| 
																		 
																		  
																		
																		
																		anısına 
																		
																		İşin 
																		içinde 
																		delilik 
																		olmasa... 
																		
																		
																		Sokağın 
																		bütün 
																		rengi ve 
																		kokusuyla 
																		edebiyatımıza 
																		taşıdığı 
																		unutulmaz 
																		kahramanları, 
																		dilindeki 
																		alçakgönüllülüğü, 
																		şefkati 
																		ve her 
																		şeye 
																		rağmen 
																		koruduğu 
																		aydınlık 
																		bakışıyla 
																		bir 
																		Orhan 
																		Kemal 
																		geçti 
																		hayatımızdan. 
																		Biliyoruz 
																		ki 
																		ondan, 
																		yapıtlarından 
																		öğreneceğimiz 
																		daha çok 
																		şey var. 
																		Yaşamı 
																		da kendi 
																		romanlarını 
																		aratmayacak 
																		kadar 
																		gerçek 
																		olan bu 
																		büyük 
																		ustayı, 
																		ölümünün 
																		37. 
																		yılında 
																		sevgiyle 
																		anıyoruz... 
																		
																		
																		yazı: 
																		güler 
																		emektar
																		
																		fotoğraflar: 
																		volkan 
																		doğar 
																		
																		BUNDAN 
																		altı yıl 
																		önceydi, 
																		Cihangir 
																		Akarsu 
																		Caddesi, 
																		Numara 
																		32 
																		heyecanlı 
																		bir 
																		kalabalığa 
																		ev 
																		sahipliği 
																		yapıyordu. 
																		Ailesinin 
																		ve 
																		yakınlarının 
																		bin bir 
																		çabayla 
																		kurduğu 
																		Orhan 
																		Kemal 
																		Müzesi 
																		nihayet 
																		resmen 
																		açılıyordu. 
																		Yazarın 
																		ailesi, 
																		yakınları, 
																		dostları, 
																		meslektaşları, 
																		herkes 
																		oradaydı. 
																		Müze 
																		fikrinin 
																		emektarı, 
																		yazarın 
																		küçük 
																		oğlu 
																		Işık 
																		Öğütçü, 
																		yılların 
																		hayalini 
																		zor da 
																		olsa 
																		hayata 
																		geçirebilmenin 
																		haklı 
																		gururunu 
																		yaşıyordu. 
																		Tebrikleri 
																		kabul 
																		eden 
																		lacivert 
																		takımlı 
																		hanımefendinin 
																		mutluluğu 
																		yüzünden 
																		okunuyordu 
																		(Sonrasında 
																		bu güler 
																		yüzlü 
																		hanımefendinin, 
																		yazarın 
																		hayat 
																		arkadaşı 
																		Nuriye 
																		Hanım 
																		olduğunu 
																		öğrenecektim). 
																		Sevenleri, 
																		yaşarken 
																		kıymeti 
																		bilinmemiş 
																		bu büyük 
																		yazara 
																		karşı 
																		bir kez 
																		daha 
																		vefa 
																		borçlarını 
																		sunmanın 
																		huzuru 
																		içindeydi. 
																		Bir 
																		Orhan 
																		Kemal 
																		okuru 
																		olarak o 
																		gün 
																		orada 
																		bulunmanın, 
																		Orhan 
																		Kemal 
																		Müzesi'nin 
																		yazarın 
																		kendisi 
																		ve 
																		yakınları 
																		için ne 
																		anlama 
																		geldiğini 
																		yakından 
																		hissedebilmenin 
																		benim 
																		için 
																		heyecan 
																		verici 
																		bir 
																		başka 
																		tarafı 
																		daha 
																		vardı. 
																		Henüz 
																		fakülteye 
																		devam 
																		eden 
																		genç bir 
																		gazeteci 
																		adayı 
																		olarak 
																		meslek 
																		hayatımın 
																		ilk 
																		haberlerinden 
																		birini 
																		kaleme 
																		alacaktım. 
																		Sonraki 
																		yıl, 
																		ölümünün 
																		32. yıl 
																		dönümünde 
																		romanlarıyla, 
																		kahramanlarıyla 
																		hayatıma 
																		karışmış, 
																		fötr 
																		şapkalı, 
																		takım 
																		elbiseli 
																		Ara 
																		Güler 
																		portreleriyle 
																		defterlerimin 
																		arasına 
																		sızmış 
																		Orhan 
																		Kemal'i 
																		bir 
																		yazıyla 
																		anmak 
																		yine 
																		bana 
																		kısmet 
																		olmuştu. 
																		Işık 
																		Öğütçü 
																		ile 
																		gerçekleştirdiğim 
																		uzun 
																		söyleşide, 
																		yazarın 
																		kendi 
																		yaşamının 
																		da en az 
																		romanlarına 
																		konu 
																		olacak 
																		kadar 
																		gerçek 
																		olduğunu 
																		dinlemiştim. 
																		30 yılı 
																		aşkın 
																		bir 
																		zamandır 
																		aramızda 
																		yoktu 
																		Orhan 
																		Kemal. 
																		Ancak 
																		ölümüne 
																		doğru 
																		bir ev 
																		sahibi 
																		olabilen 
																		yazarın 
																		şimdi 
																		bir 
																		müzesi 
																		vardı. 
																		Fotoğraflar, 
																		mektuplar, 
																		kitaplar, 
																		kullandığı 
																		kalemler, 
																		diş 
																		fırçası, 
																		çatalı, 
																		kaşığı, 
																		yemek 
																		tabakları, 
																		fincanı, 
																		masa 
																		saati, 
																		AĞA 
																		marka 
																		radyosu, 
																		pikabı, 
																		tespihi, 
																		kol 
																		saati, 
																		gözlüğü, 
																		pijamaları, 
																		terlikleri, 
																		fötr 
																		şapkası, 
																		kravatı, 
																		ceketi, 
																		öldüğünde 
																		yüzünden 
																		alınan 
																		mask... 
																		Müzede 
																		sergilenen 
																		bütün 
																		eşya; 
																		yazar, 
																		eş, 
																		baba, 
																		sevgili, 
																		düşünce 
																		suçlusu, 
																		bir 
																		dönemin 
																		belki de 
																		en acılı 
																		kahramanlarından 
																		biri 
																		olan 
																		Orhan 
																		Kemal'i 
																		anlatıyordu... 
																		
