| 
       	ORHAN KEMAL'İ YENİDEN 
		KEŞFETMEK... 
			1940 sonlarıyla 1950 başlarında doğanlar, gözlerini açtığında, 
		kendilerini 1961 Anayasasının getirdiği bir özgürlük ortamında buldu. Bu 
		ortamda boy verip serpildi... Önceki kuşakların bin sıkıntıyla 
		kavuşabildiği Nâzım Hikmet'le arkadaşları, 1940 toplumcu gerçekçi 
		kuşağından pek çok şair, yazar 1961'le birlikte gözünü açan bu genç 
		insanların kolayca ulaşıverdiği imzalar oldu... 
		Ama hakçasını söylemek gerekirse, öncekilerin kimi zaman elleriyle 
		çoğaltarak aralarında dolaştırdığı şairlere, yazarlara böyle hiç zahmet 
		etmeden ulaşıveren kız, oğlan ne kadar delikanlı varsa, değerbilmez bir 
		tutuma kaptırmadı kendini. Tersine yazarların, şairlerin hepsini öpüp 
		başlarına koydular... Bununla da yetinmediler, bu yazarları, şairleri 
		eksiksiz okudular, okumak ne, özümsediler... 
		1968 olgusunun, tarihin tam da bu diliminde, andığım delikanlılarca 
		sahneye taşınması bir rastlantı sayılmamalı... 
		Derken söz konusu şairler, yazarlar teker teker ayrılmaya başladı 
		aramızdan... Ama bu durum, okumada herhangi bir tavsamaya yol açmadı, 
		çünkü okuma alışkanlığı kazanmıştı bir kez genç topluluk. İşte okuma 
		düşkünlüğü, artık ekmek su alışkanlığına dönüşen gençlerin yöneldiği bu 
		yazarlar arasında biri vardı: Orhan Kemal. 
		Gerçi onun yapıtları, öteden beri dolaşımdaydı ama, alçakgönüllü 
		yaşamıyla, üne sırt çeviren tutumuyla Orhan Kemal, gizlenmiş gibiydi 
		hep. Zaten yaşamı boyunca, kendi yapıtlarını çalımlayıp burun farkıyla 
		da olsa onların önüne geçmeye çalışmadı o, yapıtlarının gerisinde durdu.
		 
