| 
			 Orhan Kemal (1914-1970) yalnız kendi ülkesinde değil, ülke 
			sınırlarının çok ötesinde de tanınmaktadır. Orhan Kemal, 
			Sovyetler'de de çok iyi tanınan bir yazardır. Bu Türk yazarının ilk 
			seçme öyküleri, Moskova'da 20 yıl önce yayınlanmıştır.(1) Onun 
			yazdıklarını şimdi Azerbaycanlılar, Ukraynalılar, Gürcüler, 
			Kazaklar, Latviyalılar ve Özbekler de kendi dillerinde okuyorlar.
			 
			 
			Orhan Kemal'in yapıtlarında, bugün yaygın olan yabancılaşma sorununa 
			ya da yalnızlık felsefesine değinilmiyor. Yazar, kendini biçimsel 
			deneylere de kaptırmıyor. Bu düzyazı yazarının geleneksel 
			gerçekçilik yaklaşımıyla yazdığı tüm yapıtlarında, Türk emekçisinin; 
			sönük, gündelik yaşamından, onun yoksulluklarla dolu çevresinden; 
			devrimci, ilerici bir sanatçının bilincinden ve ruhundan yükselen 
			bir gerçeklik var.  
			 
			Orhan Kemal'in yapıtları, yalnız çevirmenlerin değil; Sovyetler, 
			Polonya, Çekoslovakya, Bulgaristan ve Doğu Almanya'daki 
			araştırmacıların da dikkatini çekmiştir. Son yıllarda, özellikle 
			kendi ülkesi Türkiye'de Orhan Kemal hakkında çok yazı yazılıyor. 
			Eleştirmenler ve yazarlar, Orhan Kemal'in yapıtlarının özelliklerini 
			daha iyi anlamak ve ulusal edebiyattaki yerini saptamak için 
			çalışıyorlar.  
			 
			Orhan Kemal'in edebiyatta asıl etkin olduğu, ?40-?60 yılları; aynı 
			zamanda Türk eleştirel gerçekçiliğinin estetik ve sanatsal olgunluk 
			kazanmaya, belli başlı bir akım olarak kendini ortaya koymaya, 
			aslında ülke edebiyatının gelişmesini yönlendirmeye başladığı 
			dönemdir.  
			 
			Toplumsal sorunslara karşı her zaman büyük bir ilgi besleyen 
			gerçekçi edebiyat, özellikle köylerin ve kentlerin alt tabaka 
			insanlarının yaşamını kapsıyor. XX. Yüzyıl, halk kitlelerinin 
			tarihini ön plana çıkartmıştır. Çeşitli ülkelerin edebiyatları bu 
			süreci yansıtmıştır; bugün de yansıtmaktadır. Birçok ülkenin 
			gerçekçi yazarlarının, bu arada Türk yazarlarının yapıtlarının da 
			başlıca kahramanı, emekçi insandır.  
			 
			Bunun yanında gerçekçi Türk edebiyatı, dikkatini toplumun belli bir 
			kesimindeki insanların toplumsal bilinçlenme sürecine çevirmiştir. 
			Toplumsal uyanış ve toplumsal etkinlik sürecine giren yeni bir 
			insan-kahraman ortaya çıkmıştır (Örneğin Sabahattin Ali'nin 
			Kuyucaklı Yusuf'u, Yaşar Kemal'in İnce Memed'i, vb.).  
			 
			Bu gerçekçi yazarlar, kahramanlarının davranışlarının ardında yatan 
			nedenleri, kişilerin ruhsal yapısını, yaşamlarındaki çelişkileri ve 
			onların iç-dramlarını; 'içinden' görüp resmediyorlardı. Bunda, 
			yazarın yaşam deneylerinin bir parçası olan betimlemelerin 
			verilmesinden çok, emekçi kitlelerin çıkarlarına cevap veren 
			olayların değerlendirilmesi önemlidir.  
			Her şeyi bilinçli olarak, halkın açısından görmeye çalışan Türk 
			edebiyatı, daha ?30'lu yıllarda kendini demokrat yazarların 
			yapıtlarında göstermiştir. Örneğin; Reşat Enis, Sadri Ertem, 
			Sabahattin Ali, Suat Derviş, vb. Toplumda ve edebiyat alanında 
			ülkenin kendine özgü gelişmesinden ötürü, gerçekliği halkın gözüyle 
			görme yöntemi; artık tek tek yazarların kişisel özelliğini taşıyan 
			bir yöntem olmaktan çıkıp çağdaş eleştirel gerçekçilikte yasalaşan, 
			norm olarak yerleşen bir yöntem olarak ortaya çıkmıştır. Gerçekliğin 
			halk açısından değerlendirilmesi; yazarları, halkın çektiklerinin 
			"kökenlerine" inmeye götürüyor. Bu yöntem de, anlatılan olaylardaki 
			neden-sonuç bağlantısının daha derin ve net olarak yansıtılmasına, 
			anti-emperyalist ve anti-kapitalist eğilimin gerçekçi Türk 
			edebiyatında güçlenmesine yol açmıştır.  
			 
