| 
			   
			
				
					| Orhan Kemal'in 'Evlerden 
					Biri' adlı kitabı 'babalı' bir evken, Leyla Erbil'in 
					edebiyatında 'baba' hep uzaklarda, neredeyse yok | 
					
					 
					   | 
				 
			 
			Evlerden biri  
			 
			Orhan Kemal ile Leyla Erbil, adları yanyana akla gelecek yazarlar 
			değiller. Ayrı kuşaklar olmalarının ötesinde farklı üslupları ve 
			kaygıları da olan yazarlar. En temel ayrımları, Orhan Kemal'in daha 
			iyimser ve yaşamı olumlayıcı bir tavrı olmasına karşılık, Leyla 
			Erbil'in hayatın sahtekâr oyunlara teslim oluşunu, edilişini 
			acımasızca dile getirişinde. Foyası çıkartılmadık bir şey kalmaz 
			onun edebiyatında. İnsanın ikiyüzlülüklerini öfkeyle ortaya döker. 
			Orhan Kemal insanın içindeki iyi, güzel şeylerin örselenişinden 
			dolayı acı duyar ve insanın kötüleşmesinde toplumsal koşulları öne 
			sürerken, Leyla Erbil toplumsal koşulları  
			verili bir durum almak yerine bu koşulların oluşumundaki insan 
			payını görür öncelikle.  
			Ama nedense bir başka yazı nedeniyle Leyla Erbil'in yapıtlarını bir 
			kez daha okurken, özellikle de Tuhaf Bir Kadın adlı romanda, Eski 
			Sevgili, Vapur gibi öykülerde, aklıma hep Orhan Kemal'in Evlerden 
			Biri adlı romanı geldi. Tuhaf bir biçimde bu metinlerin evlerinde 
			bir benzerlik var bence. Aralarındaki büyük ayrımı gözden 
			kaçırmıyorum kuşkusuz. Orhan Kemal'in Evlerden Biri adlı kitabı 
			'babalı' bir evken, Leyla Erbil'in edebiyatında 'baba' hep 
			uzaklarda, neredeyse yok. Ama her iki yazarın da anlattığı dünyada 
			'baba' benzer bir rol üstleniyor: otoritenin kaynağı.  
			Evlerden Biri, üç yetişkin çocuğu olan alt orta sınıflı bir ailenin 
			öyküsüdür. Hiç kimsenin, hiç kimseyle arası iyi değildir aslında. 
			Anne, baba, çocuklar aslında her biri kendi hayatlarının ezilip yok 
			edilişinin öfkesini taşımaktadırlar içlerinde. Tam da neye karşı 
			çıktıklarını bilmeden birbirlerine ve hayata karşı hoyratlaştıkça 
			hoyratlaşırlar. Kimse huysuz, aksi ve dediğim dedikçi babadan yana 
			değildir ama yine de hepsini bir arada tutan şey babanın varlığıdır. 
			Arada sevgi olmadan bir tutuluş halidir bu.  
			Ne zaman ki baba ölür o zaman da tüm aile dağılır, arada sık sık su 
			yüzüne çıkmış, hatta hep gerilimini sürdürmüş olsa da tam bir kopuşa 
			götürmeyen sürtüşmeler, karşıtlıklar artık geriye dönülmez bir 
			biçimde patlar. Herkes birbirine girer. Roman boyunca sızlanıp duran 
			anne, babanın ölümünden sonra komşularına bu kuzu gibi geçinen üç 
			kardeşin birbirine girmesini anlamadığını söyleyip işi dünyanın 
			değişmesine, insanların azmasına bağlayıverir. Aslında kocasını hiç 
			sevmemiştir ama ölümüne gerçekten üzgündür, çünkü yakınılarak olsa 
			da gölgesinde durumu korumanın imkanı bulunan baba ortadan 
			kalkmıştır. Böylece her şey sonsuza dek değişmiştir, iyi güzel bir 
			değişim de değildir bu. Çünkü aslında hiç kimse hayatın gerçekleri 
			üzerinden tartışmamıştır diğeriyle, herkes babanın baskısının 
			üzerinden kurmuştur tartışmasını. Böylece ortak zeminini ve 
			baskısını kaybeden karşıtlıklar ve öfke doğrudan birbirine yönelir. 
			Bu durumda anne tüm ikiyüzlülüğüyle geçmişi farklı hatırlamaya 
			başlar, hiçbir sahiciliği olmayan bir gül bahçesi yaratmaya çalışır.
			 
