Adı oğlunun gölgesinde, anıları tarihin 
										karanlık sayfalarında kaldı
										
										  
										
										  
										
										Sultan II.Abdülhamit’in otuz yıl süren 
										mutlakiyet rejimine son verenlerin,büyük 
										ölçüde Fransız Devrimi’nden ödünç 
										aldıkları bir sloganları vardır: 
										“Hürriyet,müsavat,uhuvvet,adalet”;yani 
										özgürlük,eşitlik,kardeşlik,adalet. 
										“Büyük ölçüde” dememin nedeni,bu dört 
										isteğin yalnızca ilk üçünün Fransız 
										Devrimi’nin sloganı, “adalet”in ise Jön 
										Türkler tarafından eklenmiş olmasıdır.Bu 
										farklılık daha önce de tarihçilerin 
										ilgisini çekmiş,hatta François Georgeon 
										bu konuda bir de makale 
										yayımlamıştır.Osmanlı 
										meşrutiyetçilerinin neden adaleti de 
										sloganlarına dahil ettiklerini tarih 
										kitaplarına başvurmadan anlamak 
										isteyenlere,mutlaka Abdülkadir Kemali 
										Öğütçü’nün anılarını okumalarını 
										öneririm.Yazarın 1908 öncesinin 
										İstanbul’undaki öğrencilik yıllarından 
										Osmanlı İmparatorluğu’nun çeşitli 
										bölgelerinde savcılık ve kaymakamlık 
										yaptığı II.Meşrutiyet’in sonlarına kadar 
										anlattığı belki de tek şey,sivil olsun 
										asker olsun,Osmanlı devlet memurlerının 
										nasıl halka zulmettiklerinin,nasıl 
										ceplerini doldurmaya 
										çalıştıklarının,nasıl devletin vatandaş 
										için değil de,vatandaşın devlet için 
										varolduğunun öyküsü. 
										  
										
										NASIL RADİKALCİ OLDULAR? 
										
										Abdülkadir Kemali’nin anılarında daha 
										birçok ayrıntı bulmak mümkün.Nitekim 
										mütareke dönemi başlarında Balıkesir 
										yöresinin,Balkan Savaşı sıralarında da 
										Bitlis ve çevresinin toplumsal koşulları 
										hakkında çok öğretici ayrıntılar var 
										kitapta.Bu koşullarda yöneticilik yapan 
										son Osmanlılar’ın neler 
										çektiklerini,nasıl devrimci radikaller 
										olduklarını biraz olsun anlayabilmek de 
										cabası.Ancak söz konusu eser,yazarını 
										I.TBMM’de milletvekili,1930’da da bir 
										muhalefet partisi kurucusu olarak 
										tanıyan ve Şeyh Sait İsyanı sonrasında 
										birçok gazeteci gibi Şark İstiklal 
										Mahkemesi’nde yargılanmış bir zanlı 
										olarak bilen birçok okur için,epey düş 
										kırıklığı da yaratıyor.Bunun 
										nedeni,anıların 1919 başlarında son 
										bulması.Acaba,diyorum kendi kendime, 
										Abdülkadir Kemali Bey 1919 sonrasını hiç 
										yazmadı mı?Yazmadıysa,neden 
										yazmadı?Yoksa yazdı da sonradan yok mu 
										etti?Ya da son yıllarda sıkça karşımıza 
										çıkan bir “anılarda aile sansürü” 
										vakasıyla mı karşı karşıyayız? 
										  
										
										Yazarın,kitabı yayına hazırlayan torunu 
										Işık Öğütçü’nün “Sunu” yazısında 
										vurguladığı gibi,o “dönemde tuttuğu 
										notları çeşitli nedenlerle kayıp” etmiş 
										olması,bizi bu konuda hiç 
										aydınlatmıyor.Çünkü anı metninin çeşitli 
										bölümlerinde Abdülkadir Kemali Bey,daha 
										önceki dönemlerde tuttuğu notlarını da 
										şurada burada,örneğin Birinci Dünya 
										Savaşı sırasında Filistin cephesinde 
										kayıp ettiğini söylüyor.Bellek 
										zaaflarının yanı sıra bu kayıplar 
										da,yazarın kendisinin de belirttiği 
										gibi,bazı kronolojik karışıklıklara 
										neden olmuş.Örneğin,ikinci seçim 
										döneminde Meclis-i Mebusan’ın 
										feshedilmesi sonrasında İttihat ve 
										Terakki Cemiyeti mensuplarının 
										tutuklanmaları (Kasım 1912),aynı yılın 
										şubat mart aylarındaki seçim 
										kampanyasına ilişkin anılardan önce 
										verilmiş.Ama bu tür ufak tefek 
										kronolojik kaymalar,anıların bütünlüğüne 
										zarar vermemiş doğrusu.Sonuçta 
										da,1912-1918 dönemine ilişkin ve yer yer 
										çok ilginç ayrıntılarla bezeli bir anı 
										anlatısı çıkmış karşımıza. 
										  
