| 
																		 Orhan 
																		Kemal’in 
																		öykücülüğü, 
																		yaşamın 
																		onu 
																		sürüklediği 
																		sosyal 
																		koşulların 
																		niteliği 
																		doğrultusunda 
																		şekillenir. 
																		Yaşamında 
																		1950’ye 
																		kadar 
																		Adana 
																		yılları, 
																		1950 ve 
																		sonrası 
																		İstanbul 
																		yılları 
																		olmak 
																		üzere 
																		iki evre 
																		görülür. 
																		Her iki 
																		evrede 
																		de 
																		yazar, 
																		kalemiyle 
																		ekmeğini 
																		kazanma 
																		savaşı 
																		veren 
																		bir 
																		yazar 
																		olarak 
																		görülür. 
																		Yaşam 
																		koşullarının 
																		birbirine 
																		özdeş 
																		olduğu 
																		bu iki 
																		çevre, 
																		aynı 
																		zamanda 
																		onun 
																		öykülerinin 
																		iç 
																		örgüsünü 
																		de bu 
																		iki ayrı 
																		çevrenin 
																		nesnel 
																		koşulları 
																		doğrultusunda 
																		şekillenmesine 
																		zemin 
																		hazırlar. 
																		 
																		           
																		 
																		
																		Yazar, 
																		ölümünden 
																		önce 
																		(1914- 
																		1970) on 
																		iki 
																		hikâye 
																		kitabı 
																		yayımlar. 
																		Hikâye 
																		dalındaki 
																		ilk 
																		eserlerini 
																		Adana’da 
																		yayınlama 
																		fırsatını 
																		bulur. 
																		Yayınlanan 
																		ilk 
																		eseri 
																		ise 
																		Yeni 
																		Edebiyat 
																		dergisinden 
																		çıkan 
																		Balık 
																		adlı 
																		öyküdür. 
																		1940 
																		yılında 
																		Orhan 
																		Raşit 
																		imzasıyla 
																		yayınlanan 
																		öyküyü, 
																		daha 
																		sonra 
																		Baba Evi 
																		romanına 
																		küçük 
																		bir 
																		bölüm 
																		olarak 
																		alır.
																		 
																		
																		  
																		
																		Kasım 
																		1944’te
																		
																		Varlık’ta
																		Revir 
																		Meydancısı 
																		Yusuf 
																		hikâyesi 
																		çıkar ve 
																		bunu 
																		başka 
																		öyküleri 
																		izler. 
																		1945 
																		yılında
																		
																		Varlık
																		
																		dergisi 
																		okurları 
																		arasında 
																		açtığı 
																		bir 
																		soruşturmada 
																		Orhan 
																		Kemal, 
																		yılın en 
																		beğenilen 
																		öykücüsü 
																		seçilir. 
																		1946’dan 
																		sonra 
																		Gün, 
																		Seçilmiş 
																		Hikâyeler, 
																		Yaprak 
																		gibi 
																		dergilerde 
																		öyküleri 
																		çıkmaya 
																		devam 
																		eder. 
																		Seçilmiş 
																		Hikâyeler 
																		dergisi 
																		Nisan- 
																		Mayıs 
																		1948 
																		sayısında 
																		yazarın 
																		yaşamöyküsünü 
																		yayımlar. 
																		Yazar 
																		ise 
																		hikâye 
																		dalında 
																		ilk 
																		kitabını
																		Ekmek 
																		Kavgası 
																		adıyla, 
																		roman 
																		dalında 
																		ise 
																		Baba Evi 
																		adıyla 
																		1949’da 
																		yayımlar.
																		 
																		
																		  
																		
																		Ekmek 
																		Kavgası 
																		eserindeki 
																		öyküler 
																		yazarın 
																		Adana 
																		yıllarının 
																		izlenimlerinden 
																		oluşur. 
																		İkinci 
																		Dünya 
																		Savaşı 
																		yıllarına 
																		rastlayan 
																		bu 
																		dönem, 
																		tarımda 
																		makineleşmenin 
																		başlangıcı 
																		ve 
																		sermayenin 
																		yıkıcı 
																		güç 
																		durumuna 
																		geldiği 
																		yıllardır. 
																		Pamuk 
																		üretiminin 
																		makineleşmesi 
																		bir 
																		yandan 
																		toprak 
																		sahiplerinin 
																		fazla 
																		ürün 
																		almasını 
																		sağlar, 
																		öte 
																		yandan 
																		ortakçı 
																		durumundaki 
																		köylülerin 
																		işçilik 
																		yapmaya 
																		iter. 
																		Makineleşmenin 
																		yol 
																		açtığı 
																		bu 
																		çarpıklaşma, 
																		kırsal 
																		bölgelerden 
																		büyük 
																		kentlere 
																		işçi 
																		akımına 
																		neden 
																		olur. 
																		Eski 
																		gelenekler, 
																		yaşam ve 
																		çalışma 
																		koşulları 
																		emekçilerin 
																		aleyhine 
																		değişmeye 
																		başlar.
																		 
																		
																		  
																		
																		Tabandaki 
																		küçük 
																		insanların 
																		sürüklendiği 
																		bu hızlı 
																		değişim 
																		sürecinde 
																		Orhan 
																		Kemal, 
																		emekçi 
																		insanlarla 
																		aynı 
																		sancıları 
																		yaşar. 
																		Onlarla 
																		birlikte 
																		çalıştığı 
																		fabrikalarda 
																		çelişkileri 
																		içten 
																		içe 
																		yaşar, 
																		insanları 
																		değişen 
																		bu yaşam 
																		koşullarının 
																		nesnelliği 
																		içinde 
																		tanımaya 
																		ve 
																		anlamaya 
																		başlar. 
																		Emek- 
																		sermaye 
																		çelişkisinin 
																		küçük 
																		insanın 
																		sosyal 
																		hayatında 
																		yarattığı 
																		değişim, 
																		yıkım ve 
																		çözülme, 
																		sanatının 
																		ilk 
																		evresindeki 
																		ürünlere 
																		de 
																		yansır. 
																		1942- 46 
																		yıllarında 
																		kimi 
																		öykülerinde 
																		bu 
																		çarpık 
																		yaşam 
																		koşullarını 
																		saptama, 
																		sergileme 
																		olarak 
																		işler. 
																		Sorun- 
																		olay 
																		bağlamında 
																		anlatımı 
																		ise 
																		henüz 
																		zayıftır.
																		 
																		
																		  
																		
																		Bu ilk 
																		dönem 
																		öykülerinde 
																		köylü- 
																		ağa 
																		çatışması 
																		(Afaracı 
																		Hacı Ali), 
																		tarımda 
																		makineleşme, 
																		işsizlik 
																		(Bir 
																		İnsan), 
																		çocuk 
																		işçiliği 
																		(Çocuk 
																		Ali) 
																		ve kadın 
																		(Bir 
																		Kadın) 
																		sorunları 
																		ön 
																		olandadır. 
																		İlk 
																		dönem 
																		öykülerinde 
																		olay, 
																		genellikle 
																		Adana ve 
																		çevresinde 
																		geçer. 
																		
																		           
																		 
																		
																		İkinci 
																		dönem 
																		olarak 
																		adlandırdığımız 
																		dönemde 
																		ise 
																		yazarın 
																		İstanbul’a 
																		göçmesi 
																		sonrasında 
																		1950- 65 
																		yıllarına 
																		dek 
																		kaleme 
																		aldığı 
																		öykülerdir. 
																		Bu 
																		dönemde 
																		uzun ve 
																		verimli 
																		çalışması 
																		sonucu 
																		öykümüze 
																		nitelikli 
																		eserler 
																		kazandırır. 
																		Bu 
																		dönemde 
																		öykülerinde 
																		yine 
																		işçi, 
																		işsizlik, 
																		çocuk 
																		işçi, 
																		kadın, 
																		işportacı, 
																		dilenci, 
																		mahkûmlar, 
																		öksüz ve 
																		yetim 
																		çocuklar, 
																		yetki ve 
																		etiket 
																		sahibi 
																		memurlar 
																		ön plana 
																		çıkar.
																		 
																		
																		  
																		
																		1940’tan 
																		sonra 
																		İstanbul’da 
																		sanayileşme 
																		hız 
																		kazanır. 
																		İşçileşme 
																		kırsal 
																		kesimden 
																		göçlerle 
																		artar. 
																		İşçileşmenin 
																		hızlanmasıyla 
																		birlikte 
																		sorunlar 
																		da 
																		çoğalır 
																		ve 
																		çeşitlenir. 
																		Bir 
																		taraftan 
																		üretim 
																		araçlarına 
																		egemen 
																		patronlar, 
																		bir 
																		tarafta 
																		da bu 
																		üretim 
																		araçlarının 
																		çarkları 
																		arasında 
																		köleleştirilen 
																		küçük 
																		insanlar 
																		şeklinde 
																		bir 
																		sınıfsal 
																		ayrışma 
																		yaşanır. 
																		Bu 
																		ayrışmanın 
																		acımasız 
																		zorunlulukları 
																		hayatı, 
																		küçük 
																		insanlar 
																		cephesinde 
																		çekilmez 
																		kılar. 
																		Bu 
																		dönemde 
																		Orhan 
																		Kemal’in 
																		öyküsü 
																		sermayenin 
																		büyümesine 
																		koşut 
																		olarak 
																		bir 
																		bilinçlenme 
																		sürecine 
																		giren 
																		küçük 
																		insanın 
																		hayatıyla 
																		bütünleşmeye 
																		başlar. 
																		Bu 
																		dönemin 
																		öykülerinde 
																		egemen 
																		kişiler 
																		(patron, 
																		patron 
																		çocukları, 
																		yandaşları, 
																		orta 
																		tabaka 
																		insanlar) 
																		ile 
																		işyerlerinin 
																		özellikleri 
																		içinde 
																		ve 
																		yaşamın 
																		diğer 
																		kesimlerindeki 
																		insanlar 
																		(evlerde, 
																		kahvelerde, 
																		meyhanelerde, 
																		sokak 
																		başlarında) 
																		yazarın 
																		öykülerinde 
																		karşımıza 
																		çıkan 
																		canlı 
																		tipler 
																		olur.
																		 
