| 
							 
							 
							 
							Orhan Kemal’in Kırmızı Küpeler-Babil Kulesi adlı 
							yapıtlarında yer alan öyküler geçmişten bugüne değin 
							uzanan bir çizgi izler, izlek olarak. Uzam ağırlıklı 
							olarak İstanbul ve çevresidir, yapıtta yer alan 
							öykülerde.  
							 
							Çocuklardan, Mahmut Şevket Paşa’nın öldürülmesine, 
							ezanın Türkçe okunmasına DP döneminden, emekçi 
							yoksul insanlara; çeşitli kimliklere değin hiçbir 
							zorlama olmadan kimileyin bir sosyolog, kimileyin 
							bir ekonomist gibi öykü kalıpları içerisinde kalarak 
							ustaca gözler önüne serer.  
							 
							 
							 
							ÇOCUKLAR  
							 
							Orhan Kemal, çocuk dünyasını iyi bildiği kadar öykü 
							ve romanlarında çocuklara da genişçe yer veren 
							yazarlarımızdan birisidir. Son yıllarda yeni yeni 
							gündeme getirilen çocuklarla ilgili tehlikelerin 
							çoğunu imlemiştir. 
							 
							“Kırmızı Küpeler” çocukları anlattığı, ruhlarının 
							derinliklerinden seslendiği öyküler ağırlıktadır.
							 
							 
							“İnci’nin Maceraları” adlı öyküsünde çocuğun ruhsal 
							durumunu, anne sevgisini başarılı bir biçimde verir. 
							Annesi ile babasını kıskanan İnci, annesiyle 
							geceleri birlikte yatmak, ondan masallar dinlemek 
							için değişik şeyler düşünür kendince.  
							 
							“... 
							 
							Babası geldikten sonra ayrı yatağa atılan İnci, 
							geceleri yorganın altında eski günleri, annesiyle 
							koyun koyuna yattıkları günleri, annesinin onu 
							öptüğü, sevdiği, masallar söylediği günleri düşünüp 
							“… keşke ölsem de İnci’m diye ağlasa!” diye aklından 
							geçirmişti.” ( Kırmızı Küpeler-Babil Kulesi, 
							İnci’nin Maceraları, s.9)  
							 
							‘Bir Dal Gibi,’Haysiyet Meselesi,’ ‘Kara Çalı,’ 
							‘Rüya’ ‘Atom,’ ‘Ayten’… çocukların anlatıldığı 
							öykülerdir. 
							 
							 
							 
							 
							 
							 
							 
							SİYASAL TARİHİMİZ 
							 
							 
							 
							“Kırk Yaş” da İttihatçıdan, Kuvayi Milliye’den söz 
							eder. 
							 
							“Dedeler ve Torunlar” adlı öyküde, Babıali Baskını, 
							Hareket Ordusu, Mahmut Şevket Paşa’nın katlinden, 
							‘Eski Toprak’ta’ Mustafa Kemal Atatürk’le aynı 
							ortamda bulunmuş birinin tanıklığını 
							öyküleştirmiştir.  
							 
							“O yıllar çoook gerilerde kalmıştı artık. Hiç 
							unutmaz, eski Meclis günlerinden bir gün, bilmem ne 
							kanun müzakeresi sırasında öfkelenmiş, kürsüye 
							fırlamış, muhaliflerine şimşekler, yıldırımlar 
							saçarak konuşmuştu da. Büyük Ata koridorda koluna 
							girmiş, “Çok sinirli ve çok heyecanlısınız,” 
							demişti. “Sinir ve heyecanlarınıza hakim olun 
							birazcık canım!” (Kırmızı Küpeler-Babil. Kulesi, 
							s.260) 
							 
							Yedibela’ da ise II. Dünya Savaşı yıllarında ekmeğin 
							karneyle verildiğini 
							 
							‘Dayı Şoför-Korsan Araba’ da Türkçe ezan, Yassıada, 
							DP, Vatan Cephesi öykü okunduktan sonra kendini 
							gösterecek sözcüklerdir. Öyküde DP iktidarı 
							sonrasında söyleşi havasında (soru-yanıt) kurulmuş 
							bir öyküyle geçen dönemle bir hesaplaşma yapılır. DP 
							dönemi fırsatçılığını, yasa dışılığını irdeler, 
							sorulara zamanında Vatan Cephesi Ocağı açmış bir 
							“madrabazın” ağzından yanıt arayarak.  
							 
							27 Mayıs’tan da ‘Bono’adını taşıyan öyküsünde söz 
							eder. 
							 
							“…O bu konuda şahlanmıştır, durmayacak, susmayacak, 
							belki de hükümetle aşırı dindarlar arasındaki 
							çatışmalardan söz açacak, 27 Mayıs devrimine 
							benzeyişler bulacaktı” (Kırmızı Küpeler-Babil 
							Kulesi,s.34) 
							 
							Anlatıcı-yazar-kahraman benzeşmesinin olduğu, 
							siyasal tarihimizi ilgilendiren öykülerden birisi 
							olan “Kırk yaş” öyküsünde yazar babasından söz eder. 
							 