										
										Abdülkadir Kemali Bey’in 1910’ları bu 
										kadar iyi anlatabilmiş 
										olması,1920’lerden hiç söz etmemesini 
										daha bir anlaşılmaz kılıyor.Kitap,1919 
										başlarına ilişkin anılardan sonra, 
										Abdülkadir Kemali Bey’in 1937’de 
										sürgündeyken Türkiye’nin Kudüs 
										konsolosuna yazdığı bir mektup ile,1938 
										Ekim’inde Arap İsyanı sırasında (eylül 
										1937-ocak 1939) Kudüs’te tutulmuş birkaç 
										günlük bir günceye atlayarak sona 
										eriyor.Ancak,yazarın verdiği bazı 
										kronolojik ipuçlarından ya da bazı 
										olaylara gönderme yapış biçiminden, 1919 
										öncesine ilişkin anılarını 1930’ların 
										ilk yarısında,hatta partisinin 
										kapatılması üzerine Suriye’ye kaçtığı 
										1930 Aralık’ından kısa bir süre sonra 
										kaleme aldığı anlaşılıyor.Gerek Şark 
										İstiklal Mahkemesi üyesi Ali Saip (Ursavaş) 
										Bey’e yanıt mahiyetindeki 
										satırları,gerek İsmet Paşa’nın basın 
										hakkındaki sözlerine yaptığı 
										göndermeler,gerekse Türkiye’den çıkışı 
										konusunda söyledikleri,Aralık 1930 
										öncesine ilişkin olayların henüz 
										Abdülkadir Kemali Bey’in belleğinde -ve 
										yüreğinde- çok taze olduğu izlenimi 
										uyandırıyor.Ayrıca,bunlarla hesaplaşmak 
										ve bir anlamda savunmasını yapmak 
										niyetinde olduğu da gayet açık. 
										  
										
										Yazar,anılarının birkaç yerinde,ileride 
										yazacağı sayfalarda bu döneme ilişkin 
										birçok konuya değineceğini 
										söylüyor.Bütün bunlardan çıkan sonuç şu: 
										Abdülkadir Kemali Bey,anılarını yazmaya 
										hemen 1930’ların başında ve büyük bir 
										şevkle koyulmuştur.O sıralarda niyeti 
										1919-1930 dönemini de kaleme 
										almaktır.Ancak elimizdeki kitapta bu 
										yıllara ilişkin hiçbir şey yok. 
										  
										
										I.TBMM döneminde Kastamonu 
										milletvekilliği ve İstiklal Mahkemesi 
										başkanlığı yapan Abdülkadir Kemali 
										Bey,muhalif İkinci Grup’ta yer almamakla 
										birlikte,Mustafa Kemal Paşa’nın 
										grubundan da uzak durmuş,bu nedenle 1923 
										seçimlerinde meclise 
										girememiştir.Adana’da çıkardığı “Toksöz” 
										gazetesindeki yazıları yüzünden 1925’te 
										Şark İstiklal Mahkemesi’nde,sonra da 
										Şapka Giyilmesine Dair Kanun’a muhalefet 
										suçlamasıyla Ankara İstiklal 
										Mahkemesi’nde yargılanan Kemali Bey,iki 
										mahkemeden de beraatla ayrılmıştır. 
										  
										
										GADRE UĞRAMIŞ MUHALİF 
										
										1930 Eylül’ünde Ahali Cumhuriyet 
										Fırkası’nı kurmuş,partisinin aralık 
										ayında kapatılması üzerine yurtdışına 
										kaçmıştır.Tek kelimeyle söyleyecek 
										olursak, Abdülkadir Kemali Bey bir 
										muhaliftir.Kendini tam bir adaletsizlik 
										ortamında gadre uğramış biri olarak 
										gören Kemali Bey’in anılarında,bu 
										muhalefeti 1930’ların başlarında da 
										sürdürdüğünü,1930’ların sonlarında ise 
										muhalefetten vazgeçtiğini gösteren ve 
										neden bugünkü okurlarının 1919-1930 
										dönemine ilişkin anılarından mahrum 
										kaldığına ilişkin birer ipucu 
										oluşturan,iki öğeye rastlıyoruz.Bunların 
										biri dolaylı olarak,diğeri de doğrudan 
										Mustafa Kemal Atatürk’le ilgili. 
										  
