| 
																						 “    “60’lardaki  önemli farklılık varoluşçu bir perspektifle kentli küçük burjuva aydını anlatan yazarların çıkmasıdır.Ancak Orhan Kemal dışında işçi sınıfının sözcülüğünü üstlenen bir yazar adı gelmiyor aklıma.” 
																						              “.....Yoksulluğun ve yoksul insanların anlatıldığı az sayıda roman ise edebi değer sorununa takılıp kalıyor.Bu tarz hayatları anlatan romanları önemsemekle birlikte,yoksulluğu anlatırken abartıya kaçarak yoksulluğu çoğaltmaya,hikayeye ilgi çekecek oyunlar eklemeye, fantazyaya,zeka oyunlarına,okuyucuya kurulan tuzaklara ve trajik sonlar aramaya da hiç ihtiyaç olmadığını düşünüyorum.Çünkü yoksulluk zaten uykularımızı kaçıracak kadar irkiltici,tahayyül edilemeyecek kadar fantastik,en ağdalı melodramlarla kıyaslanmayacak kadar acı verici bir olgu.İyi gözlemek,hayatın içinden rastgele bir kesit alıp hikaye etmek de yeterli; yeter ki,edebi bir dile tercüme edecek kaleminiz olsun!Orhan Kemal tam da bunu yapmıştı işte.” 
																						                          
																						                           Ezilenlerin sözcüsü; 
																						                             
																						                            Orhan Kemal 
																						  Edebiyat dünyasının Orhan Kemal adıyla tanıdığı Mehmet Raşit Öğütçü,15 Eylül 1914’te Adana’nın Ceyhan ilçesinde doğdu.Zorluklar,sürgünlükler,hapislikler ve maddi sıkıntılar 
																						içinde geçen hayatını uzun uzadıya anlatmayacağım.Bulgar Yazarlar Birliği’nin davetlisi olarak 
																						gittiği Sofya’da,tedavi edilmekte olduğu hastanede 2 Haziran 1970’te bizlere veda ettiğinde 
																						iyisiyle kötüsüyle otuza yakın roman üç yüze yakın hikaye bırakmıştı geriye. 
																						Orhan Kemal’i anlatmaya otobiyografik özellikler taşıyan “Küçük Adamın Romanları Serisi”yle 
																						Başlamak gerekir;Küçük Adamın doğumundan gençlik yıllarına kadar uzanan bir süreyi kapsayan roman dizisi 1914-1940 yıllarını kapsar;Baba Evi’nde yazarın çocukluk dönemi, 
																						Suriye’ye göç,Lübnan’da çekilen yoksulluk ve Adana’da sürdürdüğü başıboş gençlik günleri, 
																						Avare Yıllar’da aile desteğinden mahrum genç adamın bütün yoksulluk ve adaletsizliğe rağmen 
																						Yaşama sevincini yitirmeden verdiği hayat mücadelesi,Cemile’de küçük adamın evleneceği güzel 
																						Boşnak kızı üzerinden işçi mahallelerinde ve fabrikalarda sürüp giden acımasız koşullar,Dünya 
																						Evi’nde ise gençlerin toplumsal koşulların tüm olumsuzluklarına karşı direnerek sürdürdükleri 
																						Evlilikleri anlatılır. 
																						Çocukluğundan başlayarak göğüslemek zorunda kaldığı güçlüklerle dolu hayatın Orhan Kemal’in 
																						Zihninde derin izler bıraktığı Küçük Adam dizisindeki romanlarda izlediğimiz dramatik kesitlerden anlaşılıyor.Ancak diğer hikaye ve romanlarında da görüleceği gibi,sefaletin kıyısındaki insanları yaşadıkları mekanlar ve sahip oldukları eşyalarla birlikte olanca çıplaklığıyla sergilerken iyimser bakışını hiç yitirmez.Okuduğumuz ardı ardına sıralanan felaketler antolojisi değildir;acılarla birlikte sevinçler,yoksul insanlara soluk aldıran küçük mutluluklar,aşklar,ilk cinsel deneyimler,eğlenceler,kötülere karşı dostluk ve dayanışma duyguları 
																						da vardır.Üstelik bütün bunlar Adana’nın meyhaneleriyle,genelevleriyle,o yıllardaki toplumsal 
																						hayatıyla birlikte canlandırılmıştır.Orhan Kemal,yoksulluğun sınıfsallığını vurgulamaya Çukurova gerçeğini işlediği romanların ilki olan Bereketli Topraklar Üzerinde (1954) ile başlar. 