																		
																		  
																		
																		Orhan 
																		Kemal’in 
																		en 
																		önemli 
																		özelliği 
																		hikâyelerinde 
																		toplumsal, 
																		siyasal, 
																		sosyal, 
																		ekonomik 
																		gerçekleri 
																		bireye 
																		yönelim 
																		şeklinde 
																		kurgulamasıdır. 
																		O 
																		öykülerinde 
																		bireyden 
																		toplumsala 
																		gider. 
																		Bireyi 
																		toplumsal 
																		yaşamın 
																		nesnel 
																		bir 
																		öznesi 
																		olarak 
																		sunar. 
																		Bireyin, 
																		yani 
																		küçük 
																		insanın 
																		yaşamını 
																		felç 
																		eden, 
																		onu 
																		yoksunlaştıran 
																		işsizlik, 
																		açlık, 
																		yokluk, 
																		eğitimsizlik, 
																		sömürü, 
																		göç vb. 
																		gibi her 
																		şey 
																		toplumsal 
																		bir olgu 
																		olarak 
																		hikâyelerinde 
																		dillendirilir. 
																		Bireyden 
																		toplumsala 
																		giderek 
																		toplumu, 
																		özelinde 
																		de 
																		insanı 
																		çürüten 
																		nedenleri 
																		ve 
																		düzensizlikleri 
																		göstermeye 
																		çalışır. 
																		
																		  
																		
																		Yazar, 
																		eserlerinde 
																		sanatının 
																		estetik 
																		dokusunu 
																		“aydınlık 
																		gerçekçilik” 
																		terimi 
																		ile 
																		ifade 
																		eder. Bu 
																		terim 
																		ile o, 
																		bireyin 
																		özüne 
																		yönelir. 
																		Bireyde 
																		özde 
																		değişmeyen, 
																		günün ve 
																		toplumun 
																		koşulları 
																		içerisinde 
																		bozulmayan 
																		bir 
																		“iyilik” 
																		cevherini 
																		gösterir. 
																		İşte 
																		yazar, 
																		hikâyeleriyle 
																		bireyin 
																		özünde 
																		yatan ve 
																		yok 
																		olmayan 
																		bu yönü 
																		ortaya 
																		çıkarmayı 
																		amaçlar. 
																		
																		           
																		 
																		
																		Orhan 
																		Kemal 
																		toplum 
																		gerçeklerine, 
																		toplumun 
																		belirli 
																		bir 
																		kesiminden 
																		seçtiği 
																		bir 
																		kadroyla 
																		ulaşmaya 
																		çalışır. 
																		Bir 
																		başka 
																		ifade 
																		ile 
																		özellikle 
																		bireyin 
																		macerasını 
																		anlatma 
																		ve onun 
																		sosyal 
																		yapı 
																		içerisindeki 
																		rolünü 
																		belirtme 
																		isteği, 
																		hikâyenin 
																		kişi 
																		ekseninde 
																		kurgulamasını 
																		zorunlu 
																		kılar. 
																		Bu 
																		doğrultuda 
																		karakterin 
																		ve 
																		tiplerin 
																		canlı ve 
																		çarpıcı 
																		olmasına 
																		özen 
																		gösterir. 
																		Zaman, 
																		mekân 
																		gibi 
																		diğer 
																		unsurları 
																		ancak 
																		kişiyi 
																		açıklayabildiği 
																		ve 
																		yansıtabildiği 
																		ölçüde 
																		işlevlendirir. 
																		Bu 
																		açıdan 
																		Orhan 
																		Kemal, 
																		toplum 
																		içinden 
																		seçtiği 
																		kişileri 
																		temel 
																		çıkış 
																		noktası 
																		yapar. 
																		Bütün 
																		hikâyelerini 
																		bu ortak 
																		paydada 
																		birleştirme 
																		çabasına 
																		girer, 
																		diyebiliriz. 
																		24 
																		hikâyeyi 
																		içeren 
																		ilk 
																		hikâye 
																		kitabı
																		Ekmek 
																		Kavgası’ndaki
																		Revir 
																		Meydancısı 
																		Yusuf,
																		
																		Mahalle 
																		Bekçisi 
																		Ali, Bir 
																		Öksüz 
																		Kız 
																		Etrafında, 
																		Bir 
																		Ölüye 
																		Dair, 
																		Bir 
																		İnsan, 
																		Teber 
																		Çelik’in 
																		Karısı, 
																		Afaracı 
																		Hacı 
																		Ali, Bir 
																		Kadın, 
																		Propagandacı, 
																		Yemişçi, 
																		Çocuk 
																		Ali, 
																		Büyücü, 
																		Babalar 
																		ve 
																		Oğullar, 
																		Ali 
																		Osman
																		vb. 
																		genellikle 
																		birey 
																		eksenlidir. 
																		Hikâye 
																		adları 
																		da bunun 
																		bir 
																		göstergesi 
																		olarak 
																		kabul 
																		edilebilir. 
																		
																		  
																		
																		Eserlerinde 
																		toplumunun 
																		gerçeklerini 
																		yansıtmayı 
																		amaç 
																		edinen 
																		Orhan 
																		Kemal, 
																		hikâyelerindeki 
																		şahıs 
																		kadrosunu 
																		da 
																		toplumun 
																		değişik 
																		kesimlerinden 
																		oluşturur. 
																		Bu 
																		şahıslar 
																		dünyasının 
																		küçük 
																		insan 
																		tipleriyle 
																		dolu 
																		olması, 
																		kadrosunun 
																		ilk 
																		söylenmesi 
																		gereken 
																		genel 
																		özelliklerden 
																		biridir. 
																		
																		  
																		
																		Yukarıda 
																		sıraladığımız 
																		hikâye 
																		adlarından 
																		da 
																		anlaşılacağı 
																		üzere 
																		Orhan 
																		Kemal, 
																		bu küçük 
																		insanları, 
																		bize, 
																		sadece 
																		genel 
																		adlarıyla 
																		tanıtır. 
																		Küçük 
																		cemiyetin 
																		çarkları 
																		arasında 
																		ezilen 
																		sıradan 
																		insanlar, 
																		ekseriyetle 
																		‘kadın’, 
																		‘adam’ 
																		veya 
																		‘çocuk’turlar. 
																		İsimleri 
																		bir veya 
																		iki 
																		yerde 
																		geçse 
																		bile 
																		hikâye 
																		boyunca 
																		isimleri 
																		hatırlanmaktan 
																		mahrum 
																		olan bu 
																		insanlar, 
																		‘adam’, 
																		‘kadın’ 
																		veya 
																		‘çocuk’ 
																		isimlendirmesi 
																		ile 
																		rollerini 
																		sürdürürler. 
																		
																		  
																		
																		Orhan 
																		Kemal’in 
																		tarım ve 
																		fabrika 
																		işçileri 
																		olmak 
																		üzere 
																		iki tip 
																		işçiyi 
																		hikâyelerine 
																		aldığını 
																		görürüz. 
																		Bu iki 
																		tip, 
																		işçi 
																		sınıfı 
																		dışında 
																		hamal, 
																		garson, 
																		inşaat 
																		vb. 
																		işçilerine 
																		hikâyelerde 
																		az da 
																		olsa yer 
																		verildiğini 
																		söyleyebiliriz. 
																		Örneğin,
																		
																		Kardeş 
																		Payı 
																		adlı 
																		hikâyede 
																		bir nevi 
																		patron 
																		konumundaki 
																		hamalbaşının, 
																		yanında 
																		çalışan 
																		hamalları, 
																		kendi 
																		çıkarı 
																		uğruna 
																		kullanmasını 
																		konu 
																		edinir. 
																		Yazar, 
																		bu tip 
																		hikâyelerinde 
																		de, 
																		güçlü 
																		olanın, 
																		zayıfı 
																		ezmesini 
																		eleştirir. 
																		İşçilerin 
																		zor 
																		şartlar 
																		altında 
																		çalışmaları, 
																		işverenleri 
																		tarafından 
																		insafsızca, 
																		sömürüye 
																		varan 
																		bir 
																		tutumla 
																		çalıştırılmaları, 
																		emeklerinin 
																		karşılığının 
																		verilmemesi, 
																		işlerine 
																		süreklilik 
																		kazandırmak, 
																		geçimlerini 
																		devam 
																		ettirmek 
																		adına 
																		eylemsizliği 
																		tercih 
																		etmeleri, 
																		hikâyelerdeki 
																		işçilerin 
																		ortak 
																		özellikleri 
																		olarak 
																		sıralanabilir. 
																		Orhan 
																		Kemal, 
																		birkaç 
																		hikâyesi 
																		istisna 
																		tutulacak 
																		olursa, 
																		genellikle 
																		bu durum 
																		karşısında 
																		işçilerin 
																		nasıl 
																		tavır 
																		almaları 
																		gerektiği 
																		konusuna 
																		fazlaca 
																		değinmez. 
																		İşçilerin 
																		maddî 
																		sıkıntılarına 
																		çoğu 
																		zaman 
																		çözüm 
																		bulunamasa 
																		da, 
																		Grev 
																		adlı 
																		kitabına 
																		da ad 
																		olan 
																		Grev 
																		hikâyesine 
																		bu 
																		tutumun 
																		aksine, 
																		sömürü 
																		karşısında 
																		birlikte 
																		hareket 
																		edilirse 
																		hakların 
																		kazanılacağı 
																		düşüncesi 
																		hâkimdir. 
																		
																		  
																		
																		Tarım 
																		işçilerinin 
																		durumu 
																		da 
																		diğerlerinden 
																		farklı 
																		değildir. 
																		Onlar da 
																		tıpkı 
																		fabrika 
																		patronlarına 
																		çok 
																		benzeyen 
																		toprak 
																		ağalarının 
																		elinde 
																		karın 
																		tokluğuna 
																		çalışmaya 
																		mahkûmdurlar. 
																		
																		  
																		
																		Çalışanların 
																		yanında 
																		işlerini 
																		kaybetmiş, 
																		iş 
																		bulamamış 
																		ya da 
																		işten 
																		atılma 
																		korkusu 
																		taşıyan 
																		insanların 
																		hikâyelerine 
																		de 
																		rastlarız. 
																		Yazar, 
																		çalışanların 
																		çalışma 
																		şartlarına 
																		dikkat 
																		çekerken 
																		bir 
																		yandan 
																		da iş 
																		bulamayanların 
																		geçim 
																		sıkıntısına, 
																		işini 
																		kaybetme 
																		korkusunu 
																		taşıyanların 
																		günlük 
																		kaygılarına 
																		değinir. 
																		