										
										Kitabın birçok yerinde Abdülkadir Kemali 
										Bey’in ordu mensuplarına ilişkin 
										anılarına rastlanıyor.Bunların çoğu, 
										haklı nedenlere dayanan olumsuz 
										yargılarla birlikte verilmiş.Bu olumsuz 
										yargılardan Enver Paşa,Mahmut Şevket 
										Paşa,İsmet Paşa ve daha bir yığın büyük 
										yada küçük rütbeli subay paylarına 
										düşeni almışlar.Anıların siyasal 
										özgürlüğün, özellikle de eleştiri ve 
										hesap sorma özgürlüğünün savunulduğu bir 
										bölümünde ise,askerlik mesleğiyle 
										siyasetin uzlaşmaz oldukları,çünkü 
										siyasal özgürlük ortamıyla emir-komuta 
										zincirinin kendine özgü mantığının,adeta 
										ateşle su gibi bir arada 
										bulunamayacakları söyleniyor.Hatta 
										yazar,23 Temmuz 1908’den beri Türk 
										siyasal yaşamında görülen eleştiri 
										karşısındaki tahammülsüzlüğün,askerlerin 
										siyasete karışmış olmalarından 
										kaynaklandığını da ekliyor sözlerine.Her 
										ne kadar İsmet Paşa’nın bir cümlesini 
										hedef alıyor olsa da,söz konusu bölümün 
										dolaylı olarak Mustafa Kemal Paşa’yı da 
										eleştirdiğini söylemek pek abartılı 
										olmasa gerek. 
										  
										
										Anıların sonunda,maalesef yama gibi 
										duran,ama içeriği nedeniyle önemli bir 
										ipucu oluşturan öğe ise,Abdülkadir Kemal 
										Bey’in 31 Aralık 1937 tarihinde Türkiye 
										Cumhuriyeti Kudüs Konsolosluğu’na 
										yazdığı uzunca bir mektup.Bu 
										mektubunda,kendi siyasal geçmişi ve 
										konsolosla olan bazı takışmalarına 
										ilişkin birçok şeyin yanı sıra sözü 
										edilen önemli bir mesele de,Kemal Bey’in 
										Atatürk tarafından affedilip edilmemesi 
										meselesi.Anlaşılan,Kemali Bey’le 
										konsolos arasında bu konu daha önce de 
										görüşülmüş.Bizi burada asıl ilgilendiren 
										ise,yazarın Atatürk’e ilişkin çok 
										mültefit sözleri.Nitekim, “Gazi” adıyla 
										da gönderme yaptığı Atatürk hakkında 
										Abdülkadir Kemali Bey, “O reisicumhur 
										ki,asri ve medeni bir devlet tesisini 
										inkılabın başlangıcından itibaren 
										kafasında taşımakla kalmayarak,benim 
										gibi yakınlarına açıkça söylemiş.O 
										reisicumhur ki,asırların birbirine 
										kenetlediği karanlıkların tamamını 
										nurani ve karanlıkları örtmek kabiliyeti 
										olan parmağının yalnız bir işaretiyle 
										halletmiş.O reisicumhur ki,her gün yeni 
										bir yenilikle dost ve düşmana 
										eylemlerini zorlamaksızın ve tahakküm 
										altına aldırmaksızın sevdirmek 
										kabiliyetini göstermiş,vatanın,geleceğin 
										en namlı bir şahsiyeti olduğunu ispat 
										etmiş bir varlık...” sözlerini 
										kullanmış.Yani artık karşımızda 
										eleştirilere tahammülsüzlük gösteren bir 
										asker yok. Abdülkadir Kemal Bey,1939’da 
										İsmet Paşa tarafından affedilerek yurda 
										döndü ve 1949’da vefat edene kadar 
										siyasetle meşgul olmadı.1930’ların 
										sonlarına doğru dışarıdan baktığı 
										Türkiye’yi beğendiği için mi,yoksa 
										memleket hasreti yüzünden 
										mi,bilemiyoruz;ama o yıllarda Türkiye 
										siyaseti hakkındaki eleştirel tutumundan 
										vaz geçmiş olduğu kesin gibi 
										görünüyor.Bu tutumundan ne zaman vaz 
										geçmiş olduğunu bilebilseydik,belki 
										1919-1930 dönemi hakkında zehir zemberek 
										sayfalar yazıp sonradan bunları yok mu 
										ettiği ya da o dönemi hiç mi yazmadığı 
										sorularına ilişkin aklı başında 
										tahminler yürütebilirdik.Ama varacağımız 
										sonuç, Epsilon Yayıncılık’ın bize 
										tutarsız bir noktalama sistemi ve çok 
										yazım hatasıyla sunduğu kitaptan yola 
										çıkarak vardığımız sonuçtan farklı 
										olmayacaktı:Siyasal tarihimizin renkli 
										siması,insan hakları aşığı,ateşli 
										muhalif Abdülkadir Kemali Öğütçü,bu 
										dünyadan devrim Türkiyesi’yle barış 
										halinde göçmüştür. 
										                         |