Daha iyi bir dünya için...
			 | 
		 
		 
		
			
				
				
				
					
						|  
						       
						Orhan Kemal'in babası Abdülkadir Kemali Bey, yaşadığı 
						dönemi kayda geçirmiş. Kemali Bey'in torunu Işık 
						Öğütçü'nün titiz çalışması ortaya insani değerlerin 
						peşindeki bir aydının portresini çıkarıyor
						        
						MEHMET NURİ GÜLTEKİN (Arşivi) 
       Kucağında, belki de daha yaşını almamış bir 
						çocukla, 'Enveriyeli bir mülâzım-ı sâni' bütün heybeti 
						ve gururuyla objektife bakıyor. Arkada Çanakkale 
						Savaşı'nın 'temsili' resmi. Eskiden fotoğrafçılar mı 
						daha iyiydi? Yoksa fotoğraftakiler mi daha bir yakışıklı 
						ve güzeldi? Neden bu siyah beyaz fotoğraflardaki 
						'renkler' hiç solmaz böyle? Ne derseniz deyin, 
						fotoğraftaki Abdülkadir Kemali, kucağında oğlu Raşit'le 
						(Orhan Kemal) bize hayretle bakan iki hayali imge gibi 
						duruyor kitabın kapağında. Nasıl hayal gibi olmasın ki? 
						Çukurova'dan başlayan yolculuğunda filmleri ve romanları 
						aratmayacak bir maceranın kahramanıyla karşı karşıyayız. 
						(Gerçekten) kahramanlığıyla, vatanseverliğiyle, 
						idealistliğiyle ve dahası, yaşamının her alanında 
						yakınında bulunanların ihanetini de görmüş bir 
						şahsiyetle karşılaşıyoruz kitapta.  
       Abdülkadir Kemali, İttihat ve Terakki'ye 
						duyduğu sempatinin, Meşrutiyet taraftarlığının 
						zindanlara düşürdüğü bir 'hürriyet âşığı'dır. 
						Abdülhamit'in düşüşünü, İttihat Terakki'nin hükümet 
						olmasının canlı tanığıdır. İstanbul'da çeşitli 
						memuriyetler onu memnun etmekten uzak kalır ve çok iyi 
						bildiği Anadolu yollarına düşer. İlk görev yaptığı 
						Siirt'e giderken yaşadıkları ve gördükleriyle 
						İstanbul'dakileri karşılaştırarak yüzyılların 
						oluşturduğu 'devlet' imgesinin ve etkinliğinin 
						gerçekliğiyle yüzleşir. Sadece 'İstanbul' demek olan 
						devletin tarihsel olarak, taşrayı nasıl bir yaşayışla 
						yüz yüze bıraktığının canlı tanığı olur.  
        