																		  
																		
																		İkici 
																		gurup 
																		hikâyeleri 
																		ise 
																		kahramanı 
																		çocuk 
																		olan, 
																		çocukların 
																		yaşamlarından 
																		kesitler 
																		sunan 
																		hikâyelerdir. 
																		Bunlar 
																		Orhan 
																		Kemal’in 
																		hikâyeleri 
																		içerisinde 
																		oldukça 
																		fazla 
																		yer 
																		tutar. 
																		Bunların 
																		büyük 
																		bir 
																		kısmı 
																		işçi 
																		çocuklar(ı)dır. 
																		Aile 
																		bütçesine 
																		katkı 
																		sağlamak 
																		maksadıyla  
																		eğitimini 
																		yarıda 
																		bırakan 
																		çocukların 
																		her 
																		hangi 
																		bir 
																		sosyal 
																		güvenceye 
																		bağlı 
																		olmadan, 
																		gerekirse 
																		hafta 
																		sonu ve 
																		geceleri 
																		fabrikalarda 
																		çalıştırılmaları 
																		Orhan 
																		Kemal’in 
																		en çok 
																		işlediği 
																		konulardan 
																		biridir. 
																		Orhan 
																		Kemal’in 
																		burada, 
																		toplumun 
																		gelir 
																		düzeyi 
																		düşük 
																		kesimlerinden 
																		seçtiği 
																		karakterlerin 
																		acımasızca, 
																		zor 
																		şartlar 
																		altında 
																		çalıştırılmalarına 
																		karşı 
																		durarak, 
																		bu 
																		sosyal 
																		yaraya 
																		dikkat 
																		çekmek 
																		ister. 
																		Çocukları 
																		konu 
																		edinen 
																		hikâyelerindeki 
																		çocuk 
																		kahramanlar, 
																		derinliği 
																		olmayan, 
																		düz 
																		karakterlerdir. 
																		Yazar 
																		onları 
																		çocuk 
																		psikolojisine 
																		başvurmadan  
																		yüzeysel 
																		bir 
																		gözlemcilikle 
																		elde 
																		ettiği 
																		bilgiler 
																		ışığında 
																		bize 
																		sunar. 
																		Bu 
																		yüzden 
																		çocuk 
																		hikâyeleri 
																		başta 
																		olmak 
																		üzere, 
																		onun 
																		hikâyelerinde 
																		genel 
																		olarak 
																		psikolojik 
																		bir 
																		derinlik 
																		bulamayız. 
																		Var olan 
																		psikolojik 
																		özellikleri 
																		de 
																		diyaloglar 
																		aracılığı 
																		ile 
																		sunmaya 
																		çalıştığını 
																		görürüz. 
																		Burada 
																		yazar, 
																		bize bir 
																		takım 
																		davranış 
																		biçimlerinin 
																		ötesinde, 
																		durumu 
																		tespit 
																		etmek 
																		istemiş, 
																		onları 
																		ekonomik 
																		düzensizliğin 
																		içerisinde 
																		eriyip 
																		giden, 
																		yok olan 
																		değerler 
																		olarak 
																		ele 
																		almıştır. 
																		
																		  
																		
																		Orhan 
																		Kemal’in, 
																		hikâyelerini 
																		yazarken 
																		kendi 
																		yaşam 
																		tecrübelerinden 
																		de 
																		yararlandığı 
																		bilinmektedir. 
																		O, 
																		hikâyelerinde 
																		daha çok 
																		tanığı 
																		olduğu 
																		yaşam 
																		biçimlerini 
																		ve 
																		kişilerini 
																		ele 
																		alır. 
																		Bir 
																		söyleşisinde 
																		buna 
																		değinen 
																		Orhan 
																		Kemal,
																		
																		“Evet, 
																		ben 
																		tanıdığım 
																		insanları 
																		yazdım. 
																		Tanıdığım, 
																		konuştuğum, 
																		birlikte 
																		sigara 
																		içtiğim, 
																		sırtımı 
																		sıvazlayan 
																		insanları 
																		yazdım. 
																		Ben bu 
																		insanları 
																		inceledim, 
																		araştırdım.”
																		
																		diyerek 
																		cevap 
																		verir. 
																		Sürekli 
																		yoksul, 
																		dar 
																		gelirli 
																		kişilerin 
																		yaşamlarını 
																		anlatmasını 
																		da şöyle 
																		açıklar: 
																		“Hep 
																		işçiyi, 
																		hep 
																		köylüyü 
																		anlatmak 
																		gibi bir 
																		inadın 
																		sonucu 
																		değil 
																		bu. 
																		Gerçekçi 
																		bir 
																		yazar en 
																		iyi 
																		bildiği 
																		şeyi 
																		yazmalıdır. 
																		İşçi ve 
																		köylüler 
																		çocukluğumdan 
																		beri 
																		içime 
																		öylesine 
																		yerleşmişler 
																		ki. 
																		Halli 
																		vakitlilerden 
																		de, 
																		bildiğim 
																		kadar 
																		söz 
																		ediyorum. 
																		Keşke 
																		daha 
																		geniş 
																		tanısam 
																		onları 
																		da, 
																		kitaplar 
																		doldursam.”
																		 
																		
																		  
																		
																		Orhan 
																		Kemal, 
																		askerlik 
																		görevini 
																		yerine 
																		getirirken 
																		Nazım 
																		Hikmet’in 
																		ve 
																		Maksim 
																		Gorki’nin 
																		eserlerini 
																		okuduğu 
																		ve 
																		komünizm 
																		propagandası 
																		yaptığı 
																		suçlamasıyla 
																		tezkereyi 
																		almasına 
																		kırk gün 
																		kala 
																		mahkemeye 
																		çıkarılır 
																		ve 
																		tutuklanır. 
																		Yaklaşık 
																		beş yıl 
																		süren 
																		hapishane 
																		yaşamı, 
																		ona 
																		birçok 
																		hikâyesinin 
																		yazımında 
																		kaynaklık 
																		etmiştir. 
																		İşte 
																		yazarın 
																		üçüncü 
																		guruptaki 
																		hikâyelerini 
																		ise 
																		cezaevindeki 
																		mahkûmları, 
																		gardiyanları 
																		ve 
																		oralardaki 
																		yaşam 
																		koşullarını 
																		anlattığı 
																		cezaevi 
																		öyküleri 
																		oluşturur. 
																		Özellikle 
																		uzun bir 
																		hikâye 
																		olan 
																		72. 
																		Koğuş, 
																		yazarın 
																		gözlemlediği 
																		hapishanedeki 
																		çarpık 
																		yaşamı 
																		anlatan 
																		bir 
																		eserdir.  
																		Bu ve 
																		hapis 
																		günlerinde  
																		yazdığını 
																		bildiğimiz
																		Ekmek 
																		Kavgası’ndaki
																		Revir 
																		Meydancısı 
																		Yusuf,
																		Ekmek 
																		Sabun ve 
																		Aşk;
																		
																		Çamaşırcının 
																		Kızı’ndaki
																		Ayşe 
																		ile 
																		Fatma, 
																		Eski 
																		Gardiyan, 
																		Recep; 
																		Grev’deki 
																		Nurettin 
																		Şadan 
																		Bey; 
																		Dünyada 
																		Harp 
																		Vardı’daki 
																		kitapla, 
																		aynı adı 
																		taşıyan 
																		hikâyelerde 
																		yazar, 
																		sadece 
																		mahkûmların 
																		yaşantılarını 
																		vermez, 
																		onların 
																		bu 
																		mekâna 
																		nasıl ve 
																		niçin 
																		düştükleri 
																		üzerinde 
																		de 
																		durur. 
																		Bu 
																		bağlamda 
																		ülke 
																		sorunlarını 
																		gündeme 
																		getirir. 
																		Tabii 
																		bütün 
																		bunları 
																		bir 
																		hikâye 
																		biçiminin 
																		dışına 
																		çıkmadan 
																		yapar. 
																		Orhan 
																		Kemal, 
																		hapishane 
																		konulu 
																		hikâyelerinde 
																		hapse 
																		düşmüş 
																		kişilerle 
																		yetinmez, 
																		bu 
																		çerçevede 
																		gardiyanlar 
																		ve diğer 
																		hapishane 
																		görevlilerini 
																		de ele 
																		alır. 
																		Yazar, 
																		bu tür 
																		hikâyelerinde 
																		de en 
																		önemli 
																		sorun 
																		olarak 
																		ekonomik 
																		zorlukları 
																		gösterir. 
																		Hapistekiler 
																		dışarıda 
																		peşlerini 
																		bırakmayan 
																		yoksullukla 
																		ve 
																		onunla 
																		gelen 
																		kötülük 
																		ve 
																		çirkinliklerle 
																		burada 
																		da 
																		mücadele 
																		etmek 
																		zorundadırlar. 
																		
																		  
																		
																		Orhan 
																		Kemal’in 
																		dördüncü 
																		gurup 
																		hikâyelerini 
																		ise 
																		kadın ve 
																		kadınların 
																		sürüklendiği 
																		koşulları 
																		anlatan 
																		öyküler 
																		oluşturur.
																		Bir 
																		Ölüye 
																		Dair, 
																		Bir 
																		Kadın, 
																		Teber 
																		Çelik’in 
																		Karısı 
																		bu 
																		öykülerden 
																		bazılarıdır. 
																		Geçim 
																		derdinden 
																		istemeyerek 
																		de olsa 
																		kötü 
																		yola 
																		düşmüş 
																		kadınlar, 
																		fakirlikten 
																		kurtulma 
																		çaresini 
																		artist 
																		olmakta 
																		bulan 
																		genç 
																		kızlar, 
																		varlıklı 
																		insanlara 
																		hizmet 
																		eden 
																		gündelikçiler, 
																		aşk 
																		yüzünde 
																		kötü 
																		yola 
																		düşmüş 
																		genç kız 
																		kalpleri 
																		bu 
																		öykülerinde 
																		işlediği 
																		temalardır.
																		 
																		
																		  
																		
																		Orhan 
																		Kemal’in 
																		hikâyelerinde 
																		bunlardan 
																		başka 
																		öykülerinde 
																		işlediği 
																		daha 
																		birçok 
																		soruna 
																		ve insan 
																		tipine 
																		rastlamak 
																		mümkündür.  
																		Çok 
																		düşük 
																		ücretle 
																		çalışmalarından 
																		ötürü 
																		kışın 
																		giydiklerini 
																		yazın da 
																		giymek 
																		zorunda 
																		kalan 
																		küçük 
																		memurlar, 
																		muhasebeciler, 
																		umut 
																		peşinde 
																		köyden 
																		kente 
																		göç eden 
																		ve 
																		gecekondularda 
																		yaşamak 
																		zorunda 
																		kalanlar, 
																		avare 
																		bir 
																		yaşantı 
																		sürenler, 
																		arzuhalciler, 
																		işten 
																		çıkarılma 
																		korkusu 
																		yaşayanlar 
																		ve daha 
																		birçok 
																		küçük 
																		insan 
																		manzaralarını 
																		eserlerinde 
																		bulmak 
																		mümkündür. 
																		Orhan 
																		Kemal’in 
																		küçük 
																		insanları, 
																		ekmek 
																		peşinde 
																		koşan, 
																		toplumda 
																		kendine 
																		yer 
																		bulma 
																		çabasında, 
																		sıkıntılı 
																		bir 
																		karakter 
																		görünümdedirler. 
																		
