| 
			          
			         Erkekçe kavga etmeyi senden öğrendim 
			  
			            Sen Prometenin çığlıklarını 
			kaba kıyım tütün 
			gibi piposuna dolduran adam 
			Sen benim mavi gözlü 
			arkadaşım 
			Kabil değil unutmam 
			seni 
			26 Eylül 1943 
			seni yapayalnız 
			bırakıp hapishanede 
			bir üçüncü mevki 
			kompartımanda pupa yelken 
			koşacağım memlekete 
			Tren bir güvercin 
			gibi çırpınarak istasyona girecek 
			Gözü yaşlı bir genç 
			kadına beş senenin ardından  
			kocasını getirecek 
			O dem ki boş verip 
			istasyon halkıına 
			Yanaklarından 
			öperken sevgilimi 
			Sen neşeli mavi 
			gözlerinle bakacaksın içimden 
			bana 
			O dem ki yürekten 
			her şey atılacak 
			Ekmek, kin hasret, 
			fakat Nazım Hikmet 
			Sen şu kadar 
			kilometre uzakta kalmama rağmen 
			Aydınlık yüreğimin 
			duvarına dayayıp sarı saçlı başını 
			Batan bir yaz güneşi 
			hüznüyle ağlatacaksın arkadaşını 
			Günler geçecek ekmek 
			derdi çökecek omuzlarıma 
			Fabrika, makinalar 
			tezgahım 
			Sana şeker kamışı, 
			portakal yollayacağım 
			Karım yün çorap 
			örecek, her hafta mektup yazacağız 
			Askere almazlarsa 
			eğer 
			Unutabilir miyim 
			seni 
			Tahtakurusu 
			ayıkladığımız hapishane gecelerini 
			Ve radyoda şark 
			cephesinden haber beklediğimiz 
			Müthiş anların 
			küfürünü 
			Radyonun yanındaki 
			duvara 
			Kurşun kalemiyle 
			abus insan yüzleri çizmiştin 
			Unutabilir miyim 
			seni hiç? 
			Hala beton malta 
			boylarında duyuyorum 
			Takunyaların sesini! 
			Unutabilir miyim 
			seni? 
			Dünyayı ve 
			insanlarımızı sevmeyi senden öğrendim 
			Hikaye şiir yazmayı 
			Ve erkekçe kavga 
			etmeyi, senden! 
			* * * 
			
			Orhan Kemal’in şiir yazdığını biliyor muydunuz? “Gurbet Kuşları”, 
			“72.Koğuş” yazarı Orhan Kemal’den bahsediyorum. Ne müthiş bir aşk 
			kitabıdır o, “Bir Filiz vardı”. Okudunuz mu? Bugün kendinize hatta 
			edebiyattan hoşlanan arkadaşlarınıza, karınıza, kocanıza varsa 
			özellikle çocuklarınıza bir iyilik edin. Cihangir, Akarsu Caddesi 
			no:32’ye bir uğrayın. Ne mi var? 
			
			Orhan Kemal müzesi var orada. Öncelikle bütün fotoğrafları, 
			kıyafetleri, okuduğu kitaplar, yatak odası, daktilosu, kısacası her 
			şeyi... Oğlu Işık Öğütçü büyük emek verip hazırlamış. Öyle müze 
			kelimesini duyduk diye korkmayın, bir saatinizi ayırmanız yeterli. 
			Bir saat diyorum çünkü önce Orhan Kemal’in yaşadığı odayı gezecek, 
			fotoğraflarına bakacak ardından kitaplarını okumak isteyeceksiniz. 
			Uzak değil yan tarafta bütün kitaplarının indirimle satıldığı bir 
			kitapçı var. Sadece kitap değil kendi sesinden kasetlerini de 
			bulabilirsiniz ünlü edebiyatçının. Ruhunu doyurduktan sonra iş karın 
			doyurmaya gelecek tabii... O da düşünülmüş. Bir adım ötede İkbal 
			Kahvesi. Çay 750 bin lira. Karışık tost 2 milyon. 
			
			Mutlaka moda bir yerler görmeliyim diyorsanız onun da kolayı var, 
			madem gelmişsiniz Cihangir’e kadar 100 metre daha yürüyün oturun şu 
			meşhur “Leyla”ya. Her masada başka bir ünlü sima, cebiniz İkbal’e 
			kıyasla yanacak ama her şeyin bir bedeli var tabii. Yemeğinizi 
			nerede yediğiniz çok da önemli değil, müzeyi mutlaka gezin. 
			* * * 
			
			Orhan Kemal şiirlerinin çoğunu Bursa Cezaevi’nde yazmış. Ailesine 
			karısına duyduğu özlemi dile getirmiş. Her şiirden sonra soluğu 
			arkadaşı Nazım Hikmet’in yanında alırmış. Nazım Hikmet bazı şiirleri 
			dinledikten sonra şöyle dermiş “Yeter kardeşim yeter, bir başkası 
			lütfen” ya da rezalet, berbat gibi tanımlamalarda bulunurmuş. En 
			sonunda bir gün Orhan Kemal bir roman başlangıcını okumuş büyük 
			şaire. 
			
			“Ayaklarında takunyalar koşarak heyecanla gelerek sordu, siz mi 
			yazdınız bunu? Çekinerek “Evet” dedim. “Birader” dedi. Neden 
			bahsetmediniz bundan? Siz hikaye roman yazın.” 
			
			Orhan Kemal, bu öneriden sonra düz yazıya geçmiş. İyili de geçmiş ki 
			o muhteşem eserler ortaya çıkmış. 
			
			“İyi şair olmadığın için iyi hikayeci oldum” diyor. İyi şair 
			olamazdım çünkü önümde dev gibi Nazım vardı. Nazım, aşılması zor ve 
			olanaksız sarp bir dağdır. Nazım şiir püskürten volkanik bir 
			yanardağ sanki. Öyle tuhaf söylüyor ki namussuzum bütün sözlerinden 
			bal gibi şiirsızıyor. Bir bal peteği gibi, mumu balına nazaran çok 
			az, balı yani şiiri ise vıcık vıcık.” 
			
			Orhan Kemal’in hapishane arkadaşı Nazım Hikmet için yazdığı şiiri 
			ilk defa okuyunca kendisine biraz haksızlık etmiş diye düşündüm. 
			
			Ya sizce? 
			
			Eskiden kızlar toplanır şiir günleri yapar, yüksek sesle şiir 
			okurduk. Çok duygulanırdık çok. Hem şarap içer, hem de Asaf okurduk. 
			Arada bir iki satır da biz attırırdık. Yazıyı yazarken niye uzun 
			zamandır bunu yapmıyoruz diye düşündüm. Niye sahi? Aşk, şiir, 
			duygusallık bu kadar mı gitti hayatımızdan? Bir iki satır karalamak, 
			okuduğumuz bir şiirin  üzerinde konuşmak için illa da aşk acısı mı 
			çekmek gerekiyor yani? 
			
			Evliyken olmuyor mu bu işler? 
			.  |