... KISA KISA ... KISA KISA 
								... KISA KISA ... KISA KISA ...
								
								
								Nâzım Hikmet'le 3,5 Yıl
								Hasan AKARSU
								Orhan Kemal'in Bursa Cezaevi'nde Nâzım 
								Hikmet'le ilgili olarak yazdığı anıları, iki 
								yazarımızı daha iyi tanımamız bakımından önem 
								taşıyor. Bu basıma Orhan Kemal'in "Cezaevi 
								Notları", "Nâzım Hikmet'ten Orhan Kemal'e 
								Mektuplar" da eklenince yapıt daha da 
								değerleniyor. Bu nedenle, Orhan Kemal Kültür 
								Merkezi'ne yazınımıza katkılarından dolayı 
								teşekkür borçluyuz. Orhan Kemal, 1940 yılında 
								Bursa Cezaevi'nde, sabıka defterlerinde 
								çalışırken, yazmandan Nâzım Hikmet'in Çankırı 
								Cezaevi'nden Bursa Cezaevi'ne geleceğini 
								öğrenince seviniyor. Siyatiklerinden rahatsız 
								olan Nâzım, banyolardan yararlanmak için 
								Bursa'ya gönderiliyor. Orhan Kemal, onunla 
								arkadaş olabilmek için can atıyor. Sevincini 
								cezaevi arkadaşlarından Necati'yle, İzzet'le, 
								Emin Bey'le paylaşıyor. Emin Bey, "Hey koca 
								Nâzım!" diyerek karşılıyor bu sevinçli haberi. 
								Önceki cezaevlerinden tanışıyorlar Nâzım'la. 
								Birkaç hafta sonra Nâzım'ın cezaevine 
								getirildiği haberi duyuluyor ve Orhan Kemal o 
								anı anlatıyor: "Aradan haftalar geçmişti. Gene 
								kurşuni bir sabahtı. Gene kar vardı zambak 
								yapraklarında. Necati nefes nefese girdi: 'Nâzım 
								Hikmet'i az önce getirdiler!' Her zaman olduğu 
								gibi kalemde ve sabıka defterlerinin 
								başındaydım. Kalemimin elimden düştüğünü 
								hatırlıyorum..." (s.12) Sonra Nâzım'la yüz yüze 
								gelip tanışıyorlar. Nâzım'ın diğer 
								cezaevlerinden tanıdıklarıyla karşılaşması, 
								onları anımsaması, durumlarıyla ilgilenmesi ilgi 
								çekici: Adembaba Deli Remzi, Sarıyerli Emin Bey, 
								Ertuğrul, Kolonyacı Dimitri vb. Anılarda, Nâzım 
								Hikmet'in tüm tutuklularla iyi ilişki kurması, 
								onları tanımaya çalışması, yaşam felsefesiyle 
								uyumlu olduğunu gösteriyor. "Çünkü Nâzım, 
								düşmanları tarafından bile sevilen bir 
								İNSAN'dır." Nâzım da, Orhan Kemal'in yattığı 
								koğuşa yerleşiyor. Orhan Kemal'in bütün zoru, 
								yazdığı şiirleri Nâzım'a okumak ve onun 
								görüşlerini almak. Sonunda ortamı hazırlayıp 
								şiirlerini okumaya başlıyor: "Okumaya 
								başladım...Heceyle yazılmış şiirlerdi 
								bunlar...İlk dörtlük henüz bitmemişti: 'Yeter 
								kardeşim, yeter...Bir başkasına lütfen' Halbuki 
								en güvendiklerimden biriydi...İçimde bir şeyler 
								yıkıldı. Bir başkası... İlk, ikinci, üçüncü 
								mısranın yarısı. 'Berbat'...'Rezalet'...'Peki 
								kardeşim, bütün bu laf ebeliklerine, 
								hokkabazlıklara, affedin tabirimi, ne lüzum var? 