																		  
																		
																		Orhan 
																		Kemal, 
																		hikâyeleriyle 
																		insanlığa 
																		ait 
																		değerleri 
																		gün 
																		yüzüne 
																		çıkarma, 
																		toplum 
																		tarafından 
																		kötü 
																		olarak 
																		nitelendirilen 
																		bir 
																		insan da 
																		bile iyi 
																		bir 
																		özellik 
																		bulunduğunu 
																		ispatlama 
																		peşindedir. 
																		Ona göre 
																		hiçbir 
																		insan, 
																		yüzüne 
																		söylenmesini 
																		istemeyeceği, 
																		utanacağı 
																		bir 
																		eylemi 
																		isteyerek 
																		gerçekleştirmez. 
																		İşte 
																		sanatçı 
																		öncelikle, 
																		insanı 
																		istenmeyen 
																		davranışlara 
																		sürükleyen 
																		nedenler 
																		üzerinde 
																		durmalı 
																		ve 
																		ardından 
																		kahramanın 
																		özündeki 
																		iyiliği, 
																		onlardaki 
																		aydınlık 
																		yönü 
																		bulup 
																		çıkarmalıdır. 
																		Bunu 
																		kendi 
																		deyimi 
																		“aydınlık 
																		gerçekçilik” 
																		olarak 
																		tanımlar. 
																		(Bezirci, 
																		1984: 
																		46) Bu 
																		terim 
																		ile 
																		yazar, 
																		her 
																		insanda 
																		iyi bir 
																		yön 
																		olduğunu 
																		söyler. 
																		Bu 
																		düşüncesiyle 
																		toplumun 
																		değişebileceğine,  
																		dönüştürülebileceğine 
																		inanır. 
																		Bu terim 
																		ile o 
																		aynı 
																		zamanda 
																		bireyi 
																		ve 
																		toplumu 
																		olumsuz 
																		etkileyen 
																		emek- 
																		sermaye 
																		çelişkisini 
																		göstermeyi 
																		amaçlar. 
																		
																		  
																		
																		 Orhan 
																		Kemal’in 
																		hikâyeleri 
																		genel 
																		olarak 
																		böyle 
																		bir 
																		toplumcu 
																		gerçekçilik 
																		anlayışı 
																		çerçevesinde 
																		şekillenir. 
																		Onun 
																		hikâyelerini 
																		kuşatan 
																		“aydınlık 
																		gerçekçilik”in 
																		temel 
																		çıkış 
																		noktası 
																		budur. 
																		Bunun 
																		örneklerini 
																		birçok 
																		hikâyesinde 
																		bulmak 
																		mümkündür.
																		Teber 
																		Çelik’in 
																		Karısı 
																		adlı 
																		hikâyesinde, 
																		Teber 
																		Çelik’in 
																		karısı 
																		Seyran’ı 
																		fuhşa 
																		sürükleyen 
																		sorumsuz 
																		ve 
																		sadakatsiz 
																		eşler 
																		üzerinde 
																		durur. 
																		Orhan 
																		Kemal, 
																		Seyran’ı 
																		fuhşa 
																		zorlayan, 
																		kocasının 
																		kendisini 
																		başka 
																		kadınlarla 
																		aldatması, 
																		kumar 
																		oynama 
																		alışkanlığı 
																		gibi 
																		birtakım 
																		gerekçeler 
																		öne 
																		sürer. 
																		Bu 
																		sorunlar 
																		içerisinde 
																		en 
																		geçerli 
																		neden 
																		olarak 
																		ekonomik 
																		zorlukları, 
																		yani 
																		açlığı 
																		gösterir. 
																		Çünkü 
																		beton 
																		amelesi 
																		Teber 
																		Çelik’in 
																		karısı 
																		Seyran, 
																		tek 
																		gözlü 
																		kerpiç 
																		evlerinde 
																		kocasının 
																		kazandığı 
																		üç beş 
																		lirayla 
																		almayı 
																		ümit 
																		ettiği 
																		bulgur 
																		aşının 
																		hayaliyle 
																		her 
																		günün 
																		akşamını 
																		beklemekte, 
																		bu da 
																		olmayınca 
																		yarım 
																		somunla 
																		tahin 
																		helvası 
																		olsun 
																		almak 
																		istemekte, 
																		fakat 
																		bakkala 
																		olan 
																		borçları 
																		yüzünden 
																		alamamaktadır. 
																		Üstelik 
																		dört 
																		yaşındaki 
																		oğlu 
																		Kasım,
																		
																		“yalınayak, 
																		yarı 
																		beline 
																		kadar 
																		ıslak” 
																		şehrin 
																		dört bir 
																		yanında 
																		dilencilik 
																		yaparak 
																		evin 
																		geçim 
																		derdine 
																		biraz 
																		olsun 
																		çare 
																		aramaktadır. 
																		Seyran, 
																		Teber 
																		Çelik’in 
																		kendisini 
																		aldattığını 
																		duymasıyla 
																		sonucu 
																		biraz 
																		açlığın 
																		etkisiyle 
																		ve biraz 
																		da 
																		zorlamayla 
																		inşaat 
																		bekçisine 
																		teslim 
																		olur. 
																		Onu 
																		kocasının 
																		arkadaşı 
																		inşaat 
																		bekçisiyle 
																		beraber 
																		olmaya 
																		zorlayan 
																		asıl 
																		neden 
																		ise işin 
																		içinden 
																		çıkılmaz 
																		geçim 
																		sıkıntısıdır. 
																		
																		  
																		
																		İnsanı 
																		kötülüğe 
																		iten 
																		sadece 
																		ekonomik 
																		sıkıntılar 
																		değildir. 
																		Bireyin 
																		bu 
																		kötülüğünden 
																		biraz da 
																		toplum 
																		sorumludur. 
																		Yazar,
																		Bir 
																		Kadın 
																		hikâyesinde 
																		yirmi 
																		iki 
																		yaşındaki 
																		köylü 
																		kızının 
																		eylemlerini 
																		bozuk 
																		toplum 
																		yapısının 
																		içindeki 
																		çaresizliği 
																		ile 
																		açıklar. 
																		Ona göre 
																		bu 
																		toprak 
																		işçisi 
																		kız, bir 
																		başka 
																		kızla 
																		kaçan 
																		sevdiği 
																		insanı 
																		bulma 
																		gibi 
																		oldukça 
																		masum 
																		bir 
																		amaçla 
																		şehre 
																		gitmiş, 
																		fakat 
																		bir 
																		yandan 
																		parasızlık, 
																		diğer 
																		yandan 
																		da tek 
																		başına 
																		üstelik 
																		ortalıkta 
																		yaşayan 
																		kadınlara 
																		toplumun 
																		bakışı 
																		nedeniyle 
																		‘kötü 
																		kadın’ 
																		olmuştur. 
																		Her şeye 
																		rağmen 
																		bu bozuk 
																		toplum 
																		yapısının 
																		içinde 
																		iyi 
																		kalmayı 
																		başarabilmiş 
																		insanlara 
																		rastlamak 
																		her 
																		zaman 
																		mümkündür. 
																		Yazar bu 
																		hikâyesini 
																		de 
																		ortada 
																		kalmış 
																		bu 
																		kadına 
																		sahip 
																		çıkan 
																		bir 
																		karakteri 
																		anlatarak 
																		hikâyesini 
																		bitirir.
																		 
																		
																		  
																		
																		Orhan 
																		Kemal, 
																		hikâyelerini 
																		yazarken 
																		bireyi 
																		toplum 
																		içerisinde 
																		yalnız 
																		düşünür. 
																		Bireyi 
																		kötülüğe 
																		sevk 
																		eden 
																		nedenler 
																		üzerinde 
																		yeterince 
																		durmakla 
																		birlikte, 
																		onu bu 
																		kötülükten 
																		alıkoyacak 
																		etkilere 
																		fazla 
																		değinmez.  
																		Onu 
																		biraz 
																		çaresiz, 
																		umutsuz, 
																		güçsüz 
																		ve 
																		kaygılı 
																		hayal 
																		eder. Bu 
																		yüzden 
																		Orhan 
																		Kemal’in 
																		küçük 
																		insanlarını 
																		edilgen 
																		ve 
																		toplumsal 
																		yazgılarına 
																		boyun 
																		eğmiş 
																		buluruz. 
																		
																		  
																		
																		Orhan 
																		Kemal’in 
																		öykü 
																		tekniğinde 
																		diyaloglar 
																		(konuşmalar) 
																		önemli 
																		bir yer 
																		tutar. 
																		Bu 
																		teknik 
																		ile 
																		yazar, 
																		kişilerin 
																		iç 
																		dünyasını, 
																		yine 
																		kişiler 
																		aracılığıyla 
																		verir.
																		 
																		
																		  
																		
																		Orhan 
																		Kemal’de 
																		konuşmalar 
																		fazla 
																		yer 
																		tutmasına 
																		rağmen 
																		anlatımı 
																		yoğun 
																		sayılmaz.  
																		Bu 
																		yönüyle 
																		Ömer 
																		Seyfettin’e 
																		benzer. 
																		Dili 
																		süslü 
																		değildir. 
																		Sıfatlardan 
																		kaçınır. 
																		Kişi, 
																		zaman, 
																		mekân 
																		betimlemelerine 
																		fazla 
																		yer 
																		vermez. 
																		Dolaysız 
																		ve rahat 
																		bir 
																		anlatımı 
																		vardır. 
																		Öykülerinde 
																		yabancı 
																		sözcüklere 
																		ve Batı 
																		kaynaklı 
																		kelimeler 
																		pek 
																		azdır.
																		 