			Son yıllarda edebiyatta eleştirel gerçekçiliğin gelişmesinde görülen 
			özelliklerden biri, Türkiye'de özellikle ?60-?70 yılları arasında 
			gözlenen sosyalist fikirlerin edebiyata girmesi olgusudur. Sosyalist 
			fikirlerin yaygınlaşması ve Türk gerçekçiliğinin yeni bir niteliğini 
			oluşturması - gerçekçilikle sosyalist fikirlerin birleşmesi - 
			kesinlikle sosyalist gerçekçiliğin doğduğu anlamına gelmez. Yeni bir 
			sanatsal dünya görüşünün olgunlaşması için uzun bir süre gereklidir. 
			Yeni fikirlere, yeni sözcüklere gereksinme vardır; bütün bunlar, 
			Genrich Mann'a göre Gorki için "dünya edebiyatı içinde yeni 
			yollarsın ve yeni bir perspektifin açılmasına olanak sağlamıştır.(2) 
			Çağdaş Türkiye'nin özelliklerine gelince, burada sosyalist 
			fikirlerin çok çeşitli olduğunu, sosyalizme yönelen Türk yazarları 
			için sosyal ve tarihsel koşullar nedeniyle sosyalizmin toplumsal bir 
			ideal olmaktan ileri gidemediğini eklememiz gerekir.  
			 
			Değişik dünya edebiyatlarından alınan birçok örnek bize gösteriyor 
			ki, sosyalist fikirler, sosyalist gerçekçiliğin doğmasından çok önce 
			geliyor. Örneğin; E. Potie'nin Enternasyonal'i. Lunaçarski'ye göre 
			gerçekten sosyalist ilk yapıtlardan biri Jack London'ın Demir 
			Ökçe'sidir. Gerçekten de Mayakovski'nin "Misteri Buf"u, Nâzım 
			Hikmet'in "Kan Konuşuyor"u ve Sabahattin Ali'nin "Düşmanlar"ının 
			sosyalist bir eğilim taşıdığı tartışma götürmez.  
			 
			Yukarıda saydığımız yapıtlar sosyalist fikirlerin Türk edebiyatına 
			?30-?40 yıl önce girdiğini kanıtlıyor ki; bu süreç Nâzım Hikmet'in 
			ve Sabahattin Ali'nin yapıtlarına bağlıdır. Orhan Kemal'in yapıtları 
			da aynı akımın içinde gelişmiştir. Sosyalist eğilimin değişik 
			biçimlerde ve değişik ölçülerde bulunması, bu tanınmış sanatçıları 
			tartışma götürmez bir biçimde birleştiren temeldir.  
			 
			Sanata sosyalist fikirlerin girmesiyle sosyalist eğilimli bir 
			sanatın biçimlenmesi süreci başlıyor. Buna bağlı olarak da yeni bir 
			sanatsal dünya görüşü doğuyor.  
			 
			Ünlü Sovyet edebiyat bilgini A. Matçenko şöyle diyor: "Sosyalist 
			gerçekçilikle sosyalist edebiyat birbirine bağlı ve birbirine 
			yakındır; ama bunlar aynı olgular değildir. Sosyalist edebiyat, 
			sosyalizmin olumlu etkisiyle oluşan bir edebiyat demektir. Değişik 
			sosyalist dünya görüşleri vs sosyalizme karşı duyulan yakınlığın 
			değişik dereceleri bu edebiyata yansımaktadır."(3) ?60-?70 yılları 
			arasında Türk edebiyatında gerek bilimsel sosyalizm tutkusunu 
			benimseyen, gerekse değişik ulusal sosyalizm görüşünü savunan ve 
			sosyalizme karşı belli belirsiz bir yakınlık duyan birçok yazar 
			vardı.  
			 
			Sosyalist edebiyatta karşıt sanat akımları ve değişik yaratıcılık 
			yöntemleri de bulunabilir ve bu aslında kaçınılmazdır. Çağdaş Türk 
			eleştirel gerçekçiliğinde birbirinden ideolojik sınırlarla ayrılmış 
			sanatsal ve estetik eğilimlerin bulunuşu sosyalist edebiyatın 
			biçimlenme sürecinin ne denli güç geliştiğini kanıtlıyor.  
			 
			Bu tür edebiyatın en çok dikkati çeken özelliklerini, çok özgün bir 
			biçimde Orhan Kemal'in yapıtlarında görüyoruz.  
			 