																		
																		Yazmak, 
																		doludizgin... 
																		
																		Orhan 
																		Kemal, 
																		"Benim 
																		gerçek 
																		ögretmenimdir," 
																		dediği 
																		Nazım 
																		Hikmet'in 
																		teşvikiyle 
																		başladığı 
																		yazım 
																		serüvenine 
																		onlarca 
																		roman, 
																		hikâye, 
																		200'ü 
																		aşkın 
																		senaryo 
																		ve 10'un 
																		üzerinde 
																		tiyatro 
																		oyunu 
																		sığdırdı. 
																		Kahramanları 
																		Adana'nın 
																		pamuk 
																		ırgatları, 
																		dağılan 
																		aileler, 
																		çocuk 
																		işçiler, 
																		fahişeler, 
																		eve 
																		ekmek 
																		götürmeyi 
																		beceremeyenler, 
																		büyük 
																		şehrin 
																		tutunamayan 
																		küçük 
																		insanlarıydı. 
																		Onların 
																		arka 
																		planındaysa 
																		kapitalizmin 
																		yavaş 
																		yavaş 
																		kök 
																		saldığı 
																		Türkiye 
																		gerçekleri... 
																		Onun 
																		nasıl 
																		yazdığına 
																		Cağaloğlu'nun 
																		Cibalikapı'nın 
																		kahvehaneleri 
																		tanıktı. 
																		Anlatılanlara 
																		göre 
																		sabahları 
																		İkbal 
																		Kahvesi'ne 
																		ilk o 
																		gelirdi. 
																		Ardından 
																		Muzaffer 
																		Buyrukçu, 
																		Nurer 
																		Uğurlu, 
																		Kemal 
																		Özer, 
																		Adnan 
																		Özyalçıner, 
																		Konur 
																		Ertop, 
																		öğlene 
																		doğru 
																		Edip 
																		Cansever... 
																		Önce 
																		adet 
																		olduğu 
																		üzere 
																		oturulur, 
																		bir 
																		yandan 
																		çaylar 
																		içilir 
																		bir 
																		yandan 
																		uzun 
																		uzun 
																		çene 
																		çalınırdı. 
																		Sonra 
																		herkes 
																		işine 
																		giderdi. 
																		Orhan 
																		Kemal de 
																		yan 
																		masaya 
																		çekilir, 
																		durmadan 
																		notlar 
																		alırdı. 
																		Sonra 
																		kalkar, 
																		fötr 
																		şapkasını 
																		giyer, 
																		"Bir 
																		film 
																		hikâyesi 
																		var. Ben 
																		bir 
																		Yeşilçam'a 
																		uzanayım," 
																		diyerek 
																		'iş 
																		kovalamaya' 
																		giderdi. 
																		Böyle 
																		zamanlarda, 
																		özellikle 
																		de 
																		telifini 
																		almaya 
																		gittiğinde 
																		hep o 
																		endişeli 
																		yüzü 
																		taşırdı. 
																		Kimi 
																		yayın 
																		evlerinde 
																		kahve 
																		ısmarlanmasının, 
																		o gün 
																		para 
																		ödenmeyeceğine 
																		işaret 
																		olduğunu 
																		bilirdi. 
																		Öğleden 
																		sonra 
																		çoğunlukla 
																		umduğunu 
																		bulamamanın 
																		kırgınlığıyla 
																		dönerdi 
																		ya, kırk 
																		yılda 
																		bir 
																		hikâyeyi 
																		satmayı 
																		başarınca 
																		keyfine 
																		diyecek 
																		olmazdı. 
																		Yine de 
																		yazmak 
																		konusunda 
																		hep ilk 
																		günlerin 
																		heyecanını 
																		taşırdı. 
																		"Öldürmeyip 
																		süründürüyorsa 
																		da 
																		'Romancılık' 
																		mesleğini 
																		seviyorum. 
																		Hem de 
																		deliler 
																		gibi" 
																		demiş ve 
																		şu 
																		soruyu 
																		yöneltmişti: 
																		"Zaten 
																		işin 
																		içinde 
																		delilik 
																		olmasa 
																		elalem, 
																		it köpek 
																		yani, 
																		para 
																		kazanırken 
																		yüzlerce 
																		sayfa 
																		yazılır 
																		mı?" 
																		