																		
																		  
																		
																		Orhan 
																		Kemal’in 
																		bütün 
																		öykülerinde 
																		giriş, 
																		gelişme 
																		ve sonuç 
																		bölümleri 
																		yer 
																		alır. Bu 
																		öykü 
																		uygulayımı 
																		ile Ömer 
																		Seyfettin’e, 
																		içerik 
																		bakımından 
																		ise 
																		Sabahattin 
																		Ali’ye 
																		benzer. 
																		Öyküleri, 
																		çoğunlukla 
																		öykünün 
																		oluşacağı 
																		çevre, 
																		ortam ve 
																		kişinin 
																		birkaç 
																		kelimeyle 
																		betimlenmesiyle 
																		başlar. 
																		Özellikle 
																		giriş 
																		cümlesi 
																		söyleyiş 
																		biçimiyle 
																		insanı 
																		etkiler. 
																		Girişte 
																		duygu ön 
																		plandadır. 
																		Gelişme 
																		bölümü 
																		ise 
																		çoğunlukla 
																		konuşmalarla, 
																		anlatımlarla 
																		örülür. 
																		Konuşmaları, 
																		öyküye 
																		genellikle 
																		kişilerin 
																		ruhsal 
																		yaşantısını 
																		göstermeye 
																		dönük 
																		bir 
																		teknik 
																		olarak 
																		uygular. 
																		
																		  
																		
																		Sonuç 
																		bölümünde 
																		ise 
																		öyküyü, 
																		sinemasal 
																		dizilişli 
																		görsel 
																		öğelerle 
																		öyküyü 
																		bitirir. 
																		Bu 
																		sinemasal 
																		kurgulama 
																		öykülerinin 
																		genellikle 
																		içyapısının 
																		en büyük 
																		özelliğini 
																		oluşturur. 
																		Çünkü 
																		onun 
																		öykülerini 
																		okurken 
																		kendimizi 
																		adeta 
																		bir 
																		sinemada 
																		ya da 
																		bir 
																		tiyatroda 
																		hissederiz. 
																		Bu 
																		kurgulama, 
																		öykücülüğünün 
																		en büyük 
																		özelliğidir.
																		 
																		
																		  
																		
																		Bu 
																		bölüm, 
																		giriş 
																		bölümünden 
																		kısa 
																		olup, 
																		şaşırtmalara, 
																		sürpriz 
																		sonuçlara 
																		pek 
																		rastlanmaz. 
																		Öyküyü, 
																		fazla 
																		uzatmadan, 
																		kıvamında, 
																		yerli 
																		yerinde 
																		bir 
																		izlenimle 
																		bitirir. 
																		Öykülerinin 
																		büyük 
																		çoğunluğunda, 
																		sonucu 
																		hikâyenin 
																		ortasında 
																		bitirmeden 
																		bırakır. 
																		Böylece 
																		öykülerinde 
																		olup 
																		biteni 
																		okurun 
																		zengin 
																		hayal 
																		gücüne 
																		bırakır. 
																		Anlatımdan 
																		çok 
																		görüntüyle, 
																		kesitle 
																		yani 
																		olayla 
																		ilişkilenebilecek 
																		davranışla, 
																		tutumla 
																		ön plana 
																		çıkar. 
																		Çünkü 
																		öykülerini 
																		okuduğumuzda 
																		insanlığın 
																		çelişkilerini, 
																		toplumsal 
																		yaşamımızın 
																		acılarını 
																		(açlık, 
																		işsizlik, 
																		yokluk) 
																		görür 
																		gibi 
																		oluruz. 
																		Öykülerinde 
																		insan ve 
																		sosyal 
																		koşullar 
																		çıplak 
																		bir 
																		görüntüyle 
																		karşımıza 
																		çıkar.
																		 
																		
																		  
																		
																		Orhan 
																		Kemal’in 
																		öykü 
																		evreni 
																		(sosyal 
																		çevre) 
																		ve öykü 
																		kişileri 
																		tanındık 
																		biçiminde 
																		görülür. 
																		Çünkü 
																		öyküleri, 
																		soyut 
																		düşünce 
																		ile masa 
																		başında 
																		kurgulamaz. 
																		Yaşadığı, 
																		gördüğü 
																		ve tanık 
																		olduğu 
																		yaşam 
																		kesitleriyle 
																		öykülerini 
																		örer. Bu 
																		izlenimci 
																		bakış, 
																		onun 
																		öykülerini 
																		yaşamın 
																		laboratuarında 
																		sınadığı 
																		izlenimini 
																		verir. 
																		Yazar, 
																		öykü 
																		kişilerini 
																		yakından 
																		tanıyarak 
																		onlara 
																		içten 
																		bir 
																		bakışla 
																		yaklaşır. 
																		Kişilerini, 
																		günlük 
																		yaşamdan 
																		cımbızla 
																		çekip 
																		anlatıya 
																		dâhil 
																		etmiş 
																		gibidir. 
																		Bundan 
																		dolayı 
																		o, her 
																		görüntüden 
																		bir öykü 
																		çıkarabilen 
																		bir 
																		dehaya 
																		sahiptir.
																		 
																		
																		  
																		
																		ORHAN 
																		KEMAL’İN 
																		“EKMEK 
																		KAVGASI” 
																		ADLI 
																		ESERİNDE 
																		ÇOÇUĞUN 
																		İŞÇİLEŞMESİ 
																		VE ÇOÇUK 
																		EMEĞİNİN 
																		SÖMÜRÜLMESİ 
																		SORUNU 
																		
																		  
																		
																		Her 
																		sanat 
																		özünde 
																		insanı 
																		anlatır. 
																		Sanat, 
																		insanın 
																		yeryüzündeki 
																		var 
																		oluşunu, 
																		yaşamını 
																		ve 
																		birbirleriyle 
																		ilişkisini, 
																		iyi ve 
																		kötü 
																		yönlerini 
																		kendine 
																		has araç 
																		ve 
																		yöntemlerle 
																		estetik 
																		bir 
																		kaygı 
																		güderek 
																		anlatmayı 
																		amaçlar. 
																		Bundan 
																		dolayı 
																		sanat, 
																		hangi 
																		türde 
																		olursa 
																		olsun 
																		özünde 
																		insana 
																		dair bir 
																		anlam 
																		taşır. 
																		
																		  
																		
																		Yer 
																		yuvarlığında 
																		insanca 
																		yaşanacak 
																		koşulları 
																		olmayan, 
																		bu 
																		koşulları 
																		yaratamayan, 
																		ezilen, 
																		sömürülen, 
																		kadın, 
																		erkek, 
																		çocuk ve 
																		genç- 
																		yaşlı 
																		demeden 
																		bu 
																		bataklığa 
																		sürüklenen 
																		binlerce 
																		insan ve 
																		bu 
																		insanlığın 
																		bu 
																		konumda 
																		binlerce 
																		öyküsü, 
																		gerçekçi 
																		ve aydın 
																		yazarlarca 
																		öykülere 
																		romanlara 
																		ve 
																		tiyatrolara 
																		taşınmıştır. 
																		
																		  
																		
																		Bizler 
																		kendimizden 
																		bir 
																		parça 
																		bulduğumuz 
																		bir 
																		anlatıyı 
																		ve bu 
																		anlatıların 
																		kahramanlarını 
																		sevmişizdir. 
																		Onlarla 
																		özdeşleşiriz. 
																		Onların 
																		maceralarında 
																		kendi 
																		maceralarımızın 
																		yansısını 
																		buluruz. 
																		
																		  
																		
																		İşte 
																		bizleri 
																		öyküleri 
																		ve 
																		romanlarıyla 
																		bu 
																		asırlık 
																		toplumsal 
																		ve 
																		sosyal 
																		sorunlarla 
																		buluşturan 
																		ve 
																		yüreğimizin 
																		teline 
																		dokunan 
																		bir 
																		yazar 
																		olan 
																		Orhan 
																		Kemal, 
																		neredeyse 
																		her 
																		öyküsünde 
																		halkın 
																		sırtındaki 
																		bu 
																		asırlık 
																		kamburu 
																		birçok 
																		yönüyle 
																		çeşitli 
																		şekillerde 
																		dillendirir. 
																		Yazar 
																		1940-1950 
																		arasında 
																		Anadolu 
																		topraklarından 
																		süzdüğü 
																		bu 
																		insanlık 
																		hallerini, 
																		neredeyse 
																		insanlık 
																		tarihi 
																		kadar 
																		eski 
																		olan bu 
																		sorunlar 
																		yumağını 
																		yazmakla 
																		kendinden 
																		sonraki 
																		yazarlar 
																		için 
																		öncü bir 
																		rol 
																		üstlenmiştir. 
																		Her 
																		geçen 
																		gün çığ 
																		gibi 
																		büyüyen 
																		bu 
																		evrensel 
																		sorunların 
																		en 
																		önemlisi 
																		çocuğun 
																		işçileşmesi 
																		ve çocuk 
																		emeği 
																		sorunudur. 
																		
																		  
																		
																		Orhan 
																		Kemal, 
																		bu 
																		sorunu 
																		ilk 
																		olarak 
																		1949 
																		yılında
																		
																		Varlık 
																		yayınlarından 
																		çıkan “Ekmek 
																		Kavgası” 
																		adını 
																		taşıyan 
																		eserindeki 
																		birçok 
																		öyküsünde 
																		işlemiştir. 
																		
																		  
																		
																		Çocukların 
																		yaşadığı 
																		sorunlar 
																		sanayinin 
																		gelişmesiyle 
																		birlikte 
																		daha da 
																		ağırlaşmış 
																		ve 
																		vahşileşmiştir. 
																		Kapitalizmin 
																		gelişmesiyle 
																		vahşileşen 
																		bu 
																		koşullar 
																		geleneksel 
																		aile 
																		yapısını 
																		temelden 
																		sarsarak 
																		aile 
																		bireylerini 
																		dağıtmış 
																		ve bu 
																		bireyleri 
																		insanlık 
																		dışı 
																		koşullara 
																		sürüklemiştir. 
																		Bu 
																		koşullardan 
																		en çok 
																		etkilenenler 
																		çocuklar 
																		ve 
																		kadınlar 
																		olmuştur. 
																		İşte “Ekmek 
																		Kavgası” 
																		adlı 
																		eserindeki 
																		“Uyku” 
																		bu 
																		yönüyle 
																		önemli 
																		bir 
																		öyküdür. 
																		