			200'ü aşkın öykü, 30'a yakın roman ve uzun öyküde Orhan Kemal; 
			edebiyatını yaşamdan alınan malzemeyle zenginleştirmiş, güncel 
			toplumsal sorunlar konusunda dikkatini bilemiştir. Yeni temalar, 
			yeni konular, yeni kişiler yaratarak sınıf sınırının ötesinde 
			duranlara karşı alt tabakaların yaşamının geniş bir tablosunu 
			çizmiştir.  
			 
			Orhan Kemal'in kahramanları; zanaatçılar, küçük memurlar, işçiler, 
			köylüler ve ırgatlar, serserilerin elebaşları, evsiz barksızlar ve 
			fahişelerdir. Yazar, fabrikatörlere, müteahhitlere, toprak ağalarına 
			da ilgi duyuyor; ama onun en çok dikkatini çeken şey, büyük çağdaş 
			kentteki emekçi halkın yazgısıdır.  
			 
			Emekçi halk üzerine yazmak, Orhan Kemal için kişisel ve sanatsal bir 
			eğilim değildir; bu, onun çok iyi düşünülmüş, sanatsal-estetik 
			tutumudur. Yazarın bu tutumu özel söyleşilerinde, makalelerinde 
			sürekli olarak ortaya konmuştur. Yazarın kanısına göre çağdaş 
			sanatın en önemli malzemesi emekçi, çalışan insanlardır. Yazarın 
			amacı kendi emeğiyle toplumun gelişmesini etkilemek olduğundan o, 
			bunları görmezlikten gelemez. Orhan Kemal'in sanatçı olarak 
			edebiyattaki tutumu; yalnız sorunsalı işleyen konularında, 
			kahramanlarında ve anlatım biçiminde ortaya çıkmakla kalmaz; bu 
			tutum aslında, Orhan Kemal'in, ulusunun yazgısına boyun eğişine 
			büyük bir acıyla yaklaşmasında, çalışan kitlelerin bilincini 
			uyandırmaya çalışmasında ve onları toplumsal etkinliğe çağırmasında 
			kendini gösteriyor.  
			 
			Kısa bir yazı içinde Orhan Kemal'in bıraktığı geniş edebiyat ürününü 
			bütün yanlarıyla incelemeye olanak yoktur. Bunun için, çok geniş ve 
			uzun bir monografik araştırma gerekir. Bu yüzden yapıtlarında onun 
			yazar kişiliğinin en belirgin biçimde ortaya çıktığı alanı, Türk 
			proletaryasından çizdiği tabloları incelemek akla en yatkın yol 
			olacaktır. Çünkü Orhan Kemal'in doğrudan doğruya işçilerin 
			yazgılarını ele almayan yapıtları bile değişik ölçülerde bu 
			sorunlarla ilgilidir. Gerçekten de Türk aydınının ve köylüsünün 
			yaşamı Orhan Kemal?e özgü ve yepyeni bir açıdan ele alınmıştır.  
			 
			Aydınların yaşamına yöneldiğinde yazar, bunların emekçi sınıfa 
			toplumsal bakımdan en yakın olan kesimini ele alıyor: "İnci?nin 
			Babası", "İş", "On Lira", "Kitap Satmaya Dair", "İnci'nin Macerası"ndaki 
			kahramanlar, hep yoksulluk içinde iş peşinde koşan ve arada sırada 
			emekçilere karışan insanlardır.  
			 
			Orhan Kemal'in; köylüleri, alışılmış yaşam koşulları içinde ele 
			aldığı pek sık görülmez. Onun ilgisini daha çok gurbette olan ve 
			büyük kentteki yaşam anaforunun içine düşen köylüler çeker. 
			"Yabancı", "Hatice Aktur ve Saire", "Bir Kadın", "Çöpçü", "Ekmek 
			Peşinde" öyküleri, "Bereketli Topraklar Üzerinde" romanı, 
			kendilerini hapiste bulan "Ali" ve "Recepsin öyküleri vb.  
			 
			"Ekmek Peşinde" öyküsünde kente yerleşmiş köylülerin çektiklerini 
			görüyoruz. Fabrikanın gâvur icadı sanıldığı yıllar artık gerilerde 
			kalmıştır. Dul Emeti?nin içinde bulunduğu topluluğu, bekçiler zor 
			zaptediyorlar. Emeti, küçük arsasını, köyündeki yoksul topraklarını, 
			varını yoğunu yok pahasına satıp çocuklarıyla birlikte kente 
			gelmiştir. Oğlunu fabrikaya yerleştirmek kolay olmamıştır onun için. 
			Sağlık raporu ve nüfus kağıdı gerekmiştir. Nüfus kağıdı parayla ve 
			yalancı bir tanıkla zar zor ele geçirilmiştir ama sağlık raporu 
			nasıl ele geçirilecektir?.. Çünkü delikanlı hastadır.  
			 