																						“Memleketimizin insanlarının kalkınmasını,refahını,yükselmesini istedim.Bu işin de köyden başlaması kanısına vardım” düşüncesiyle yazılan Bereketli Topraklar Üzerinde’de yoksulluk emeğin üzerindeki sömürünün zorunlu bir sonucudur.Yoksul köylerinden kalkıp çalışmak için 
																						Çukurova’ya inen üç garip köylünün hikayesini anlatan bu romanında,girdikleri her işte acımasızca sömürülen,kente geldiklerinde horlanan,alay edilen,kendileri gibi sefalet içerisinde 
																						Yaşayan insanlara sığınan,ama biri dışında ayakta kalmayı beceremeyen köylüler kadar toplumsal ve ekonomik hayat da çok iyi gözlemlenmiş,tarımsal alandaki değişmeler-özellikle 
																						Makineleşme-eksiksiz kaydedilmiştir. 
																						Pek çok edebiyat incelemesinde yazarın en iyi romanı olarak kaydedilen Bereketli Topraklar 
																						Üzerinde,insanın acımasız koşullarda geçirdiği değişimi,giderek sadece ilkel güdülerini doyurmaktan başka bir şey düşünmeyen bencil bir yaratık haline gelişini çarpıcı sahnelerle yansıtır.Gözler önüne serilen tablo Hugo’nun Sefiller’i ya da Zola’nın Germinal’i kadar dehşet vericidir.İyi-kötü ayrımı kalmamıştır;an gelir,erkekler cinsel açlıklarını köreltmek için hastalıktan 
																						Kırılan bir kadına uçkur çözer,an gelir ölüm döşeğindeki arkadaşlarını sırtlarında taşırlar. Erkeklerin karşılaştıkları sömürü ve eziyet kadınlar söz konusu olduğunda daha da dayanılmaz bir hal alır.Etraflarını kuşatan erkekler arasında hiçbir güvenceleri yoktur,fiziksel güçleri yoktur, 
																						Barınacak evleri ve umutları yoktur;”gövdeleri,bir anlık dostluk,bir lokma ekmek,birkaç kuruş 
																						para vaadi karşılığında herkese açık olan,üzerinde herkesin hak yürüttüğü ve istediği sürece hakimiyet kurduğu alanlara dönüşmüştür”. 
																						Orhan Kemal,Vukuat Var (1958),Hanımın Çiftliği (1961),Eskici ve Oğulları (1962) ve Kanlı 
																						Topraklar (1963) romanlarında da aynı temayı işlemeyi sürdürür.Adana çevresindeki toprak ve 
																						fabrika işçilerinin hayatları Çukurova’daki siyasal,ekonomik ve toplumsal değişimlerle,tarım ve 
																						sanayideki gelişmelerle paralellik içerisinde ama romanının merkezine daima insani dramlar 
																						konularak canlandırılmıştır.Güçlüyü daha güçlü kılan Tek Parti yılları,umudu temsil eden DP 
																						iktidarı,DP’yi köylü yanlısı belleyen ve ağanın el koyduğu toprakları geri almayı hayal eden 
																						köylünün DP’nin gerçek sınıfsal yapısını fark etmesiyle başlayan düş kırıklığı,toprak zenginlerinin komik modernleşme girişimleri,zenginlere yaranmaya çalışan ve o yılların yükselen değerlerine sarılan taşra politikacıları,çevrenin merkeze karşı refleksleri,lümpenlerin hırsı,köylülerin boyun eğmişliği ve geleneksel ilişkilerin kapitalizme doğru evrilmesi gibi birçok 
																						meseleye değinir. 