																		           
																		 
																		
																		Ekmek 
																		Kavgası, 
																		1940- 50 
																		yıllarında 
																		Adana’da 
																		sanayinin 
																		gelişmesi 
																		sonucu 
																		alt 
																		tabaka 
																		insanının, 
																		diğer 
																		bir 
																		deyişle 
																		küçük 
																		insanın 
																		yaşadığı 
																		açlık, 
																		yokluk, 
																		yoksulluk, 
																		barınma, 
																		beslenme, 
																		sağlık 
																		ve göç 
																		gibi 
																		toplumsal 
																		gerçekleri 
																		geniş 
																		bir 
																		çerçevede 
																		anlatır. 
																		Bu anlam 
																		atmosferinin 
																		ilk 
																		çekirdeğini 
																		çocuk 
																		emeği, 
																		çocuğun 
																		işçileşmesi 
																		süreci 
																		oluşturur.
																		Ekmek 
																		Kavgası’nda
																		Uyku 
																		adlı 
																		öykü, 
																		Türkiye’de 
																		çocuğun 
																		işçileşme 
																		sürecini 
																		anlatan 
																		önemli 
																		öykülerden 
																		biridir. 
																		
																		  
																		
																		1942 
																		yılında 
																		kaleme 
																		alınana 
																		hikâyede 
																		yazar 
																		Madeni 
																		Eşya 
																		Fabrikası’nda 
																		çalışan 
																		150 
																		ameleden 
																		80’i 14- 
																		16 
																		yaşları 
																		arasında 
																		olan 
																		çocuk 
																		işçileri 
																		anlatır. 
																		Kâr 
																		amacıyla 
																		acımasız 
																		koşullarda 
																		çalıştırılan 
																		çocukları 
																		yazar, 
																		hiçbir 
																		abartıya 
																		kaçmadan 
																		fabrika 
																		içindeki 
																		nesnel 
																		koşullarıyla 
																		olduğu 
																		gibi 
																		sunar: 
																		
																		  
																		
																		
																		“Madeni 
																		Eşya 
																		Fabrikası 
																		hafta 
																		tatiline 
																		hazırlanıyordu. 
																		Fabrikanın 
																		yüz elli 
																		amelesinden 
																		sekseni, 
																		on 
																		dörtle 
																		on altı 
																		yaş 
																		arasında 
																		erkek 
																		çocuklardı 
																		ki, 
																		yirmi 
																		kadarı 
																		‘Pres’ 
																		makinelerinde 
																		çalışıyordu. 
																		Üstleri 
																		başları 
																		paramparçaydı. 
																		Aşağı 
																		yukarı 
																		aynı boy 
																		ve aynı 
																		kalıpta 
																		olduklarından, 
																		birbirlerine 
																		benziyorlardı..” 
																		(Kemal, 
																		2003: 
																		71) 
																		
																		Hikâyenin 
																		anlam 
																		atmosferini 
																		doğru 
																		okuduğumuzda 
																		çalışan 
																		çocukların 
																		birçok 
																		sorunla 
																		karşı 
																		karşıya 
																		olduğu 
																		görülür. 
																		Bunlar 
																		yetersiz 
																		beslenme, 
																		düşük 
																		ücretle 
																		çalıştırılma, 
																		iş 
																		yerlerinin 
																		sağlıksızlığı 
																		ve 
																		güvensizliği, 
																		aşırı 
																		çalıştırılma, 
																		uykusuzluk 
																		ve 
																		yorgunluktur: 
																		
																		  
																		
																		
																		“Dönüşte, 
																		tornacıların 
																		alet ve 
																		edevat 
																		dolabının 
																		camında 
																		kendini 
																		gördü: 
																		İpinceydi. 
																		Omuzları 
																		dar, 
																		omuz 
																		başları 
																		çıkık 
																		çıkıktı... 
																		Utandı, 
																		kendisine 
																		bakıyorlar 
																		gibi 
																		geldi, 
																		büsbütün 
																		utandı 
																		ve 
																		telaşlandı... 
																		Baba 
																		Ferhat, 
																		yalnız 
																		o, eğe 
																		eğelerken 
																		orada 
																		gözü 
																		Sami’ye 
																		kayıyordu. 
																		Sami 
																		sanıyordu 
																		ki, Baba 
																		Ferhat 
																		onun 
																		zayıflığına 
																		bakıyor...Zannediyordu 
																		ki, 
																		herkes 
																		onunla, 
																		onun 
																		zayıflığıyla 
																		meşgul. 
																		Birbirlerine 
																		‘Amma da 
																		zayıf 
																		ha’ diye 
																		fısıldıyorlar. 
																		Bu his 
																		gittikçe 
																		büyüyor. 
																		
																		  
																		
																		Saat 
																		iki 
																		buçuğa 
																		doğru 
																		çocuk 
																		Sami’nin 
																		duracak 
																		hali 
																		kalmamıştı. 
																		Uykusu 
																		dağılsın 
																		diye, 
																		başını 
																		makinenin 
																		demirine 
																		vurdu, 
																		göz 
																		kapaklarını 
																		cimcikledi, 
																		elini 
																		ısırdı, 
																		tırnağına 
																		baktı... 
																		Vücudu 
																		lapaya 
																		dönmüştü. 
																		Atölyenin 
																		benzin, 
																		gazyağı 
																		kokan 
																		ağır 
																		havası 
																		başını 
																		ağrıtıyordu, 
																		bu ara 
																		makinenin 
																		yan 
																		demirine 
																		yaslandı, 
																		hafif 
																		hafif 
																		kestirmeye 
																		başlamıştı, 
																		birden 
																		öğle 
																		sendeledi 
																		ki, az 
																		kalsın 
																		yanı 
																		başında 
																		yağlı 
																		bir 
																		vınıltıya 
																		dönen 
																		volanın 
																		arasına 
																		yuvarlanıyordu, 
																		tutundu..
																		 
																		
																		  
																		
																		Saat 
																		iki 
																		buçuğa 
																		doğru 
																		bütün 
																		atölye, 
																		tornaları 
																		freze, 
																		tav 
																		ocakları, 
																		presler, 
																		Baba 
																		Ferhat, 
																		Şuayip’le 
																		Danyal 
																		Usta, 
																		sarı 
																		sarı 
																		yanan 75 
																		mumluklar, 
																		her şey, 
																		her kes 
																		Sami 
																		kadar 
																		bitkindi. 
																		
																		  
																		
																		Saat 
																		ikide, 
																		bir 
																		saatlik 
																		yemek 
																		paydosu 
																		verildi. 
																		Çocuk 
																		Sami 
																		kömür 
																		ambarına 
																		indi. 
																		Ambar 
																		karanlıktı, 
																		rutubetliydi, 
																		ama, 
																		toprak 
																		serindi. 
																		İri bir 
																		maden 
																		kömürü 
																		parçasını 
																		başının 
																		altına 
																		alıp 
																		yorgun 
																		vücudunu 
																		toprağa 
																		bıraktı, 
																		hemen 
																		uyudu. 
																		Düdük 
																		sesleriyle 
																		uyandığı 
																		vakit, 
																		kontroller 
																		ellerinde 
																		elektrik 
																		lambaları 
																		çocukları 
																		iş 
																		başına 
																		kovalıyorlardı. 
																		Sami de 
																		kalktı 
																		kaburgaları 
																		rutubetten 
																		buz 
																		kesilmişti. 
																		Makinesine 
																		geldi.” 
																		(Kemal, 
																		2003: 
																		74- 77) 
																		
																		  
																		
																		Öykünün 
																		bu 
																		anlatı 
																		pasajları 
																		çocuk 
																		işçilerin 
																		düştüğü 
																		trajik 
																		boyutun 
																		gerçek 
																		yüzüdür. 
																		Yazar 
																		toplumsal 
																		yoksullaşmasının 
																		yapısının 
																		ekonomik 
																		boyutunu 
																		nedensel 
																		boyutuyla 
																		da 
																		aydınlatır. 
																		Örneğin 
																		yazar, 
																		çocuğun 
																		işçileşmesinin 
																		en büyük 
																		nedeni 
																		olarak 
																		aile 
																		ekonomisinin 
																		zayıflığını 
																		ve 
																		işsizliği 
																		gösterir. 
																		Bu 
																		gerçekliği 
																		ise 
																		yazar 
																		hiçbir 
																		anlatıcıyı 
																		araç 
																		etmeden 
																		direk 
																		olay 
																		kahramanlarının 
																		bakışıyla 
																		sunar. 
																		Böylece 
																		öyküde 
																		evrensel 
																		insanlık 
																		sorununu 
																		sinemasal 
																		bir 
																		teknikle 
																		iletmiştir: 
																		
																		  
																		
																		
																		“Çocuk 
																		Sami 
																		düşündü: 
																		Öğleden 
																		sonra 
																		paydos 
																		olacak 
																		diye 
																		yiyecek 
																		getirmemişti. 
																		Karnı 
																		pek aç 
																		değildi 
																		ama gece 
																		belki de 
																		acıkır 
																		diye 
																		elli 
																		kuruş 
																		avans 
																		almaya 
																		karar 
																		verdiyse 
																		de 
																		vazgeçti. 
																		Annesi 
																		‘Aman 
																		oğlum, 
																		Sami, 
																		sakın 
																		borç 
																		etme. 
																		Aybaşında 
																		taksitimizi 
																		ödeyemezsek 
																		evimizden 
																		atarlar 
																		bizi,’ 
																		diye 
																		tembih 
																		etmişti.” 
																		(Kemal, 
																		2003: 
																		73) 
																		
																		  
																		
																		Hikâyede 
																		de 
																		görüldüğü 
																		gibi 
																		Çocuk 
																		Sami, 
																		ailenin 
																		ekonomik 
																		geçimini 
																		omuzlamıştır. 
																		Ailenin 
																		ekonomik 
																		yetersizliğinden 
																		dolayı 
																		çocuklar 
																		yaşıtları 
																		gibi 
																		oynamak, 
																		okula 
																		gitmek 
																		yerine 
																		aile 
																		geçindirmek 
																		için 
																		çalışırlar. 
																		
																		  
																		
																		Anlatıcı, 
																		Çocuk 
																		Sami’nin 
																		iç 
																		dünyasına 
																		inerek, 
																		onun 
																		psikolojisini 
																		neden– 
																		sonuç 
																		bağlamında 
																		çözümlemiştir. 
																		Bu 
																		psikolojik 
																		sorunun 
																		kökeninde 
																		Çocuk 
																		Sami’nin 
																		düşük 
																		ücretle 
																		çalıştırılması, 
																		babasının 
																		vefat 
																		etmesi 
																		ile evin 
																		ekonomik 
																		geçimini 
																		üstlenmesi 
																		ve 
																		“işimi 
																		kaybederim” 
																		korkusuyla 
																		(dışarıda 
																		binlerce 
																		işsiz 
																		çocuk iş 
																		aramakta) 
																		en ağır 
																		koşullarda 
																		çalışmaya 
																		mecbur 
																		olması 
																		gibi 
																		olgular 
																		da 
																		yatmaktadır. 
																		Bundan 
																		dolayı 
																		Çocuk 
																		Sami 
																		fiziksel 
																		ve 
																		psikolojik 
																		bir çok 
																		sorun 
																		yaşamaktadır.
																		 