			"Kadın" öyküsünün adsız kahramanı, koskocaman kentte tek başına 
			kaldığı zaman açlıktan ölmemek için kendini satmak zorunda kalır.
			 
			Son 20 yıl içinde yazılan en iyi Türk romanlarından biri olan 
			?Bereketli Topraklar Üzerinde? adlı yapıtta tema üç köylü çevresinde 
			örülmüştür. Bunlar, en mübrem gereksinmeleri olan ekmek parasını 
			kazanmak için; evlerini, ailelerini terketmişlerdir. İş ararken, 
			gündelik yaşamlarında ırgatlar ve fabrikada çalışan işçiler arasına 
			girerler. Köse Hasan, hastalıktan kurtarılamayarak ölür; Pehlivan 
			Ali'yse katı yürekli bir müteahhit yüzünden kazaya kurban gider; 
			köyüne yalnız İflahsız Yusuf dönebilir. Gurbette kaldığı aylar 
			sırasında elde ettiği tek şey, bir gaz lambasıdır.  
			Basit emekçilere karşı sıcak bir sevgiyle dolu olan (bu, Türk 
			eleştirmenlerinin durmadan vurguladıkları bir noktadır) bu romanda 
			yazar, işçilerin, ırgatların ve köylülerin yaşamlarındaki 
			benzerlikleri göstermeyi başarıyor. Sadri Ertem ve Sabahattin 
			Ali'nin köylülerine karşın, Orhan Ke-. mal'in köylüleri, 
			sıkıntılarla dolu yaşamlarına sabır ve teslimiyetle boyun 
			eğmiyorlar. "Bereketli Topraklar Üzerinde"ki Kürt Zeynel gibi, 
			yaşama egemen olan insanlık dışı davranışlara ve adaletsizliğe karşı 
			isyan ediyorlar. "Afa-racı Hacı"nın baş kişisi olan Ali gibi onlar 
			da kendilerini sonsuz bir baskı altında tutmak isteyenlere karşı 
			halkın başkaldırmasını temsil ederek şöyle bağırıyorlar:"... 
			Tarlanız var, takımınız var, çiftiniz var, çubuğunuz var, Con 
			Dire'ler, Hanomak'lar... Var oğlu var... Gözlerini toprak 
			doyurasıcalar... Derya deniz malın üstüne oturmuş, köyü 
			zaptetmişsiniz! Benim bir ineğim mi gözünüze battı? Fıka-raya bir 
			ineği de mi çok gördünüz? Bu ne adaletsizliktir canım?" (4)  
			 
			Orhan Kemal, köyü yeni bir tarihsel - toplumsal aşamada, kapitalizm 
			aşamasında görmüştür. Yazdıklarında 20-30'lu yılların Türk köyüne 
			bakan Sadri Ertem ve Sabahattin Ali'ye özgü yarı-feodal ağa - köylü 
			ilişkileri değil, kapitalist toprak ağasının ve ırgatın çatışan 
			çıkarlarını, bu süreçle birlikte giden köylülerin köyden 
			uzaklaşması, işçi sınıfına karışıp onu doldurması gibi sorunları ve 
			çatışmaları da yansıtıyor.  
			 
			Orhan Kemal, sınıfsal - toplumsal ilişki ilkelerinin kentte olduğu 
			gibi köyde de geçerli olduğunu gösteriyor. Değişik emekçi kitlelerin 
			ve sınıfların temsilcileri olan kahramanların birbirlerine 
			benzemelerinden yararlanarak Orhan Kemal, bunların toplumsal 
			durumlarındaki ortak yanlan bize gösteriyor; yazar, bu emekçi halkı, 
			"dünyanın egemen güçleri"nin karşısına koyuyor. Kısaca Orhan Kemal, 
			yapıtlarında bütün olarak çağdaş toplumun toplumsal yapısını ortaya 
			çıkarıyor.  
			 
			Orhan Kemal'de en yaygın kahraman tipi olan kentte çalışan işçinin, 
			ulusal edebiyatta bir öncüsü vardır; ne var ki bu tip, Halit Ziya 
			Uşaklıgil'in yapıtlarında belirsiz bir biçimde çizilmiş ve 
			genellikle savunmasız bir kurban gibi gösterilmiştir. Bundan sonra 
			Ömer Seyfettin, Refik Halit Karay, Kenan Hulusi, Sadri Ertem, Sait 
			Faik ve Sabahattin Ali gibi gerçekçi yazarların yapıtlarında bu 
			işçi, çok trajik yazgısına terkedilmiş olarak görülüyor.  
			 
