| 
							
							   
							
							
							   
							
							
							  
							
							
							IŞIK ÖĞÜTÇÜ 
							
							
							Orhan Kemal’in oğlu olarak yazarın kitapları ve 
							sinemaya aktarılan romanları hakkında konuşmasına 
							başlayan Öğütçü şunları dile getirdi: Orhan Kemal 
							bir derya, ben aslında babamı 2000 yılında , 
							müzesini açtıktan sonra daha iyi tanıdım. Onu gerçek 
							anlamda tanıdıktan sonra benim dünyam değişti. 
							Babamın “Bereketli Topraklar Üzerinde” kitabı 1954 
							yılında ilk kez yayımlandı. İkinci baskısında, kapak 
							içi yazısında şunlar yazılıdır : “Bu kitap, kendi 
							bilgi ve görgülerim dışında, bir lokma ekmek için 
							kötü iş şartları içinde zehir gibi bir hayatı 
							yaşayanlardan derlenmiş malzemeyle meydana 
							gelmiştir. Yayımlanmadan önce, çeşitli ırgat, 
							usta,usta yardımcısını toplayarak bir gece sabaha 
							kadar okudum onlara. Dinlediler. Pardon, dediler, bu 
							bu kadar olur. Bütün anlattıkların doğru. Eksik 
							bile. Çukurova’nın bereketli topraklarında öyle 
							işler olur ki, aklın durur. Sana anlatsak, bir değil 
							beş roman çıkarırsın…” Gerçekten Çukurova’yı anlatan 
							beşin üzerinde kitabı vardır.  Nedim Gürsel bir 
							yazısında; “Murtaza’yı okurken Adana’nın kenar 
							mahallelerinde, işçi semtlerinde dolaşmayız” der: 
							“Orhan Kemal’in romanlarının içinde dolaşırız. Yazar 
							bu dolaşmayı kolaylaştırdığı,okuru kendi dünyasına 
							sokabildiği ölçüde başarılıdır.Yoksa romanın içeriği 
							ne denli çarpıcı olursa olsun,metin röportaj 
							düzeyini aşıp sanat yapıtına dönüşemez.”. Gerçekten 
							de iyi bir senarist onun tüm romanlarını filme 
							dönüştürebilir. Eserleri niye bu kadar çekici ? 
							Çünkü konuları yaşamın içinden geliyor. “Arka Sokak” 
							isimli öykü kitabı bir tarihte suçlu görülerek 
							mahkemeye verildi. Hakim; “Neden hikayelerinizde hep 
							fakir fukarayı konu alıyorsunuz?” diye sorunca, 
							üstat da şöyle cevap vermiş : “Unkapanı’nında 
							oturuyorum, oturduğum semtte Cibali Tütün Fabrikası 
							var. Her gün evimin önünden, orada çalışan işçiler, 
							memurlar geçer. Çevremde küçük esnafı, emeklileri, 
							yaşamlarını zar zor geçiren küçük insanları 
							görüyorum, gerçekçi bir yazar olduğum içinde 
							gördüğüm insanların hayatlarını konu eden hikayeler 
							yazıyorum. Zengin vatandaşların yaşayışından haberim 
							yok” diyerek, beraat etmiş. Hayatın içinde olan 
							yazarın, mutlaka konuları da gerçek olacaktır. 
							“Bereketli Topraklar Üzerinde” romanında “patoz” 
							makinesinden söz edilir. Patozu yıllar önce ben 
							gördüm. Müzede çalışan bir arkadaşımız kitabı 
							okurken patozu görünce çok şaşırdı. “Ben köyde 
							patozda çalıştım” dedi. 
							
							
							  
							
							