								Samimiyetle duymadığınız şeyleri niçin 
								yazıyorsunuz?..." (s.21) Orhan Kemal bu uyarılar 
								karşısında yıkılıyor. Bu kez Nâzım okuyor 
								şiirlerini: "Onlar ki toprakta karınca/ suda 
								balık,/havada kuş kadar/ çokturlar..." (s.22) 
								Orhan Kemal, onun şiirlerinin çok güzel olduğunu 
								söyleyince, o da iltimas geçildiğini anımsatıyor 
								alçakgönüllülükle ve: "Sizde, sanat için iyi 
								kumaş var, kesin... Evet, sizde iyi bir sanatkâr 
								için gereken, iyi bir kumaş var..." (s.23) diyor 
								ve onunla ilgileneceğini söylüyor. Fransızca, 
								felsefe vb. dersler veriyor ileriki günlerde. 
								Bir başka gün, Nâzım'ın eline, Orhan Kemal'in 
								bir roman çalışması geçince, Nâzım heyecanla 
								gelip şunları söylüyor: "Siz mi yazdınız 
								bunu?...Birader...Neden bahsetmediniz bundan. 
								Siz düzyazı yazın düzyazı!" (s.31) Böylece 
								Nâzım, Orhan Kemal'de düzyazıya yatkınlığı 
								belirliyor ve onu o yönde yazmaya 
								yönlendiriyor.Orhan Kemal, anılarında, Nâzım'ın 
								gecenin bir vaktinde uyanıp kendisinden kalem 
								isteyip duvara dizeler yazdığını anımsatıyor. 
								Nâzım, şiir yazarken kendinden geçen bir ozan. 
								Korkusu var bu noktada, şöyle diyor Nâzım: "En 
								sinirlendiğim şey, böyle (kendimi) kaybederek 
								dolaşırken etraftan seyredilmek. Deli 
								diyeceklerinden korkuyorum. Onun için kendimi 
								tamamıyla kapıp koyuveremiyorum." (s.38) Nâzım, 
								sanat işlerini ciddiye alan bir inanmış ozan. 
								Orhan Kemal, ona her aklına geleni soruyor. 
								Nâzım, dilimizin sadeleşmesi konusunda şunları 
								söylüyor: "Dilde ölçü halk olmalıdır. Halkın 
								yadırgadığı, her günkü konuşma dilinde 
								kullanmadığı kelimeleri almamaya bilhassa dikkat 
								etmeli..." (s.42) Şiirde şekilden çok içerik 
								yeniliğini savunuyor. Hapiste geçim sıkıntısı 
								çeken Nâzım, bunun üstesinden gelmek için 
								çözümler arıyor ve dokuma tezgâhları kurup 
								çalıştırıyor. Başarılı da oluyor: "Nâzım, 
								birlikte çalıştığı arkadaşlarının bütün 
								ihtiyaçları ve dertleriyle ilgilenirdi. 
								Tezgâhlarda bez dokuyan Batı Anadolulu 
								delikanlıların gönüllerini kendine çekmişti..." 
								(s.50) Nâzım, dünyadaki gelişmeleri izleyip 
								doğru tanılar koymakta da usta. İkinci Dünya 
								Savaşı sürerken Almanların yenileceğini 
								söylüyor, bunun "tarihi bir zorunluluk" olduğunu 
								belirtiyor. Çevresindekilere iyilik etmekten 
								zevk duyuyor, borç para isteyenlere bulup 
								buluşturup veriyor.Hapiste Nâzım'ı, karısı 
								Piraye, yılda birkaç kez ziyaret edebiliyor. Bu 
								anları şöyle anlatıyor Orhan Kemal: "Piraye 
								Yenge yıldan yıla iki, pek pek üç sefer gelir, 
								birkaç kuruşu varsa üç beş gün otelde kalırdı. 