																		Kitaplarında 
																		anlattıkları 
																		kendi 
																		yaşamından 
																		uzak 
																		şeyler 
																		değildi. 
																		O da 
																		Çukurova'dan 
																		geliyordu. 
																		İşsizliği, 
																		açlığı, 
																		sömürüyü 
																		görmüş, 
																		yaşamıştı. 
																		Okuduklarından 
																		öğrenmemişti 
																		bunları. 
																		Her 
																		romanında, 
																		hikâyesinde 
																		biraz da 
																		kendisi 
																		vardı; 
																		ya 
																		Beyrut 
																		günleri, 
																		ya 
																		yoksulluğu, 
																		ya da 
																		yaşama 
																		düşü 
																		kurduğu 
																		aşklarıyla... 
																		Belki de 
																		bu 
																		yüzden 
																		karakterleri, 
																		hayatın 
																		bütün 
																		kokusu 
																		ve 
																		rengiyle 
																		bu denli 
																		canlı 
																		sızmıştı 
																		yazdıklarına. 
																		Ancak 
																		eserlerinde 
																		keder 
																		kadar 
																		neşe de 
																		vardı. 
																		İnsanla 
																		zenginleşen 
																		edebiyatının 
																		en 
																		önemli 
																		özelliklerinden 
																		biri de 
																		onca 
																		üzünce, 
																		onca 
																		yoksulluğa 
																		karşın 
																		hemen 
																		bütün 
																		karakterlerinin 
																		iyimser 
																		ve umut 
																		dolu 
																		olmalarıdır 
																		belki. 
																		Sanki 
																		kendi 
																		aydınlık 
																		bakışının 
																		temsilcileridir 
																		o 
																		karakterler. 
																		Yaşamla 
																		boğuşmalarının 
																		içinde 
																		yazarın 
																		merhameti, 
																		şefkatiyle 
																		hayata 
																		sıkı 
																		sıkı 
																		bağlıdır 
																		her 
																		biri. 
																		Öyle ki 
																		yazarın 
																		sonsuz 
																		şefkati 
																		kahramanlarıyla 
																		birlikte 
																		bizi de 
																		kucaklar 
																		adeta. 
																		Aydınlık 
																		bakışı, 
																		iyimserliği 
																		kitaplarıyla 
																		birlikte 
																		bize de 
																		geçer. 
																		