		Orhan Kemal, öykücülüğünün, romancılığının yanında, bir oyun yazarı 
		olarak da sahnelerimizin vazgeçemediği yazarlardan biriydi oysa o 
		yıllarda. Yeşilçam da romanlarından, öykülerinden ardı ardına filmler 
		çekiyordu durmadan. 
		1960'lar, hatta 70'ler böyle sürdü hep. Orhan Kemal de sessizce 
		ayrılıverdi aramızdan bu arada. Yokmuş gibi duruyordu, gerçekten gitti. 
		Ama ne zaman tarihin ibresi 12 Eylül 1980'i gösterdi, yaşananlar bir bir 
		değişmeye koyuldu. Bir unutuluşa terk edildi soy yazarlar teker teker. 
		Bunlardan boşalan yere yazarlık genleriyle oynanmış yüzleri maskeli 
		kişiler oturtulmaya çalışıldı. Süreç içinde marketlerde, sonra 
		süpermarketlerde, daha sonra hipermarketlerde, çok daha sonra da 
		megamarketlerde bunlarla doldurdular rafları, son kullanma tarihleri de 
		bir bir üzerlerine yapıştırılmış olarak. Ülke de zaten market 
		anlayışıyla yönetilir olmuştu enikonu.  
		Şaşarak izlemiştim, Orhan Kemal de vardı çünkü unutuluşa terk edilen 
		yazarlar arasında. 
		Oysa o yıllarda, hayranlık duyarak Orhan Kemal'i okuyanlar arasında ben 
		de vardım. Yazmaya koyulduğum ilk günlerden başlayıp birebir ona 
		öykünürdüm kaleme aldıklarımda. Zaten önüme çıkan her kitabını, herhangi 
		bir dizgeye bağlanmaksızın bir solukta okumuştum Orhan Kemal'in... 
		Derken 1968'lilik ruhu pul pul döküldü üzerimizden... Ölen, yaşayan 
		kahramanların yanında alçaklıklara tanık olduk. Yanısıra döneklik, köşe 
		dönücülük insanımızı içten içe kemirdi, aidse yakalanmışçasına çökertti 
		onu. 
		Yazar diye önümüze sunulan vardı var olmaya ama toplumun pusulası 
		sayabileceğimiz türde yazar kalmamıştı artık, daha doğrusu bu tür 
		yazarlar, sanki toplumun belleğinden çıkarılmaya çalışılıyordu. 
		İşte o zaman aklıma geldi, koydum masama Orhan Kemal'in tüm yapıtlarını, 
		yeniden bu kez dizgeli biçimde bir kez daha okudum. Yüzlerce öykü, 
		onlarca roman, birkaç oyun... Kısacık yaşama sığdırılan bir ayakta kalma 
		savaşımı, yazın adına verilen olağanüstü emek, gösterilen özveri! 
		O, kuşku yok ki yazınımızın en büyük birkaç yazarından biri! Öyküleriyle 
		Memduh Şevket Esendal'la, Sait Faik'le, Sabahattin Ali'yle birlikte 
		öykücülüğümüzün dört büyük biraderinden biri. Romancı olarak doruk 
		yapıtlar sunmuş bir yazar! Oyun yazarı olarak bundan sonra da sahnemize 
		katkısı sürebilecek bir usta. 
		Ama bunun için marketlerde sunulan yazarlardan ayırıp da gözlerimizi, 
		bunlara, kamuoyunda, bu bilincin temsilcisi olarak aydın belleğinde 
		süregelen yazarlara çevirebilmeliyiz bakışımızı. 
		Evet, Orhan Kemal doksan yaşında, ama dokuz aylık bebek cinliğinde biz 
		kocamışlarca keşfedilmeyi bekliyor kendi derin yatağında... 
		Her keşif bir heyecandır, yoksa biz heyecanımızı da mı yitirdik 
		diyeceğim ya, hayır, sanmıyorum... Çünkü bu kötü düş sona erecek, 
		biliyorum. Uyanıp kendi kültür kazımızı yapacağız... 
		Orhan Kemal gibi som bir yazarın, kaç yıl geçerse geçsin, ışıltılar 
		salarak karşımıza çıktığını göreceğiz!  
		Kendinize bir armağan sunun; doksanıncı doğum yılında gelin yeniden 
		keşfedin onu! 
		 
