| 
			   
			            Milli Mensucat, ülkemizin en eski 
			fabrikalarından... 1907 yılında Adana’da Ermeni Simyonoğlu 
			evlatlarından Aristidi Kozma tarafından “Simyonoğlu Fabrikası” 
			adıyla kuruluyor. 
			            İki yıl 
			sonra Kozma, Adana’yı terk edince fabrika, devlete geçiyor ve 
			zamanın İttihat ve Terakki yönetimi fabrikanın adını “Milli Fabrika” 
			olarak değiştiriyor. Fransızlar, Adana’yı işgal edince fabrika 
			tekrar eski sahiplerine geçiyor. 1927’de de dönemin işadamları 
			Mustafa Özgür, Nuh Naci Yazgan, Nuri Has ve Seyit Tekin tarafından 
			Hazine’den satın alınıyor. 
			            1978 
			yılında bu kez biriken borçları nedeniyle tekrar Hazine’ye geçiyor 
			ve üretime ara veriliyor. 
			            1983’te 
			Turgut Özal’ın direktifiyle Gaziantepli işadamı Mehmet Özüzümcü’ye 
			49 yıllığına kiraya verilen fabrikanın adı “Milsan Mensucat” olarak 
			değiştiriliyor. 
			            Milli 
			Mensucat Fabrikası’nın yüz yıla yaklaşan ömrünün hikâyesi özetle 
			böyle... Ama “Milli Mensucat”ın ömrünün asıl öyküsü Orhan Kemal’in 
			yazdıklarında gizli... 
			            
			Özellikle de “Murtaza”, “Bereketli Topraklar Üzerinde”, “Vukuat 
			Var”, “Hanımın Çiftliği”, “Eskici ve Oğulları” gibi yapıtlarının 
			satır aralarında... Çünkü Orhan Kemal, İstanbul’a gelmeden önce, 
			yazarlığının ilk dönemlerinde “Milli Mensucat”ta katiplik yapmış, 
			hatta Cumhuriyet dönemi romanımızın en ünlü karakterlerinden “Bekçi 
			Murtaza”yı da bu fabrikada tanıyarak kendisi gibi ölümsüzler 
			kervanına katmıştı. 
			            ANILARA 
			YABANCILAŞTIK 
			            Bir 
			söyleşisinde “Milli Mensucat”ın kendisine kattıklarını  şöyle dile 
			getirmişti OrhanKemal:”Gurbete çıkan, Adana’ya inen köylülerle bu 
			fabrikada tanıştım. Çırçır işçileriyle, pamuk işçileriyle... Onların 
			mektuplarını, dilekçelerini yazdım. Halk çocuklarının şehir 
			madrabazları elinde nasıl sömürüldüklerini gördüm.” Sözü bu kadar 
			neden ve niçin uzattım? 
			            Gelelim 
			asıl merama... 
			            Yüz 
			yıla yaklaşan kahırlı ömrü yanında, Orhan Kemal gibi bir usta 
			yazarımızın anılarıyla bezeli “Milli Mensucat”, şimdilerde kaderine 
			terk edilmiş durumda... Orhan Kemal’in oğlu Işık Öğütçü, bakın ne 
			diyor:”Sanayinin, sanatın  iç içe olduğu böyle bir mekan, herhalde 
			bir başka ülkede olsa, şimdiye kadar çoktan bir kültür merkezi ya da 
			müze olur, insanları kucaklardı. Bizde ise kaderine terk edilip 
			müteahhitleri bekliyor.” 
			            
			Geçmişimize, anılarımızla bu denli mi yabancı olduk? 
			            Geçen 
			gün yine Adana’nın yetişdirdiği yazarlarımızdan Demirtaş Ceyhun ile 
			konuşuyorduk. Ceyhun, yazarlığı yanında mimar da... 
			            
			Adana’da tek katlı bir ev yapmış mimarlığının göstergesi olarak, ki 
			bu da yaptığı ender işlerden biri. 
			            Gelin 
			görün, o ev de dayanamamış arsa spekülatörlerinin baskısına ve 
			sonunda yıkıma uğramış... 
			            Nedir 
			bu hoyratlık? 
			            
			Yüzyıllık bir geçmişi yeniden bina etmek mümkün mü? 
			            Bir 
			Orhan Kemal daha ne zaman gelir böyle bir fabrikada çalışmaya? 
			            “Milli 
			Mensucat” bu geçmişi ve anılarının birikimiyle Adana’da neden ve 
			niçin İstanbul’daki “Feshane”nin bir benzeri olmasın? 
			            Devlet, 
			Kültür Bakanlığı, sanatla ilgili kurum ve kuruluşlar şairlerimizin, 
			yazarlarımızın anılarına olsun sahip çıkmazlarsa neye sahip 
			çıkacaklar? 
			 
			
			 
 
  |