								Böyle günlerde Nâzım Hikmet'i görmeli! Piraye 
								Yenge trenden iner inmez, ayağının tozuyla 
								telefon eder, yahut otele filan inmeden 
								hapishaneye gelirdi... Nâzım'ın karısına saygısı 
								sonsuzdu...Yazdığı mektupları bazen bana da 
								okurdu. Bu mektuplar, şiir dolu nesirlerdi ki, 
								sade samimi -ama ne kadar samimi, ne kadar sade- 
								dilleri dinleyene ferahlık verir, hayatı 
								sevdirir, insana en karamsar zamanlarında bile 
								ruh değişikliği, yepyeni bir tazelik 
								verebilirdi..." (s.62-63) Nâzım'ın bu mektupları 
								saklayıp Memleketimden İnsan Manzaraları'na 
								belge yaptığı biliniyor. Orhan Kemal, bu yapıta 
								kimlerin malzeme verdiğini anlatıyor: 
								"...Yayalar Köylü İbrahimler, Çorbacı Mehmetler, 
								Laz Eyüp Ağalar, İlyas Kaptanlar, Balkanlı 
								Muhacirler, Azerbaycanlı Şükrü Beyler, Galip 
								Ustalar..." (s.77) Annesi de ara sıra ziyaretine 
								geliyor, Nâzım'ın portresini çiziyor, resmini 
								yapıyor. Nâzım, annesiyle resmi tartışırken de 
								gerçekçiliği savunuyor. Orhan Kemal, "Tavşan 
								Hikâyesi"ni anlatırken, Nâzım'a armağan ettiği 
								tavşanı ne değin sevdiğini belirtiyor. Nâzım, 
								tavşanla mutlu oluyor. Piraye, tavşanı alıp 
								götürünce onun tavşanından kurtulmuş oluyorlar. 
								"Çilek Hikâyesi"nde de, Nâzım'a armağan edilen 
								bir kutu çileğin öyküsü anlatılıyor. Çilekleri 
								pudra şekeri serperek yiyorlar: "Nâzım, 'Ooooh 
								be' dedi,'çileğe doyamadım 
								demeyeceğim!"(s.89)Orhan Kemal, hapiste beş yıl 
								yatıp çıkarken (Nâzım'la 3,5 yıl), Nâzım için 
								"Komik Hürriyet" ve "Nâzım Hikmet'e" şiirlerini 
								yazıyor, Nâzım'a okuyor. Nâzım bu şiirleri çok 
								beğeniyor: "Bana baktı, tekrar okudu, sonra 
								elindeki kupayı bir yana bırakıp yaşaran 
								gözleriyle gülümseyerek, boynuma sarıldı: 'Sağ 
								olun' dedi, sağ olun e mi? Beni bundan daha çok 
								memnun edemezdiniz!" (s.94) Orhan Kemal'in 
								Cezaevi Notları da o günlerde yaşananları günü 
								gününe yansıttığı için önemli. 19.05.1942, Salı 
								günlüğü şöyle: "Hava bulanık. Yağmur çiseliyor. 
								Hava serin. İşe gidemedik. Yağmurun yağmasına 
								Nâzım Hikmet, 'Bu yağan altınmış' dedi, 'altın'. 
								Sonra masadaki pörsümüş çiçekleri dağıttı. 
								Sularını değiştirdi. Ve çiçeklerin içinden 
								dirilerini teker teker kavanoza koyarken şarkı 
								söylüyor. Sordum:'Çiçeklere şarkı mı 
								söylüyorsunuz?' Evet' dedi, 'benim çiçeklerim 
								şarkıya alışıktır. Onlar şarkıyla büyüdüler..." 
								(s.97) Bir diğer günlüğünde Orhan Kemal, "Öyle 
								bir dünyada yaşıyoruz ki, insan karısını görmek 
								değil, rüyada bile görmeye imkan bulamıyor" 
								(s.106) diyor. Kitabın son bölümünde, Nâzım'ın 
								Orhan Kemal'e 1944-1949 yılları arasında yazdığı 
								on bir mektup yer alıyor. Nâzım, bu 
								mektuplarında Ressam Berber İbrahim'in (Balaban) 
								resmi, "inanılamayacak, akla sığmayacak" 
								derecede ilerlettiğini, kendisini çok özlediğini 
								belirtirken, Piraye'yle ayrılma noktasına 
								geldiğini, kendisini affettirmek için ne 
								yapacağını şaşırdığını vb. açıklıyor ve Orhan 
								Kemal'in gönderdiği öyküleri değerlendiriyor. 
								Yazınımızın en değerli ustalarından Orhan 
								Kemal'in Nâzım Hikmet'le ilgili anıları, 
								gözlemleri, 1940'lı yıllarda yaşananları, 
								cezaevi ortamını yansıtması bakımından büyük 
								önem taşıyor. Nâzım Hikmet'le 3,5 Yıl/ Orhan 
								Kemal/ Everest Yayınları/ 5. Baskı/ Haziran 
								2007/ 128 s.