																		
																		Ekmek 
																		Kavgası’nda 
																		çocuklar 
																		büyük 
																		bir yer 
																		tutar. 
																		Yazar 
																		yaklaşık 
																		on 
																		hikâyesinde 
																		(Ekmek 
																		Kavgası, 
																		Bir 
																		Ölüye 
																		Dair, 
																		Dönüş, 
																		Kitap 
																		Satmaya  
																		Dair, 
																		Propagandacı, 
																		Babalar 
																		ve 
																		Oğullar, 
																		Köpek 
																		Yavrusu, 
																		Teber 
																		Çelik’in 
																		Karısı, 
																		Yemişçi, 
																		Çocuk 
																		Ali) 
																		çocukların 
																		sürüklendiği 
																		vahim 
																		koşulları 
																		gözler 
																		önüne 
																		serer. 
																		
																		  
																		
																		Teber 
																		Çelik’in 
																		Karısı 
																		adlı 
																		öyküde 
																		yazar 
																		yoksul 
																		bir 
																		ailenin 
																		çocuğu 
																		olan 
																		Kasım’ın 
																		babanın 
																		sorumsuzluğundan 
																		dolayı 
																		sabah 
																		evden 
																		erken 
																		çıkıp 
																		akşamın 
																		geç 
																		saatlerine 
																		kadar 
																		yarı 
																		beline 
																		dek 
																		ıslak 
																		dilenen 
																		çocuğun 
																		acıklı 
																		durumunu 
																		işler: 
																		
																		  
																		
																		
																		“Teber 
																		Çelik’in 
																		karısı 
																		evine 
																		telaşla 
																		döndü. 
																		Dört 
																		yaşındaki 
																		oğlu 
																		Kasım, 
																		uzun 
																		etekleri 
																		yarı 
																		beline 
																		kadar 
																		ıslak, 
																		yalınayakları 
																		çamur 
																		içinde, 
																		kapı 
																		önünde 
																		bekliyordu. 
																		
																		Bu 
																		çocuk 
																		her gün 
																		erken 
																		erken 
																		evden 
																		çıkar, 
																		akşamın 
																		geç 
																		saatlerinde 
																		dönerdi. 
																		Bütün 
																		gün 
																		şehrin 
																		her 
																		tarafında 
																		yalınayak 
																		ve yarı 
																		beline 
																		kadar 
																		ıslak 
																		dolaşır, 
																		dilenirdi...” 
																		(Kemal, 
																		2003: 
																		46) 
																		
																		  
																		
																		 Çocuğun 
																		dilenciliğe 
																		itilmesinin 
																		en büyük 
																		nedeni 
																		babanın, 
																		eşine ve 
																		çocuğuna 
																		karşı 
																		sadakatsizliği 
																		şeklinde 
																		görülmektedir. 
																		Çok az 
																		para 
																		karşılığı 
																		bir 
																		inşaatta 
																		çalışan 
																		babanın, 
																		aldığı 
																		üç beş 
																		kuruşu 
																		da hayat 
																		kadınlarına 
																		yedirmesi 
																		ve 
																		kumarda 
																		yutturması 
																		çocuğun 
																		dilenci 
																		olmasına, 
																		kadınında 
																		bedenini 
																		satmasına 
																		neden 
																		olur. 
																		Yazar 
																		burada 
																		düşünsel 
																		anlamda 
																		çocukların 
																		ve 
																		kadınların 
																		düştüğü 
																		acıklı 
																		durumlara 
																		biraz da 
																		babaların 
																		ve 
																		eşlerinin 
																		sadakatsizliğini 
																		ve 
																		sorumsuzluğunu 
																		gösterir. 
																		
																		  
																		
																		Çocuk 
																		Ali 
																		hikâyesinde 
																		yine 
																		babasını 
																		kaybetmiş 
																		bir 
																		çocuğun, 
																		köyünde 
																		annesiyle 
																		aç 
																		kalmamak 
																		için 
																		tarlalarında 
																		mısır, 
																		arpa 
																		işleriyle 
																		büyük 
																		bir 
																		insan 
																		sorumluluğuyla 
																		ve 
																		özveriyle 
																		çalışmasını 
																		okuruz. 
																		Babasını 
																		erken 
																		yaşta 
																		yitiren 
																		çocuk 
																		aile 
																		geçimini 
																		üstlenir. 
																		Bu 
																		hikâyede 
																		ayrıca 
																		yazar, 
																		suça 
																		itilen 
																		çocukların 
																		suça 
																		itilmesinde 
																		ailenin 
																		sorumsuzluğuna 
																		değinir. 
																		Köyün 
																		ileri 
																		gelen 
																		varlıklı 
																		kişileri, 
																		çıkardıklar 
																		yangını 
																		örtbas 
																		etmek 
																		için, 
																		yoksul 
																		anneyi 
																		avucuna 
																		sıkıştırdıkları 
																		üç beş 
																		kuruşla 
																		çocuğunu 
																		suçlu 
																		göstermeye 
																		razı 
																		ederler. 
																		Aslında 
																		burada 
																		bir 
																		annenin 
																		çocuğunu 
																		suça 
																		itmesindeki 
																		asıl 
																		neden 
																		üzerinde 
																		durmak 
																		gerekir. 
																		Anne, 
																		çocuğunu 
																		isteyerek 
																		suça 
																		itmemiştir. 
																		Biraz 
																		zorlamayla 
																		ve biraz 
																		da 
																		yokluktan 
																		dolayı 
																		bu 
																		duruma 
																		razı 
																		olur: 
																		
																		  
																		
																		"Dağ 
																		köylerinden 
																		birinde 
																		kömür 
																		yakarken 
																		civar 
																		ormana 
																		ateş 
																		kaçırdılar. 
																		Orman 
																		epeyce 
																		yandıktan 
																		sonra 
																		söndürüldü. 
																		Mesele 
																		büyümeden 
																		kurucularla 
																		uyuşuldu, 
																		örtbas 
																		edildi. 
																		Yalnız 
																		bir 
																		mesele 
																		kalıyordu: 
																		Köyde 
																		yayılan 
																		dedikodu. 
																		Olabilirdi 
																		ki, hava 
																		dış 
																		jandarmanın 
																		kulağına 
																		gider, 
																		oradan 
																		şehre, 
																		şehirden 
																		de kim 
																		bilir… 
																		
																		  
																		
																		Bunun 
																		için 
																		korucukla 
																		söz 
																		birliği 
																		edildi, 
																		suçu 
																		nasıl 
																		yaparlar, 
																		Dul 
																		Ayşe’yi 
																		birkaç 
																		kuruşla 
																		kandırarak, 
																		Ayşe’nin 
																		on iki 
																		yaşındaki 
																		oğlu 
																		Ali’yi 
																		tutanakta 
																		suçlu 
																		gösterdiler. 
																		
																		
																		Halindeki 
																		çekingenlik 
																		gitmiş, 
																		etrafına 
																		alışmıştı. 
																		Aşçı ile 
																		dereden 
																		tepeden 
																		konuşmaya 
																		başladılar: 
																		babası 
																		ölmüş. 
																		Zaten 
																		hayırsızın 
																		birisiymiş. 
																		Rakı 
																		içermiş, 
																		kumar 
																		oynarmış. 
																		Kendilerine 
																		beş 
																		keçiden 
																		başka 
																		bir şey 
																		bırakmamış. 
																		Sonradan 
																		bir 
																		parça 
																		tarla 
																		satın 
																		almışlar. 
																		Dayısıyla 
																		amcası 
																		bu 
																		tarlayı 
																		sürüverir, 
																		mısır, 
																		arpa, 
																		buğday 
																		ekiverirlermiş. 
																		Mahsul 
																		yetişince 
																		Ali ile 
																		anası 
																		mahsulü 
																		biçer, 
																		demet 
																		yapar, 
																		demetleri 
																		harmana 
																		taşırlar, 
																		düven 
																		sürerlermiş.” 
																		(Kemal, 
																		2003:104, 
																		108) 
																		
																		  
																		
																		Hikâyede 
																		de 
																		görüldüğü 
																		gibi 
																		çocukların 
																		suça 
																		itilmesinde 
																		anne ve 
																		babaların 
																		payı da 
																		bulunmaktadır.
																		 
																		
																		  
																		
																		Yemişçi 
																		hikâyesinde 
																		ise 
																		yazar, 
																		bir 
																		babanın 
																		kazaya 
																		kurban 
																		giden, 
																		fabrikada 
																		makinenin 
																		dişlerine 
																		yem olan 
																		çocukların 
																		acıklı 
																		durumuna 
																		değinir: 
																		
																		  
																		
																		
																		 “Onda 
																		asfalt, 
																		beton, 
																		motar, 
																		cinsinden 
																		her şeye 
																		karşı 
																		bir 
																		yılgınlık 
																		vardı: 
																		büyük 
																		oğlu 
																		otomobil 
																		altında 
																		kalmıştı, 
																		ortanca 
																		oğlunun 
																		bacaklarını 
																		tren 
																		kesmişti, 
																		en küçük 
																		oğlununsa 
																		uzak bir 
																		memlekette 
																		bir 
																		fabrikada 
																		çalıştığını 
																		duymuştu. 
																		Onunda 
																		er geç 
																		‘bir 
																		makineye 
																		yem 
																		olacağı’ 
																		itikadındaydı.” 
																		(Kemal, 
																		2003: 
																		99) 
																		
																		  
																		
																		Hikâyelerde 
																		de 
																		görüldüğü 
																		gibi 
																		Türkiye’de 
																		çocukların 
																		suça 
																		itilmesinin 
																		en büyük 
																		nedeni 
																		yoksulluktur. 
																		Çocuklar 
																		yokluktan 
																		dolayı 
																		suça 
																		itilir, 
																		sokağa 
																		düşer, 
																		hırsız, 
																		dilenci 
																		ve 
																		tinerci 
																		olurlar. 
																		