			Orhan Kemal'in edebiyata ilk başladığı sıralarda kentteki işçilere 
			ve küçük ihsanlara dönük olan yapıtlarında genellikle kendi 
			dünyasını oluşturan koşulların kurbanı olan, edilgen bir kahraman 
			tipi egemendi.  
			Orhan Kemal kendi yaşam deneylerinden yararlanmadan yazmak ilkesine 
			bağlı kalarak 30-40'lı yıllarda Türk işçilerinin yaşamını, 
			anlatmıştır. Orhan Kemal'in yaşamında bu yılların oluşturduğu dilim, 
			Mehmet Raşit Öğütçü adıyla, bazı kesintilerle, Adana'da geçmiştir. 
			Adana yöresinin özelliklerinden biri de burada hem köy, hem de 
			sanayi yaşamının çok yoğunlaşmış olmasıdır. Dokuma fabrikasında 
			çalışan ve ilerde yazar olacak olan Mehmet Raşit, fabrika 
			işçilerinin yaşamını bütün yönleriyle inceleme olanağını bulmuştur. 
			Bunu, "Grev", "Dert Dinleme Günü", "Kardeş Payı", "Hatice Aktur Ve 
			Saire", "Dilekçe" vb. gibi öykülerinde ve Avare Yıllar, Cemile, 
			Murtaza gibi romanlarında işçilerle ilgili olarak o zaman yeni yeni 
			ortaya çıkmaya başlayan bazı olaylarla anlatmaya çalışmıştır.  
			 
			Çok usta bir sanatçı olan Orhan Kemal, yalnızca malzeme 
			zenginleştirmek ve halktan kişilerin sayısını artırmakla kalmayıp 
			başka şeyler de yapmıştır; bunlar bile kendi başına onun edebiyata 
			yaptığı önemli katkılardır. Yenilikçi bir yazar olan Orhan Kemal, 
			ayrıca yarattığı bu kişileri kendi değerlendirmesinden geçirerek 
			edebiyatta yeni bir kahraman görüşü geliştirmiştir.  
			 
			İşçilerle ilgili ilk Türk romanı olan Cemile'de (1952) Orhan Kemal, 
			konuyu iki çizgide geliştiriyor; bütün dikkatini genç dokuma işçisi 
			Cemile ve fabrika kâtibi Necati'yle onun arasındaki aşk öyküsü 
			üzerine değil, işçilerin yaşama biçimi ve çalışma koşulları, 
			işçilerle patronlar arasındaki çatışmalar, fabrikanın ortakları 
			arasındaki anlaşmazlık, yani cahil, yeni zengin, tutucu Kadir 
			Ağa'yla onun tam karşıtı olan yeni tip kapitalist Numan Bey'e 
			yöneltmiştir.  
			 
			Çok ayrıntılı betimlemelerden kaçınarak Orhan Kemal, kendine özgü 
			lâkonik (kısa ye özlü) anlatımla işçilerin düzensiz, rahatsız 
			yaşamlarını veriyor: Eğri büğrü evler; çürümüş, akan damlar; 
			yetersiz beslenme; uykusuzluk ve insanı yıpratan uzun çalışma 
			saatleri.  
			 
			İşte işçiler fabrikaya gidiyorlar. Evlerinin çürük kapıları şak diye 
			kapanıyor ve yağmurlu gecenin soğuk karanlığına erkekler, kadınlar, 
			çocuklar, uykularını doğru dürüst alamamış, iyice dinlenmemiş 
			insanlar soğukta titreşerek arka arkaya sokağa dökülüyorlar. Bir çok 
			kişinin birarada kaldığı evlerin daracık avlularında toplanıyor, 
			sonra sokağa akıyorlar; başka avlularda oturanlar da gelip onlara 
			karışıyor; kalabalık çığ gibi büyüyerek fabrikaya yollanıyor.  
			 
