| 
					 Orhan 
					Kemal Roman Armağanı ödül töreninde konuşulanlar ve aklımdan 
					geçenler 
					 
					 
					CELÂL ÜSTER  
					 
					Türk edebiyatının modern klasiği  
					 
					2 Haziran sabahı Beyazıt'taki Orhan Kemal 
					Kütüphanesi'ndeydik. Biliyorsunuz, Orhan Kemal Roman 
					Armağanı'nın ödül töreni, 1971'den bu yana her yıl yazarın 
					ölüm yıldönümünde gerçekleştiriliyor. Ödül törenlerine, 
					sergi açılışlarına gitmekten en çok hoşlanan insanlardan 
					biri olduğum söylenemez. Bu tür toplantılarda hep bir 
					resmilik, bir mesafe, bir teklif varmış gibi gelir bana. 
					Utanarak itiraf edeyim, Orhan Kemal Roman Armağanı ödül 
					törenine en son 1983'te gitmişim, ödülü Orhan Pamuk'un, 
					Cevdet Bey ve Oğulları'yla aldığı yıl; o yıl bir ilk romanla 
					alınan ödülün töreni, yanılmıyorsam, Gazeteciler 
					Cemiyeti'nin Cağaloğlu'ndaki binasında yapılmıştı. 
					
					  
					 
					Geçen hafta, yirmi yıldan fazla bir zaman sonra katıldığım 
					Orhan Kemal Roman Armağanı ödül töreninin de bir özelliği 
					vardı. Ödül, Ölümün Gölgesi Yok adlı romanıyla Adnan 
					Binyazar'a verilmişti; ama 2005 Orhan Kemal Roman armağanı, 
					deneme ve eleştirileri, inceleme ve araştırmaları, öykü ve 
					roman türlerindeki yapıtlarıyla Türk edebiyatına yıllardır 
					önemli katkılarda bulunmuş olan Binyazar'ın aldığı ilk 
					edebiyat ödülüydü. Olasılıkla, yıllardır ödüllerin seçici 
					kurullarında yer aldığı, adayları arasında yer almadığı 
					için.  
					 
					 
					Orhan Kemal'le dostluğun tadı  
					 
					Orhan Kemal Kütüphanesi'ndeki tören, cakalı, aynalı, avurtlu 
					bir tören değildi; Orhan Kemal'e de, Binyazar'a da yakışan 
					alçakgönüllü, yalın, yapmacıksız bir törendi. Dahası, 
					törenden çok, içtenlikli, yürekten bir buluşma demek daha 
					doğru belki de.  
					 
					Tahsin Yücel'in, Türkel Minibaş'ın, İnci Aral'ın konuşmaları 
					da gönüldendi, ama daha önemlisi, Orhan Kemal'i doğru 
					kavrayan, günümüze taşıyan konuşmalardı. Fikret Otyam'ın, 
					Orhan Kemal'le dostluğunun tadı ve üslûbunda kaleme aldığı 'mektup'u 
					ise günün şaşırtısı oldu, bir kara mizah harikasıydı. 
					Konuşmaları dinlerken, neden her yıl küçük bir kitapta 
					toplanmıyorlar diye geçirdim aklımdan. Ya da, 1971'den bu 
					yana yapılmış konuşmalar arasından düzenlenecek iyi bir 
					seçkiden, güzel bir 'Orhan Kemal Kitabı' çıkmaz mı ortaya? 
					Bu görev, Orhan Kemal'in yapıtlarını günümüzde yeniden 
					yayımlayan  
					Epsilon'a düşer bence.  
					 
					Ama ödül töreninin en 'çarpıcı' olayı, konuşmalar arasında 
					okunan kutlama mesajlarıydı. 'Kültür'ün eski bakanı da, yeni 
					bakanı da, Orhan Kemal'i ölümünün otuz beşinci yılında 
					anmaya gelememişti. İşin ilginci, gönderdikleri mesajlar 
					nerdeyse aynı tümcelerle başlıyordu: "Programım daha önceden 
					belirlendiği için katılamıyorum" ya da "Programımın 
					yoğunluğundan ötürü gelemiyorum" gibisinden bir şey. Bu 
					değerbilir, görgülü mesajlar salonda gülüşmelere yol açtı 
					kuşkusuz. O ara konuşma sırası Sadık Aslankara'daydı. 
					Aslankara kürsüye geldi, hazırlamış olduğu konuşmanın dışına 
					çıkacağı için özür diledikten sonra, anımsadığım kadarıyla 
					şöyle dedi:  
					 
					"Bu mesajları gönderenlerin, belli ki, işleri başlarından 
					aşkın, başlarını kaşımaya vakitleri yok. O yüzden 
					katılamıyorlar bu toplantıya. Biz burada toplananlar ise 
					işsiz güçsüz insanlarız, boşta gezerler olarak toplandık 
					işte burada!.."  
					 
					Belki ne ilgisi var diyeceksiniz ama, Aslankara'nın bu 
					sözleri yedi-sekiz yıl önce yaşadığım bir olayı anımsattı 
					bana. 'Genç kuşaktan' bir hanımla, Levent'in gözde 
					kebapçılarından birine gitmiştik. Söyleyeceklerimizi 
					söyledik, masa donandı, rakı geldi, yanında da şalgam suyu. 
					Masaya şöyle bir baktım, keyifle, "Orhan Kemal'de de 
					vardır," dedim. Onun, ellerine azıcık para geçer geçmez 
					soluğu bir kebapçıda alıp masayı kendilerince donatan öykü 
					ve roman kişilerine gitmişti aklım. Karşımda oturan kızın 
					yanıtı aklımı başıma getirdi: "Çok iyi, haftaya da oraya 
					gidelim öyleyse!" Ahmet Rasim'in işkembe salonuna 
					dönüştüğüne tanık olmuştum, ama Orhan Kemal'in kebapçı 
					olabileceğini hiç düşünmemiştim doğrusu. Olur mu olurdu! 
					Neyse, ertesi hafta "Orhan Kemal"e gitmedik; kıza, 
					kitaplığımdaki Vukuat Var'ı armağan etmekle yetindim.  
					 
					 
					Gerçekçi ve süssüz  
					 
					1980'lerden başlayarak, ama daha çok 1990'larla birlikte 
					Orhan Kemal'le okurlar arasında bir uzaklık oluşmuştu. 
					Şimdilerde yapıtları yeniden yayımlanıyor. Okurun iyisi, 
					yalnızca 'gündemde olan', moda yazarları okumakla yetinmez, 
					dönüp dönüp klasikleri okur, modern klasikleri okur. Okurun 
					pek iyisi ise, moda yazarlara pek yüz vermez, nitelikli 
					yazarlarla yetinir. Orhan Kemal, 1950'ler ve 1960'lardaki 
					Murtaza, Eskici ve Oğulları, Kardeş Payı, Babaevi, Avare 
					Yıllar, Bereketli Topraklar Üzerinde, Önce Ekmek gibi 
					yapıtlarıyla edebiyatımızın modern klasikleri arasında 
					artık. Öykülerinde ve romanlarında günlük hayatı olağanüstü 
					bir yalınlıkla işleyen, kahramanlarını ezik, sömürülen, 
					yoksul insanlar arasından seçen Orhan Kemal'in, 20. yüzyıl 
					ortalarının Türkiye'sini 'damardan' anlatmakla kalmadığını, 
					konuşmaların büyük bir ağırlık taşıdığı yapıtlarındaki 
					gerçekçi, süssüz, su gibi akıp giden diliyle Türkçeye 
					azımsanmayacak katkılarda da bulunduğunu düşünüyorum.  
					 
  
					   |