																		Peki, 
																		neydi 
																		sanatının 
																		amacı? 
																		Bu 
																		soruya 
																		en güzel 
																		yanıtı 
																		yine 
																		kendisi 
																		vermişti: 
																		"Sanatımın 
																		amacı... 
																		Şöyle 
																		açıklamakta 
																		bir 
																		sakınca 
																		var mı 
																		acaba? 
																		Halkımızın, 
																		genel 
																		olarak 
																		da insan 
																		soyunun 
																		müspet 
																		bilimler 
																		doğrultusundaki 
																		en 
																		bağımsız 
																		koşullar 
																		içinde, 
																		en mutlu 
																		olmasını 
																		isteme 
																		çabası..." 
																		
																		
																		Haziran'da 
																		ölümsüzleşmek... 
																		
																		Evet, 
																		emeği 
																		anlatmış, 
																		ama ne 
																		yazık ki 
																		kendi 
																		emeğinin 
																		değeri 
																		bilinmemiş 
																		bir 
																		yazar 
																		Orhan 
																		Kemal. 
																		Hayatının 
																		son 
																		günlerine 
																		kadar 
																		üretmiş, 
																		evine 
																		ekmek 
																		parası 
																		götürmek 
																		için 
																		koltuğunun 
																		altına 
																		sıkıştırdığı 
																		romanlarını, 
																		hikâyelerini 
																		ucuz 
																		pahalı 
																		demeden 
																		yayınevlerine 
																		vermiş, 
																		alacakları 
																		için 
																		kapılarda 
																		süründürülmüş 
																		bir 
																		kalem 
																		emekçisi... 
																		Bir 
																		mektubunda 
																		yakın 
																		dostu 
																		Fikret 
																		Otyam'a 
																		içinde 
																		bulunduğu 
																		durumu 
																		şu 
																		satırlarla 
																		anlatmıştı: 
																		
																		"Bir ara 
																		kendimi 
																		sigorta 
																		ettirip 
																		bir 
																		hususinin 
																		altına 
																		atmak, 
																		bu 
																		suretle 
																		sigortadan 
																		alınması 
																		mümkün 
																		parayı 
																		çocuklarıma 
																		bırakmak 
																		gibi 
																		çılgın 
																		fikirler 
																		kafamda 
																		ciddi 
																		ciddi 
																		yer 
																		etmedi 
																		değil. 
																		Ama can 
																		tatlı, 
																		yapamadım. 
																		Geldi 
																		geçti..." 
																		
																		Bir 
																		başka 
																		zaman, 
																		günlüğüne 
																		düştüğü 
																		notlarda 
																		çocukların 
																		sünnet 
																		parasını 
																		nasıl 
																		denkleştireceğinin 
																		hesabını 
																		yapıyordu: 
																		"12.07.956, 
																		Perşembe: 
																		Kambur 
																		kambur 
																		üstüne. 
																		Bir de 
																		çocukların 
																		sünneti 
																		bindi. 
																		Nuriye: 
																		'Haydar 
																		sinemasında 
																		sünnet 
																		yapılacak. 
																		Çocuk 
																		başına 
																		on beş 
																		lira!' 
																		demişti. 
																		İyi bir 
																		fırsat. 
																		İyi bir 
																		fırsat 
																		ama, 
																		otuz 
																		papeli 
																		denkleştirebilirsen. 
																		Düşündüm 
																		taşındım. 
																		Aklıma 
																		zavallı 
																		kitaplarım 
																		geldi. 
																		Dört 
																		paket 
																		halinde 
																		sahaflara 
																		götürdük 
																		Erol'la. 
																		Altmış 
																		liralık 
																		kitabı 
																		on beş 
																		liraya 
																		verdik. 
																		Sonra 
																		otuz 
																		lira da 
																		Edip'ten 
																		borç 
																		aldım. 
																		Şair 
																		Edip 
																		Cansever, 
																		çok iyi 
																		arkadaş. 
																		(...) 
																		Kitaplarımı 
																		satınca 
																		öderim 
																		belki. 
																		Kitapçılar 
																		da çok 
																		isteksiz. 
																		Zaten 
																		Remzi'den 
																		başka 
																		istekli 
																		de yok. 
																		Şaşılacak 
																		şey. 
																		Güya 
																		tanınmış, 
																		sevilen, 
																		aranan 
																		bir 
																		imzayım." 
																		