							“…Şu halimle babama benziyor muydum? Sanmam. Sanmam 
							değil hiçbir bakımdan ona benzemediğime şüphe yoktu. 
							O Sultan Aziz, Sultan Murat, Sultan Hamit, Sultan 
							Reşat devirlerinin damgasını taşıyan yüz kiloluk, 
							öfkeli bir ittihatçı, sonra da Kuvayi Milliyeci. 
							Bense, Dünya Savaşı’nın süpürge tohumu ekmeğini 
							yiyen kuşağından. İttihatçı da değilim. Dünyaya 
							bakışımız, tabi görüşümüz de ayrı” Kırmızı Küpeler-Babil 
							Kulesi, s.14) 
							 
							 
							 
							İSTANBUL 
							 
							 
							 
							İstanbul uzam olarak Orhan Kemal’in öteki 
							yapıtlarında olduğu gibi, Kırmızı Küpeler-Babil 
							Kulesi’nde toplanan öykülerinde de kendini iyice 
							duyumsatır. Bu öykülerde İstanbul asıl kahraman gibi 
							görünmese de öyküler toplamında öykülerdeki 
							kişilerin ve nesnelerin gidişatını belirleyici 
							olarak görülür. Kimileyin kahraman-anlatıcı 
							ikilsinin ruhsal durumuna uygun bir kent görünümü 
							seriverir yazar gözlerimizin önüne.  
							 
							İstanbul’un her bir yerini kişileştirir. Karşımızda 
							herhangi bir semti ya da nesnesi yoktur; bizimle 
							konuşan, çekişen, yerine gören çekişen semtler ya da 
							nesneler vardır; bu kente ait olan. Örneğin: “Bilek 
							Saati” öyküsünde Haliç’in öfkesinin kırılması, 
							rahatlaması, sakinleşmesini… 
							 
							“Vapur Kasımpaşa’da yolcu bırakıp yolcu aldıktan 
							sonra, Fenere doğru ağır ağır yollandı… Öfkesi 
							kırılmış güneşin altında Haliç püfür püfürdü. Cibali, 
							Sultanselim, Fener, Balat, daha uzaklar mavi bir 
							duman içinde yükseliyorlardı” (Kırmızı Küpeler-Babil 
							Kulesi, s.166) 
							 
							“Ümit” öyküsünde tramvaylardaki kalabalıkların 
							düşlerinden başlayarak Gülhane Parkı’na gelir 
							Buradaki koyu gölgeri, boş tahta sıraları bir 
							kişiliğe büründürür. Boş tahta sıraların 
							uyukladığını, koyu gölgelerin yerlere serildiğini 
							yazar. 
							 
							“Günlerden bir gün, yüreğinde hep o kadın hasreti, 
							Gülhane Parkı’ndan içeri girdi.Vakit öğleye yakındı. 
							Büyük ağaçların koyu gölgeleri yerlere serilmişti, 
							boş tahta sıralar uyumakta idiler” (Kırmızı Küpeler-Babil 
							Kulesi, s.338) 
							 
							Anlatıcı-yazar-kahraman benzeşmesinin olduğu 
							“Yılbaşı 960-961” adını verdiği öyküsünde olumsuz 
							bir başlangıçla birlikte kente ait olan yerlerin de 
							bundan payını aldığını görüyoruz. Yazarın kullandığı 
							sözcükler arasına hava şartlarının olumsuzluğunu 
							üstte belirttiği öykünün sürerinde “sinirli” ve 
							“telaşlı” sözcükleri girer. 
							 
							“Yılbaşı yaklaştıkça, Mısırçarşısı’yle 
							Kapalıçarşı’nın kalabalıklaştığı gözümden 
							kaçmıyordu.Hani o b aryam arefelerindeki telaşlı, 
							sinirli kalabalık (..) Ama bu demek değildir ki, 
							bütün bir İstanbul, milyonerinden işçisine kadar 
							yılbaşını kutlamağa hazırlanıyor!” (Kırmızı Küpeler-Babil 
							Kulesi, s. 39) 
							 
							 
							 
							 
							 
							SIRADAN İNSANLAR GEÇİDİ 
							 
							 
							 
							İşportacı ‘Aydın Havası,’ oğlu tarafından dövülen 
							‘Yaşlı Kadın’ın öyküsü, su taşıyıcısını ‘Saka’da, 
							yoksul bir çocuğu; ‘Kahya’da, işsizliği; ‘Hırsız’da, 
							yazar olma düşleri kuran yoksul bir adamı; ‘Minnacık 
							Dev,’ ‘Babil Kulesi,’ ‘Santimci,’ ‘İyi İnsanlar,’ 
							‘Dayak’…. 
							 
							Orhan Kemal’in öteki yapıtlarında olduğu gibi, 
							Kırmızı Küpeler-Babil Kulesi adlı yapıtlarındaki 
							öykülerde de en olumsuz insanın kesinlikle 
							olumlu/güzel bir yönü olduğu ortaya konuluyor. O, 
							insandaki güzelliği arayan, bulan ve umudun insanda 
							olduğunu, insana kızmamak gerektiğini bıkmadan 
							yazmış, savunmuş bir yazar. 
							 
							 
							 
							*Kırmızı Küpeler-Babil Kulesi (öykü), Orhan Kemal, 
							4. Baskı Everest Yayınları, İstanbul-2007 
							 
   |