																						Orhan Kemal,sosyalist sözcüğünü kullanmanın sakıncalı olduğu yıllarda kendilerine toplumcu 
																						Gerçekçiliği yakıştıran kuşağın en etkili isimlerindendi.1950’li yılların Türkiye’sinde yoksulluk 
																						ve zenginliğin ifade ettiği anlam ve karşıtlıkları kimi zaman mekanda,kimi zaman tarlalarda, bazen fabrikalarda,hapishanelerde,Yeşilçam kapılarında ve yüksek tahsil etrafında,bireysel 
																						dramların ardındaki ekonomik,siyasal ve toplumsal dönüşümleri ihmal etmeden ve fukaralık 
																						edebiyatına kaçmadan kolaylıkla özetleyiverir.Maddi sorunlardan söz edilmesi doğrudan 
																						açlıktan,sefaletten dem vurulması demek değildir,sosyal dengesizlik ve onun yarattığı acılar roman kişilerinin bireysel kaderlerinde ve tutkularında çıkar ortaya.Kurtulmayı düşledikleri bu hayatın sıkıntıları içinde bile bütün insani özellikleriyle canlandırılan roman kişileri o dönem romanlarındaki stereotiplerden farklıdırlar. 
																						Edebi açıdan başarılı bulunamayacak romanlarında bile alt sınıfların temsili eksiksizdir.Kadın, erkek,çoluk,çocuk,emeğiyle geçinmeye çalışan yoksul insanları,köyden kente göçü,ırgatlıktan 
																						işçiliğe geçişi,gecekondulaşmayı,köylünün şehirde tutunma çabalarını,yozlaşmasını,sömürü 
																						çarklarının işleyişini anlatırken karşılaştığımız kesif yoksulluğa ve vahşi sömürüye rağmen, 
																						insanlara daima umutla ve iyimserlikle bakmıştır.Fethi Naci’nin sözleriyle;”Türk romanında bir 
																						‘Orhan Kemal bakışı’ vardır.O,her insanda,her şeye rağmen aydınlık bir yan,temiz,insani bir yan 
																						bulunabileceğine inanır.Bunu eserlerinde gösterirken,anlattığı toplumsal,ekonomik şartlara kimi 
																						zaman boş verdiği bile olur(...)Severek,kahrolarak baktığı belli olan insanları,hoşgörüyle ama 
																						olduğu gibi gösterir.Onların birbirlerine güvensizliklerini,yalancılıklarını,birbirlerini 
																						gammazlamalarını,gösterişçiliklerini palavra atışlarını,ilkel egoizmlerini bütün çıplaklığıyla 
																						gösterir”. 
																						İyimser bakışını “Ben halkımı,köylümü,bütün köylüleri,bütün fakir fukarayı seven bir yazarım. 
																						Belirli birtakım şartlar yüzünden geri,bilgisiz,görgüsüz,pis kalmış insanların imkana kavuştukları 
																						zaman değişip gelişebileceklerine,ileriliği benimseyeceklerine,uygarlaşacaklarına inanıyorum.(...) 
																						Romanlarımdaki iyimserlik bana,halkımızı yakından çok iyi tanımaktan geliyor.Daha açıkçası ben 
																						halkın kendisi,bir parçasıyım.Onun için yakından görüyor,biliyorum ki en kötü insanın bile iyi bir 
																						yanı var.Daha açıkçası,en kötü insanı içinde yaşadığı toplum yaratıyor.Onun için bizim bulunduğumuz toplumun değil,dünyanın gelecekte düzene gireceğini,düzenli toplum insanlarının 
																						da daha çok mutlu olacağına inanıyorum” cümleleriyle özetleyen Orhan Kemal’in çok inandırıcı 
																						insan tipleri yaratabilmesi anlattığı insanları hem gerçekten de tanımasından hem de onlara hareket 
																						özgürlüğü tanıyan,kendi kendilerini ifade etme imkanı veren karşılıklı konuşma ağırlıklı anlatı 
																						tekniğinde aranmalıdır. 