			 
			 
			Baba uzlaşmadan yanadır  
			Leyla Erbil'de ise baba ya uzaktadır ya da yoktur. Üstelik anneyle 
			karşılaştırıldığında olumlu yanları çoğunlukla ağır basmaktadır. Ama 
			bunun kuşkuyla karşılanması gerekiyor bence. Çünkü otoritesini ve 
			ikiyüzlü baskısını babanın varlığından, onun temsilciliğinden alan 
			anne ile ortaklığa girmekten çekinmez bu baba. Belki de doğrudan 
			karşı karşıya olunan anneye kıyasla en büyük artısı uzakta oluşudur. 
			Tıpkı Evlerden Biri'nde babanın ölümünden sonra özlenmesi gibi, 
			babanın da uzakta oluşu onu daha olumlu bir insan haline 
			getirmektedir. Çünkü baskının odağında rolü anne yüklenmiştir artık. 
			Ancak bazı ipuçları bana yine de bu babanın yakında olsa idi bu 
			kadar olumlu olmayı sürdüremeyeceğini düşündürüyor.  
			Çünkü aslında baba da toplumla uzlaşmadan yanadır. Oysa Leyla 
			Erbil'in kadınları tersine onu yıkmak, oyunu bozmak, tersine 
			çevirmek, açığa vurmak istemektedirler. Herkesin olmak istediğinin 
			karikatürü olduğu bu metinlerde aslında tüm kahramanlar olmak 
			istedikleri, görmek istedikleri üzerinden sürdürmektedir kavgasını. 
			Kimse olmak istediği olmadığı gibi, kimsenin karşısındaki de görmek 
			istediği değildir. Ne olumlu ne de olumsuz anlamıyla. Ne Eski 
			Sevgili aslında ahım şahım bir şeydir ne de Tuhaf Bir Kadın (Leyla 
			Erbil'in kahramanlarını kendisinin de ele alışını kastediyorum 
			tabii, kitapların kendilerini değil). Hepsinin ortak yanı aslında 
			yanlış hayatları kendi doğruları ve yanlışlarıyla doğruya 
			ulaştırmaya çalışmalarıdır. Ama hayatta doğrular yanlışları 
			götürmediği gibi, yanlışların toplamı da doğruya götürmez. Leyla 
			Erbil'in edebiyatı matematikten çok daha acımasız ve ahlâkçıdır.  
			Sanıyorum Leyla Erbil'in kitaplarının bana Orhan Kemal'i 
			hatırlatmasının temelinde yalan ve ikiyüzlülük üzerine kurulmuş aile 
			yapısının benzerliği var. Kuşkusuz Tuhaf Bir Kadın'da, Nigar tam da 
			o Evlerden Biri'nden çıkmış değildir. Oradan biraz daha yukarıda bir 
			sınıfın üyesidirler ve daha eğitimlidirler en azından ama aslında 
			içine kıstırıldıkları ikiyüzlülük, ailenin iyi güzel bir şey olduğu 
			yalanı çok benzerdir. Pekâlâ Leyla Erbil'in kahramanları da o 
			Evlerden Biri'nden çıkmış olabilirlerdi. O Evlerden Biri'nden 
			çıkmamış olmaları onları aynı ikiyüzlülüğün baskısından uzak tutmaz. 
			Şikâyet etseler de, aslında pay aldıkları otoriteden memnun ev 
			kadınlarıyla, üstüne düşen rolü fazla kurcalamak istemeyen ekmek 
			kavgası yorgunu babaların dünyasının kapanıdır bu. Evlatlara isyan
			 
			etmek düşer. Ama öte yandan yanlış hayatlar da doğru yaşanmazlar. 
			 
			 
			 
			 
			EVLERDEN BİRİ  
			Orhan Kemal, Epsilon Yayınevi, 2004, 264 sayfa, 9 milyon lira / 9 
			YTL 
			 
			
			 
 
  |