						Samimiyet ve adalet  
       Siirt'ten sonra, yine Osmanlı mülkünün 
						başka bir ücra köşesine (Basra'ya) atandığında, yerel 
						güçlerin, nasıl dış güçlerle el ele verip Osmanlı'ya 
						karşı mücadeleye hazırlandıklarının tanığıdır. Çanakkale 
						Savaşı'na 'asteğmen' rütbesiyle katılır. Yaptığı her 
						işte, gösterdiği titizlik, 'hak-hukuk' kaygısı onu pek 
						çok kişiyle düşman yapar. Ülkenin ve devletin, savaş 
						koşullarında bile, nasıl sömürüldüğünün en ince 
						detaylarını görür, anlatır.  
						Tahmin edileceği gibi hep 'istenmeyen' adam olur. 
						Kıymeti pek bilinmez. Çok az kişi anlar onu ama 
						anlayanların da vatanseverliği, dürüstlüğü ağır 
						bedellerle kanıtlamıştır. Bu dürüst ve masum kişi, bazen 
						Siirt'e kendisine iftira edildiğinden idamdan kurtarılan 
						bir köylüdür ya da Filistin cephesinde onurlu bir 
						mücadele verirken, haksızca yediği 'vatan haini' damgası 
						yüzünden divan-ı harbin kurşuna dizme cezasını çekmek 
						üzere olan bir subaydır. Abdülkadir Kemali, sarsılmaz 
						adalet terazisiyle her zaman haksızlık ve kanunsuzluk 
						karşısında bir duvar misali duran savcıdır, müfettiştir, 
						yedek subaydır, kaymakamdır. O, bir imparatorluğun 
						çökerkenki bütün hay huyu, toz bulutları içinde her 
						şeyin renk ve nitelik değiştirebildiği bir sosyal 
						gerçeklikte, kararlı bir adalet sembolü gibidir. 
						İlkelerinden ve adaletten taviz vermez. Bunun 
						bedellerini de öder.  
       Kurtuluş Savaşı'ndan sonra da mücadele 
						farklı bir zeminde devam eder. Halk Fırkası'na karşı 
						Cumhuriyet Ahali Fırkası'nı kurar. Tekrar döndüğü 
						Adana'da faaliyetlerine devam eder ve o günün 
						koşullarında arayla iki tane gazete çıkarır: Toksöz ve 
						Ahâli. Fakat pek uzun süreli olmazlar. Abdülkadir 
						Kemali'nin hem siyasi faaliyetleri hem de çıkarttığı 
						gazeteler yasaklanır. Daha 1925 yılında, Ali Saip 
						Ursavaş (Şark İstiklal Mahkemesi üyesi ve dönemin Urfa 
						Milletvekili) tarafından, hiçbir zaman içinde olmadığı 
						olayların (Menemen) müdahili olarak gösterilerek açıkça 
						'hedef' gösterilir. Zaten bundan sonra rahat yüzü de 
						görmez ve uzun sayılabilecek sürgün dönemi başlar. 
						Suriye, Lübnan ve Filistin'deki sürgün, 1939'da yasağın 
						kaldırılmasıyla sona erer ama bu yaşanılan yoksulluklar, 
						zorluklar epey hırpalar onu. Filistin'de de bu kez 
						Arap-Yahudi çatışmalarının başlangıç dönemlerine 
						şahitlik eder.  
						Abdülkadir Kemali'nin torunu Işık Öğütçü tarafından gün 
						ışığına çıkarılan ve yayıma hazırlanan anılarında, çok 
						önemli dönemler, çeşitli sebeplerden dolayı yer almıyor. 
						Polislerce el konulan (çünkü sonuçta, o bir muhaliftir!) 
						yazılar bulunduğunu anılarında çok sık değinir. Ama ilk 
						dönem Meclis'te çok kısa süreli bir bakanlık görevi 
						almış olmasına rağmen, bunlara ilişkin anılara kitapta 
						rastlayamıyoruz. Onca sıkıntılara katlanarak, bir 
						köşesinden diğer köşesine idealist bir aydın heyecanıyla 
						savrulduğu ülkesinin onu sürgüne göndererek 'unutmak' 
						istemesine benzer, o da yaşamındaki önemli bir döneme 
						hiç değinmek istemez, 'unutur'.  
						Kuşkusuz ki, anı kitaplarının, günlüklerin sadece 
						bireyin yazdıklarıyla sınırlı olmayan, o anlatılanların 
						dışına taşma eğiliminde olan imgeleri de bulunur. 
						Abdülkadir Kemali'nin anılarında da karşımıza böyle bir 
						anlamın çıktığını söylemek, sanırız abartı olmayacaktır: 
						Abdülkadir Kemali'nin babasından başlayan bir kuşağın 
						okumaya, öğrenmeye, bilime ve akla olan inancının, 
						ailenin tarihindeki bireyleri nasıl biçimlendirdiğini de 
						görmekteyiz. Kanımızca, 1800'lerin ortalarındaki 
						Çukurova'da Ermenice ve Fransızca öğrenecek kadar 
						'ileri' ve farklı bir aile geçmişi, Abdülkadir 
						Kemali'nin varlığını tesadüf olmaktan çıkaran 
						etkenlerden biridir. Ve daha önemlisi, Abdülkadir 
						Kemali'nin Orhan Kemal'in üzerindeki ağırlığı ve 
						etkisini daha iyi görmüş oluruz. Orhan Kemal'in, 
						neredeyse tüm romanlarına işleyen hümanizminin nedenleri 
						arasında Kemali'yi de unutmamak gerekir sanırız.  
       Abdülkadir Kemali'nin Anıları, okuyanda bir 
						samimiyet, bir adalet ve biraz da hayret duygusu 
						uyandırıyor. Beyaz camın dizilerindeki 'sahte' 
						kahramanları görünce, onun ne kadar gerçek, ne kadar 
						insan, ne kadar yurtsever ne kadar adil biri olduğunu 
						daha iyi anlamaya başlıyoruz. Öyle ya, İstanbul'dan 
						Siirt'e, Basra'ya, Kafkasya'ya, Çukurova'ya, Lübnan'a, 
						Suriye'ye, Filistin'e ya da Çanakkale'de bombardıman 
						altındaki topçu bataryalarına kimin yaşamını, nasıl 
						sığdırabiliriz ki?  
						 
  
						ABDÜLKADİR KEMALİ'NİN ANILARI  
						Hazırlayan: Işık Öğütçü, Epsilon Yayınları, 2005, 326 
						sayfa, 12 YTL. 
						 | 
					 
				 
				 | 
			 
		 
		 |