			Orhan Kemal kendisini sanayiin işleyişini anlatmaya kaptırmıyor; 
			işçilerin çalıştıkları koşullar hakkındaki bilgimiz, metinde şuraya 
			buraya serpiştirilmiş ayrıntılardan ve kısa betimlemelerden 
			oluşuyor. ("Uyku", "Harika Çocuk", "Kel Tahir", vb). Cemile 
			romanında iş ortamını canlandırmak için yazar, patronun fabrikada 
			yaptığı günlük denetlemeden yararlanıyor. Kadir Ağa, bir patronun 
			keskin gözleriyle pamuğun fabrikaya girdiği yeri, ardiyeyi, nişasta 
			kokan haşıllama yerini, inanılmaz bir gürültüyle çalışan ve 
			çevresinde yumak yumak pamukçuklar uçuşan dokuma tezgâhlarını 
			denetliyor. "... Her bankoda "öncü" ve "arkacı" denilen işçiler 
			çalışır. Islak betonun üzerinde yalın ayak veya takunyalarla çalışan 
			kız, oğlan, genç, ihtiyar, kadın, erkek işçiler... Bilhassa 
			çocuklar... Dokuz, on yaşlarında, gözleri uyku dolu, renksiz 
			şeylerdir ki, iş kanununa uysun diye, annelerinin, teyze, hala, dayı 
			yahut da ta-mamiyle yabancı bir büyük insandan parayla satın alınmış 
			nüfus kâğıtlarıyla işe girmişlerdir." (5)  
			Sanayi koşullarını anlatırken Orhan Kemal'in amacı yalnız kişilerin 
			yaşamlarını ele alarak zor iş günlerini anlatmak değildir. Yazar, 
			üretim ortamını, insanlar arasındaki toplumsal ilişkilerin en yoğun 
			biçimde ortaya çıktığı bir ortam olarak saptıyor. Yazar için önemli 
			olan, bu ilişkileri yakalamak ve yansıtmaktır; çünkü toplumsal 
			yaşamdaki köklü değişiklikleri yazar, bu koşulların değişmesine 
			bağlıyor: "Egemen güçler"le onlara bağımlı olan insanlar arasında 
			barışçıl ilişkilerin bulunması olanağı yoktur; oysa "alt tabakalar" 
			yaşamlarını artık eskisi gibi sürdürmek istemiyor ve sömürülen 
			insanlar artık onurlu bir yaşama kavuşmak istiyorlar.  
			 
			"936" adlı öyküsünün kahramanı, müdürün özel yaşamına karışmasına 
			tepki olarak sevgilisiyle birlikte fabrikadan ayrılıyor. "Dert 
			Dinleme Günü" öyküsünde de fabrikada çıkan bir olay sonunda Kemal 
			Dokuzcanlı, patronun, mebuslara yalan söyleyerek burada işçilerin 
			çok rahat bir yaşam sürdürdüklerini bildirmesi isteğine karşı 
			çıkıyor. Tutuklu olan işçilerin yerine, çoktan beri işsiz kalmış, iş 
			bekleyen genç çıraklar işe girmek istemiyorlar ("Avare Yıllar"). 
			"Grev"deyse dokumacılar, çalışma koşullarının düzeltilmesini 
			istiyorlar.  
			 
			Orhan Kemal'in onu başkalarından ayıran kendine özgü yanı, 
			gerçekliğin çirkin yanlarını ödün vermeksizin sürekli belli bir 
			açıdan görmek, somut toplumsal olayların (uzun çalışma günlerinin, 
			çok düşük ücretlerin, para cezalarının, teknik tehlikeleri giderici 
			önlemlerin alınmamasının, sağlık hizmetlerinin ve sosyal yardımın 
			bulunmamasının, çocukların çalıştırılmasının, işsizliğin, 
			fahişeliğin) eleştirisi yanında yaşamın olumlu yanlarının 
			değerlendirmesini de birlikte verebilmesidir. Yaşamı, aklı başında 
			bir yaklaşımla çözümlerken günlük yaşamın iyi ve güzel yanlarını 
			arayıp bununla birleştiriyor. İleri görüşlü bir yazar olarak Orhan 
			Kemal'in gelecekte daha iyi bir yaşama inanması, emekçi insanların 
			dürüst olabileceğine inancından doğuyor.  
			 
			Orhan Kemal'in yapıtlarında okur, olumlu bir kahramanın her yanıyla, 
			bütün boyutlarıyla verildiğini hiçbir zaman görmüyor. Belki de 
			yazar, kendi yaşamında böyle bir kahraman çizmeyi gerektirecek 
			olaylarla karşılaşmamıştır. Ama yazarın ayrı ayrı yapıtlarındaki 
			kahramanlarının niteliklerini biraraya toplarsak, onun sanatında 
			olumlu bir kahramanın nasıl bir insan olduğunu anlayabiliriz.  
			 
			"Kardeş Payı"ndaki Siverekli hammal, ilk bakışta pek akıllı 
			görünmeyen, kaygısız bir taşra delikanlısıdır. Aslında müteahhidin 
			başlangıçta onun takımına söz verdiği işin, çavuşun rüşvet karşılığı 
			takıma ihanet etmesiyle dışarıdan gelen hammallara verilmesi 
			yüzünden kahraman, duruma el koyuyor. Siverekli hammal, tepkisini 
			fabrika patronunun yüzüne karşı gösteriyor. Çavuşu cezalandırıyor; 
			öteki ham-malların kimsenin aracılığı olmadan çalışmalarını ve 
			kazandıkları parayı paylaşmalarını öneriyor.  
			"Grev"deki Sarı Memet, işçilerin saygısını kazanmıştır. Sekiz 
			saatlik iş günü isteğini patrona kabul ettirmek için Sarı Memet'in 
			önerisiyle işçiler İtalyan Usulü greve, ,yani iş yerinde kalarak 
			makinaları durdurma eylemine gidiyorlar. Ne var ki, fabrika patronu 
			onu kışkırtıcı ve kargaşalığın elebaşısı olarak polise teslim 
			ediyor. Sarı Memet, kendi gücünü bilenlerdendir. Patronların önünde 
			dik başlı durabilen ve işçileri örgütleme yeteneği olan bir 
			insandır.  
			 