																		  
																		
																		 Birleşmiş 
																		Milletler 
																		Çocuk 
																		Haklarına 
																		Dair 
																		Sözleşmesi’ne 
																		göre 18 
																		yaşına 
																		kadar 
																		her 
																		insan 
																		çocuk 
																		kabul 
																		edilir, 
																		bu yaş 
																		altındaki 
																		insanların 
																		çalıştırılması 
																		yasaktır. 
																		Hiç 
																		kimse bu 
																		yaştaki 
																		insanları 
																		madende, 
																		sanayide, 
																		tarlada, 
																		ev ve 
																		sokakta 
																		çalıştıramaz. 
																		Ancak 
																		gerek 
																		ülkemizde 
																		gerekse 
																		dünyanın 
																		diğer 
																		ülkelerinde 
																		çocuk 
																		işçiliği 
																		çığ gibi 
																		büyümektedir. 
																		Resmi 
																		rakamlara 
																		göre 
																		bugün 
																		dünyada 
																		300 
																		milyon 
																		çocuk 
																		işçi 
																		bulunmaktadır. 
																		Türkiye’de 
																		ise 
																		fabrika, 
																		maden, 
																		tarla, 
																		boyacılık, 
																		kuaförlük, 
																		mendil 
																		satıcılığı, 
																		uyuşturucu 
																		gibi 
																		işlerde 
																		Devlet 
																		İstatistik 
																		Enstitüsü’nün 
																		1999 
																		yılı 
																		verilerine 
																		göre 
																		yaklaşık 
																		3 milyon 
																		çocuk 
																		işçi 
																		bulunmaktadır.     
																		 
																		
																		           
																		 
																		
																		Bugün 
																		Türkiye’de 
																		ve diğer 
																		ülkelerde 
																		çocuk 
																		işçiliğinin 
																		büyümesinin 
																		en büyük 
																		nedenlerinin 
																		başında 
																		işsizlik 
																		gelir. 
																		Bunun 
																		dışında 
																		anne ve 
																		babanın 
																		düşük 
																		ücretle 
																		çalışması, 
																		çocuğu 
																		çalışmaya 
																		itmektedir. 
																		Bir 
																		başka 
																		neden de 
																		aile 
																		planlamasının 
																		yetersizliğidir. 
																		Anne ve 
																		babanın 
																		bilinçsizliği 
																		aynı 
																		zamanda 
																		çocuk 
																		işçiliğinin 
																		büyümesine 
																		neden 
																		olur. 
																		Bütün bu 
																		nedenler 
																		çocuğun 
																		küçük 
																		yaşta 
																		ekmek 
																		kavgasına 
																		atılmasının 
																		gerekçeleridir. 
																		
																		           
																		 
																		
																		Türkiye, 
																		bugün 
																		çocuk 
																		işçiliğini 
																		ortadan 
																		kaldırmak 
																		için 
																		uzun ve 
																		kısa 
																		vadede 
																		olmak 
																		üzere 
																		bir dizi 
																		adımlar 
																		atmış 
																		bulunmaktadır. 
																		Türkiye, 
																		Uluslararası 
																		Çalışma 
																		Örgütü   
																		(ILO)’nün 
																		Çocuk 
																		İşçiliğinin 
																		Sona 
																		Erdirilmesi 
																		Uluslararası 
																		Programı 
																		(IPEC) 
																		ile uzun 
																		vadeli 
																		olarak 
																		çocuk 
																		işçiliğini 
																		ortadan 
																		kaldırmayı 
																		amaçlamaktadır. 
																		Kısa 
																		vadeli 
																		olarak 
																		da 
																		zorunlu 
																		ilköğretim 
																		8 yıla 
																		çıkarılmış, 
																		çalışan 
																		çocukların 
																		sağlık, 
																		sosyal 
																		güvence, 
																		iş yeri 
																		güvenliği, 
																		ve 
																		beslenme 
																		gibi bir 
																		dizi 
																		önlemler 
																		almış ya 
																		da 
																		almaya 
																		çalışmaktadır! 
																		
																		  
																		
																		Bugün 
																		Türkiye’de 
																		tinere, 
																		uyuşturucuya, 
																		fuhşa, 
																		mendil 
																		satıcılığına, 
																		boyacılığa, 
																		dilenciliğe 
																		itilen 
																		çocuklar 
																		çığ gibi 
																		büyümektedir. 
																		Tarımda 
																		ve 
																		sanayide 
																		çalışarak 
																		ev 
																		geçindirmek 
																		zorunda 
																		kalan 
																		çocukların 
																		sayısı 
																		ürkütücüdür. 
																		Çalışma 
																		ve 
																		Sosyal 
																		Güvenlik 
																		Bakanlığı’nın 
																		internet 
																		sitesindeki 
																		Çocuk 
																		İşçiler 
																		bölümünde 
																		yer alan 
																		istatistiklere 
																		göre 
																		Doğu ve 
																		Güneydoğu 
																		bölge 
																		illerinde 
																		çalışan, 
																		ev 
																		geçindiren 
																		kız ve 
																		erkek 
																		çocuk 
																		sayısı 
																		ürkütücü 
																		rakamlardadır. 
																		Örneğin 
																		Şanlıurfa’da 
																		15 bin 
																		kız 
																		çocuğu 
																		ve 11 
																		bin 
																		erkek 
																		çocuk 
																		tarımda 
																		çalışarak 
																		ev 
																		geçindirmektedir. 
																		Diyarbakır 
																		13 bin 
																		kız 
																		çocuğu 
																		ve 7 bin 
																		çalışan 
																		erkek 
																		çocuk 
																		ile 
																		ikinci 
																		sıradadır. 
																		Bunu 
																		Mardin, 
																		Adıyaman, 
																		Gaziantep 
																		ve 
																		Batman 
																		gibi 
																		iller 
																		izlemektedir. 
																		
																		  
																		
																		Sanatçı 
																		toplumsal 
																		sorunları 
																		dile 
																		getirirken 
																		çoğunlukla 
																		eleştirel 
																		bir yol 
																		izler. 
																		Orhan 
																		Kemal de 
																		hep bunu 
																		yaptı, 
																		bir 
																		şeylerin 
																		değişeceğini 
																		umut 
																		ederek 
																		ve bunu 
																		duyamayan 
																		sağır 
																		kulaklara 
																		haykırarak. 
																		Orhan 
																		Kemal’den 
																		bu yana 
																		Türkiye’de 
																		manzaranın 
																		olumlu 
																		anlamda 
																		değiştiğini 
																		söylemek 
																		mümkün 
																		değil ne 
																		yazık 
																		ki. Daha 
																		da 
																		kötüsü 
																		artık 
																		Orhan 
																		Kemal’ler 
																		de yok! 
																		
																		  
																		
																		KAYNAKÇA 
																		
																		1. Asım 
																		Bezirci, 
																		Orhan 
																		Kemal, 
																		Hayatı, 
																		Sanat 
																		Anlayışı, 
																		Hikâyeleri, 
																		Romanları, 
																		Anıları, 
																		Oyunları, 
																		Tekin 
																		Yayınları, 
																		Temmuz 
																		1984 
																		
																		2. Işık 
																		Öğütçü, 
																		Orhan 
																		Kemal’in 
																		Babası 
																		Abdülkadir 
																		Kemalî’nin 
																		Anıları, 
																		Epsilon 
																		Yayınları, 
																		Kasım 
																		2005  
																		
																		3. 
																		Hurşit 
																		İlbeyi, 
																		Orhan 
																		Kemal, 
																		Hayatı, 
																		Sanatı, 
																		Eserlerinden 
																		Seçmeler, 
																		Hikmet 
																		Neşriyat, 
																		İstanbul 
																		2002 
																		
																		5. Orhan 
																		Kemal, 
																		Nazım 
																		Hikmet’le 
																		3, 5 
																		Yıl, 
																		Tekin 
																		Yayınları, 
																		İstanbul 
																		2000 
																		
																		6. 
																		Fikret 
																		Otyam, 
																		Arkadaşım 
																		Orhan 
																		Kemal ve 
																		Mektupları, 
																		Günizi 
																		Yayıncılık, 
																		Haziran 
																		2005 
																		
																		7. Öner 
																		Yağcı, 
																		Orhan 
																		Kemal 
																		İçin 
																		Notlar, 
																		Berfin 
																		Bahar, 
																		Aylık 
																		Kültür, 
																		Sanat ve 
																		Edebiyat 
																		Dergisi, 
																		Haziran 
																		2005, 
																		yıl: 11, 
																		sayı: 
																		88, s. 
																		19 
																		
																		8. Adnan 
																		Özyalçıner, 
																		Orhan 
																		Kemal 
																		Gerçekçiliği’nin 
																		Önemi, 
																		Evrensel 
																		Gazetesi, 
																		2 
																		Haziran 
																		2002. 
																		
																		9.Muzaffer 
																		Uyguner, 
																		Orhan 
																		Kemal 
																		Öykücülüğüne 
																		Kısa Bir 
																		Yaklaşım, 
																		Ardıç 
																		Kuşu, 
																		Sanat- 
																		Edebiyat 
																		Dergisi, 
																		Haziran 
																		2002 
																		
																		10.www. 
																		fisek. 
																		org.tr 
																		
																		11.A. 
																		Gürhan 
																		Fişek, 
																		Çocuk 
																		İşçilerin 
																		Mediko- 
																		Sosyal 
																		Sorunları 
																		Araştırması, 
																		Çalışma 
																		Ortamı 
																		Dergisi, 
																		Fişek 
																		Sağlık 
																		Merkezi 
																		Araştırma 
																		Enstitüsü, 
																		Haziran 
																		1999, 
																		sayı 8. 
																		say. 30
																		 
																		
																		12. 
																		Cahit, 
																		Talas,  
																		Ekonomik 
																		Sistemler, 
																		Sorun 
																		Yayınları, 
																		1997, 
																		Ankara 
																		
																		13.Kurdakul, 
																		Şükran, 
																		Çağdaş 
																		Türk 
																		Edebiyatı, 
																		Cumhuriyet 
																		Dönemi, 
																		Orhan 
																		Kemal, 
																		Broy 
																		Yayınları, 
																		1984 
																		
																		 14. 
																		Otyan, 
																		Fikret, 
																		Arkadaşım 
																		Orhan 
																		Kemal ve 
																		Mektupları, 
																		Günizi 
																		Yayıncılık, 
																		İstanbul, 
																		Haziran 
																		2005 
																		
																		15. 
																		Uğurlu, 
																		Nurer, 
																		Orhan 
																		Kemal’in 
																		İkbal 
																		Kahvesi, 
																		Örgün 
																		Yayınevi, 
																		İstanbul 
																		2002 
																		
																		  
																		
																		              |