																						Çok kolay okunur,ilk bakışta çok basitmiş gibi görünür Orhan Kemal romanları.Yukarıda sıklıkla 
																						vurguladığım toplumsal gerçekler hikayeye bir anlatıcı aracılığıyla sokulmaz,kişilerin ruh 
																						tahlilleri ya da sayfalar süren mekan tasvirleri de yoktur.Sanki yazar aradan çekilmekte,roman 
																						kişilerinin yaşadıklarını gözlemlemektedir.Bu durumda olup bitenlerin aktarılması kişilerin iç 
																						konuşmalarına ve diyaloglarına bırakılmıştır.Ancak bu konuşmalar Kemal Tahir’in kişilerinin uzun,yoğun ve kimi zaman bıktırıcı “tirat”larına benzemez.Tersine,Orhan Kemal’de iç ve dış konuşmalar olabildiğince yalın ve gerçekçidir;karşılıklı konuşmalarla bir durumu,bir davranışı,bir 
																						çelişkiyi sergilerken roman kişilerinin ruhsal durumunu iç konuşmalarla dışa vurur.Siyasal, 
																						toplumsal ve ekonomik derinliği sağlayan da yine büyük bir anlatım gücü taşıyan iç ve dış 
																						konuşmalardır.Böylelikle Bakhtin’in dikkat çektiği çoksesliliği kendine özgü bir üslupla yakalayan 
																						Orhan Kemal,hem karakter hem tip özelliğine sahip roman kişileri yaratmıştır. 
																						Atmosfer yaratmaktaki,eşyalar,mekanlar ve yoksulların yaşam koşullarını canlandırmadaki ustalığı da dikkat çekicidir.Orhan Kemal,-Svetlana Uturgauri’nin Türk Edebiyatı Üzerine adlı inceleme 
																						Kitabında belirttiği gibi- roman kişilerinin hayatlarını kendine özgü kısa ve özlü anlatımla verir: 
																						Eğri büğrü evler;çürümüş,akan damlar;yetersiz beslenme;uykusuzluk ve insanı yıpratan uzun çalışma saatleri.İşte işçiler fabrikaya gidiyorlar;evlerinin çürük kapıları şak diye kapanıyor ve 
																						Yağmurlu gecenin soğuk karanlığına erkekler,kadınlar,çocuklar,uykularını doğru dürüst alamamış, 
																						İyice dinlenmemiş insanlar soğukta titreşerek arka arkaya sokağa dökülüyorlar.Bir çok kişinin bir 
																						Arada kaldığı evlerin daracık avlularında toplanıyor,sonra sokağa akıyorlar;başka avlularda oturanlar da gelip onlara karışıyor;kalabalık çığ gibi büyüyerek fabrikaya yollanırken onların 
																						Çalışma koşulları hakkındaki bilgiler metinde şuraya buraya serpiştirilmiş ayrıntılar ve kısa tasvirlerle çarpıyor gözümüze.Mesela Cemile romanında bu ortamı canlandırmak için patronun 
																						Fabrikada yaptığı günlük denetlemeden yararlanmış Orhan Kemal;Kadir Ağa,bir patronun keskin 
																						Gözleriyle pamuğun fabrikaya girdiği yeri,ardiyeyi,nişasta kokan haşıllama yerini,inanılmaz bir 
																						Gürültüyle çalışan ve çevresinde yumak yumak pamukçuklar uçuşan dokuma tezgahlarını denetlerken manzaranın dehşetini onunla birlikte izliyoruz; “...Her bankoda ‘öncü’ ve ‘arkacı’ denilen işçiler çalışır.Islak betonun üzerinde yalın ayak veya takunyalarla çalışan kız,oğlan,genç, 
																						İhtiyar,kadın,erkek işçiler...Bilhassa çocuklar...Dokuz,on yaşlarında,gözleri uyku dolu,renksiz 
																						Şeylerdir ki,iş kanununa uysun diye,annelerinin,teyze,hala,dayı yahut da tamamiyle yabancı bir büyük insandan parayla satın alınmış nüfus kağıtlarıyla işe girmişlerdir.” 
																						Türk romanının bu büyük ustası;akıcı,basit,sade ama derinlikli anlatımıyla 1950’lerden 70’e kadar 
																						cumhuriyet toplumunun ve işçi sınıfının gerçek hikayesini yazan Orhan Kemal,anlatımıyla örtüşen 
																						dünya görüşüyle,kaderini yoksul kitlelere bağlayan aydın duruşuyla,hiç yitirmediği inancı ve yaşama sevinciyle edebiyatımızın en dikkate değer,en heyecan ve hayranlık uyandıran isimlerinden birisidir.                 
																						  
																						  
																						   |