			- "Sarı Memet sen misin?  
			- Benim!  
			- Bu ameleye sen mi önayak oluyorsun?  
			- Ne gibi?  
			- Tezgâh başında dikiliyor, iş yapmıyorlarmış. Böyle hareket 
			etmelerini sen tavsiye ediyormuşsun.  
			- Ne münasebet? Onu sana söyleyen halt etmiş!  
			- Ne biçim konuşmak bu? Bir amirin, bir büyüğün önünde böyle mi 
			konuşulur?  
			- Büyüğün önünde böyle konuşulmaz, biliyorum.  
			- Konuşuyorsun işte!  
			- Konuşmuyorum, terbiyemi bilirim ben\  
			- Konuşuyorsun işte be!  
			- Ben senin önünde konuşuyorum!  
			- Ben senin büyüğün değil miyim? Ekmek veriyorum sana!  
			- Sen? Bana ekmek veriyorsun ha! Sen kimsin de bana ekmek 
			vereceksin? Çalışıyorum ben, alnımın teriyle kazanıyorum onu... Bana 
			ekmek veriyormuş!.. Ben çalışmayayım da sen bana ekmek ver... Ulan 
			siz değil ekmek, günahınızı bile vermezsiniz bedavadan!" (6)  
			"Dert Dinleme Günü"nde Kemal Dokuzcanlı'nın kişiliği de gene fabrika 
			patronuyla konuşmasında ortaya çıkıyor. Kendi toplumsal durumunun 
			bilincinde olan bu kahraman, özgür eylemlere girişmeyi özlüyor. 
			Müdürün odasına çağırılan birkaç işçiye haberi verirken ustabaşı 
			şunları söylüyor: "... Ankara'dan milletvekillerimiz geldi. 
			Halkevinde halkın dertlerini dinleyeceklermiş... Sizleri de 
			fabrikamız adına seçtik. Gidin, bir şikâyetiniz, bir derdiniz... 
			Olur a... Söyleyin!" (7)  
			Sonra da,  
			"İriyarı Umum Müdür araya girdi:  
			-Memleketimizin büyük tüccarları, büyük çiftçileri, büyük 
			fabrikatörleri de orda bulunacak...  
			Sözü fabrika sahibi aldı:  
			-Onlar varken size söz düşmez! Çünkü onlar memleketin ihtiyaçlarını 
			daha iyi bilir, daha iyi, takdir ederler...  
			Dokumacı Kemal Dokuzcanlı dayanamadı:  
			-Şu halde bizim gitmemize hiç lüzum yok!  
			-Büyük tüccar, büyük çiftçi, büyük fabrikatör benim küçük derdimi ne 
			bilecek? dedi, onlar kendi dalgalarında, ben kendi dalgamdayım...
			 
			Salih Topal İleri atıldı:  
			-Efendim, dedi, biz kendimizi bilmez, saygısızlardan değiliz. Neden? 
			Çünkü, büyüğünü bilmeyen Allah'ını da bilmez! Memleketimizin ileri 
			gelen büyüklerinin yanında bize söz düşmeyeceğini bizler elbette 
			takdir ederiz!  
			Dokumacı Kemal Dokuzcanli:  
			-İşte, dedi, tam bulmuşsunuz gönderecek adamı... Benim ne işim var 
			orada?  
			Odadan çıktı gitti."(8)  
			 
			Yazar bize, her işçinin Kemal Dokuzcanlı'nın davrandığı gibi 
			davranamayacağını gösteriyor. Bütün işçiler patronların iradesine 
			kendi iradeleriyle karşı çıkamıyorlar. İşçilerin çoğu Topal Salih ve 
			Yorulmaz Hüseyin gibi, kendindeki boyun eğme alışkanlığından henüz 
			kurtulamamıştır. Ama onlar da, arkadaşlarının davrandıkları gibi 
			dav-ranmaları gerektiğini anlıyor ve onu öven sözler söylüyorlar.
			 