							Bereketli Topraklar Üzerinde’nin bir veda bölümü 
							vardır. Köse Hasan ölmek üzeredir. Kızına çok basit 
							bir hediye almıştır. Saç tokası ile alelade bir 
							tarak.Arkadaşlarına bunları kızına vermelerini 
							söyler.. Babam bu kısmın hikayesini, daha sonra bir 
							gazeteciye şöyle anlatır. “Kitabın ilk yazılışında 
							Adanadaydım. Kafamda bu öz ve biçimi tespit etmişim 
							de romanı yaşıyorum. Köse Hasan’ın ölüm sahnesine 
							takılmışım. O sırada tam Seyhan kıyısındayım. Kendi 
							kendime mırıldanarak, Köse Hasan’ın hemşerisine 
							vasiyetini en iyi şekilde vermek için nasıl 
							dedirtmeliyim diye, bir, beş, on tekrarlar 
							yapıyorum. Birden istediğim klişe düştü kafama 
							‘Kardaşlar, beraber tuz ekmek yedik. Ola ki, bana 
							hakkınız geçti. Benim gücüm yok…’ falan der ya! 
							Oralara gelince birden Köse Hasan oldum sanki. 
							Elimde kızım için aldığım saç tokası. Hemşerilerime 
							bunu kızıma götürmelerini vasiyet ediyorum. Öyle 
							dokundu ki, başladım ağlamaya. Çevremde insanlar. 
							Görmelerinden de çekiniyorum. Açtım adımlarımı ama, 
							hemen kağıda kaleme sarılıp o pasajı notladım..” 
							Babamın her satırında bir gerçekçilik vardır. 
							
							
							  
							
							
							 Kitaplarını okurken bazen yanlışlarını bulmaya 
							çalışıyorum. Yanlışını mantık hatasını bile 
							bulamıyorum. Ben onun yazdıklarını yazsaydım mutlaka 
							bir yerlerde tıkanır kalırdım. Ama o bir kelime bir 
							cümleyle olayı bambaşka bir yere götürüyor. Bunun 
							için onu kıskanıyorum. Orhan Kemal’in Türk 
							sinemasına çok büyük emeği vardır. Sayısını 
							kendisinin de bilmediği pek çok senaryosu vardır.. 
							Atilla İlhan’la bir anısı vardır. İlhan ile 
							Beyoğlu’nda karşılaşırlar. Atilla İlhan Orhan 
							Kemal’den yakınır. Ararında şu konuşma geçer: 
							“Ağabey, ne olursun beni biraz dinle… Verme yahu bu 
							adamlara bu kadar ucuz senaryo… Geçen gün bir filmci 
							benden iş istedi… Çağırdı, gittim… Konuyu anlattı… 
							Konu tam bana göre… Kaçakçılık yapan bir ‘kaptan’ın 
							serüveni… İyi, güzel yazarım. Ne zaman istersiniz? 
							Şu gün… Tamam… Kaç para istersin? Üç bin… Ne, üç bin 
							mi? Evet, üç bin… Yahu sen aklını mı kaçırdın, 
							dediler… Biz değil sana, adı sanı olan koca Orhan 
							Kemal’e beş yüz liraya yazdırıyoruz… Adam ağzını 
							açıp bir kelime söylemiyor… Sen iş teslim, para 
							teslim diyorsun… Orhan Kemal’e bir bono ver, 
							gerisine karışma… Yok arkadaş seninle çalışamayız, 
							dediler….Bu adamlara beş yüz liraya senaryo yazılır 
							mı? Allah iyiliğini versin…” 
							
							
							1967’den sonra biraz para yüzü gördü. Borçlanarak 
							Basınköy’de bir ev aldı. Zaman zaman “kira vermeden 
							oturmak ne güzelmiş” derdi. Evin kirasını hep geç 
							öderdi. Unkapanı’nındaki komşularımız çok sıkıntı 
							çektiklerini anlatırlardı, hayatı hep böyle borç 
							harç içinde geçti. Böyle bir tempoda yaşadı; ama 
							bizim için babam mutluluk kaynağıydı. Hatırlarım bir 
							hikaye bile okusa vurgularıyla okur, şive taklitleri 
							yapar, oyuncu gibi canlandırırdı. Ben 13 yaşımda 
							babamı kaybettim, ama 2000 yılında yeniden tanıştım 
							onunla. Aslında Orhan Kemal’i anlamak ve yaşatmak 
							 tüm Türk halkının  görevi. O, kültür hazinemiz 
							bence. Bir kitabı bu mayısta İngiltere’de 
							yayımlanacak. Kitabın üzerindeki tavsiye yazısını  PEN 
							gibi ciddi bir kuruluş bir saat içinde onayladı. 
							
							
							Böyle bir günde burada olmak beni çok mutlu etti. 
							Dilim döndüğünce size Orhan Kemal’i yorumlamaya ve 
							anlatmaya çalıştım. Bu güzel sempozyum için tüm 
							Sainte Pulchérie ailesine sonsuz teşekkürlerimi 
							sunarım... 
							
							   |