																		Nihayet 
																		işler 
																		tam da 
																		yolunda 
																		gitmeye, 
																		kendini 
																		'korkacak' 
																		derecede 
																		iyi 
																		hissetmeye 
																		başlamışken 
																		kalbinin 
																		ihanetine 
																		uğradı. 
																		2 
																		Haziran, 
																		1970'de 
																		Haziran 
																		ayında 
																		tedavi 
																		için 
																		gittiği 
																		Bulgaristan'da 
																		hayatını 
																		kaybetti. 
																		Cenazesini, 
																		Kapıkule'de 
																		ailesi 
																		ve 
																		sevenleri 
																		karşıladı. 
																		İşçiler, 
																		hayatını 
																		kendileri 
																		gibi 
																		çalışarak 
																		kazanan, 
																		ekmek 
																		derdinde 
																		olan 
																		yazarlarının 
																		önünde 
																		saygı 
																		duruşunda 
																		bulundular. 
																		İçlerinden 
																		biri 
																		cenazeyi 
																		taşıyan 
																		minibüsün 
																		önüne, 
																		"Biz 
																		işçiler 
																		senin 
																		hatıran 
																		önünde 
																		saygıyla 
																		eğiliriz," 
																		yazılı 
																		bir 
																		pankart 
																		astı... 
																		Oysa 
																		daha 
																		yapacak 
																		çok işi 
																		vardı. 
																		Ölümünden 
																		kısa bir 
																		süre 
																		önce 
																		yazdığı 
																		satırlarda 
																		bir sürü 
																		roman, 
																		hikâye, 
																		tiyatro 
																		oyunu 
																		projesinden 
																		bahsediyordu. 
																		2 Nisan 
																		1970 
																		tarihli 
																		günlüğünde 
																		Bulgaristan 
																		yolculuğu 
																		öncesinde 
																		kendisine 
																		'önemli 
																		bir not' 
																		düşmüştü: 
																		
																		"Önemli 
																		Not! Bu 
																		dosyada 
																		Murtaza'nın 
																		ikinci 
																		cildini 
																		yürütecek 
																		olan 
																		müsveddelerle, 
																		47. 
																		sayfaya 
																		kadar 
																		tape 
																		edilmiş 
																		bölüm 
																		vardır. 
																		Tape 
																		edilmiş 
																		bölüm üç 
																		nüshadır. 
																		Geziden 
																		dönüşte 
																		devam 
																		edilecektir. 
																		(Tabii 
																		kısmetse... 
																		ki 
																		elbette 
																		kısmettir.)" 
																		Ama 
																		umduğu 
																		gibi 
																		kısmet 
																		olmadı. 
																		"Murtaza"yı 
																		ve 
																		yazarın 
																		bitiremediği 
																		diğer 
																		çalışmaları, 
																		geçtiğimiz 
																		yıllarda 
																		müzenin 
																		açılmasıyla 
																		birlikte 
																		oğlu 
																		Işık 
																		Öğütçü 
																		tamamladı. 
																		Orhan 
																		Kemal'in 
																		bitiremediği 
																		"93 
																		Harbi" 
																		ve 
																		düzyazıları 
																		"Önemli 
																		Not" 
																		adıyla, 
																		günlük 
																		ve 
																		şiirleri 
																		"Yazmak 
																		Doludizgin" 
																		adıyla 
																		okuyucularla 
																		buluştu. 
																		Şu 
																		sıralarda 
																		Everest 
																		Yayınları, 
																		yazarın 
																		tüm 
																		eserlerini 
																		yeniden 
																		basıyor. 
																		
																		Ölümünün 
																		37. 
																		yılında, 
																		ustanın 
																		çalışma 
																		odasında 
																		Orhan 
																		Kemal'in 
																		hatırasını 
																		bir kez 
																		daha 
																		teneffüs 
																		ettik. 
																		Bir 
																		köşede 
																		yatağı, 
																		çalışma 
																		masası, 
																		1953 
																		tarihli 
																		daktilosu, 
																		diğer 
																		köşede 
																		kitaplığı, 
																		plakları,.. 
																		Hemen 
																		ileride 
																		camekânın 
																		içinde 
																		tıraş 
																		olurken 
																		kullandığı 
																		havlusu, 
																		tespihi, 
																		pijamaları, 
																		terliği, 
																		şapkası, 
																		evlilik 
																		cüzdanı... 
																		Her şey 
																		yerli 
																		yerinde. 
																		Müzenin 
																		açılışında 
																		heyecanla 
																		misafirleri 
																		karşılayan 
																		Nuriye 
																		Hanım'ın 
																		fotoğrafı 
																		da şimdi 
																		diğerleri 
																		arasında. 
																		
																		
																		Ulusoy 
																		Travel  |