			"Cemile"de Orhan Kemal bize İzzet Usta'nın ve İzmirli Nusret'in 
			kişiliklerini tanıtıyor. İzzet Usta iyi bir teknisyendir, ama işinde 
			uzaklaştırmıştır ve gündelikçi işçi olarak çalışmaktadır. İzzet, 
			okuma yazma biliyor; üstelik epeyce de kitap devirmiş. İşçilerle 
			ilişkisini kesmiyor; onlara çok yararlı öğütlerde bulunuyor; Kadir 
			Ağa'nın tuzaklarını açıklayarak onlara acele, düşünmeden girişilen 
			yanlış eylemlerden kaçınmalarını salık veriyor.  
			İzmirli Nusret oldukça kafalı bir delikanlıdır. İzzet gibi onun da 
			okuması yazması vardır (Lise dokuzuncu sınıftan ayrılmıştır) ve 
			epeyce kitap okumuştur. Çalıştığı fabrikada üretimin neden 
			azaldığını ve elbette bu azalmadan sonra dokuma işçilerinin 
			aldıkları ücretlerde neden düşme olacağını ilk sezen birkaç kişiden 
			biri o oluyor. Nusret, bu tahminini, işçilerin huzursuzluğundan 
			yararlanarak Numan Bey'in tayin ettiği Avrupalı mühendisten 
			kurtulmayı amaçlayan patronu Kadir Ağa'ya iletiyor.  
			Orhan Kemal'in, yapıtlarında ilk kez Türk edebiyatında bir 
			sanatçının emekçi insanları kitapla karşı karşıya getirdiğini 
			görüyoruz. ("Can Sıkıntısı", "Ekmek, Sabun ve Aşk", "Necati", 
			"Devlet Kuşu" romanındaki Recep ve "Cemile" romanı). İşçinin bilgiye 
			duyduğu büyük özlemi dile getirirken yazar, sömürülmüş insanların 
			bilincinin gelişmesinde eğitimin ne büyük bir yeri olduğunu 
			gösteriyor. Orhan Kemal'e göre eğitim "gerçeği görmek için" 
			gereklidir.  
			 
			Çok etkileyici portreler çizerken Orhan Kemal, konuşmaların 
			ayrıntılarını çok sıkı bir seçmeden geçirerek onlara inandırıcı bir 
			canlılık kazandırmış ve psikolojik açıdan çok doğru kişiler 
			yaratmıştır. Yazar bu kişileri, yaşamın içinde ve toplumsal 
			'çelişkilerin ortasında, belli toplumsal eğilimlerin temsilcileri 
			olarak görmüş ve seçmiştir. "Grev"deki Sarı Memet, Cemile'deki İzzet 
			Usta ve Nusret, "Kardeş Payı"ndaki Siverekli, "Dert Dinleme Günü"ndeki 
			Kemal Dokuzcanlı, Avare Yıllar'daki Ahmet, Suçlu romanındaki Mustafa 
			ve Hasan, "Arkadaş lslıkları"ndaki İlyas, Devlet Kuşu romanındaki 
			Recep yeni tür kahramanlardır; yazar, bunları toplumsal bilincin ve 
			toplumsal etkinliklerin uyandığı bir dönemde ortaya çıkan insanlar 
			olarak gösterir. Orhan Kemal kahramanlarının iç dünyalarına girerek 
			çok sönük (hiçbir özelliği olmayan) dış görünüşlerin ardında 
			korkusuzluk, çalışma sevgisi, arkadaşlık duygusu ve doğuştan 
			akıllılık gibi çok büyük yeteneklerin bulunduğunu göstermiş ve 
			emekçi insanların toplumsal bakımdan bilinçlenmesine yardım eden ve 
			ahlaksal nitelikleriyle insanı kendine çeken bir ideal yaratmıştır. 
			Orhan Kemal'i, 30'lu yılların kendinden önce gelen yazarlarından 
			ayıran başka bir özelliği de, onun Türk işçisini, kendi sınıfının 
			temsilcisi olarak ortaya çıkarmasıdır. Bundan başka Orhan Kemal, 
			işçinin sınıf psikolojisine inerek bunu açıklamış ve belli bir 
			toplumsal psikolojik tip yaratmıştır. (Sürecek)  
			 
			 
			Dipnotlar  
			(1) Orhan Kemal, Ekmek Kavgası, Rusça'sı R. Fiş, Moskova, 1956.  
			(2) 3 Ciltlik Rus Sovyet Edebiyatı Tarihi, Cilt I, Moskova, 1958, s. 
			487.  
			(3) A. Metçenko, "Sosyalist Gerçekçilik ve Sosyalist Sanat Üzerine", 
			Oktobr Dergisi, 1967, Sayı 6, s. 196.  
			(4) Orhan Kemal, Ekmek Kavgası, İst., 1958, s. 40-41.  
			(5) Orhan Kemal, Cemile, İst., 1970, s. 23-24.  
			(6) Orhan Kemal, "Grev", Ankara, 1954, s. 11-12.  
			(7) A.g.e., s. 50.  
			(8) A.g.e., s. 50-51. 
			..  |