
							benden daha fazlasını almadan ben ona biraz vereyim 
							ki beni rahat bıraksın diye düşünüyor. Hikayede sözü 
							edilen küçük ildeki topluluğun valisinden 
							arabacısına, emniyet müdüründen otelcisine, tüm 
							esnafın, memurun bu olay karşısında gerilip topluca 
							organize olarak giriştikleri müfettişi uzaklaştırma 
							oyununu, mizahi bir anlatımla sunar Orhan Kemal.
							
							
							Öte taraftan, oyunun tıpkı böyle işlemesini isteyen 
							Kudret Yanardağ 
							
							karakteri ise Anadolu insanının beynindeki 
							‘otoriteye karşı davranış’ haritasını yıllardır çok 
							iyi analiz ettiğinden fazla zorlanmadan istek ve 
							arzularına ulaşır. Asıl ilginç olan, Kudret 
							Yanardağ’ın dolandırıcılığı meslek haline getirip 
							geçimini sağlamasına yol açanın o topluluğun ta 
							kendisi olmasıdır. Dürüst yaşadığı zamanlarda, 
							fiziki özelliklerinden dolayı gördüğü itibar şimdiki 
							hallerine zemin hazırlamıştır. Kudret Yanardağ 
							figürünün tek hedefi annesiyle beraber, tüm bu pis 
							işlerden uzak bir yerde yaşama hayalidir. Adım 
							attığı her ortamda, karşı karşıya geldiği her 
							toplulukta itibar gören Kudret Yanardağ evinde aynı 
							ilgiyi görmez. Aksine kendisine para getiren bir 
							makine gibi bakılır, aşağılanır. Yazar mizahi 
							anlatımıyla, bir yerde ezilen diğer yanda itibar 
							gören bu karaktere okurun sempatiyle bakmasını işte 
							bu kurguyla sağlar.
							
							
							Orhan Kemal’in, hem Anadolu’da, hem büyük kentteki 
							küçük insanları, tüm sevecenliğiyle kurguladığı 
							Müfettişler Müfettişi’ni okura sevdiren, içinde yer 
							alan karakterlere benzeyen en az bir kaç tanıdığı 
							varmış gibi düşündürmesi olabilir. Hayatın içinden 
							seçtiği karakterlere bürüdüğü rolleri mizahi 
							anlatımıyla birleştirince keyifle okumak kalıyor 
							bizlere. 
							
							
							Vildan Ç. Tura
							
							
							
							[email protected]
							
							
							 
							
							
							Everest Yayınları