		ORHAN KEMAL'İ OKUMA GÜNLERİ... 
		M.Sadık Aslankara 
		 
		Şimdilerde öyle diyor usta yazarlar, eleştirmenler sanki ağız birliği 
		yapmış gibi... Toplumsal oluşumlarla karşılaşılmıyor günümüz 
		yazarlarında; toplumsal sorunlar, karmaşalar yer almıyor bu yazarların 
		ürünlerinde gereğince. Çünkü bizim insanımız yok yeni yazarlarda! 
		Caddelere, bulvarlara atıyorum kendimi, sokaklardan, geçeneklerden 
		geçiyorum, çarşılarda, pazarlarda dolaşıyorum, adres soruyorum 
		birilerine laf olsun diye... Bizim insanımız mı yok olan, insanımızın 
		anlatıcısı mı? 
		Toplum değişiyor elbette, değişmeden duran ne var? Bizler de değişiyoruz 
		kuşkusuz. Ama değişen biziz yine de; biz olarak değişiyoruz çünkü, 
		İngiliz ya da İranlı birileri olarak değil! Genlerimiz üzerinde nice 
		oyun oynansa da, "biz" olmayı, kendimize özgü nitelikler sergilemeyi 
		sürdürüyoruz demek ki hâlâ! 
		Üstelik herkesi ilgilendiren öyle sorunla boğuşuyoruz ki toplumca, 
		şaşmamak elde değil! Toplumca yaşadığımız bir yığın soru, sorun, 
		sorunlar yumağı var boğuştuğumuz... Fethi Naci'nin dile getirişiyle 
		hepimizi ilgilendiren toplumsal sorunlar, ne yazık ki yazarları 
		ilgilendirmiyor... 
		İşte o sıralarda rastlıyorum ona. Evet, o, Orhan Kemal. Takılıyorum 
		peşine. Biliyorum, ben beynimde yaşatıyorum onu, Oktay Akbal'ın sıklıkla 
		yaptığına benzer biçimde. Yine de tutamıyorum ama kendimi. Orhan Kemal, 
		önüm sıra İstanbul'u dolaşıyor, İstanbul'un haberi yok bundan. 
		Selim İleri'yle buluşuyoruz Yakup'ta, bunları ona da anlatıyorum. "Ah," 
		diyor, "sen Orhan Kemal' semişsin, yeniden oku onu, başka türlü 
		dindiremezsin bu özlemi." Tutup Orhan Kemal Müzesine götürüyor beni, 
		Cihangir, Akarsu Caddesi 32 numaraya. (Tel: 0212.2929245) 
		Evet, Orhan Kemal orada. Siyah takım elbisesini gösteriyor Selim İleri, 
		"Bak," diye fısıldıyor kulağıma, "görüyor musun, kumaş nasıl da parlamış 
		giyilmekten. Şimdi git bak yeni yazarlara, hiçbirinde kumaş böyle 
		parlamıyor!" 
		Gözlerimizde dongun tomurcuklar, suskun önümüzü ilikliyoruz. 
		Ertesi günlerin birinde bütün kitaplarını indiriyorum masama. 
		Yeniyetmeliğimde ya da sonraki yıllarımda olduğu gibi değil, bu kez 
		bütün yapıtlarını, üstelik yayımlanış tarihlerini dikkate alarak arka 
		arkaya okuyorum. Kâğıttan upuzun şerit yapıp çalışma odamın kapısına 
		asıyorum: "Orhan Kemal Okuma Günleri". 
		Ne büyük bir yazarmış meğer o, buradaki "mış"ı, bu kez bilinçle 
		yerleştiriyorum tümceye. Onun öykülerini okumadan öykü yazmaya 
		girişenler olduğunu biliyorum. İstiyorum ki onlar da keşfetsin Orhan 
		Kemal'i, bu "mış"ı biraz da onlar adına söylüyorum. Genç öykü yazarları, 
		bir yanlarıyla eksiklik taşıyorsa eğer, bu Orhan Kemal'den bir çimdikçik 
		bile tuz alamadıkları içindir belki, ama kendileri ayırdında mı acaba 
		bunun? 
		Bir yazar olarak o, Memduh Şevket Esendal'la, Sait Faik'le, Sabahattin 
		Ali'yle birlikte öykücülüğümüzün dört büyük biraderinden biri... Bunlar 
		bilinmeden öykü mü yazılabilir, bu yazarlar okunmadan öykünün tadına mı 
		varılabilir? 
		Yalnız öykü mü? Ya roman? Okuyunca bir kez daha görüyorum, "Murtaza" 
		nitelemesinin yalnız bir kitap adı olarak kalamayacağını, "Don Kişot" ya 
		da "Oblomov" gibi bir özel sözcüğe dönüşebileceğini...  
		Ya oyunları? Neden sıklıkla sahneye taşınmıyor bunlar?  
		Orhan Kemal'in kıpkısa bir ömre sığdırdığı upuzun sanat yaşamı, bir kez 
		daha o özdeyişi doğrularcasına önümüzü kesiyor: "Yaşam kısa, sanat 
		uzun!" 
		Orhan Kemal, artık o kısacık bireysel yaşamını tamamlamış, uzun mu uzun, 
		sonsuzca sürecek sanat yaşamına çıkmış... Bugün doksanıncı yaşını 
		kutluyoruz ya, ileride kim bilir kimler Orhan Kemal'in yüzüncü, yüz 
		ellinci, iki yüzüncü... doğum yıldönümlerini kutlayacak!  
		Ama bizler, onun ilerideki bu doğum günü kutlamalarını da yaşıyormuş 
		gibi yapabiliriz pekâlâ! Nasıl mı? Yazarımız olarak keşfederek onu.  
		Peki onu keşfetmek için siz neyi bekliyorsunuz? İster genç olun ister 
		erişkin, gençseniz ilk kez, erişkinseniz yeniden keşfedebilirsiniz 
		pekâlâ Orhan Kemal'i...  
		Böyle bir heyecan bile o kıpkısa yaşamınızı nasıl da renklendirir, sizi 
		nasıl da güzelleştirir, kim bilir... Öyleyse hadi kazıya, Orhan Kemal'i 
		okuma günlerine! 
		 
		M. Sadık Aslankara 
		 
   |